El Hamdu Lillahi
Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi
ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.
Rabbişrah liy sadriy;
Ve yessirliy emriy;
Vahlül ukdeten min lisaniy;
Yefkahu kavliy;
(Tâhâ 25-26-27-28)
Rabbim, göğsüme genişlik ver,
kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Amin, amin..!
Değerli Kur’an dostları bugün
Kur’an ülkemizin yepyeni bir sitesine daha giriyoruz. Bu sitenin can alıcı
şehirlerini dolaşacağız. Bu şehirlerin hayran edici sokaklarında gezeceğiz. Bu
sokaklardan zümrüt, yakut ve elmas odalara geçeceğiz. Bu odalardan seyredeceğiz
alemi, seyredeceğiz kendimizi. Bu odaların pencerelerinden kâh cennete açılacak
önümüz, kâh ateş gösterilecek ibret almamız için. Bu odalarda özellikle
kendimizi bulacağız, kendimizle buluşacağız, kendimize kavuşacağız, kendimize döneceğiz.
Rabbim, bizi bize seyrettirecek
Hucurat suresi elimizde ki
mushafta 49. sure. Adını 4. ayetinde ki odalar, sıra odalar, haneler anlamına
gelen Hucurat dan alır.
Surenin iniş zamanı kesine yakın
bir biçimde tahmin edebileceğimiz bir dönemdir. Elbette ki Medine döneminin
sonlarındadır. 4. Ayet Temim oğullarının Medine’ye gelişi ile ilgili bir olaya
atıftır. Bu geliş ‘Amül mufut denilen elçiler yılı diye bilinen 9. yıla tevafuk
eder.
Yine 6. ayet fetihten sonra
Müslüman olmuş bir ismin etrafında dönen bir olayla ilgilidir. Bu iki iniş
sebebi bize surenin Medine de hangi yılda indiğini kesine yakın bir biçimde
verir ki bu da hicretin 9. yılıdır. Yani sure dinin ikmal edildiği, nimetin
itmam edildiği ifade buyrulan bir dönemde, bir zamanda inmiştir. Bunun içindir
ki surenin konusu dinin ikmali ile ilgili, yani dinin şartlarının,
zaruretlerinin, hacetlerinin ötesinde, dinin güzelliğiyle tahsiniyatıyla ilgili
konular olduğu açık. Bunlarda ahlak ve adap konularıdır.
İnsan ilişkilerinin üzerinde
yükseldiği etik ve estetik değerlere atıf yapar sure. Ahlak ve edeple ilgili
bir takım ilkeler vaz eder. 5 kez; Ya eyyühelleziyne amenû hitabı bu surede geçer.
Yani ey iman edenler diye seslenir sure. 1 ve 5. ayetler arasında Hz.
Peygamberin şahsında Müslüman toplumun önderleri ile ilişki biçimi dile
getirilir. Yalan haber üreten unsurlar muzır ilan edilir ve İslam toplumunun
kardeşliğine yönelik en büyük tehdit ve tehlikenin yalan haber üreten unsurlara
kulak vermek olduğu dile getirilir.
6 – 11. ayetler arasında iman
kardeşliği vurgulanır. Kur’an da İnnemel
mu'minune ıhvetün (10) biçiminde formüle edilen; Bütün mü’minler sadece ve
sadece kardeştirler ayeti işte bu sure de geçer. Bunu zedeleyen insanların,
daha doğrusu İslam cemaatinin bireylerinin birbirlerini hor ve hakir görmesi,
aşağılaması, onurunu zedeleyici tavırlara girmesi şiddetle reddedilir ve
yerilir.
13. ayetinde Allah katında
üstünlüğün tek ölçüsü olan takva vurgulanır. Ki bu gerçekten de İslam’ın
şiarıdır. Allah katında üstünlük ölçüsü bir tektir, o da takvadır. Allah’a
karşı insanın sorumluluk bilinci, sorumluluk şuuru.
14 – 16. ayetler arasında
pazarlıklı iman dile getirilir ve Allah’a din öğretme kalkanlar yerilir.
Allah’a din öğretmeye kalkmak gerçekten de insanoğlunun haddini aşmasının
vuracağı dip noktadır. Ve 17. ayet surenin berceste ayetleridir. Akılda en çok
kalan ayetleridir. Bu ayetle iman etmek kişinin Allah’a lütfü değildir. Asıl
Allah imana erdirmekle kişiye lutfetmiştir. Yani Allah’a iman ettim diye kişi
Allah’ı ve resulü minnet altına almaya kalkmamalıdır. İman etmesi, Allah’ın
kişiye lütfetmesidir, kişinin Allah’a değil. Çünkü imandan çıkarı olan tek
taraf vardır, o da insan. Allah’ın insanın imanından hiçbir çıkarı, hiçbir
yararı, hiçbir menfaati olamaz. Bu ayetten bir sonraki ayetle sure sona erer.
Şimdi surenin tefsirine bu kısa özetten sonra geçebiliriz.
[Ek bilgi; Sûrenin ihtiva ettiği
hususlar şunlardır:
1- Mü'minlerin Peygamberimiz
(s.a.v)'e karşı hürmet ederek ilâhi emre ve peygamberin emirlerine karşı
muhalefette bulunmamaları.
2- Peygamberin huzurunda
yüksek sesle konuşulmaması ve dışardan da diğer insanlara çağırıldığı gibi
kendisine çağrılmaması.
3- Fasıklann sözlerine kulak
verilmemesi ve aralarında düşmanlık, dargınlık ve kırgınlık bulunan mü'minlerin
arasının sulh edilmesi.
4- Müslümanlara karşı
düşmanlık besleyerek sulha yanaşmayanlarla savaşılması.
5- Müslümanlar hakkında kötü
zanda bulunulmaması ve alay edilmemesi.
6- Allah katında üstünlüğün
ancak takva ile olduğunun bildirilmesi. (Ebu’l Leys Semerkandi- Tefsir-ül Kur’an)]
1-) Ya eyyühelleziyne amenû lâ tukaddimu beyne
yedeyillahi ve RasûliHİ vettekullah* innAllâhe Semiy'un 'Aliym;
Ey iman
edenler... Allâh'ın ve O'nun Rasûlünün önüne (beşerî
düşünce ve yorumlarınızla, değerlendirmelerinizle) geçmeyin; Allâh'tan (şartlanmaya
dayalı değer yargılarınızın sonuçlarını kesinlikle yaşatacağı için) korunun! Muhakkak ki Allâh Semi'dir, Aliym'dir.
(A.Hulusi)
01 -
Ey o bütün iman edenler! Allahın ve Resulünün önüne geçmeyin ve Allah dan
korkun, çünkü Allah işitir bilir. (Elmalı)
Ya eyyühelleziyne amenû lâ tukaddimu beyne
yedeyillahi ve RasûliHİ vettekullah siz, ey imana ulaşanlar. Zımnen
bu hitap şöyle bir manayı içerir. Siz ey iman iddiasında bulunanlar, iddianızı
ispat etmek istiyorsanız şunu yapın. Asla Allah ve elçisinin önüne geçmeyin ve
sorumlu davranın, muttaki olun, takva ile hareket edin. Allah’a karşı
sorumluluğunuzun bilincine varın, haddinizi aşmayın, Allah’ın sevgisini
yıpratmaya kalkmayın. Allah’ın size olan ilgisini boşa çıkarmayın, yaratılış
amacınızın dışına taşmayın. Allah’ın size verdiği emeği inkar etmeyin. Allah’ın
size olan güvenini zedelemeyin. İlahi güveni zedelemek; insanın Allah’a karşı
yapabileceği en büyük hatadır.
İşte bu, ilk ayet bu emirle
başlıyor. Allah ve elçisinin önüne geçmemek. Kişinin kendisinin Allah ve
elçisinin önüne geçirmesi ne demek. Bunun birkaç anlamı olabilir.
1 – Allah ve elçisinin önüne
kendinizi koymayın. Yani kendinizi Allah’tan daha çok önemsemeyin. Sizin için Allah
kaygınızın merkezi olmalı. Yani sizin ne dediğiniz değil, Allah’ın ne dediği
önemli olmalı.
2 – Kendi görüşünüzü Allah ve
Resulünün görüşünün önüne koymayın. Kendi görüşünüze Allah’ın ve elçisinin
görüşünden daha fazla itibar etmeyin. O zaman Allah’a karşı haddinizi aşmış
olursunuz. Unutmayın, siz parçayı görürsünüz ama Allah bütünü. Siz küçüğü
görürsünüz, Allah küçüğü ve büyüğü görür. Unutmayın sizin bakış açınız çok
sınırlı sadece baktığınızın görünenini görürsünüz. Ama Allah görünmeyenini de
görür ve Resulüne bildirir. Onun için kendi görüşünüzü Allah ve Resulünün
görüşünün önüne koyarsanız eğer, aslında kendinizi Allah’ın yerine koymuş
olursunuz. Dolayısıyla haddinizi aşmış olursunuz.
Bir konuda düşünce yürütürken,
akıl yürütürken, düşünce üretirken soracağınız soru; “Bu konuda Allah ne
diyor?” Olmalıdır. Eğer bunu sorarsanız bu ayetin emrine uygun davranmış
olursunuz. Duyguda, düşünce de ve eylemde haddini bilmeye davet ediyor bu
ibare.
innAllâhe Semiy'un 'Aliym Çünkü Allah her şeyi işitendir, her şeyi en ince
ayrıntısına varana dek bilendir.
Ayet niçin böyle bitti? Neden
Allah’ın önüne kendi görüşünüzü geçirmemeniz gerektiğini söylüyor çünkü. Her
şeyi bilenin görüşü, çok sınırlı bilen insanın görüşünden tabii ki önde gelir.
Bunu bilmeyecek ne var diyor. Dolayısıyla tersinden şunu da zımnen söylemiş
oluyor; Eğer siz kendi görüşünüzü Allah’ın görüşünün önüne geçirirseniz,
Allah’ın her şeyi bildiğini zımnen inkar etmiş gibi bir duruma düşersiniz ve
kendinizin her şeyi bildiğinizi zımnen iddia etmiş gibi bir duruma düşersiniz.
2-) Ya eyyühelleziyne amenû lâ terfe'û
asvateküm fevka savtin Nebiyyi ve lâ techeru lehu Bil kavli kecehri ba'dıküm li
ba'dın en tahbeta a'malüküm ve entüm lâ teş'urun;
Ey iman
edenler... Seslerinizi (fikirlerinizi) O Nebi'nin sesinin (bildirdiklerinin) üstüne yükseltmeyin! Birbirinize hitap ettiğiniz gibi (lâubali şekilde) yüksek
sesle O'na hitap etmeyin! (Yoksa) siz farkında olmadan yaptıklarınız boşa gider! (A.Hulusi)
02 -
Ey o bütün iman edenler! Seslerinizi Peygamberin sesinden üstün kaldırmayın ve
ona birbirinize bağırır gibi iri söylemeyin! Haberiniz olmadan amelleriniz hiçe
iniverir. (Elmalı)
Ya eyyühelleziyne amenû siz, ey
imana erenler lâ
terfe'û asvateküm fevka savtin Nebiyy sesleriniz peygamberin sesini
bastırmasın. Sesinizi peygamberin sesinin üzerine çıkarmayın. Mota mot literal
mana bu. Ama bundan bu anlaşılmalı. Sesleriniz peygamberin sesini bastırmasın.
ve lâ techeru lehu Bil kavli kecehri ba'dıküm
li ba'dın en tahbeta a'malüküm ve entüm lâ teş'urun birbirinizle
bağıra çağıra konuştuğunuz gibi, onunla da bağıra çağıra konuşup ta farkında
olmadan iyiliklerinizi boşa çıkarmayın, amellerinizi yele vermeyin. Güzel
eylemlerinizi sele vermeyin, zayi etmeyin.
Bu ayetin ifade ettiği hakikat
sadece peygamberimizin sesinden yüksek bir sesle konuşmak değil. Bunun
yasaklanmasıyla sınırlı değil. O zaman bu ayetin hükmü sadece peygamberimizin
hayatıyla sınırlı olmuş olur. Yani sesin desibeliyle sınırlı değil. Zaten böyle
anlayan bir sahabeye de Resulallah’ın verdiği cevap bunu ortaya koyuyor.
Bu ayet indiğinde ensardan Sabit
Bin Kays isimli sahabe, ağır işitirmiş. Ağır işittiği içinde yüksek sesle
konuşurmuş. Ağır işitenler genellikle yüksek sesle konuşurlar. “Yüksek sesle
konuştum, o halde ben cehennemliğim. Bu ayette benim içindir“ diye kendini
kendi evine hapsetmiş ve iki gözü iki çeşme başlamış ağlamaya. Kimse ikna
edememiş, en sonunda Resulallah’a durum haber verilince, Resulallah onu
mescitte görmeyip de nerede olduğunu sorup durumu haber alınca; “Hayır demiş.
Bir rivayette yüzüne, bir rivayette gıyabında; Sen Allah yolunda yaşayıp, Allah
yolunda mücadele edip, o yolda ölüp cenneti bulmak istemez misin? Bir başka
rivayette; Hayır o cennete girecek demiş.
Yani hangisi olursa olsun
neticede söylediği efendimizin, Sabit Bin Kays’ın anlayışını rettir. Bu ayet
sadece literal olarak, sadece kelime anlamıyla anlaşılmamalı, sınırlanmamalı.
Sesini peygamberin sesinden yükseltmek, aynı zamanda yukarıdaki ayetin devamı
olarak kendi görüşünü Resulallah’ın görüşünün üstüne çıkarmaktır. Kendi
iddiasını Resulallah’ın ortaya koyduğu sünnetin üzerine çıkarma. Sesin
Resulallah’ın sesini bastırmasın diyor. Konuş, buradan bunu anlıyoruz.
Konuşmayı yasaklamıyor, sen de görüş beyan et. Sen de ifade et kendini. Fakat
bir sınırı olsun O sınır Resulallah’ın sesinin üstüne geçmesin. Biz sahabeyi
böyle görüyoruz.
Hubab
Bin Münzir Bedir savaşında Resulallah’ın karargah için tercih ettiği yere
itiraz ederken;
- Ya Resulallah diyordu. Bu sana
Allah’tan bir emir mi, yani vahiy mi, yoksa kendi görüşün mü.
Resulallah kendi görüşü olduğunu
ifade edince,
- Hayır ya Resulallah, bana göre
bura değil şura olmalı Karargah yeri. Gerekçem de şu. Düşmanı susuz bırakalım.
Kuyuları düşmana kaptırmayalım kuyular arkamızda kalsın. O zaman biz galibiyeti
daha da garantilemiş oluruz. Diyordu.
İşte bu efendimizi ikna etti.
Yani burada sizin de sesiniz çıksın. Hiç sesinizi çıkarmayın değil, ama burada
Resulallah’ın sesini bastıracak kadar çıkmasın. Resulallah’ın görüşün
bastıracak kadar çıkmasın. Yani haddinizi bilin, haddinizi bilerek konuşun ve
Allah Resulünün Allah’tan naklettiklerinin önüne kendi görüşünüzü geçirmeyin.
Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
163.
videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder