4 Eylül 2013 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. HUCURAT (07 - 09) (163-C)



B sayfasından devam

7-) Va'lemu enne fiyküm RasûlAllâh* lev yutıy'uküm fiy kesiyrin minel emri le 'anittüm ve lakinnAllâhe habbebe ileykümül iymane ve zeyyenehu fiy kulubiküm ve kerrehe ileykümül küfre vel füsuka vel 'ısyan* ülaike hümür raşidun;

İyi anlayın ki, Rasûlullâh içinizdedir! Eğer (O) çoğu işte size uysa, elbette sıkıntıya düşerdiniz! Ne var ki Allâh size imanı (hakikatinizi hissetmeyi) sevdirdi, onu anlayışınızda güzel gösterdi ve küfrü (gerçeği ret), fusuku (bilinci körleten imanın dışına taşan fiilleri) ve isyanı (nefsanî hırsları) size sevimsiz gösterdi... İşte bunlar olgunluğa erenlerin ta kendileridir! (A.Hulusi)

07 - Hem biliniz ki içinizde Allahın Resulü var, eğer o bir çok işlerde size itâat eder olsa haliniz yaman olurdu ve lâkin Allah size imanı sevdirdi, ve küfrü, füsuku, isyanı nazarınızda kerîh kıldı. (Elmalı).


Va'lemu enne fiyküm RasûlAllâh ve aklınızdan çıkarmayın ki Allah’ın Resulü aranızda yer almaktadır. lev yutıy'uküm fiy kesiyrin minel emri le 'anittüm eğer o her işte size uysaydı haliniz harap olurdu. Hele ki her işte size uymadı. Yani sizinle istişare etti, fakat eğer size uysaydı her işte, siz onu yanlış yönetmeye kalkardınız. Çünkü bütünü gören Allah onu yöneltti. Siz ise parçayı görüyor, bütünü gördüğünüzü zannediyorsunuz. Onun için Resulallah’ı yanlış bilgilendirmeye kalkmak haddi zatında Resulallah’a olan Allah’ın ilgisini görmemek demek.

Ya onun olmadığı durumlarda ne yaparsınız? Zımnen sanki böyle bir soru sormamızı istiyor. Allah resulü aranızdayken böyle yapıyorsunuz, Allah Resulü aranızdan ayrılınca ne yapacaksınız. Allah Resulü aranızdan ayrılınca bilgiye daha çok sarılmanız lazım. Çünkü şimdi Allah ona söylüyor, o size söylüyor, siz yapıyorsunuz. Ama yarın o aranızdan gidince bu kez sıcak vahiy de inmeyecek, şimdi büyük bir hata yapmanın eşiğine gelmişken ayet sizi hatadan alıkoydu. Yarın vahiy kesilince ne yapacaksınız. Yine birileri sizi böyle yanlış bilgilendirirse, haksız yere birilerinin üstüne yürüyüp onlarla çarpışacak mısınız. İşte o güne şimdiden hazırlanın. Bu vahiy böyle her zaman sıcak sıcak inmez. O halde bu inmiş olan vahyi dünya durdukça kullanın, insanlığın sonuna kadar kullanın. Bu vahyin getirdiği ilkeleri hep sıcak tutun. Nedir O? Gelen bir haberi iyice araştırın. Araştırmadan harekete geçmeyin ki vahiy size de nazil olmuş olsun.

ve lakinnAllâhe habbebe ileykümül iymane ve zeyyenehu fiy kulubiküm Lakin Allah size imanı sevdirdi ve onu yüreklerinizde güzelleştirdi, tezyin etti.

Ne kadar harika bir ifade Allah size imanı sevdirdi. Dinin temeli sevgidir. Bu ayet bunu söylüyor. Dinin zemini sevgidir. İman bir ağaca benzer bu ağacın kökü sevgidir. Sevgi tohumundan çıkar. Tohumu sevgidir. Zaten; Habbebe ileyküm diyor, habbe kullanılıyor. Ha be be kökü, habbe kökü aynı zamanda tohum demektir. Meyvesi tohumundan çıkan ürünlere de habbe denir. Onun için Türkçemizde hububat diyoruz. Buğday, arpa, çavdar, yulaf, hatta bakla, nohut, fasulye. Hububat diyoruz. Niçin? Çünkü bir ekersiniz kendisinden bir çok alırsınız. Onun için muhabbet kalbe ekilmiş bir hububattır. Bir tohum eker bin, haya bire sonsuz verir. Yürek tarlasına sevgi tohumu ekilirse eğer bire sonsuz veren bir ağaca dönüşür. Onun için muhabbet budur ve dinin temeli muhabbettir. Din ağacı muhabbet tohumundan çıkar.

Kur’an da Din, iman ağacının meyvesi de sevgi olarak adlandırılır. Çok ilginçtir. İnnelleziyne amenû ve amilus salihati seyec'alü lehümür Rahmânu vüdda. (Meryem/96) Alın bu ayeti. İman edenler ve salih amelle bu imanı taçlandıranlar için Allah bir sevgi var edecek. Bu da imanın sonucu. O zaman şöyle diyebilir miyiz? İmanın sebebi de sevgidir, sonucu da sevgidir. İman ağacının tohumu da sevgidir, meyvesi de sevgidir. Tohumdaki sevgiyi Kur’an “hub” kelimesiyle anıyor, meyvedeki sevgiyi ise “vûd” kelimesiyle anıyor. İkisi arasındaki fark bu. ikisi de sevgi manasına geliyor.

Ama ikisinin ifade edildiği kelime farklı; Hub; tohumdaki sevgi, illet olan sevgi. Vûd; meyvede ki sevgi, sonuç olan sevgi. Yani iman iki sevgi arasındadır. Yani iman sevgi tohumundan çıkmış sevgi ağacının, sevgi meyvesidir. Eğer sevgisizse o ağaç meyve vermemiş demektir.

ve kerrehe ileykümül küfre vel füsuka vel 'ısyan yine o size hakikati inkarı, yani küfrü, yani nankörlüğü aslında. Buradaki anlamıyla küfür ahlakidir. Çünkü bu sure bütünüyle ahlaki ilkelerden söz etmektedir. Burada ki küfrün anlamı da literal anlamıyla ahlaki anlamdır, yani nankörlüktür. Yine o size nankörlüğü, füsuku, sorumsuzca davranmayı ve iyi olana karşı çıkmayı çirkin gösterdi. Allah imanı sevdiriyor, günahı çirkin gösteriyor, yerdiriyor.

Burada 3 şey sayılıyor. İmanı sevdiren Allah 3 şeyi de yerdirdi, kötü gösterdi.

1 – Küfür, yani nankörlük. Allah’a karşı nankörlük etmeyi kötü görmek. Aslında sevabı sevmek, en büyük sevap. Allah’ın bir insana yardımı temelde sevap işletmekten daha çok sevabı sevmesini temin etmektir. İmanı sevmek İmanın tadını ve hazzını almaktır, ki buna peygamberimiz ‘alametül İman diyor. İmanın lezzeti. İmanı severse bir insan lezzetini alır, lezzet alır ondan. Lezzet alınan bir imanla yapılan ibadete üşenilmez, zora gitmez Allah’ın emirlerini yaparken insan zevk alarak yapar. Neşe duyar bundan. İlahi emirleri yerine getirmek için ödediği her bedeli güle oynaya kabul eder.

Onun içinde namaz kılmak onun için bir yük olmaz, oruç tutmak yük olmaz, Allah yolunda cehdü gayret göstermek yük olmaz. Allah yolunda kazancının bir kısmını vermek zoruna gitmez. Seve seve yapar bunu. Hatta bunu yapar, yaptığını aynı zamanda döner teşekkür eder.  Benden kabul ettiğin için teşekkür ederim der.

Yine Allah namazı emreder, namazı kılar, bunu yüksünerek yapmaz, namazı bana emrettiğin için sana namaz cinsinden teşekkür ederim Allah’ım der, nafile namaz kılar. İşte peygamberimizin sünnet diye kıldığımız namazları buydu.

Yine Allah orucu emreder, orucu tutar, Ya rabbi, orucu bana emrettiğin için sana teşekkür ederim der, oruç cinsinden nafile oruç tutar.

Hacca gider, haccı emrettiği için Allah’a hac cinsinden teşekkür eder ve umreye gider. İşte her ibadetin kendi cinsinden yapılan nafile aynı zaman da o emre teşekkürdür. Resulallah’ın nafile ibadetleri de bu teşekkür cümlesindendir.

2 - Sevdirir aynı zamanda nefret ettirir. Neden nefret ettirir? Birincisi küfürden, inkardan. İnkar etmekten hoşlanmaz mü’min. İmanı sevdi mi inkarı yerer, inkardan soğur. Onun için tir tir titrer. Hatta bırakın kendi inkarını, inkar etmiş birini gördüğünde, içine bir taş düşmüş, hatta ateş düşmüş gibi yanar, sızlar. Çünkü inkarın ne büyük bir talihsizlik olduğunu, şanssızlık olduğunu bilir.

Yine füsuktan çiğrer, ondan da nefret eder. Füsuk; fare başını deliğinden çıkarıp girdiği için füseyk ismi ile isimlendirilir Arap dilinde. Yani bir şeyden çıkmak, deliğinden çıkmak, daha doğrusu yuvasından çıkmak, ait olduğu yeri terk etmek manasına. Haddini bilmemek, yerini terk etmek, Allah’ın kendine biçtiği rolden kaçmak. Günah budur zaten. Günah; Allah’ın kendine çizdiği sınırı çiğnemektir. Allah insana sınır çizmiştir. Şu sınırları çiğneme demiştir. Çiğnerse işte ona füsuk diyor.

İşte bundan nefret ettirirse Allah şeytan insanı ayartamaz. Benliği insanı ayartamaz. Nefret ederse eğer günahtan, insanın eli günaha varmaz. Onu günaha ikna etmek çok zordur. Sadece günah; Allah yasakladığı için kaçınmaz, hoşlanmadığı içinde kaçınır. Bu ikisi birbirini güçlendiren bir şeydir aynı zamanda. Allah’ın insana yardımıdır.

3 - Üçüncüsü isyan; teslim olmanın zıddıdır, teslimiyetin zıddıdır. Teslim olmak İslam olmaktır, teslim olmamak, isyan olmaktır.  İslam olmakla isyan olmak birbirinin zıddıdır. Onun için teslim olmayı sevdirir Allah. Teslim olmamaktan da nefret ettirir. Allah’a teslim olmamaktan insan hoşlanmaz. Yani hatta hatta teslimiyetinin kıymetini her gün daha bir bilir ve; Ya rabbi sana teslim olduğum için sonsuz şükürler olsun der. Ya isyan etseydim diye de, bunu hatırladıkça tüyleri diken diken olur. İşte Allah’ın güzelliği sevdirmesi ve kötülükten nefret ettirmesi Allah’ın insana, mü’mine olan en büyük lûtfudur.

ülaike hümür raşidun işte onlar doğru tarafa yönelenler, yöneltilenlerdir. Yani bunlar rüştüne ermiş olanlardır. Rüşte böyle erilir. Rüştünü ispat etmek istiyorsa insan böyle ispat etsin. Yoksa onun aklı bebek, onun aklı büyümemiş, onun aklı olgunlaşmamış, o henüz kırkında da, ellisinde de, altmışında da olsa rüştünü ispat etmemiş demektir.


8-) Fadlen minAllâhi ve nı'meten, vAllâhu 'Aliymun Hakiym;

Allâh'tan bir lütuf ve bir nimet olarak... Allâh, Aliym'dir, Hakiym'dir. (A.Hulusi)

08 - İşte onlardır ki Allahın fadl-u nimetiyle rüşte irmişlerdir ve Allah alîmdir, hakîmdir. (Elmalı)


Fadlen minAllâhi ve nı'meten, vAllâhu 'Aliymun Hakiym Allah’ın lûtfu ve nimeti sayesinde zaten Allah her şeyi bilir, üstün hikmet sahibidir.

Aslında bir önceki ayetle birlikte bunu okumak lazımdı. Çünkü ikisi birbirinin devamı mahiyetinde ülaike hümür raşidun Fadlen minAllâhi ve nı'meh işte onlar doğru tarafa yönelenlerdir. Zira Allah onlara lütuf ve nimet etmiştir, lûtfermiştir. Allah’ın nimeti sayesinde doğruya yönelmişlerdir. vAllâhu 'Aliymun Hakiym Allah her şeyi bilir, üstün hikmet sahibidir.


9-) Ve in taifetani minel mu'miniynaktetelu feaslihu beynehüma* fein beğat ihdahüma alel uhra fekatillületiy tebğiy hattâ tefîe ila emrillah * fein faet feaslihu beynehüma Bil adli ve aksitu* innAllâhe yuhıbbul muksitıyn;

Eğer iman edenlerden iki topluluk çarpışırlarsa, onların arasını düzeltin... Eğer onlardan biri diğerine karşı haddi aşıp tecavüz ederse, o tecavüz edenle, Allâh'ın emrine dönünceye kadar savaşın! Eğer dönerlerse, adaletle aralarını bulun. Muhakkak ki Allâh, her şeyin hakkını verenleri sever. (A.Hulusi)

09 - Ve eğer Müminlerden iki taife çarpışırlarsa hemen aralarını bulun barıştırın, şayet biri diğerine karşı bag yediyorsa o vakit bagî olana Allahın emrine rücu' edinceye kadar kıtâl edin, eğer rücu' ederse yine adaletle beyinlerini sulh edin ve hep insaflı olun, çünkü Allah adâlet yapanları sever. (Elmalı)


Ve in taifetani minel mu'miniynaktetelu feaslihu beynehüma mü’minlerden iki grup çatışırsa aralarını bulun. fein beğat ihdahüma alel uhra fekatillületiy tebğiy hattâ tefîe ila emrillah fakat bir taraf diğerinin hakkına tecavüz eder, diğerine saldırırsa, o haksız taraf ile Allah’ın emrine dönünceye kadar çarpışın. fein faet feaslihu beynehüma Bil adli ve aksitu ama eğer saldırganlıktan vaz geçerlerse tarafların arasını bulun ve adaletli davranın adil, adaletle bulun tarafların arasını ve eşit davranın. innAllâhe yuhıbbul muksitıyn Allah eşit davrananları sever.

Evet, ayeti kerime açık. İniş nedeni üzerine bir olay nakledilir kaynaklarda. Aslında birkaç olay nakledilir ama ben bir tanesini nakletmek istiyorum kısaca.

Evs’li Abdullah İbn Übey, bildiğiniz gibi Medine’de ki münafıkların lideridir bu adam. Kendisi krallığa hazırlanırken Resulallah’ın hicretiyle krallığı bozulmuştur, menfaatleri bozulmuştur. Onun içinde Resulallah’a ölümüne düşmandır, fakat düşmanlığını gizler, maske takar. Dışarıdan dostmuş gibi görünür, ama en olmaz yerde, en olmadık yerde Resulallah’ı yalnız bırakır. Tıpkı Uhut’te yaptığı ihanette olduğu gibi. Hatta utanmadan Resulallah’ın temiz ve pak eşine iftira atar, bu iftiranın yayılmasına sebep olur ve daha neler neler. İşte bu adam.

Resulallah’ın merkebinin kokusunun kendisini rahatsız ettiğini söyler. Abdullan bin Revaha onun bu hakaretine dayanamaz. Aslında Resulallah rahatsız ediyor onu. Fakat Resulallah’a hakaret edemeyince, Resulallah’ın merkebine hakaret ediyor. Sahibini dövemeyen, öyle..! merkebini dövmüş oluyor. Abdullah bin Revaha onun derdini iyi bildiği için ona cevap veriyor.

- Resulallah’ın merkebinin kokusu senin miski amberinden bin kat daha hayırlıdır. Diyor ve tabii bu söz üzerine iki taraf parlayıveriyor. O evs li Abdullah bin Revaha Hazreçli. O hemen ırkçılığa döküveriyor. Münafıklığının gereği olayı kan bağına döküyor. Hemen ırkçı bir çatışmaya dönüştürmek istiyor.

- Evs’ liler yetişin diyor, bu Hazreç’li bana laf etti. Ve mü’min olan Evs’liler onun kimliğini unutarak kan gayretiyle, kabilecilik gayretiyle, hemşerilik gayretiyle onun arkasında safında yer alıveriyorlar. Oysa ki onun derdi başka, onun sıkıntısı başka. Ama mü’minler gözlerini asabiyet bürüyünce doğru düşünemez oluyorlar. Aslında burada tarih üstü bir ibret var. Zamanlar ve zeminler üstü bir ibret var. Samimi insanlar bile bazen asabiyet gözleri kör ederse, taraftarlık aklı dumura uğratırsa doğru düşünmeyi, doğru düşünme melekesini kaybedebiliyorlar.

İşte burada böyle bir olay böyle bir sebebi nüzul naklediliyor. Ama bana göre bu sebebi nüzul rivayeti doğru olamaz, doğru ise bu ayetle ilgili olamaz, çünkü bu sure hicretin 9. yılında nazil oldu. Abdullah İbn. Übey ise ondan çok önce ölmüştü. O nedenle bunu daha farklı bir sebebi nüzul ile izah etmek daha doğru olur ki onu da kaynaklarımızda buluyoruz aslında.

Ümmü Zeyd isimli bir sahabe hanım kocası tarafından anne babasına, akrabalarına ziyarete gönderilmeyip yasaklanıyor ve evde hapsediliyor. Ümmü Zeyd’i hapseden kocasına kızan Ümmü Zeyd’in akrabaları geliyorlar evi basıyorlar ve saklanan üzerine kapı kilitlenen bacılarını, evde hapsedilen bacılarını alıyorlar. Bunun üzerine kocasının taraftarları ile Ümmü Zeyd’in taraftarları akrabaları arasında bir çatışma meydana geliyor.

Hatta bu sıcak çatışmaya dönüşüyor ve büyük bir olaya dönüşmek üzere iken buna ayet el koyuyor. Yani bu tabii ki sebebi nüzul. Fakat şu unutulmamalı ki burada ne şu, ne bu olaya hasredemeyiz, ayeti kerime tüm zamanlarda mü’minlerden iki taraf eğer birbirlerine düşerse birbiri ile vuruşacak kadar kendi kimliklerini arkaya atarlar ve kabilevi kimliği öne alırlarsa bu iki tarafın arasını bulmak bir görevdir. Bu çatışmaya girmeyenlere.

Eğer bu iki tarafın arası bulunduktan sonra bir taraf diğerinin hukukuna tecavüz ederse siz de tecavüz edilen tarafla olun ve öbür tarafı kendi hukukuna riayet edinceye kadar mücadele edin diyor. Yani burada Mü’min toplum, İslam cemaati içerisinde saldırgana karşı bir tavır belirleniyor. Müslüman toplumun içinde dahi olsa saldırgansa onunla beraber olmayın. Onu yalnız bırakın, hatta ona karşı mücadele edin emrini görüyoruz burada.

Tabii ki bu eşitliğimizi, onlara karşı eşit davranmamızı engellememeli. Onun içinde ayet Allah eşit davrananları sever diye bitiyor. Yani adaletli davranın eşit davranın. Ben falanca kabiledenim, biz hata yapsak ta bizim kabiledir, veya bizim boydur, bizim soydur, bizim hemşerilerdir. Dolayısıyla bizden olsun çamurdan olsun demeyin. Eğer çamurdansa sizden olsa da çamurdur. Dolayısıyla çamuru altın etmeye kalkmayın, altın diye tanıtmaya kalkmayın. Çamurla beraber olmayın. O nedenle burada bizim adalet duygularımızın her türlü kişisel duygunun üstüne geçmesi isteniyor.

Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
163. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder