B sayfasından devam
7-) Va'lemu enne fiyküm RasûlAllâh* lev
yutıy'uküm fiy kesiyrin minel emri le 'anittüm ve lakinnAllâhe habbebe
ileykümül iymane ve zeyyenehu fiy kulubiküm ve kerrehe ileykümül küfre vel
füsuka vel 'ısyan* ülaike hümür raşidun;
İyi
anlayın ki, Rasûlullâh içinizdedir! Eğer (O) çoğu işte size uysa, elbette sıkıntıya düşerdiniz! Ne var
ki Allâh size imanı (hakikatinizi hissetmeyi) sevdirdi, onu anlayışınızda güzel gösterdi ve küfrü (gerçeği ret), fusuku (bilinci körleten imanın dışına taşan fiilleri) ve isyanı (nefsanî
hırsları) size sevimsiz gösterdi... İşte
bunlar olgunluğa erenlerin ta kendileridir! (A.Hulusi)
07 -
Hem biliniz ki içinizde Allahın Resulü var, eğer o bir çok işlerde size itâat
eder olsa haliniz yaman olurdu ve lâkin Allah size imanı sevdirdi, ve küfrü,
füsuku, isyanı nazarınızda kerîh kıldı. (Elmalı).
Va'lemu enne fiyküm RasûlAllâh ve
aklınızdan çıkarmayın ki Allah’ın Resulü aranızda yer almaktadır. lev yutıy'uküm fiy
kesiyrin minel emri le 'anittüm eğer o her işte size uysaydı haliniz
harap olurdu. Hele ki her işte size uymadı. Yani sizinle istişare etti, fakat
eğer size uysaydı her işte, siz onu yanlış yönetmeye kalkardınız. Çünkü bütünü
gören Allah onu yöneltti. Siz ise parçayı görüyor, bütünü gördüğünüzü
zannediyorsunuz. Onun için Resulallah’ı yanlış bilgilendirmeye kalkmak haddi
zatında Resulallah’a olan Allah’ın ilgisini görmemek demek.
Ya onun olmadığı durumlarda ne
yaparsınız? Zımnen sanki böyle bir soru sormamızı istiyor. Allah resulü
aranızdayken böyle yapıyorsunuz, Allah Resulü aranızdan ayrılınca ne
yapacaksınız. Allah Resulü aranızdan ayrılınca bilgiye daha çok sarılmanız
lazım. Çünkü şimdi Allah ona söylüyor, o size söylüyor, siz yapıyorsunuz. Ama
yarın o aranızdan gidince bu kez sıcak vahiy de inmeyecek, şimdi büyük bir hata
yapmanın eşiğine gelmişken ayet sizi hatadan alıkoydu. Yarın vahiy kesilince ne
yapacaksınız. Yine birileri sizi böyle yanlış bilgilendirirse, haksız yere
birilerinin üstüne yürüyüp onlarla çarpışacak mısınız. İşte o güne şimdiden
hazırlanın. Bu vahiy böyle her zaman sıcak sıcak inmez. O halde bu inmiş olan
vahyi dünya durdukça kullanın, insanlığın sonuna kadar kullanın. Bu vahyin
getirdiği ilkeleri hep sıcak tutun. Nedir O? Gelen bir haberi iyice araştırın.
Araştırmadan harekete geçmeyin ki vahiy size de nazil olmuş olsun.
ve lakinnAllâhe habbebe ileykümül iymane ve
zeyyenehu fiy kulubiküm Lakin Allah size imanı sevdirdi ve onu
yüreklerinizde güzelleştirdi, tezyin etti.
Ne kadar harika bir ifade Allah
size imanı sevdirdi. Dinin temeli sevgidir. Bu ayet bunu söylüyor. Dinin zemini
sevgidir. İman bir ağaca benzer bu ağacın kökü sevgidir. Sevgi tohumundan
çıkar. Tohumu sevgidir. Zaten; Habbebe
ileyküm diyor, habbe kullanılıyor. Ha be be kökü, habbe kökü aynı zamanda
tohum demektir. Meyvesi tohumundan çıkan ürünlere de habbe denir. Onun için
Türkçemizde hububat diyoruz. Buğday, arpa, çavdar, yulaf, hatta bakla, nohut,
fasulye. Hububat diyoruz. Niçin? Çünkü bir ekersiniz kendisinden bir çok
alırsınız. Onun için muhabbet kalbe ekilmiş bir hububattır. Bir tohum eker bin,
haya bire sonsuz verir. Yürek tarlasına sevgi tohumu ekilirse eğer bire sonsuz
veren bir ağaca dönüşür. Onun için muhabbet budur ve dinin temeli muhabbettir.
Din ağacı muhabbet tohumundan çıkar.
Kur’an da Din, iman ağacının
meyvesi de sevgi olarak adlandırılır. Çok ilginçtir. İnnelleziyne amenû ve amilus salihati
seyec'alü lehümür Rahmânu vüdda. (Meryem/96) Alın bu ayeti. İman
edenler ve salih amelle bu imanı taçlandıranlar için Allah bir sevgi var
edecek. Bu da imanın sonucu. O zaman şöyle diyebilir miyiz? İmanın sebebi de
sevgidir, sonucu da sevgidir. İman ağacının tohumu da sevgidir, meyvesi de
sevgidir. Tohumdaki sevgiyi Kur’an “hub”
kelimesiyle anıyor, meyvedeki sevgiyi ise “vûd”
kelimesiyle anıyor. İkisi arasındaki fark bu. ikisi de sevgi manasına geliyor.
Ama ikisinin ifade edildiği
kelime farklı; Hub; tohumdaki sevgi,
illet olan sevgi. Vûd; meyvede ki
sevgi, sonuç olan sevgi. Yani iman iki sevgi arasındadır. Yani iman sevgi
tohumundan çıkmış sevgi ağacının, sevgi meyvesidir. Eğer sevgisizse o ağaç
meyve vermemiş demektir.
ve kerrehe ileykümül küfre vel füsuka vel
'ısyan yine o size hakikati inkarı, yani küfrü, yani nankörlüğü
aslında. Buradaki anlamıyla küfür ahlakidir. Çünkü bu sure bütünüyle ahlaki
ilkelerden söz etmektedir. Burada ki küfrün anlamı da literal anlamıyla ahlaki
anlamdır, yani nankörlüktür. Yine o size nankörlüğü, füsuku, sorumsuzca
davranmayı ve iyi olana karşı çıkmayı çirkin gösterdi. Allah imanı sevdiriyor,
günahı çirkin gösteriyor, yerdiriyor.
Burada 3 şey sayılıyor. İmanı
sevdiren Allah 3 şeyi de yerdirdi, kötü gösterdi.
1 – Küfür, yani nankörlük.
Allah’a karşı nankörlük etmeyi kötü görmek. Aslında sevabı sevmek, en büyük
sevap. Allah’ın bir insana yardımı temelde sevap işletmekten daha çok sevabı
sevmesini temin etmektir. İmanı sevmek İmanın tadını ve hazzını almaktır, ki
buna peygamberimiz ‘alametül İman
diyor. İmanın lezzeti. İmanı severse bir insan lezzetini alır, lezzet alır
ondan. Lezzet alınan bir imanla yapılan ibadete üşenilmez, zora gitmez Allah’ın
emirlerini yaparken insan zevk alarak yapar. Neşe duyar bundan. İlahi emirleri
yerine getirmek için ödediği her bedeli güle oynaya kabul eder.
Onun içinde namaz kılmak onun
için bir yük olmaz, oruç tutmak yük olmaz, Allah yolunda cehdü gayret göstermek
yük olmaz. Allah yolunda kazancının bir kısmını vermek zoruna gitmez. Seve seve
yapar bunu. Hatta bunu yapar, yaptığını aynı zamanda döner teşekkür eder. Benden kabul ettiğin için teşekkür ederim der.
Yine Allah namazı emreder, namazı
kılar, bunu yüksünerek yapmaz, namazı bana emrettiğin için sana namaz cinsinden
teşekkür ederim Allah’ım der, nafile namaz kılar. İşte peygamberimizin sünnet
diye kıldığımız namazları buydu.
Yine Allah orucu emreder, orucu
tutar, Ya rabbi, orucu bana emrettiğin için sana teşekkür ederim der, oruç
cinsinden nafile oruç tutar.
Hacca gider, haccı emrettiği için
Allah’a hac cinsinden teşekkür eder ve umreye gider. İşte her ibadetin kendi
cinsinden yapılan nafile aynı zaman da o emre teşekkürdür. Resulallah’ın nafile
ibadetleri de bu teşekkür cümlesindendir.
2 - Sevdirir aynı zamanda nefret
ettirir. Neden nefret ettirir? Birincisi küfürden, inkardan. İnkar etmekten
hoşlanmaz mü’min. İmanı sevdi mi inkarı yerer, inkardan soğur. Onun için tir
tir titrer. Hatta bırakın kendi inkarını, inkar etmiş birini gördüğünde, içine
bir taş düşmüş, hatta ateş düşmüş gibi yanar, sızlar. Çünkü inkarın ne büyük
bir talihsizlik olduğunu, şanssızlık olduğunu bilir.
Yine füsuktan çiğrer, ondan da
nefret eder. Füsuk; fare başını deliğinden çıkarıp girdiği için füseyk ismi ile
isimlendirilir Arap dilinde. Yani bir şeyden çıkmak, deliğinden çıkmak, daha
doğrusu yuvasından çıkmak, ait olduğu yeri terk etmek manasına. Haddini
bilmemek, yerini terk etmek, Allah’ın kendine biçtiği rolden kaçmak. Günah
budur zaten. Günah; Allah’ın kendine çizdiği sınırı çiğnemektir. Allah insana
sınır çizmiştir. Şu sınırları çiğneme demiştir. Çiğnerse işte ona füsuk diyor.
İşte bundan nefret ettirirse
Allah şeytan insanı ayartamaz. Benliği insanı ayartamaz. Nefret ederse eğer
günahtan, insanın eli günaha varmaz. Onu günaha ikna etmek çok zordur. Sadece
günah; Allah yasakladığı için kaçınmaz, hoşlanmadığı içinde kaçınır. Bu ikisi
birbirini güçlendiren bir şeydir aynı zamanda. Allah’ın insana yardımıdır.
3 - Üçüncüsü isyan; teslim
olmanın zıddıdır, teslimiyetin zıddıdır. Teslim olmak İslam olmaktır, teslim
olmamak, isyan olmaktır. İslam olmakla
isyan olmak birbirinin zıddıdır. Onun için teslim olmayı sevdirir Allah. Teslim
olmamaktan da nefret ettirir. Allah’a teslim olmamaktan insan hoşlanmaz. Yani
hatta hatta teslimiyetinin kıymetini her gün daha bir bilir ve; Ya rabbi sana
teslim olduğum için sonsuz şükürler olsun der. Ya isyan etseydim diye de, bunu
hatırladıkça tüyleri diken diken olur. İşte Allah’ın güzelliği sevdirmesi ve
kötülükten nefret ettirmesi Allah’ın insana, mü’mine olan en büyük lûtfudur.
ülaike hümür raşidun işte onlar doğru tarafa yönelenler,
yöneltilenlerdir. Yani bunlar rüştüne ermiş olanlardır. Rüşte böyle erilir.
Rüştünü ispat etmek istiyorsa insan böyle ispat etsin. Yoksa onun aklı bebek,
onun aklı büyümemiş, onun aklı olgunlaşmamış, o henüz kırkında da, ellisinde
de, altmışında da olsa rüştünü ispat etmemiş demektir.
8-) Fadlen minAllâhi ve nı'meten, vAllâhu
'Aliymun Hakiym;
Allâh'tan
bir lütuf ve bir nimet olarak... Allâh, Aliym'dir, Hakiym'dir. (A.Hulusi)
08 -
İşte onlardır ki Allahın fadl-u nimetiyle rüşte irmişlerdir ve Allah alîmdir,
hakîmdir. (Elmalı)
Fadlen minAllâhi ve nı'meten, vAllâhu 'Aliymun
Hakiym Allah’ın lûtfu ve nimeti sayesinde zaten Allah her şeyi
bilir, üstün hikmet sahibidir.
Aslında bir önceki ayetle
birlikte bunu okumak lazımdı. Çünkü ikisi birbirinin devamı mahiyetinde ülaike
hümür raşidun Fadlen minAllâhi ve nı'meh
işte onlar doğru tarafa yönelenlerdir. Zira Allah onlara lütuf ve nimet
etmiştir, lûtfermiştir. Allah’ın nimeti sayesinde doğruya yönelmişlerdir. vAllâhu 'Aliymun
Hakiym Allah her şeyi bilir, üstün hikmet sahibidir.
9-) Ve in taifetani minel mu'miniynaktetelu
feaslihu beynehüma* fein beğat ihdahüma alel uhra fekatillületiy tebğiy hattâ
tefîe ila emrillah * fein faet feaslihu beynehüma Bil adli ve aksitu* innAllâhe
yuhıbbul muksitıyn;
Eğer
iman edenlerden iki topluluk çarpışırlarsa, onların arasını düzeltin... Eğer
onlardan biri diğerine karşı haddi aşıp tecavüz ederse, o tecavüz edenle,
Allâh'ın emrine dönünceye kadar savaşın! Eğer dönerlerse, adaletle aralarını
bulun. Muhakkak ki Allâh, her şeyin hakkını verenleri sever. (A.Hulusi)
09 -
Ve eğer Müminlerden iki taife çarpışırlarsa hemen aralarını bulun barıştırın,
şayet biri diğerine karşı bag yediyorsa o vakit bagî olana Allahın emrine rücu'
edinceye kadar kıtâl edin, eğer rücu' ederse yine adaletle beyinlerini sulh
edin ve hep insaflı olun, çünkü Allah adâlet yapanları sever. (Elmalı)
Ve in taifetani minel mu'miniynaktetelu
feaslihu beynehüma mü’minlerden iki grup çatışırsa aralarını bulun. fein beğat
ihdahüma alel uhra fekatillületiy tebğiy hattâ tefîe ila emrillah
fakat bir taraf diğerinin hakkına tecavüz eder, diğerine saldırırsa, o haksız
taraf ile Allah’ın emrine dönünceye kadar çarpışın. fein faet feaslihu beynehüma Bil adli ve
aksitu ama eğer saldırganlıktan vaz geçerlerse tarafların arasını
bulun ve adaletli davranın adil, adaletle bulun tarafların arasını ve eşit
davranın. innAllâhe
yuhıbbul muksitıyn Allah eşit davrananları sever.
Evet, ayeti kerime açık. İniş
nedeni üzerine bir olay nakledilir kaynaklarda. Aslında birkaç olay nakledilir
ama ben bir tanesini nakletmek istiyorum kısaca.
Evs’li Abdullah İbn Übey,
bildiğiniz gibi Medine’de ki münafıkların lideridir bu adam. Kendisi krallığa
hazırlanırken Resulallah’ın hicretiyle krallığı bozulmuştur, menfaatleri
bozulmuştur. Onun içinde Resulallah’a ölümüne düşmandır, fakat düşmanlığını
gizler, maske takar. Dışarıdan dostmuş gibi görünür, ama en olmaz yerde, en
olmadık yerde Resulallah’ı yalnız bırakır. Tıpkı Uhut’te yaptığı ihanette
olduğu gibi. Hatta utanmadan Resulallah’ın temiz ve pak eşine iftira atar, bu
iftiranın yayılmasına sebep olur ve daha neler neler. İşte bu adam.
Resulallah’ın merkebinin
kokusunun kendisini rahatsız ettiğini söyler. Abdullan bin Revaha onun bu
hakaretine dayanamaz. Aslında Resulallah rahatsız ediyor onu. Fakat
Resulallah’a hakaret edemeyince, Resulallah’ın merkebine hakaret ediyor.
Sahibini dövemeyen, öyle..! merkebini dövmüş oluyor. Abdullah bin Revaha onun
derdini iyi bildiği için ona cevap veriyor.
- Resulallah’ın merkebinin kokusu
senin miski amberinden bin kat daha hayırlıdır. Diyor ve tabii bu söz üzerine
iki taraf parlayıveriyor. O evs li Abdullah bin Revaha Hazreçli. O hemen
ırkçılığa döküveriyor. Münafıklığının gereği olayı kan bağına döküyor. Hemen
ırkçı bir çatışmaya dönüştürmek istiyor.
- Evs’ liler yetişin diyor, bu
Hazreç’li bana laf etti. Ve mü’min olan Evs’liler onun kimliğini unutarak kan
gayretiyle, kabilecilik gayretiyle, hemşerilik gayretiyle onun arkasında
safında yer alıveriyorlar. Oysa ki onun derdi başka, onun sıkıntısı başka. Ama
mü’minler gözlerini asabiyet bürüyünce doğru düşünemez oluyorlar. Aslında
burada tarih üstü bir ibret var. Zamanlar ve zeminler üstü bir ibret var.
Samimi insanlar bile bazen asabiyet gözleri kör ederse, taraftarlık aklı dumura
uğratırsa doğru düşünmeyi, doğru düşünme melekesini kaybedebiliyorlar.
İşte burada böyle bir olay böyle
bir sebebi nüzul naklediliyor. Ama bana göre bu sebebi nüzul rivayeti doğru
olamaz, doğru ise bu ayetle ilgili olamaz, çünkü bu sure hicretin 9. yılında
nazil oldu. Abdullah İbn. Übey ise ondan çok önce ölmüştü. O nedenle bunu daha
farklı bir sebebi nüzul ile izah etmek daha doğru olur ki onu da
kaynaklarımızda buluyoruz aslında.
Ümmü Zeyd isimli bir sahabe hanım
kocası tarafından anne babasına, akrabalarına ziyarete gönderilmeyip
yasaklanıyor ve evde hapsediliyor. Ümmü Zeyd’i hapseden kocasına kızan Ümmü
Zeyd’in akrabaları geliyorlar evi basıyorlar ve saklanan üzerine kapı kilitlenen
bacılarını, evde hapsedilen bacılarını alıyorlar. Bunun üzerine kocasının
taraftarları ile Ümmü Zeyd’in taraftarları akrabaları arasında bir çatışma
meydana geliyor.
Hatta bu sıcak çatışmaya
dönüşüyor ve büyük bir olaya dönüşmek üzere iken buna ayet el koyuyor. Yani bu
tabii ki sebebi nüzul. Fakat şu unutulmamalı ki burada ne şu, ne bu olaya
hasredemeyiz, ayeti kerime tüm zamanlarda mü’minlerden iki taraf eğer
birbirlerine düşerse birbiri ile vuruşacak kadar kendi kimliklerini arkaya
atarlar ve kabilevi kimliği öne alırlarsa bu iki tarafın arasını bulmak bir
görevdir. Bu çatışmaya girmeyenlere.
Eğer bu iki tarafın arası
bulunduktan sonra bir taraf diğerinin hukukuna tecavüz ederse siz de tecavüz
edilen tarafla olun ve öbür tarafı kendi hukukuna riayet edinceye kadar
mücadele edin diyor. Yani burada Mü’min toplum, İslam cemaati içerisinde
saldırgana karşı bir tavır belirleniyor. Müslüman toplumun içinde dahi olsa
saldırgansa onunla beraber olmayın. Onu yalnız bırakın, hatta ona karşı
mücadele edin emrini görüyoruz burada.
Tabii ki bu eşitliğimizi, onlara
karşı eşit davranmamızı engellememeli. Onun içinde ayet Allah eşit davrananları
sever diye bitiyor. Yani adaletli davranın eşit davranın. Ben falanca
kabiledenim, biz hata yapsak ta bizim kabiledir, veya bizim boydur, bizim
soydur, bizim hemşerilerdir. Dolayısıyla bizden olsun çamurdan olsun demeyin.
Eğer çamurdansa sizden olsa da çamurdur. Dolayısıyla çamuru altın etmeye
kalkmayın, altın diye tanıtmaya kalkmayın. Çamurla beraber olmayın. O nedenle
burada bizim adalet duygularımızın her türlü kişisel duygunun üstüne geçmesi
isteniyor.
Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
163. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder