6 Eylül 2013 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. HUCURAT (12 - 18) (163-E)

D sayfasından devam

12-) Ya eyyühelleziyne amenüctenibu kesiyran minezzann* inne ba'dazzanni ismün ve lâ tecessesu ve lâ yağteb ba'duküm ba'da* eyuhıbbu ehadüküm en ye'küle lahme ehıyhi meyten fekerihtümuh* vettekullah* innAllâhe Tevvabun Rahıym;

Ey iman edenler! Zannın çoğundan (doğruluğundan emin olmadığınız konuda fikir yürütmekten) kaçının! Muhakkak ki bazı zanlar suçtur (şirk veya şirke yola açar)! Tecessüs etmeyin (merakla başkalarının özel yaşantısını araştırmayın)! Kiminiz de kiminizin gıybetini yapmasın! Biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? Bundan tiksindiniz! Allâh'tan korunun! Muhakkak ki Allâh Tevvab'dır, Rahıym'dir. (A.Hulusi)

12 - Ey o bütün iman edenler! Zannın bir çoğundan çekinin çünkü zannın bazısı vebaldir, tecessüs de etmeyin, bazınız bazınızı gıybet de etmesin, hiç arzu eder mi ki biriniz kardeşinin ölü halinde etini yesin? Demek tiksindiniz! O halde Allaha korunun, çünkü Allah tevvabdır, rahîmdir. (Elmalı)


Ya eyyühelleziyne amenüctenibu kesiyran minezzann siz ey iman edenler birbiriniz hakkında kötü zandan şiddetle kaçının. Veya zannın bir çoğundan kaçının.

Burada ki suizandır tabii ki ezzann, marife gelmiş, malûm zan diyor, malûm zan, yani kötü zan. Yalan habere inanmaya yatkınlıktan söz etmişti 6. ayet hatırlayın. Yani; size bir fasık haber getirdiğinde araştırıp soruşturmadan hemen inanmayın demişti. İnsanın yamuk iç dünyasından kaynaklanır kötü zan. Yalan habere inanan insan aslında, içinde yalan habere inanmak için bir suizan nüvesi taşıyor demektir.

Suizan kalbin bedduasıdır. Kötü zan kalbin bedduaya durmasıdır. Hüsnüzan ise kalbin duasıdır. Hüsnüzan eden, iyi zanneden insan özü itibarıyla iyi insandır. Kötü zan ise yamuk yürekli insandır. Yüreğinin şakülü kaymış insandır. Kalp aynadır. Suizancılar bu aynada herkesi kendileri gibi görmek isterler ve görürler. Aslında suizanneden, ve her baktığına suizanla bakan insanlar baktıklarında kendilerini görürler. Kendileri öyledir, başkalarını da öyle zannederler.

Hüsnüzan dan hesap sorulmaz. Ama suizandan hesap sorulur. Kötü birini iyi biliyorsanız bundan dolayı hesap vermezsiniz, vebale girmezsiniz. Ama iyi birini kötü bilmek sizi vebale sokar. Suizan yamuk bakıştır. Bakışı yamuk olan baktığını asla doğru göremez.

inne ba'dazzanni ismün unutmayın ki zannın bir kısmı ağır bir vebaldir ism; geri bırakmak, hız kesmek manasına gelir etimolojik anlamı. İnsanı geri bırakır yani. Kötü zan insanı geri bırakır, insanı gerileştirir, insanın gelişimini durdurur. Suizan insanın gelişmesini engeller, yüreğin büyümesini engeller. İnsanın yücelmesini engeller. Yani insanın kendi kendisine koyduğu frendir suizan.

Hadiste Birr’in zıddı olarak anılmıştır ism. Birr nedir diye soruyor sahabe, “Onu yaptığında içinde ferahlık duyduğun şeydir. Diyor. İsm ise onu yaptığında kalbinin sıkışıp karardığı şeydir.” Diyor.

İşte bu hadiste Birr ile İsm; karşılıklı zıt olarak kullanılmıştır. O zaman İsm’in karşılığı kökten kötülük demektir. Yani; inne ba'dazzanni ismün unutmayın ki zannın bir kısmı kökten kötülüktür manasına gelir bu durumda. Kötülüğün ürünüdür, kin tohumu eken nefret meyvesi biçer.

ve lâ tecessesu ve lâ yağteb ba'duküm ba'da ve birbirinizin gizliliklerini araştırmayın, dahası arkasından bir birinizi çekiştirmeyin.

Birincisi tecessüsü yasaklıyor ayet. Gizlilikleri, ayıpları araştırmak, sırları ortaya sermek. Birbirinin gizli sırlarını ortaya sereni, Allah’ta onun ayıplarını ortaya serer.

İkincisi Gıybeti yasaklıyor. Gizli bir nifaktır aslında gıybet. Gıybet nedir Birinin duyunca hoşlanmayacağı bir şeyi arkasından söylemek. Yüzüne değil, duyunca hoşlanmayacağını bildiği halde arkasından söylüyor. Bu iki yüzlülüktür aslında. Onun yanında söyleyemiyor, başka maske takıyor, o yanından ayrılınca ise maskesini indiriyor. Dolayısıyla gıybet iki yüzlülüktür, gizli bir nifak alametidir.

Aynı zamanda gıybet sevgiye düşmüş bir virüstür, bir mikroptur. Sevgiyi yer ve bitirir. Çünkü gıyabında bir insanın arkasından kötü konuşmak, ne o insana bir yarar sağlar, ne de konuşana. Ama o insana kendi vicahında yani yüz yüze uyarsanız, eğer varsa bir hatası, o zaman bu o insana yarar sağlar. O insan düzelirse size de yarar sağlar. Fakat onu uyaran istiğfar gibi uyarmalıdır. Eğer ona içinizde dua ediyorsanız, onu aynı zamanda yüzüne karşı eleştirme hakkını da kendinizde bulabilirsiniz.

Gıybet bu anlamda bir virüstür gerçekten de. İnsan gıybetle hiçbir şeyi düzeltmez. Gıybetle sadece bozar. Unutmayalım gıybet iftira değildir. İftira yapmadığı şeyi arkasından söylemektir. Ama gıybet yaptığı bir şeyi söylemektir. Fakat gıybetin gerçekte ne olduğunu yine bırakalım da ayet söylesin.

eyuhıbbu ehadüküm en ye'küle lahme ehıyhi meyten içinizde ölü kardeşinizin etini yemekten hoşlanan biri var mı? Bakın tiksindiniz değil mi? Yani ayet diyor ki gıybet etmek ahlaki bir yamyamlıktır. Yamyamlaşmayın. Gıybetçiler ahlaki yamyamdırlar. İnsan eti yerler. Dolayısıyla kardeşinizin etini yemeyin. Kardeşinizin etini yiyerek beslenmeye kalkmayın. Bu ne demektir?

Bu şu demektir; gıybet etmenin temelinde: “Başkasının rezileti benim faziletimdir” mantığı yatar. Yani kendinizi yükseltmek için donatmak yerine, başkalarını alçaltmayı tercih edersiniz. Ki size yüksek desinler. Oysaki yükseltmek bedel ister, yükseltmek gayret ister, yükseltmek donanım ister, yükselmek çaba ister. Bunu göstereceğiniz yerde yükselmek yerine alçaltmayı tercih edersiniz. Herkes alçak olursa size yüksek diyeceklerini düşünürsünüz. Oysaki alçaltma çabanızla birlikte sizde alçalırsınız. Her alçaltma çabası alçaltanın kendisini alçaltır. Çünkü gıybet eden öncelikle kendini alçaltmış olur. Onun için başkasının reziletleri sizin faziletiniz değildir. Siz kendi faziletinize bakın. Başkasının ayıp ve reziletlerine değil. Bu ayetin söylediği gerçek bu.

vettekullah* innAllâhe Tevvabun Rahıym sözün özü Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincine varın artık. Allah’a karşı sorumlu davranın artık. Unutmayın ki Allah tevbeleri çokça kabul edendir, merhameti sınırsız olandır.

Yani gıybet eden başkasının kötülüklerini arkasından dile getirip kendi faziletiymiş gibi sunan biri, Allah’ın çokça bağışlayan olduğunu da unutmuş gibi görünendir. Zımnen böyle anlayacağımız gibi böyle yapanlar tevbe etsinler Allah’ta affetsin şeklinde de anlayabiliriz.

[Ek bilgi-1; BAZI HADİSLER;
Hz. Resul (SAV) Efendimiz yine buyurdu ki: “Gıybet etmekten uzak olun. zira gıybet etmek zinadan kötüdür. Zira zinanın samimi tevbesi kabul edilir. Gıybet tevbesi, hasmı hoşnut olup helal etmeyince kabul olmaz.” (Kimyayı Saadet. S.386)
Gıybeti tasdik etmek de gıybettir. Gıybet yapılan yerde susan kişi gıybete ortak olmuş olur. Diliyle gıybetçiye karşı duramayanın kalbiyle inkar etmesi gerekir. (İmam-ı Gazali, Zübdetü’lİhya, Trc)
Gıybetin keffareti, Allah’tan mağfiret dilemek, pişman olmak ve gıybet edilen şahıstan bizzat helallik almakla olur. Affetmezse bile, onu övmeli, ona yalvarmalı ve onun gönlünü almalıdır.Gıybeti dinleyen de, bu günahta gıybet edene ortak olmuş olur. Bu bakımdan gıybet eden münasip bir şekilde susturulmalıdır. (el-Münziri, V, 159-160).]

...Evet, Kur'ân ifadesi ile, deyişi ile, kişinin dedikodusunu yapmak, ölü kardeşinin etini yemek kadar "tiksindirici" bir fiildir!
Niçin? Başta da çeşitli vesileler ile anlattığımız üzere siz birtakım çalışmalar yapıyorsunuz, zikir yapıyorsunuz, oruç tutuyorsunuz zekât sadaka veriyorsunuz, hatta yoldan bir taşı, bir çöpü kaldırıyorsunuz ve bu yaptığınız yararlı fiiler ile sevap yani, size ölüm ötesi yaşamda gerekli olan enerjiyi topluyorsunuz.
Sonra? Falanca kişi dile geliyor ve başlıyorsunuz, duyduğu takdirde hoşnut kalmayacağı bir biçimde onun hakkında konuşmaya, dedikodusuna.
İşte o anda olan oluyor! O kişiden söz etmeye başladığınız anda, beyniniz ile o kişinin beyni arasında sizin bilinciniz dışında bir devre, bir bağlantı kuruluyor ve onun hakkında ne kadar hoşlanmayacağı bir biçimde konuşmuş iseniz; konuşmanızdan dolayı onun hoşnutsuzluğunu giderecek düzeyde sizin pozitif enerjiniz yani sevaplarınız onun beynine anında transfer oluveriyor!
Nice emeklerle, nice gayretlerle ne kadar zamanınızı harcayarak elde ettiğiniz o pozitif enerjiniz, o sevaplarınız, bir anda dedikodusunu yaptığınız kişiye bağışlanıp gidiveriyor!
Oysa siz, o pozitif enerjinizle milyonlarla yıl neler elde edebilecektiniz!
Ya da bundan daha kötüsü! Verecek birikmiş pozitif enerjiniz yok! işte bu defa aynı kanalda tersine bir akış başlıyor ve onun eşdeğerdeki negatifleri bir anda sizin beyninize boşalıp, oradan da dalga bedeninize anında yüklemesi yapılıveriyor!
Dilinizi tutamayıp, bir anlık geçici zevk için dünyanın en kıymetli cevheri beyninizi yerinde kullanmayıp boş şeylere harcamanızın "neticesinde" oluşan bir olay!.. Kendi kendinize verdiğiniz bir ceza!....(A. Hulusi- İnsan ve sırları-1)]


13-) Ya eyyühenNasu inna halaknâküm min zekerin ve ünsâ ve cealnaküm şüûben ve kabâile lite'arefu* inne ekremeküm 'indAllâhi etkaküm* innAllâhe 'Aliymun Habiyr;

Ey insanlar... Muhakkak ki biz sizi (hep aynı şekilde) bir erkek ile bir dişiden yarattık (Âdem hariç kaydı yok bu bildirimde); tearuf (tanışıp birbirinizden farklı özellikleri, kemâlâtı elde) edesiniz diye sizi ırklar - türler ve toplumlar olarak oluşturduk... Muhakkak ki Allâh indînde sizin en ekreminiz (en şerefliniz), sizin en muttaki (hakikate uygun şekilde) yaşayanınızdır! Muhakkak ki Allâh Aliym'dir, Habiyr'dir. (A.Hulusi)

13 - Ey o bütün insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık, hem de sizi şaab şaab, kabîle kabîle yaptık ki tanışasınız, haberiniz olsun ki Allah yanında ekreminiz en takvalınızdır, her halde Allah alîmdir, habîrdir. (Elmalı)


Ya eyyühenNas Ey insanlık ailesi. inna halaknâküm min zekerin ve ünsâ elbet sizi bir erkek ve bir dişiden yaran biziz. İslam kardeşliğinden daha geniş insan kardeşliğine getirdi sözü Kur’an. İnsani eşitliğe getirdi. Hz. Ali’nin Malik Bin Eşter’ e yazdığı mektubu hatırlayalım Mısır valisine. “İnsanlara iyi davran” diyordu çünkü onlar ya dinde kardeşin, ya da insanlıkta eşindir. İşte insanlıkta eşlik durumuna getirdi ayet sözü.

ve cealnaküm şüûben ve kabâile lite'arefu derken sizi kavimler ve kabileler haline getirdi ki tanışabilesiniz diye. Etnik farklılıklar üstünlük ya da övünme yerinme vesilesi olsun diye konulmamıştır. Etnik farklılıkların yaratılış sebebi tanışmak içindir. Allah’ın tanışmak için koyduğu ilkeleri üstünlük, övünme ya da yerinme vesilesi yapmaya kalkanlar ilahi ilkeleri ters yüz edenlerdir, tersine çevirenlerdir. Tek üstünlük ölçüsü vardır Allah katında. Nedir peki? Onu da ayetten okuyalım;

inne ekremeküm 'indAllâhi etkaküm şüphe yok ki Allah katında en hatırlınız, en iyiniz, en üstün olanınız, O’na karşı sorumluluk bilinciyle en güzel biçimde donanmış olanınızdır.

İşte İslam’ın evrenselliği budur. Bu tek cümle İslam’ın evrenselliğini ispata yeterlidir. Kimse doğuştan imtiyazlı değildir. Mahrum da değildir, mahkum da değildir, kötü de değildir. Kişinin dahlinin olmadığı şeylerle övünmesi ahmaklıktır. Kişi ırkını kendisi seçmemiştir, cinsiyetini kendisi seçmemiştir. Dolayısıyla kendi seçmediği şeylerle övünmek hamakatin en zirvesidir. Takva kazanılan bir şeydir, doğuştan gelen bir şey değil. Dolayısıyla alnınızın, yüreğinizin, aklınızın teriyle kazandığınız şeyle övünün eğer övünecekseniz, doğuştan gelen şeylerle değil. Ne kadar sorumluysanız o kadar üstünsünüz diyor bu ilke.

innAllâhe 'Aliymun Habiyr Hiç şüphe yok ki Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.


14-) Kaletil a'rabu amenna* kul lem tu'minu ve lâkin kulu eslemna ve lemma yedhulil iymanü fiy kulubiküm* ve in tutıy'ullahe ve RasûleHU layelitküm min a'maliküm şey'a* innAllâhe Ğafûrun Rahıym;

Bedevîler (kabileler - aşiretler hâlinde şartlanmalarla cahilce yaşayanlar): "İman ettik" dediler... De ki: "İman etmediniz! Fakat 'Müslüman olduk' deyin! İman henüz bilincinizde açıklık kazanıp yerleşmemiştir! Eğer itaat ederseniz Allâh'a ve Resûlüne, (Allâh) çalışmalarınızdan hiçbir şey eksiltmez. Muhakkak ki Allâh Ğafûr'dur, Rahıym'dir." (A.Hulusi)

14 - Arâbîler iman ettik dediler, de ki: siz henüz iman etmediniz ve lâkin henüz iman kalplerinizin içine girmemiş olduğu halde İslâm’a girdik deyin ve eğer Allaha ve Resulüne itâat ederseniz size amellerinizden hiç bir şey eksilemez, çünkü Allah gafur, rahîmdir. (Elmalı)


Kaletil a'rabu amenna bedeviler iman ettik dediler. kul lem tu'minu ve lâkin kulu eslemna ve lemma yedhulil iymanü fiy kulubiküm de ki; Henüz İman etmiş sayılmazsınız, lakin teslim olduk diyebilirsiniz. Zira iman kalplerinize girmemiştir.

İman iç duruş, esas duruş, İslam ise dış duruştur. Mücahid ve Said Bin Cübeyr  bu ayette ki İslam’ı İstislan olarak anlıyor. Yani korkudan teslim olma, kaygıdan teslim olma. Yani bir takım gerekçelerle sosyal ve politik aidiyet kazanma anlamına geliyor. Onun için bu kişiyi Mü’min yapmaya yetmiyor. Yani sosyal ve politik aidiyetiniz Müslüman sınıfına ait olması sizi mü’min yapmaya yetmiyor. İman sosyal kimlikle değil, şahsi duruş ve tercihle alakalıdır diyor bu ayet özü itibarıyla.


O araçla elde etmek istediğiniz şeye ulaşırsınız.
Dünyada yaşarken, Allah Rasûlü olan Zât’a imân edenler, elbette ki onun bildirdiği güzelliklere erişmek için gerekenleri yapmayı kabul edenlerdir.
Allah Rasûlü’ne, “ben sana iman ettim” demek, “seni gördüğüm için elbette ki kişiliğine imân ediyorum” demek değildir.
Benim ölüm ötesi yaşamda istediğim iyi şartları bana temin etmek üzere yapmamı istediklerinin gerekli olduğunu idrâk edemesem bile, onları yapmam gerektiğine iman ediyorum; demektir.
Allah Resûlü’nün dediklerini yapmadıktan sonra, “iman ediyorum” demek hiç bir şey getirmez insana. Çünkü amaç, iman ediyorum demek değil; iman edilen doğrultusunda fiilleri ortaya koyarak, o fiillerin sonucuna ulaşmaktır!
“İmân ediyorum” demek; “böyle olduğuna inanıyorum dolayısıyla bu fiillerle bu neticeyi elde edeceğimi kabulleniyorum. Bunları yapmazsam semeresini de elde edemeyeceğimi kabullendim.“ demektir.
Seni istediğin sonuca ulaştırmayacak fiiller içindeyken, o konuya iman ettiğini söylemen, yalnızca kendini aldatmak, kandırmaktır ve sonucu da hüsrândır!
Allah Rasûlü’nün senin imânına ihtiyacı yoktur!
Meleklerin de senin imânına ihtiyacı yoktur!
Kısaca, hiç bir yaratılmışın ve de Yaratanının senin imânına ihtiyacı yoktur!
İmâna sen muhtaçsın! (A. Hululusi/ Okyanus ötesinden-3)]

ve in tutıy'ullahe ve RasûleHU layelitküm min a'maliküm şey'a ama eğer Allah ve Resulüne uyarsanız Allah amellerinizin zerresini zayi etmez. innAllâhe Ğafûrun Rahıym çünkü Allah sınırsız bir bağış, engin bir rahmet kaynağıdır.


15-) İnnemel mu'minunelleziyne amenû Billâhi ve RasûliHİ sümme lem yertabu ve cahedu Bi emvalihim ve enfüsihim fiy sebiylillâh* ülaike hümüs sadikun;

İman ehli şu kimselerdir ki, varlıklarını Esmâ'sıyla yaratan Allâh'a ve O'nun Rasûlüne iman ettiler; sonra da bunda şüpheye düşmediler; Allâh yolunda varlıklarıyla ve nefsleriyle (canlarıyla) savaş verdiler! İşte bunlar sadıkların (hakikati yaşamlarıyla tasdik edenlerin) ta kendileridir! (A.Hulusi)

15 - Mü'minler ancak o kimselerdir ki Allaha ve Resulüne iman ettikten sonra şüpheye düşmeyip Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla mücahede etmektedirler işte onlardır ki sâdıklardır. (Elmalı)


İnnemel mu'minunelleziyne amenû Billâhi ve RasûliHİ sümme lem yertabu ve cahedu Bi emvalihim ve enfüsihim fiy sebiylillâh gerçek mü’minler sadece Allah’a ve Resulüne iman edenler, ondan sonra da şüphenin semtine uğramayanlar ve Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihat edenlerdir. Yani burada şunu söylüyor. Sizin için sizin ne dediğiniz önemli değildir. Allah için önemli olan; Allah’ın sizin için ne dediğidir. Yani, sizin kendi imanınız hakkındaki hükmünüz değil, sizin imanınız hakkında Allah’ın hükmü önemlidir. Bunun anlamı şudur; Mü’minin tarifini Allah yapar siz değil. Allah’ın mü’min dediği mü’mindir, sizin kendinize ne dediğiniz değil. Allah’ın Müslüman dediği Müslümandır, imanın bedelini ödeyen ve imanda pazarlık etmeyen Müslümandır. İmanın tarifi budur. İmanda kuşku, kuşku olan yerde iman olmaz. İman Allah’a söz vermektir, sözüne sadık olanlara Allah mü’min diyor.

ülaike hümüs sadikun işte bunlar iman sözüne sadık olanların ta kendisidirler.


16-) Kul etu'allimunAllâhe Bi diyniküm vAllâhu ya'lemu ma fiys Semavati ve ma fiyl Ard* vAllâhu Bi külli şey'in 'Aliym;

De ki: "Din anlayışınızı Allâh'a mı öğretiyorsunuz! Allâh, semâlarda ne var ve arzda ne var bilir... Allâh, Bi-küllî şey'in Aliym'dir." (A.Hulusi)

16 - De ki siz Allaha dindarlığınızı mı öğretiyorsunuz, halbuki Allah Göklerdekini ve Yerdekini bilir ve Allah her şey'e alîmdir. (Elmalı)


Kul etu'allimunAllâhe Bi diyniküm de ki Allah’a dininizi siz mi öğreteceksiniz? Allah’a din öğretmek, kitaba değil, kitabına uydurmak. İşte bu. vAllâhu ya'lemu ma fiys Semavati ve ma fiyl Ard Ama Allah göklerde ve yerde ne varsa hepsini bilir. vAllâhu Bi külli şey'in 'Aliym Zira Allah her şeye ayrıntısıyla vakıftır.


17-) Yemünnune aleyke en eslemu* kul lâ temünnu 'aleyye İslâmeküm* belillâhu yemünnü aleyküm en hedaküm lil'iymani in küntüm sadikıyn;

Onlar İslâm oldular diye sana lütufta bulunduklarını mı sanıyorlar! De ki: "İslâm'ı kabullenmeniz bana bir lütuf değildir (bunu kendi çıkarınız için yapıyorsunuz)! Bilakis sizi imana yönlendirmekle Allâh size lütufta bulunmuştur! Eğer (imanınızda) sadıklar iseniz (bilirsiniz böyle olduğunu)." (A.Hulusi)

17 - İslâm’a girdiklerini senin başına kakıyorlar, de ki İslâm’ınızı benim başıma kakmayın, belki sizi imana hidâyet buyurduğundan dolayı Allah sizin başınıza kakar, eğer sadıksanız. (Elmalı)


Yemünnune aleyke en eslemu onlar Müslüman oldular diye seni minnet altına almaya kalkıyorlar, yani Müslüman olmalarını sana bir lütufmuş gibi sunuyorlar. kul lâ temünnu 'aleyye İslâmeküm de ki Müslüman olmanızdan dolayı bana lütufta bulunduğunuzu sanmayın, beni minnet altına almayın belillâhu yemünnü aleyküm en hedaküm lil'iymani in küntüm sadikıyn eğer Allah’a karşı sadakat sahibiyseniz, sizi doğru yola yönelttiği için asıl siz Allah’a minnet etmelisiniz. Yani Allah size lûtfetmiştir, siz Allah’a değil.

Kim kime muhtaç? İman eden Allah’a mı muhtaç, yoksa iman edene değil ki. Ya eyyühennas diyordu ayet, Ey insanlık entumul fukarâu ilâllâh siz Allah’a muhtaçsınız vallâhu huvel ganiyy (Fatır/15) fakat Allah kendi kendine ve her şeye yetendir. İmanı başa kakmak işte bu. Ben Müslüman oldum o zaman ver karşılığını. Veyahutta bizim kavim olmasaydı İslam şuraya gelmezdi. Siz Allah’a muhtaçsınız, Allah size değil. Allah bulur buluşturur ve birilerinin yüreğine imanı sokar. …men yertedde minküm an diynihı fesevfe ye'tillâhu Bi kavm.. (Maise/54) eğer siz onun dininden yüz çevirirseniz yerinize O, yepyeni bir toplum getirmeyi bilir. İmanla şereflenmek, imana şeref sunmak değil, iman bizimle şereflenmez. Biz imanla şerefleniriz.


18-) İnnAllâhe ya'lemu ğaybesSemavati vel Ard* vAllâhu Basıyrun Bima ta'melun;

Muhakkak ki Allâh, semâların ve arzın algılanmayanlarını bilir... Allâh, yaptıklarınızı (varlığınızda olarak) Basıyr'dir.(A.Hulusi)

18 - Göklerin Yerin gaybını Allah bilir ve Allah görür her ne yaparsanız. (Elmalı)


İnnAllâhe ya'lemu ğaybesSemavati vel Ard Şu kesin ki Allah göklerin ve yerin sırrını bilir. vAllâhu Basıyrun Bima ta'melun dahası Allah yaptığınız her şeyi görür. Göklerin ve yerin sırrını bilen Allah, eğer siz iman etmekle Allah’a lûtfettiğinizi düşünürseniz, sizin dışınızda bir kavmi, ya da kavimleri imana kavuşturur ve iman sancağını sizin elinizden alır. Ey bu vahyin ilk muhatapları, götürür onlara verir. 1.400 yıllık İslam tarihimiz bu ayetlerin tecellileriyle doludur ve bundan sonra da bu ayetler tecelli etmeye devam edecektir.

Rabbim iman etmekle kendisine lütfettiğini düşünen akılsızlardan etmesin. İmanın Allah’ın insana en büyük lûtfu olduğunu düşünenlerden kılsın inşallah.


“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

163. videonun sonu.
163. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder