B sayfasından devam
16-) Ahıziyne ma atahüm Rabbühüm* innehüm kânu
kable zâlike muhsiniyn;
Rablerinin
kendilerine verdiğini alıcılar olarak (içten
dışa çıkış olarak)! Muhakkak ki onlar bundan
önce muhsindiler. (A. Hulusi)
16 -
Alarak rablerinin kendilerine verdiğini, çünkü onlar bundan evvel güzellik
yapmayı âdet edinmişlerdi. (Elmalı)
Ahıziyne ma atahüm Rabbühüm rablerinin
kendileri için takdir ettiğini derin bir şükranla alarak. Rablerinin kendileri
için takdir ettiğini derin bir şükranla almak ne demek? Rablerinden razı olmak
demek. Ya eyyetühen Nefsül Mutmainneh. İrci'ıy ila
Rabbiki radıyeten mardıyyeten. Fedhuliy fiy 'ıbadİY Vedhuliy cennetİY
(Fecr/27-28-29-30)ey Allah’la tatmin olmuş nefis, ey Allah’tan aşağısıyla
tatmin olmamış nefis. Ey cennetten aşağısına satılmamış, ucuza gitmemiş insan.
Razı etmiş ve razı olmuş bir halde Rabbini razı etmiş ve rabbinden razı olmuş
bir halde gir kullarımın arasına, gir cennetime. Fecr suresinin sonunda ki bu
ayetler de gösteriyor ki Allah’tan razı olmadan Allah razı olmaz. İşte burada
da Ahıziyne
ma atahüm Rabbühüm onu diyor. Rablerinin kendisine verdiğinden razı
olmuşlardır.
innehüm kânu kable zâlike muhsiniyn
çünkü onlar zaten iyilerden idiler. Muhsiniyn i peygamberimizin açıklamasına
göre çevirirsek eğer; Çünkü onlar Allah’ı görür gibi yaşamıştılar. İhsan; keenneke terahu Onu görüyormuş gibi
yaşamandır. fein lemtekün
terâhü ve innehû yerâke her ne kadar sen onu görmüyorsan da O seni hep
görüyor diye tarif etmişti peygamberimiz. İşte muhsiniyn Allah’ı görür gibi yaşayanlar. Allah’ı görür gibi yaşarsa
muttaki olur. Biraz önce takvayı izah etmiştim. Dikkatin Allah üzerinde sürekli
yoğunlaşması. Rabbim ne der sorusunun hayata egemen bir soru haline gelmesi.
17-) Kânu kaliylen minel leyli ma yehce'un;
Geceden
az bir bölümde uyurlardı. (A. Hulusi)
17 -
Geceden pek az uyuyorlardı. (Elmalı)
Kânu kaliylen minel leyli ma yehce'un
gecenin az bir kısmında uyurlardı. Ya da bu ayet iki şekilde de çevrilebilir,
iki ayrı cümle olarak görülürse eğer: Kânu
kaliylen bir zamanlar çok azınlıkta idiler mü’minler. Ma yehceun, o “ma” ya da
olumsuzluk “ma” sı anlamını vererek
uykularından vazgeçmişlerdi. Uykudan vaz geçmişlerdi. O azınlıklıkları dönemde.
Ama birincisi daha tercihe şayan Kânu
kaliylen minel leyli ma yehceun. Evet geceleri çok az uyurlardı.
Neden böyle bir ayet geldi?
Zımnen manası şu. Uykunun denetimine girmezler, uykuyu denetimi altına
alırlardı. Yani uykunun kendilerini denetlemesine izin vermezlerdi. Uykunun
kendilerini esir ve teslim almasına izin vermezler, uykuyu teslim alırlardı,
uykuya teslim olmazlardı. Bunun zımni anlamı bu. Çünkü uykusunu daha denetimi
altına alamayan hangi nimetin üzerinde otorite olup da hesap verecek. Daha
uykuya teslim olan bir insan nasıl kendi iç denetimini sağlayacak. Daha
uykusunu denetim altına alamayan bir insan nasıl iç güdülerini, arzularını,
isteklerini, hırsını denetim altına alacak. Onun için işte gece üzerine Kur’an
ın bütün tavsiye ve emirleri uykuyu denetim altına alarak insanın; hayatın atı
değil, hayatın süvarisi olmasını hedeflemektedir.
[Ek bilgi; Gece, nasıl güneşin
parazit oluşturan ışınımı dünyanın arka yüzünde kaldığı için kesiliyor ve kısa
dalga yayın çok net alınabiliyorsa; insan beyni de, özellikle gece yarısı ve
sonrasında çok hassas hâle gelir ve kuvveti artar. Bu hem alıcılık (ilham)
yönünden böyledir; hem de vericilik yani "dua" yönünden böyledir..
"İslam Dini"nde gecenin önemi buradan ileri gelir. (A.Hulusi- Dua ve
zikir.)(Geniş bilgi İsra/79da)]
18-) Ve Bil eshari hüm yestağfirun;
Seherlerde
istiğfar ederlerdi. (A. Hulusi)
18 -
Ve seher vakitleri hep istiğfar ederlerdi. (Elmalı)
Ve Bil eshari hüm yestağfirun ve
seher vakitlerinde Allah’a yalvarırlardı. Onlar yaşarken, hayattayken işte
böyle bir hayat yaşadılar da cenneti hal ettiler.
Seher vakitlerinde Allah’a
yalvarırlardı. Eshar; sahhar tekili, sühr ya da sehr ya da. Farklı farklı
mastarlar halinde okunmuş. Şafakla güneşin doğumu arasında ki vakte sahhar denilir. Aslında farkında mısınız bilmiyorum
sihr ile aynı köktendir. Sihir, sihr, aynı köktendir ve anlam alanı aynıdır.
Neden sahhar, sihr ile aynı
kökten? Çünkü insanın uykuyu büyülenmiş gibi uyuduğu vakit sabah namazının
vaktidir. Sabah namazı onun için o vakitte farzdır. Büyülenmiş gibi uyur.
Bedenin tabir caizse tüm kapılarını kapadığı, biyolojik saatin bile durduğu bir
zamandır. İnsan hücrelerinin en ölmeye yattığı zamandır. Adeta ölüm uykusu,
gecenin en ağır uykusu sabah namazı vaktidir. Ve en ağır olduğu zamanda
kaldırmaktadır bizi Allah. Yani namaza kalkmamızı emrettiği zaman uykunun en
sihirli olduğu zaman. Uykunun büyüsünü boz. Uyku seni büyülemesin, sen uykuyu
büyüle.
Uykunun büyüsünü bozamayanlar
nasıl hayatı denetim altına alırlar, nasıl hayatın efendisi olurlar. Nasıl
gecenin ve gündüzün yiğidi olurlar, ağabeydi olurlar, mücahidi olurlar. Daha
uykuyu bile denetimine almamışsa o tiryakidir. Tiryakinin tiryakisi olduğu
nesne, tiryakinin öznesidir. Tiryakilik nesneliktir, eğer uyku tiryakisi ise
uykunun nesnesidir. İnsan ise özne olmalıdır. Uyku ona bir nimet olarak
verilmiştir. Nimet insanı esir almamalıdır. Nimet insanın atıdır. İnsan nimetin
süvarisi olmamalıdır.
İşte burada Ve Bil eshari hüm yestağfirun
derken ayet insana uykunun büyüsünü boz. Uykunun büyüsünü bozarsan hayatın
süvarisi olursun, cenneti hak edenler hayatın atı değil, hayatın süvarisi
olanlardır demek istiyor.
19-) Ve fiy emvalihim hakkun lissaili vel
mahrum;
Onların
mallarında talep eden ve sıkıntıda olan için bir hak vardı. (A. Hulusi)
19 -
Ve mallarında sâil ve mahrum için bir hak vardı. (Elmalı)
Ve fiy emvalihim hakkun lissaili vel mahrum
servetlerinde isteyebilen ve isteyemeyen muhtaçlarında bir payı olduğuna
inanırlardı. O cennetlikler hayattayken, dünyada yaşarken böyle meziyetlere
sahip oldukları için cennete kavuştular. Yani servetlerinde isteyen es saili
vel mahrum; istemekten hazer eden, kaçınan isteyemeyen kimselerin de bir payı
olduğuna inanırlardı ve tabii ki inanınca verirlerdi.
Mahrum; İnsan olması şart değil.
Razi’nin de isabetle ifade ettiği gibi hayvan da dahil buna tüm canlılar girer.
İsteyemeyen, istemekten aciz olan. İhtiyacı var fakat dili yok. Yani ille de
dili olup isteyemeyen insan değil, aynı zamanda hayvan. Dili yok, ihtiyacını
biliyorsun, görüyorsun, aç. O da dahildir buna.
20-) Ve fiyl Ardı ayatun lilmukıniyn;
İkân
sahiplerine arzda (bedende) işaretler vardır! (A. Hulusi)
20 -
Arzda da âyetler var ikan ehli için. (Elmalı)
Ve fiyl Ardı ayatun lilmukıniyn yer
yüzünde gönülden inanmış olanların şahit olduğu, gördüğü ilahi işaretler
vardır.
21-) Ve fiy enfüsiküm* efela tubsırun;
Nefslerinizde
(Benliğinizin hakikati)! Hâlâ (fark etmiyor) görmüyor musunuz? (A. Hulusi)
21 -
Nefislerinizde de, halâ görmeyecek misiniz. (Elmalı)
Ve fiy enfüsiküm* efela tubsırun ve
sizin kendi varlığınızda da ilahi işaretler vardır. Hala bunu görmüyor musunuz?
Hala bunun farında değil misiniz. Fussilet/53. ayeti hatırlayalım; Senüriyhim
âyâtina fiyl afakı ve fiy enfüsihim hattâ yetebeyyene lehüm enneHUl Hakk.
(Fussilet/53) biz onlara ufuklarda ve içlerinde. Dışlarında ve içlerinde. Dış
dünyalarında ve iç dünyalarında. Akfakta ve enfüste ayetlerimizi göstereceğiz
ki bunun bir hakikat olduğunu bizzat anlasınlar.
İç ve dış
ayet; Enfüs ve afak. İnsan ve kainat ayetleri. Bu ayet ne diyor sevgili Kur’an
dostları? Bu ayet şunu diyor; Varlık açılmış bir kitaptır. Eğer okursan oku.
Varlığı kitap gibi bil. İnsan da bir kitaptır, kainatta. Makro kozmos, mikro
kozmos. Evet, büyük alem küçük alem. El ‘alemül Kübra, el ‘alemüssura. Sen
kendini de bir kitap gibi oku, kainatı da bir kitap gibi oku. İşte İkra diye
başlayan ilk vahiy aslında Hz. Peygambere varlığı bir kitap bilip oku diyordu.
Aslında o emir hepimize bir emir.
İnsan bir
kitap. Kur’an vahyi insana inmiş bir kitap. O zaman Kur’an okuyan insan iki
kitabın buluşmasıdır. Kitap kitabı okuyor. Okumak tüm öğrenme süreçlerini ifade
eder. İşte burada bu gerçek söyleniyor. Hiç yakın dostlarınızı size Allah’ın
nazil ettiği bir ayet gibi okudunuz mu, gördünüz mü. Hiç eşinizi Allah’ın bana
nazil ettiği ayeti, gel bir okuyayım diye düşündünüz okudunuz mu. Hiç
evladınızı Allah’ın size nazil ettiği bire ayet olarak görüp okudunuz mu. Bunu
denediniz mi, böyle bir şey aklınıza geldi mi. Gelmediyse bu saatten sonra
gelmeli. Ve; Ve fiyl Ardı ayatun lilmukıniyn Ve fiy enfüsiküm
efela tubsırun (20-21) ayetlerini
hiç aklımızdan çıkarmadan kainat ayetini ve içimizde ki, yani insan kitabını da
nazil olmuş birer ayet gibi okumalıyız.
22-) Ve fiys Semai rizkuküm ve ma tu'adun;
Yaşam
gıdanız da, vadedilen şey de semâdadır (bilincinizden
yaşanacaktır)! (A. Hulusi)
22 -
Semada da rızkınız ve o vaad olunduğunuz. (Elmalı)
Ve fiys Semai rizkuküm ve ma tu'adun
Evet, ve fiys Semai rizkuküm diyor, ve ma tu’adun. Gök yüzünde maddi manevi
rızkınız vardır ve size vaad edilen şeylerin kaynapğı vardır. Ve ma tu’adun. Size vaad edilen şeyler
de oradadır.
Saadetiniz de, felaketinizde
gökten iner. Rızık ya da bela, hatta cennetiniz de cehenneminizde gökten iner.
Neden? Gökten vahiy iner cennetinizdir. Vahye karşı gelirseniz biraz sonra
anlatılacak helak olmuş kavimlerde olduğu gibi gökten bela iner,
cehenneminizdir. Burada tehdit amaçlıdır bu tu’adun. Vaad 2 manaya gelir. hem iyi şeyler ödül, hem kötü şeyler,
cezayı içerir. Ama burada cezayı içerdiğini düşünmeliyiz, çünkü 24 ile 46.
ayetler arasındaki kıssalar helak kıssalarıdır ve bu helak kıssalarında gökten
inen vahye eğer sırt dönerseniz belanız inmeye başlar anlamına gelir.
Tabii buradan Ve fiys Semai
rizkuküm ibaresinden para da gökten iner sonucuna varabiliriz. Buna
hayatınızda çok rastlamışsınızdır. Hakikaten insanın çaba ve çalışması elbette
müsellemdir, hakikattir. Fakat para gökten iner. Bu da bir hakikattir.
Hakikatin 2. yarısı da budur.
23-) FeveRabbis Semai vel Ardı innehu lehakkun
misle ma ennekum tentıkun;
Semânın
ve arzın Rabbine yemin ederim ki, kesinlikle o (bildirilen
gelecektekiler), sizin konuşmanız kadar olağan
bir gerçektir. (A. Hulusi)
23 -
İşte o Göğün ve Yerin rabbine kasem ederim ki o şüphesiz haktır sizin nâtık
olmanız gibi. (Elmalı)
FeveRabbis Semai vel Ardı innehu lehakkun misle
ma ennekum tentıkun göğün ve yerin rabbine and olsun ki bu yeniden
diriliş en az sizin konuşma yeteneğiniz kadar gerçektir. Çok ilginç bir kıyas
yapılıyor burada. Yeniden diriliş, sizin konuşma yeteneğiniz kadar gerçektir
diyor. Benzetme ilginç. Konuşma yeteneği ile yeniden diriliş arasında nasıl bir
benzerlik var.
Ahiret yaşama sürecin sonucu
değil mi? Konuşma da düşünme sürecinin sonucudur. Düşünme sürecinin ahireti
konuşmaktır. Yaşama sürecinin ahireti hesaptır. Zihninizde ki nesnelerin
gerçeği nerededir? Hayatta. Hayatta ki nesnelerin zihnimizde gölgeleri vardır.
Gerçeği hayattadır. Fakat gerçek dediğimiz bu hayatta ki nesnelerin hakikati
nerededir? Cennettedir, ahirettedir. Dolayısıyla işte benzetilen ile benzeyen
arasında ki irtibat, bu kıyas buradan yola çıkarak böyle bir sonuca
ulaşabiliriz.
Yağmur bu hayatı, vahiy öbür
hayatı yeşertir. Bu da bir benzetme aslında. Konuşmamız yeniden diriliş,
konuşmamız mantıksal sürecimizin sonucudur, insan olduğumuzun ispatıdır.
Yeniden dirilişte, manevi yani iman sürecimizin ispatıdır. İmanımız orada
şahidini bulacaktır.
24-) Hel etake hadiysü dayfi İbrahiymel
mükremiyn;
İbrahim'in
şerefli kılınmış konuklarının haberi sana geldi mi? (A. Hulusi)
24 -
Geldi mi sana İbrahim’in ikram edilen misafirlerinin kıssası? (Elmalı)
Hel etake hadiysü dayfi İbrahiymel mükremiyn
şimdi yukarıda gökte dedi ya; rızkınız da belanız da, Şimdi bela nasıl gökten
iner. Eğer gökten imanın manevi rızık olan vahye sırt dönerseniz neyle
karşılaşırsınız onun cevabı olan kıssalar geldi.
İbrahim’in ilahi ikrama mazhar
olmuş konukları hakkında ki kıssa sana ulaştı mı? Kıssayı Hicr ve hud
surelerinde daha önce görmüştük aslında aynı kıssayı bu surede vurgu daha
farklı yapılıyor, helak sürecine vurgu yapılıyor.
25-) İz dehalu aleyhi fekalu Selâma* kale
Selâm* kavmun münkerun;
Hani
Onun yanına girdiklerinde: "Selâm" dediler... (İbrahim de):
"Selâm" dedi... "Rastlanmadık birileri (diye düşündü)." (A.
Hulusi)
25 - O
vakit ki üzerine girdiler de «selâm» dediler. «Selâm, görülmedik bir kavım»
dedi. (Elmalı)
İz dehalu aleyhi fekalu Selâma hani
elçiler İbrahim’in huzuruna girmişler ve sana selam olsun ey İbrahim
demişlerdi. kale
Selâm* kavmun münkerun o da; size de selam olsun, yani aleykümselam
demiş ve içinden, hiç tanımadık bir topluluk demişti. Yabancı bir topluluk diye
kaygısını ifade etmişti.
26-) Ferâğa ila ehlihi fecae Bi 'ıclin semiyn;
Ailesine
yöneldi de semiz (kızartılmış) bir buzağı eti getirdi. (A. Hulusi)
26 -
Hemen bir bahâne ile ehline gitti, bir semiz daha getirdi de. (Elmalı)
Ferâğa ila ehlihi fecae Bi 'ıclin semiyn
sonra usulca; râğa fiili aslında hissettirmeden çekilmek anlamına gelir. Usulca
onların huzurundan çekildi ve ailesine yönelerek kızarmış semiz bir buzağı
getirdi önlerine ikram olarak. Burada ki “fe” takibiye “fe”si hızlılığı ifade
eder. İkramda hızlılık cömertliğin kemalindendir. Onu da ima etmiş oluyor
Kur’an aynı zamanda.
27-) Fekarrebehu ileyhim kale ela te'kûlun;
Onu
onlara yaklaştırıp: "Yemeyecek misiniz?" dedi. (A. Hulusi)
27 -
Onu yakınlarına koydu, yemeğe buyurmaz mısınız? Dedi. (Elmalı)
Fekarrebehu ileyhim kale ela te'kûlun
derhal onlara dönerek buyurmaz mısınız diye önlerine koydu sofrayı.
28-) Feevcese minhüm hıyfeten, kalu lâ tehaf*
ve beşşeruhu Bi ğulamin 'aliym;
(Yemediklerini görünce İbrahim'in içine) onlardan bir korku düştü! "Korkma" dediler ve
Onu Aliym bir erkek çocuk ile müjdelediler. (A. Hulusi)
28 - O
vakit onlardan içine bir korku düştü Korkma dediler ve kendisine alîm bir oğlan
tebşir ettiler. (Elmalı)
Feevcese minhüm hıyfeten, derken
onlardan yana içini bir korku, endişe kapladı. kalu lâ tehaf* ve beşşeruhu Bi ğulamin 'aliym
onlar dediler ki endişeye gerek yok, endişeye mahal yok. Yani bizden korkma ve
onu peygamberlik bilgisi verilmiş bir oğlan çocuğuyla müjdelediler.
Çift kutupluluğun hayata ki
yansıması bu ayetler dostlar. Biri ifna, diğeri ihya. Bakınız gelen konuklar
melekler, elçiler; İnne me'al 'usri yüsrâ. (İnşirah/6) ayetini
ifade edercesine bir toplumu helâk için gelmişken bir tarafa da müjde veriyor.
Usr’un yanında yüsr, Yüsr ün yanında usr. Zorluğun yanında kolaylık, kolaylığın
yanında zorluk. Yani dikenin yanında gül, gülün yanında diken. Lût kavmini
helak için gelen elçiler İbrahim’e oğlan çocuğu müjdeliyorlar. Uzun süre çocuksuzlukla
imtihan edilen bu aileye.
29-) Feakbeletimraetuhu fiy sarretin fesakket
vecheha ve kalet 'acûzun 'akıym;
Bu
yüzden (İbrahim'in) karısı çığlık içinde misafirlerin yanına döndü de, (ellerini utanarak) yüzüne
kapatıp dedi ki: "(Ben) kısır bir ihtiyar kadınım!" (A. Hulusi)
29 -
Bunun üzerine hatunu bir çığlık içinde döndü de elini yüzene çarptı ve akîm bir
kocakarı, dedi. (Elmalı)
Feakbeletimraetuhu fiy sarretin fesakket
vecheha ve kalet 'acûzun 'akıym bunun üzerine karısı ileri çıktı ve
ellerini yüzüne vurarak: “Kısır bir koca karıdan ha?” diye vaveylayı bastı. fiy
sarretin ibaresini ben öyle çeviriyorum, çığlığı bastı. Bir kısır koca
karıdan ha? Dedi.
Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
165.
videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder