18 Eylül 2013 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. ZARİYAT (16 - 29) (165-C)



B sayfasından devam

16-) Ahıziyne ma atahüm Rabbühüm* innehüm kânu kable zâlike muhsiniyn;

Rablerinin kendilerine verdiğini alıcılar olarak (içten dışa çıkış olarak)! Muhakkak ki onlar bundan önce muhsindiler. (A. Hulusi)

16 - Alarak rablerinin kendilerine verdiğini, çünkü onlar bundan evvel güzellik yapmayı âdet edinmişlerdi. (Elmalı)


Ahıziyne ma atahüm Rabbühüm rablerinin kendileri için takdir ettiğini derin bir şükranla alarak. Rablerinin kendileri için takdir ettiğini derin bir şükranla almak ne demek? Rablerinden razı olmak demek. Ya eyyetühen Nefsül Mutmainneh. İrci'ıy ila Rabbiki radıyeten mardıyyeten. Fedhuliy fiy 'ıbadİY Vedhuliy cennetİY (Fecr/27-28-29-30)ey Allah’la tatmin olmuş nefis, ey Allah’tan aşağısıyla tatmin olmamış nefis. Ey cennetten aşağısına satılmamış, ucuza gitmemiş insan. Razı etmiş ve razı olmuş bir halde Rabbini razı etmiş ve rabbinden razı olmuş bir halde gir kullarımın arasına, gir cennetime. Fecr suresinin sonunda ki bu ayetler de gösteriyor ki Allah’tan razı olmadan Allah razı olmaz. İşte burada da Ahıziyne ma atahüm Rabbühüm onu diyor. Rablerinin kendisine verdiğinden razı olmuşlardır.

innehüm kânu kable zâlike muhsiniyn çünkü onlar zaten iyilerden idiler. Muhsiniyn i peygamberimizin açıklamasına göre çevirirsek eğer; Çünkü onlar Allah’ı görür gibi yaşamıştılar. İhsan; keenneke terahu Onu görüyormuş gibi yaşamandır. fein lemtekün terâhü ve innehû yerâke her ne kadar sen onu görmüyorsan da O seni hep görüyor diye tarif etmişti peygamberimiz. İşte muhsiniyn Allah’ı görür gibi yaşayanlar. Allah’ı görür gibi yaşarsa muttaki olur. Biraz önce takvayı izah etmiştim. Dikkatin Allah üzerinde sürekli yoğunlaşması. Rabbim ne der sorusunun hayata egemen bir soru haline gelmesi.


17-) Kânu kaliylen minel leyli ma yehce'un;

Geceden az bir bölümde uyurlardı. (A. Hulusi)

17 - Geceden pek az uyuyorlardı. (Elmalı)


Kânu kaliylen minel leyli ma yehce'un gecenin az bir kısmında uyurlardı. Ya da bu ayet iki şekilde de çevrilebilir, iki ayrı cümle olarak görülürse eğer: Kânu kaliylen bir zamanlar çok azınlıkta idiler mü’minler. Ma yehceun, o “ma” ya da olumsuzluk “ma” sı anlamını vererek uykularından vazgeçmişlerdi. Uykudan vaz geçmişlerdi. O azınlıklıkları dönemde. Ama birincisi daha tercihe şayan Kânu kaliylen minel leyli ma yehceun. Evet geceleri çok az uyurlardı.

Neden böyle bir ayet geldi? Zımnen manası şu. Uykunun denetimine girmezler, uykuyu denetimi altına alırlardı. Yani uykunun kendilerini denetlemesine izin vermezlerdi. Uykunun kendilerini esir ve teslim almasına izin vermezler, uykuyu teslim alırlardı, uykuya teslim olmazlardı. Bunun zımni anlamı bu. Çünkü uykusunu daha denetimi altına alamayan hangi nimetin üzerinde otorite olup da hesap verecek. Daha uykuya teslim olan bir insan nasıl kendi iç denetimini sağlayacak. Daha uykusunu denetim altına alamayan bir insan nasıl iç güdülerini, arzularını, isteklerini, hırsını denetim altına alacak. Onun için işte gece üzerine Kur’an ın bütün tavsiye ve emirleri uykuyu denetim altına alarak insanın; hayatın atı değil, hayatın süvarisi olmasını hedeflemektedir.

[Ek bilgi; Gece, nasıl güneşin parazit oluşturan ışınımı dünyanın arka yüzünde kaldığı için kesiliyor ve kısa dalga yayın çok net alınabiliyorsa; insan beyni de, özellikle gece yarısı ve sonrasında çok hassas hâle gelir ve kuvveti artar. Bu hem alıcılık (ilham) yönünden böyledir; hem de vericilik yani "dua" yönünden böyledir.. "İslam Dini"nde gecenin önemi buradan ileri gelir. (A.Hulusi- Dua ve zikir.)(Geniş bilgi İsra/79da)]


18-) Ve Bil eshari hüm yestağfirun;

Seherlerde istiğfar ederlerdi. (A. Hulusi)

18 - Ve seher vakitleri hep istiğfar ederlerdi. (Elmalı)


Ve Bil eshari hüm yestağfirun ve seher vakitlerinde Allah’a yalvarırlardı. Onlar yaşarken, hayattayken işte böyle bir hayat yaşadılar da cenneti hal ettiler.

Seher vakitlerinde Allah’a yalvarırlardı. Eshar; sahhar tekili, sühr ya da sehr ya da. Farklı farklı mastarlar halinde okunmuş. Şafakla güneşin doğumu arasında ki vakte  sahhar denilir. Aslında farkında mısınız bilmiyorum sihr ile aynı köktendir. Sihir, sihr, aynı köktendir ve anlam alanı aynıdır.

Neden sahhar, sihr ile aynı kökten? Çünkü insanın uykuyu büyülenmiş gibi uyuduğu vakit sabah namazının vaktidir. Sabah namazı onun için o vakitte farzdır. Büyülenmiş gibi uyur. Bedenin tabir caizse tüm kapılarını kapadığı, biyolojik saatin bile durduğu bir zamandır. İnsan hücrelerinin en ölmeye yattığı zamandır. Adeta ölüm uykusu, gecenin en ağır uykusu sabah namazı vaktidir. Ve en ağır olduğu zamanda kaldırmaktadır bizi Allah. Yani namaza kalkmamızı emrettiği zaman uykunun en sihirli olduğu zaman. Uykunun büyüsünü boz. Uyku seni büyülemesin, sen uykuyu büyüle.

Uykunun büyüsünü bozamayanlar nasıl hayatı denetim altına alırlar, nasıl hayatın efendisi olurlar. Nasıl gecenin ve gündüzün yiğidi olurlar, ağabeydi olurlar, mücahidi olurlar. Daha uykuyu bile denetimine almamışsa o tiryakidir. Tiryakinin tiryakisi olduğu nesne, tiryakinin öznesidir. Tiryakilik nesneliktir, eğer uyku tiryakisi ise uykunun nesnesidir. İnsan ise özne olmalıdır. Uyku ona bir nimet olarak verilmiştir. Nimet insanı esir almamalıdır. Nimet insanın atıdır. İnsan nimetin süvarisi olmamalıdır.

İşte burada Ve Bil eshari hüm yestağfirun derken ayet insana uykunun büyüsünü boz. Uykunun büyüsünü bozarsan hayatın süvarisi olursun, cenneti hak edenler hayatın atı değil, hayatın süvarisi olanlardır demek istiyor.


19-) Ve fiy emvalihim hakkun lissaili vel mahrum;

Onların mallarında talep eden ve sıkıntıda olan için bir hak vardı. (A. Hulusi)

19 - Ve mallarında sâil ve mahrum için bir hak vardı. (Elmalı)


Ve fiy emvalihim hakkun lissaili vel mahrum servetlerinde isteyebilen ve isteyemeyen muhtaçlarında bir payı olduğuna inanırlardı. O cennetlikler hayattayken, dünyada yaşarken böyle meziyetlere sahip oldukları için cennete kavuştular. Yani servetlerinde isteyen es saili vel mahrum; istemekten hazer eden, kaçınan isteyemeyen kimselerin de bir payı olduğuna inanırlardı ve tabii ki inanınca verirlerdi.

Mahrum; İnsan olması şart değil. Razi’nin de isabetle ifade ettiği gibi hayvan da dahil buna tüm canlılar girer. İsteyemeyen, istemekten aciz olan. İhtiyacı var fakat dili yok. Yani ille de dili olup isteyemeyen insan değil, aynı zamanda hayvan. Dili yok, ihtiyacını biliyorsun, görüyorsun, aç. O da dahildir buna.


20-) Ve fiyl Ardı ayatun lilmukıniyn;

İkân sahiplerine arzda (bedende) işaretler vardır! (A. Hulusi)

20 - Arzda da âyetler var ikan ehli için. (Elmalı)


Ve fiyl Ardı ayatun lilmukıniyn yer yüzünde gönülden inanmış olanların şahit olduğu, gördüğü ilahi işaretler vardır.


21-) Ve fiy enfüsiküm* efela tubsırun;

Nefslerinizde (Benliğinizin hakikati)! Hâlâ (fark etmiyor) görmüyor musunuz? (A. Hulusi)

21 - Nefislerinizde de, halâ görmeyecek misiniz. (Elmalı)


Ve fiy enfüsiküm* efela tubsırun ve sizin kendi varlığınızda da ilahi işaretler vardır. Hala bunu görmüyor musunuz? Hala bunun farında değil misiniz. Fussilet/53. ayeti hatırlayalım; Senüriyhim âyâtina fiyl afakı ve fiy enfüsihim hattâ yetebeyyene lehüm enneHUl Hakk. (Fussilet/53) biz onlara ufuklarda ve içlerinde. Dışlarında ve içlerinde. Dış dünyalarında ve iç dünyalarında. Akfakta ve enfüste ayetlerimizi göstereceğiz ki bunun bir hakikat olduğunu bizzat anlasınlar.

İç ve dış ayet; Enfüs ve afak. İnsan ve kainat ayetleri. Bu ayet ne diyor sevgili Kur’an dostları? Bu ayet şunu diyor; Varlık açılmış bir kitaptır. Eğer okursan oku. Varlığı kitap gibi bil. İnsan da bir kitaptır, kainatta. Makro kozmos, mikro kozmos. Evet, büyük alem küçük alem. El ‘alemül Kübra, el ‘alemüssura. Sen kendini de bir kitap gibi oku, kainatı da bir kitap gibi oku. İşte İkra diye başlayan ilk vahiy aslında Hz. Peygambere varlığı bir kitap bilip oku diyordu. Aslında o emir hepimize bir emir.

İnsan bir kitap. Kur’an vahyi insana inmiş bir kitap. O zaman Kur’an okuyan insan iki kitabın buluşmasıdır. Kitap kitabı okuyor. Okumak tüm öğrenme süreçlerini ifade eder. İşte burada bu gerçek söyleniyor. Hiç yakın dostlarınızı size Allah’ın nazil ettiği bir ayet gibi okudunuz mu, gördünüz mü. Hiç eşinizi Allah’ın bana nazil ettiği ayeti, gel bir okuyayım diye düşündünüz okudunuz mu. Hiç evladınızı Allah’ın size nazil ettiği bire ayet olarak görüp okudunuz mu. Bunu denediniz mi, böyle bir şey aklınıza geldi mi. Gelmediyse bu saatten sonra gelmeli. Ve; Ve fiyl Ardı ayatun lilmukıniyn Ve fiy enfüsiküm efela tubsırun (20-21) ayetlerini hiç aklımızdan çıkarmadan kainat ayetini ve içimizde ki, yani insan kitabını da nazil olmuş birer ayet gibi okumalıyız.


22-) Ve fiys Semai rizkuküm ve ma tu'adun;

Yaşam gıdanız da, vadedilen şey de semâdadır (bilincinizden yaşanacaktır)! (A. Hulusi)

22 - Semada da rızkınız ve o vaad olunduğunuz. (Elmalı)


Ve fiys Semai rizkuküm ve ma tu'adun Evet, ve fiys Semai rizkuküm diyor, ve ma tu’adun. Gök yüzünde maddi manevi rızkınız vardır ve size vaad edilen şeylerin kaynapğı vardır. Ve ma tu’adun. Size vaad edilen şeyler de oradadır.

Saadetiniz de, felaketinizde gökten iner. Rızık ya da bela, hatta cennetiniz de cehenneminizde gökten iner. Neden? Gökten vahiy iner cennetinizdir. Vahye karşı gelirseniz biraz sonra anlatılacak helak olmuş kavimlerde olduğu gibi gökten bela iner, cehenneminizdir. Burada tehdit amaçlıdır bu tu’adun. Vaad 2 manaya gelir. hem iyi şeyler ödül, hem kötü şeyler, cezayı içerir. Ama burada cezayı içerdiğini düşünmeliyiz, çünkü 24 ile 46. ayetler arasındaki kıssalar helak kıssalarıdır ve bu helak kıssalarında gökten inen vahye eğer sırt dönerseniz belanız inmeye başlar anlamına gelir.

Tabii buradan Ve fiys Semai rizkuküm ibaresinden para da gökten iner sonucuna varabiliriz. Buna hayatınızda çok rastlamışsınızdır. Hakikaten insanın çaba ve çalışması elbette müsellemdir, hakikattir. Fakat para gökten iner. Bu da bir hakikattir. Hakikatin 2. yarısı da budur.


23-) FeveRabbis Semai vel Ardı innehu lehakkun misle ma ennekum tentıkun;

Semânın ve arzın Rabbine yemin ederim ki, kesinlikle o (bildirilen gelecektekiler), sizin konuşmanız kadar olağan bir gerçektir. (A. Hulusi)

23 - İşte o Göğün ve Yerin rabbine kasem ederim ki o şüphesiz haktır sizin nâtık olmanız gibi. (Elmalı)


FeveRabbis Semai vel Ardı innehu lehakkun misle ma ennekum tentıkun göğün ve yerin rabbine and olsun ki bu yeniden diriliş en az sizin konuşma yeteneğiniz kadar gerçektir. Çok ilginç bir kıyas yapılıyor burada. Yeniden diriliş, sizin konuşma yeteneğiniz kadar gerçektir diyor. Benzetme ilginç. Konuşma yeteneği ile yeniden diriliş arasında nasıl bir benzerlik var.

Ahiret yaşama sürecin sonucu değil mi? Konuşma da düşünme sürecinin sonucudur. Düşünme sürecinin ahireti konuşmaktır. Yaşama sürecinin ahireti hesaptır. Zihninizde ki nesnelerin gerçeği nerededir? Hayatta. Hayatta ki nesnelerin zihnimizde gölgeleri vardır. Gerçeği hayattadır. Fakat gerçek dediğimiz bu hayatta ki nesnelerin hakikati nerededir? Cennettedir, ahirettedir. Dolayısıyla işte benzetilen ile benzeyen arasında ki irtibat, bu kıyas buradan yola çıkarak böyle bir sonuca ulaşabiliriz.

Yağmur bu hayatı, vahiy öbür hayatı yeşertir. Bu da bir benzetme aslında. Konuşmamız yeniden diriliş, konuşmamız mantıksal sürecimizin sonucudur, insan olduğumuzun ispatıdır. Yeniden dirilişte, manevi yani iman sürecimizin ispatıdır. İmanımız orada şahidini bulacaktır.


24-) Hel etake hadiysü dayfi İbrahiymel mükremiyn;

İbrahim'in şerefli kılınmış konuklarının haberi sana geldi mi? (A. Hulusi)

24 - Geldi mi sana İbrahim’in ikram edilen misafirlerinin kıssası? (Elmalı)


Hel etake hadiysü dayfi İbrahiymel mükremiyn şimdi yukarıda gökte dedi ya; rızkınız da belanız da, Şimdi bela nasıl gökten iner. Eğer gökten imanın manevi rızık olan vahye sırt dönerseniz neyle karşılaşırsınız onun cevabı olan kıssalar geldi.

İbrahim’in ilahi ikrama mazhar olmuş konukları hakkında ki kıssa sana ulaştı mı? Kıssayı Hicr ve hud surelerinde daha önce görmüştük aslında aynı kıssayı bu surede vurgu daha farklı yapılıyor, helak sürecine vurgu yapılıyor.


25-) İz dehalu aleyhi fekalu Selâma* kale Selâm* kavmun münkerun;

Hani Onun yanına girdiklerinde: "Selâm" dediler... (İbrahim de): "Selâm" dedi... "Rastlanmadık birileri (diye düşündü)." (A. Hulusi)

25 - O vakit ki üzerine girdiler de «selâm» dediler. «Selâm, görülmedik bir kavım» dedi. (Elmalı)


İz dehalu aleyhi fekalu Selâma hani elçiler İbrahim’in huzuruna girmişler ve sana selam olsun ey İbrahim demişlerdi. kale Selâm* kavmun münkerun o da; size de selam olsun, yani aleykümselam demiş ve içinden, hiç tanımadık bir topluluk demişti. Yabancı bir topluluk diye kaygısını ifade etmişti.


26-) Ferâğa ila ehlihi fecae Bi 'ıclin semiyn;

Ailesine yöneldi de semiz (kızartılmış) bir buzağı eti getirdi. (A. Hulusi)

26 - Hemen bir bahâne ile ehline gitti, bir semiz daha getirdi de. (Elmalı)


Ferâğa ila ehlihi fecae Bi 'ıclin semiyn sonra usulca; râğa fiili aslında hissettirmeden çekilmek anlamına gelir. Usulca onların huzurundan çekildi ve ailesine yönelerek kızarmış semiz bir buzağı getirdi önlerine ikram olarak. Burada ki “fe” takibiye “fe”si hızlılığı ifade eder. İkramda hızlılık cömertliğin kemalindendir. Onu da ima etmiş oluyor Kur’an aynı zamanda.


27-) Fekarrebehu ileyhim kale ela te'kûlun;

Onu onlara yaklaştırıp: "Yemeyecek misiniz?" dedi. (A. Hulusi)

27 - Onu yakınlarına koydu, yemeğe buyurmaz mısınız? Dedi. (Elmalı)


Fekarrebehu ileyhim kale ela te'kûlun derhal onlara dönerek buyurmaz mısınız diye önlerine koydu sofrayı.


28-) Feevcese minhüm hıyfeten, kalu lâ tehaf* ve beşşeruhu Bi ğulamin 'aliym;

(Yemediklerini görünce İbrahim'in içine) onlardan bir korku düştü! "Korkma" dediler ve Onu Aliym bir erkek çocuk ile müjdelediler. (A. Hulusi)

28 - O vakit onlardan içine bir korku düştü Korkma dediler ve kendisine alîm bir oğlan tebşir ettiler. (Elmalı)


Feevcese minhüm hıyfeten, derken onlardan yana içini bir korku, endişe kapladı. kalu lâ tehaf* ve beşşeruhu Bi ğulamin 'aliym onlar dediler ki endişeye gerek yok, endişeye mahal yok. Yani bizden korkma ve onu peygamberlik bilgisi verilmiş bir oğlan çocuğuyla müjdelediler.

Çift kutupluluğun hayata ki yansıması bu ayetler dostlar. Biri ifna, diğeri ihya. Bakınız gelen konuklar melekler, elçiler; İnne me'al 'usri yüsrâ. (İnşirah/6) ayetini ifade edercesine bir toplumu helâk için gelmişken bir tarafa da müjde veriyor. Usr’un yanında yüsr, Yüsr ün yanında usr. Zorluğun yanında kolaylık, kolaylığın yanında zorluk. Yani dikenin yanında gül, gülün yanında diken. Lût kavmini helak için gelen elçiler İbrahim’e oğlan çocuğu müjdeliyorlar. Uzun süre çocuksuzlukla imtihan edilen bu aileye.


29-) Feakbeletimraetuhu fiy sarretin fesakket vecheha ve kalet 'acûzun 'akıym;

Bu yüzden (İbrahim'in) karısı çığlık içinde misafirlerin yanına döndü de, (ellerini utanarak) yüzüne kapatıp dedi ki: "(Ben) kısır bir ihtiyar kadınım!" (A. Hulusi)

29 - Bunun üzerine hatunu bir çığlık içinde döndü de elini yüzene çarptı ve akîm bir kocakarı, dedi. (Elmalı)


Feakbeletimraetuhu fiy sarretin fesakket vecheha ve kalet 'acûzun 'akıym bunun üzerine karısı ileri çıktı ve ellerini yüzüne vurarak: “Kısır bir koca karıdan ha?” diye vaveylayı bastı. fiy sarretin ibaresini ben öyle çeviriyorum, çığlığı bastı. Bir kısır koca karıdan ha? Dedi.

Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
165. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder