B sayfasından devam
15-) Efe 'ayiyna Bil halkıl evvel* bel hüm fiy
lebsin min halkın cediyd;
İlk
yaratmada yetersiz mi kaldık? Hayır, onlar halk-ı cedîd'den (yeni yaratılış'tan) kuşku
içindeler. (A. Hulusi)
15 -
Ya artık birinci yaratış ile yoruluverdik mi? Doğrusu onlar, yeni bir
yaradılıştan iltibastalar. (Elmalı)
Efe 'ayiyna Bil halkıl evvel* şimdi
biz ilk yaratış sırasında bitkin düşmüşüz öyle mi? İlginç bir noktaya getirdi
vahiy. bel hüm
fiy lebsin min halkın cediyd asla, asla, kesinlikle böyle bir şey
iftira olur. Ama onlar yeniden yaratmanın imkanından kuşku duymaktalar. Yani bu
ayet Yahudilerin Allah’a iftirası ile, müşriklerin Allah’a iftirasını zemin
olarak aynı temele yerleştiriyor. Yahudilerin iftirası neydi? Ki Tevrat’ta bu
açıkça yer alıyor tahrif edilmiş bölümünde diyelim. Tekvin bölümünün 2. bab 2. ayetinin
cümlesi orada yer alıyor.
Allah yerleri ve gökleri 6 günde
yarattı ve 7. gün dinlendi. Onun için cumartesi biz de ona ittibaen hiçbir iş
yapmayacağız. Madem o yoruldu, biz de onun için yorulalım gibi bir mantıkla
yola çıktılar. (Haşa tabii ki)
Bu aslında müşriklerin yeniden
yaratılışı çok gördükleri sınırlı Allah tasavvurlarına benziyordu. Oysa ki
Allah mutlak olandır. Her ne mükemmellik aklınıza geliyor, o Allah’a aittir.
Her ne noksanlık aklınıza geliyor, Allah ondan münezzehtir. Allah inancı budur.
Seliym bir Allah inancının olmazsa olmazıdır bunlar. Bunlar yoksa orada seliym
bir Allah inancından söz edilemez. Dolayısıyla müşriklerle Yahudilerin bu yamuk
inançlarının aynı temele ilişkin olduğunu yani ikisinin de ortak bir hastalığı
olduğunu söylüyor burada. Nedir o ortak hastalık? Uzak Allah inancı. İşte şimdi
oraya geldik.
16-) Ve lekad halaknel İnsane ve na'lemu ma
tuvesvisu Bihi nefsuh* ve nahnu akrebu ileyhi min hablil veriyd;
Andolsun
ki insanı biz yarattık... Ona (bilincinin
oluşturduğu) nefsinin vesvese verdiği şeyi (kendini beden kabullenme fikrini) biliriz... Biz ona, şah damarından daha yakınız! (A.
Hulusi)
16 -
Hem şanıma kasem ederim ki hakikat insanı biz yarattık ve biliriz: nefsi onu ne
ile vesveselendirir ve biz ona «habli verîd» den daha yakınızdır. (Elmalı)
Ve lekad halaknel İnsane ve na'lemu ma
tuvesvisu Bihi nefsuh Doğrusu insanı yaratan biziz ve iç beninin,
nefsinin bir başka ifadeyle, ona neler fısıldadığını, içinde nasıl fiskoslar
yaptığını, neler üfürdüğünü çok iyi bilir.
Bu üzerinde ısrarla durulması
gereken bir ayet değerli dostlar. Kur’an ın çivi ayetlerindendir bu ayet.
İnsanı, insana tanıtan aynalardandır. Ey insan kendini, ta görünmez tarafını
seyretmek istiyor musun, Allah’ın tuttuğu aynada kendine bak. İçine bak. Yani sen
başka hiçbir ayna da burayı göremezsin. Hiçbir ayna sana ta içindeki zaafları
göstermez. Allah’ın aynası ancak gösterir çünkü kalplerin özünü O bilir. Çünkü,
evet çünküler burada gelecek;
İnsanı en iyi kim bilir? Allah.
Neden? Nedeni var mı, çünkü O yarattı. Açık. Elâ ya'lemu men
halâk.. (Mülk/14) yaratan bilmez mi diyor mülk suresinde ya
rabbimiz. Elâ
ya'lemu men halâk yaratan bilmez mi?
Bu ayet
insanın gizemli iç dünyasından söz ediyor. İç ben, nefis ve onun
ayartılmasından söz ediyor. Ayette ki eylem vesvese, açık. Yani insanı biz
yarattık, onun içi beninin kendisine ne vesvese verdiğini de çok iyi biliriz.
Diyor.
Vesvese=
eylem. Peki bu eylemin öznesi kim? Nefs diyor ayet. ma tuvesvisu Bihi nefsuh öznesi nefs, iç ben. Peki nesnesi kim?
İnsan. O zaman burada bir özne bir nesne bir de eylem var. Özne vesvese veriyor
fiil vesvese, nesne de insan. Yani insanın içinde iki kutup var, bir kutup öbür
kutbu baskı altına alıyor. Ne ile? Fiskosla, vesveseyle, ayartıyla,
fısıldamayla burada ondan söz ediliyor. İnsanın içinde ki iki odaktan söz eden
bir ayetle karşı karşıyayız. Nefs ve insan diyor ayette Ayet insanın nesneleşme
sorununu ele alıyor. Ayetin konusu şu anda ortaya çıktı. Ayetin konusu insanın
nesneleşmesidir. Ve zımnen şöyle diyor ayet;
İnsan Allah için kendisine
bırakılmayacak kadar önemlidir. İnsan Allah nezdinde kendi kendisine
bırakılmayacak kadar önemlidir. Allah insanı kendisine bırakamaz, bırakmaz.
Neden bırakmadığını merak ediyorsanız işte bunun için bırakmaz. Çünkü insan
kendisine kıyar kendisine bırakıldığı zaman. Onun için Allah insana sahip
çıkar, çıkarsa Allah büyük bir rahmet etmiştir. Ama eğer Allah’tan insan ille de
benim yakamı bırak diyorsa insan Allah’a kötülük yapmış olmaz, kendine kötülük
yapmış olur.
Dışarıdan hiçbir müdahale olmasa
içinde ki imkanı zaafa dönüştürerek insan kendisini kul köle haline getirir.
Bunun sonucunda içinde ki insan eden sesi duyamaz hale gelir. Kendisini insan
eden vicdanın sesinin üstüne perde gerilir. O ses Allah’ın fıtrat sesidir.
Fıtrattan verdiği sestir. Fıtratın üzerinden konuşmasıdır Allah’ın. O sesi
duymak, insanın kendisini aşarak özüne ulaşmasıyla mümkündür. İşte vesvese bu
sesi duymamamız için parazit yapmaktır. Alıcılarımızın Cenabı Hakkın fıtratımız
ve yaratılışımız üzerinden verdiği mesajları duymamamız için iç benimiz bir
parazit yayar.
İrade ve vesvese ters
orantılıdır. Bu cümle tüm vesveseler için geçerlidir. İrade ve vesvese ters
orantılıdır. Vesvese arttıkça irade azalır, irade arttıkça vesvese azalır. Eğer
bir insan vesveseliyse iradesiz demektir. Ona yapılacak en ciddi tavsiye
iradeni artır vesvesen azalsın. %100 irade kullan %0 vesveseye ulaş denilir.
[Ek bilgi; BAĞIRSAKLARDAKİ
2. BEYİN
Bazı bilim adamlarının
‘’ikinci beynimiz’’ olarak adlandırdıkları, çoğu kez dikkate alınmayan,
bağırsaklarımızın içini kaplayan bir nöronlar ağıdır.
Önemli nörotransmitter’larla
dolu olan bu nöral doku kütlesinin daha derin anlayışı, onun sadece sindirimi
idare etmekten veya ara sıra olan ani sinir spazmını vermekten çok daha
fazlasını yaptığını gözler önüne sermektedir.
Kafataslarımızdaki büyük
olanla bağlantı halinde olan bağırsaklardaki küçük beyin, zihinsel durumumuza
kısmen karar verir ve vücudun her tarafında belirli hastalıklarda anahtar
roller oynar. Onun etki alanı geniş olsa da; ikinci beyin, herhangi bilinçli
düşüncenin veya karar vermenin merkezi değildir.
New York Presbyterian
Hastanesi/Columbia Üniversitesi Tıp Merkezi’nde Anatomi ve Hücre Biyolojisi
Departman başkanı, yeni oluşan Nörogastroenteroloji alanında uzman ve 1998 yılı
kitabı ‘’İkinci Beyin’’ (HarperCollins Yayınevi) in yazarı olan Michael
Gershon, "İkinci beyin, büyük düşünce süreçlerine yardımcı olmamakta. Din,
filozofi ve şiir, baştaki beyine bırakılmış’’ demiştir….(Çeviri Esin
Sezer)]
ve nahnu akrebu ileyhi min hablil veriyd
zira biz insana şah damarından daha yakınız. Evet, ve nahnu akrebu ileyhi min hablil
veriyd zira biz insana şah damarından daha yakınız. Yani ona iç beninin
hangi fısıltıları yaptığını biliriz. İnsanı biz yarattık Onun içinde nefsinin
verdiği vesveseleri biliriz, çünkü biz insana şah damarından daha yakınız.
Bu bir Allah tasavvuru inşasıdır,
bu muhteşem cümle, Kendini bilen rabbini bilir. İnsana şah damarından daha
yakınız diyen rabbini bilmesi için içine yönelmesi lazım. İçine, derinliğine,i
kendini aşması lazım. Çünkü Allah şah damarından daha yakınsa kendini aşarak
oraya ulaşacak. Kendini aştığı yerde rabbiyle karşılaşır ve o zaman teslim
olacaktır, beni ben bilmem, beni sen bilirsin Allah’ım diyecek ve o zaman
Allah’ın kendisi için gönderdiği kullanma kılavuzuna uyacak. Prospektüsü
uygulayacak. Resulallah işte bu gerçeği bildiği için ara, ara; İlahi, Allah’ım
lâ tekiluniy, ilâ nefsiy tarfete ayn. Beni kendimle bir lahza, göz açıp
kapayıncaya kadar olsa dahi baş başa bırakma. Diyordu. Dert ne? Dert insanın
kendisi ile baş başa kalınca kendisine kıyması. İnsanın Allah’tan kopunca
kendisinden de kopmaz. İnsanın kendini unutunca Allah’ı da unutması. Haddini
bilmeyince Allah’ın kadrini de bilmemesi.
[Ek bilgi; Bir hikaye; GARİP ÇOBAN
…..Musa Aleyhisselâm ona, dua etmesini, namaz
kılmasını öğretmiş... Ve yoluna devam etmiş.
Çobanın içinde bulunduğu hâli düşünerek dalgın bir halde yürürken
farkında olmadan bir gölünde üzerinde; birden arkasından bir ses işitmiş "Musa! Musa!" diye.
Dönüp bakmış arkasına ki, kim sesleniyor diye, ne görsün! Garip çoban
gölün üstünde yürüyor suya batmadan, kendisine doğru!
İşte o esnada vahy olmuş Musa' ya.
-Ey Musa, tüm varlığıyla bana yönelmiş, benden başka
düşüncesi olmayan dostumu benden uzaklaştırdın!.. Aramıza büyük duvarlar
ördün!.. Hemen o ördüğün uzaklık duvarını yık, ve bizi birleştir! Bana böyle
kullarım da gerek!
Fark etmiş Musa Aleyhisselâm
yaptığı işin sonucunu!
Hemen dönmüş dediklerinden!... Anlamış, Allah'ın kimine tüm azâmeti ve haşmetiyle kendini tanıtırken, kimine de
samimiyet ve sâfiyetine göre tecelli ettiğini.
Ve dönüp, demiş bir garip
çobana:
-Sen bırak benim dediklerimi de, gene bildiğin,
içinden geldiği gibi O'na yönel, O'nunla konuş!... O seninle!. Hattâ senden
bile yakın sana!.. Sen bir garip çobansın, nereden bileceksin O'nun haşmet,
azâmet ve saltanatını!... Gene bildiğin gibi sev, övmeye, hamd etmeye devam
et!."
Evet, ya bir garip çoban gibi,
sâfiyet ve samimiyetle O 'nu
övüp, O 'na
hamdedeceğiz. Ya da, gerçekçi olup
; "HAMD ALLAH'a mahsustur; biz bu
konuda âciziz!" deyip, "yok"luğumuzu, "hiç"liğimizi farkedip haddimizi
aşmayacağız!... Zira Allah ,
bilgiçlik taslayıp haddini aşanları sevmez..! (Okyanusum.com dan)]
17-) İz yetelekkal mutelekkıyani anil yemiyni
ve aniş şimali ka'ıyd;
Sağından
ve solundan kayıtla görevli iki kaydedici kuvve, kaydederler! (A. Hulusi)
17 -
İki zabıt memuru zabıt tutarlarken: biri sağdan oturmuş biri soldan. (Elmalı)
İz yetelekkal mutelekkıyani anil yemiyni ve
aniş şimali ka'ıyd zıt kutuplarda konuşlanmış olan o iki unsur,
Hangi iki unsur? Bir üstte denildi ya vesvese veren, vesvese verilen. İki kutup
var. Bir tarafta o kutbu yolundan çıkarmaya çalışan vesveseci, yani nefs diyor
ayet, iç ben, ego. Öbür tarafta da vesvese verilen, Allah’ın kendisi için
verdiği koordinatlardan çıkarılmaya çalışılan. Ya da parazitle sesi
susturulmaya çalışılan fıtrat. Aklı seliym, irade. İşte bunlar. Bir tarafta
aklı seliym, yani sağ duyu, öbür tarafta ise ego. İşte bu iki unsurdan söz
edilecek bu pasaj boyunca artık. Biz artık iki unsur denilince hep bunu
anlayacağız. Zıt kutuplarda konuşlanmış olan o iki unsur sağdan ve soldan karşı
karşıya geldiği zaman, evet;
18-) Ma yelfizu min kavlin illâ ledeyhi
rakıybun 'atiyd;
(İnsanın) her düşüncesini
gözleyen (kaydeden) bir gözcüsü vardır! (A. Hulusi)
18 -
Her ne söz atarsa mutlak yanında hâzır bir gözcü vardır. (Elmalı)
Ma yelfizu min kavlin insandan her
hangi bir söz çıkmaya görsün illâ ledeyhi rakıybun 'atiyd illa ki onu kendi
içinde gözetleyip kaydeden biri vardır.
Hemen bir önceki ayetin sonuna
gelip orada bir açıklama yapmam lazım ‘atiyd
diye bitti ayet. Aslında iki unsur
insanın negatif ve pozitif tarafı. İnsanın aklı selimi ve egosu. ‘atıyd; Hem
özne hem nesne formundadır. Hem fail, hem mef’uldür bu form. Faiyl formu Arapça
da ikisini birden içerir. Hem etkendir, hem edilgendir, hem öznedir hem
nesnedir. Hem faildir, hem mef’uldür. Onun için ikisini birden bünyesinde
barındırır bu form. Bu boşuna değildir, bununla bir şey söylenilmek isteniyor.
Nedir o? Yerleşik güdüler ve aklî
melekeler. Bir tarafta güdüler, bir tarafta aklî melekeler. İki melek diye
yorumlayanlar da olmuş bunu. Sağdan ve soldan gelenler. Fakat ilerde gelecek
karşılıklı konuşmalardan bunların iki melek olduğu yorumunun çokta isabetli
olmadığı görülüyor ki bu yorum hemen kadiym müfessirlerin tamamının katıldığı
yorum olmasına rağmen ilerde ayrışıyorlar. İki melek mi? yoksa bir tarafı
melek, bir tarafı şeytan mı. Bir kısım müfessir şeytan, bir kısmı da melek der.
Şeytanla melek arasında baya fark var.
Dolayısıyla burada biz insanın
içinde ki iki odak. Çünkü yukarıda 16. ayette zaten ma tuvesvisu Bihi nefsuh derken o iki odağa dikkat çekti. Onun
için bu pasaj boyunca o ikili yapı devam edecek. Biz de o ikili yapı
çerçevesinde anlayacağız. Burada sembolik bir dil var. Efendimiz de zaten o
diyor melek olarak adlandırılan o kaydedicilerin kalemi, konuşan kişinin dili,
mürekkebi de tükürüğü diyor. Bu sembolik bir ifade tarzı. Efendimiz bu
sembollerle açıklıyor.
Bilinç, bilinç altı karşıtlığını
biz burada görüyoruz. Ben idrakini hangi kutup inşa edecek aslında soru bu.
Sorun da bu. Kişinin ben idrakini hangi kutup inşa edecek Ego mu inşa edecek
nefis mi. Yoksa aklı seliym mi. Fıtrat mı inşa edecek Ben lik mi inşa edecek.
“Ben” idrakini kim inşa edecek. Şimdi savaş o savaş aslında. İşte sağdan ve
soldan gelip bir biri ile çatışan da onlar. ‘atıyd oturmuş güdüler bunlar.
Oturmuş aklı Seliym, oturmuş
güdü. İkisi de bir birini yok edemez. Fakat biri diğerini bastırır ve inşa
eder. Biri diğerinin sesini bastırır. ‘atıyd aslında oturmuşluğa tekabül eder
diyor. Yani ya melekler meleke olmuştur insanda, ya şeytanlar meleke olmuştur.
Melek, meleke haline geldiyse o aklı seliym. Şeytan meleke haline geldiyse o da
ego olarak konuşacaktır. Artık biz bu konuşmayı dinleyeceğiz bu ayetin
ardından. Devam ediyoruz;
[Ek bilgi; YAZICI MELEKLER
İnsanoğlu bir söz söyler
söylemez, biri sağında, biri solunda duran iki melek hemen onu yazarlar. Hayır
olsun-şer olsun onlar aksama dek yazarlar. Akşam olunca o iki melek defterlerini
alırlar ve 'Allah'a arz etmeğe giderler. Onları biri sağında, biri solunda
görevli gece melekleri izlerler. Hayır veya şer gece ne söylerse insanın bu
sözlerini hemen yazarlar.
Sağındaki fereşteh (melek)
solundaki meleğe âmirdir. Günah işlediği zaman soldaki görevli melek hemen
yazmaz. Altı saat bekler. Kul tevbe ederse günahı yazılmaz, bağışlanır. Yoksa
bir günah yazılır.
Aklı-fîkri olana şu yaraşır:
Defterine neler yazıldığını göz önüne alır. Gündüzden Allah Telâ’ya hangi
defteri gönderiyor. Kurtuluşuna mı sebep oluyor, yoksa helâkime mi? Eğer yüzünü
ağartacak amellerle dolu ise mutluluk onun içindir.
Eğer kendisinin Allah katında, bütün enbiyâ, evliya,
yer-gök ehli arasında rüsva olmasını istemiyorsa, yüzünün kararıp, başının
günahın mahcubiyetinden eğik kalmasını istemiyorsa, "tevbe suyu" ile
günahlarına fırsat kaybolmadan pişman olsun, vazgeçsin, Allaha az günahlı
defterler yollasın. Böylece yarın hesap gününde dili dolaşıp cümle varlıklara rüsva
olmasın. (Ebü'l-Leys Semerkandi Tefsirü'l-Kur'an)]
[Ek bilgi-2; “Bir taraftan biz
doğrudan doğruya insanın her çeşit hareket ve davranışlarını ve düşüncelerini
biliriz. Diğer taraftan da her insan üzerine iki melek gönderilmiştir. Onlar
tek tek her sözü not ederler. Onun hiç bir söz ve hareketi onların yazmasından
kurtulamaz."
Bunun manası şudur: İnsan
Allah'ın adaletinde hesaba çekildiği zaman, bizzat Allah Teala kimin ne
yaptığını bilmesine rağmen ona şahitlik yapmak için amellerini zapt edip gözü
önüne serecek olan iki tane de şahit olacak. Bu zapt edip yazılan (amel
defteri) nasıl olacak ve ne cinsten olacak?
Bunu doğru bir şekilde
tasavvur etmemiz zordur, ama gözümüz önünde cereyan eden gerçeklere bakarak
kesin olarak anlamaktayız ki; İnsanın yaşadığı ve hareket yaptığı çevrenin her
tarafında seslerinin, şekillerinin, davranışlarının izleri her zerreye
yerleşmektedir ve onların hepsi tamamen o şekli ile ve o ses tonları içinde
tekrar aslında zerre kadar farkı olmadan öne sürülecektir.
İnsanlar, aynı işi son derece
sınırlı ölçüdeki aletler yardımı ile yapmaktadır. Fakat Allah'ın melekleri ne
bu aletlere muhtaçtırlar ne de bu kayıtlara bağlıdırlar. İnsanın kendi vücudu
ve çevresindeki her şey onun her sesini ve şeklini (bütün konuşmalarını ve
hareketlerini) en ince ayrıntıları ile zaptedip içine alan bir film ve teyp
gibidir. Kıyamet günü insanoğlu kendi kulağı ile, dünyada söylediği sözleri
kendi sesi ile işitecektir. Ve kendi gözü ile, yaptığı bütün işlerin canlı
tasvirlerini görebilecektir. Bunların doğruluğunu inkar etmesi de mümkün
olmayacaktır. (Ebu’l Alâ
Mevdudi – Tehhimu’l Kur’an)]
Devam ediyor D sayfasına geçiniz
164. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder