29 Nisan 2013 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. ZÜMER (49 - 51) (146- A)






Sevgili Kur’an dostları Zümer suresinin 49. ayetiyle bu günkü dersimize devam ediyoruz.


49-) Feiz messel İnsane durrun de'ana* sümme izâ havvelnahü nı'meten minNA, kale innema utiytühu alâ 'ılm* bel hiye fitnetün ve lâkinne ekserehüm lâ ya'lemun;

İnsana bir zarar, hastalık, sıkıntı geldiğinde bizden yardım ister... Sonra ona bizden bir nimet lütfettiğimizde "O, bana bilgim sayesinde verilmiştir" (der)... Hayır; o (nimet) bir sınav objesidir! Ne var ki onların çoğunluğu bunu bilmezler. (A. Hulusi)

49 - Fakat insana bir sıkıntı dokunuverince bize yalvarır, sonra kendisine tarafımızdan bir nimet bahşediverdiğimiz zaman da o bana bir bilgi üzerine verildi der, belki o bir fitnedir velâkin pek çokları bilmezler. (Elmalı)


Feiz messel İnsane durrun de'ana ne zaman insanın başına bir zarar, bir ziyan gelse hemen başlar bize yalvarmaya. Benzer içerikte ki 8. ayeti hatırlamak lazım bu surenin. İnsanoğlu başı sıkışınca fıtratına yönelir, doğasına yönelir. Bu şunu gösterir; İnanmak fıtridir. Allah inancı sonradan elde edilen bir şey değil özde zaten var olan, yani insanın formatında olan bir şeydir. Dolayısıyla her insan; O insan isterse tanrı tanımaz olsun, ateist olsun, başı sıkıştığında, çaresiz kaldığında doğasında bulunan o inanca döner ve duaya durur. Tüm çarelerin tükendiğinde Allah’a yönelir.

Mesela düşmek üzere olan bir uçakta ate bulunmaz sözü işte bunu ifade eder. Veya batmakta olan gemide herkes duaya durur. Çünkü yapılacak bir şey yoktur. Onun içinde inanmak, Allah’a iman sonradan koyma değil, özde olan bir formattır.

sümme izâ havvelnahü nı'meten minNA, kale innema utiytühu alâ 'ılm daha sonra kendisi katımızdan bir nimete kavuşsa bu servete ben sadece kendi bilgim ve becerim sayesinde ulaştım der.

Kasas/76ve 82. ayetleri arasında Karun kıssası anlatılır. Biz bu kıssayı işlemiştik. Karun; Kur’an ın bugün ki manada ekonomi insanına, homo ekonomikus a verdiği sembolik örnek. Tabiatına yabancılaşmış bir insan nasıl servetin kulu ve kölesi haline gelir. Servet ahlakı Karun kıssası örneğinde işlenir Kur’an da. Emanet bilincine dayanır servet ahlakı. Her emanet bir imtihan aracıdır. İnsan Karunlaşmamak istiyorsa, bir başka ifadesiyle dünyevileşmemek istiyorsa sahip olduğu tüm varlığı Allah’ın kendisine bir emaneti olarak görmek zorunda. Yani sahibim sandığı şeylere gerçekten sahip olup olmadığını sorgulamak zorunda.

Kim, kime sahip. Servet ona mı sahip, o servete mi sahip. At süvarinin mi sırtında, süvari atın mı sırtında. İnsan sahip oldum de4diklerinin efendisi mi yoksa kölesi mi. Bütün bu sorular bu ayet çerçevesinde, bu ayetler çerçevesinde daha bir anlam kazanıyor.

bel hiye fitnetün ve lâkinne ekserehüm lâ ya'lemun Hayır, aksine o servet bir imtihan, bir sınama aracıdır. Fakat Karunlaşmış, dünyevileşmiş akıl sahiplerinin çoğu bunun farkında dahi değildirler.

Servet okyanusta ki sudur. Servet sahibinin kalbi ise bir gemi. Su gemiye girmezse gemi yol alır. Gemi için yol olur. Yok su geminin içinde olursa gemi batar. İnsan servet ilişkisi bu temsil çerçevesinde el kârda, gönül yarda olmalı şeklinde özetlenir.

Fakr der Cüneyd-i Bağdadî senin hiçbir şeye sahip olmaman değildir. Fakr; Her şeye sahip olsan da hiçbir şeyin sana sahip olmasına izin vermemendir. Bu manada Kur’an ne servetin tanrılaştırılmasını, ne de şeytanlaştırılmasını tecviz eder. Bu iki tavırdan da uzak, dengeli bir servet ahlakı gerçekleştirir. Serveti insanın altına at olması için verir Allah. İnsanın sırtında süvari olması için değil.

Fitne diyor ayette bel hiye fitnetün ama hayır, böyle değil,baktığınız gibi değil, o bir sınavdır, sınama aracıdır. Fitne bir metalurji kavramı. Metalle ilgili bir kavram. Kaynak dilde fitnenin kök manası; Altının hamını hasından, cevherini cürufundan ayırmak için pota da ergitme işlemidir. İnsan da Altın madenine benzer, ama mutlaka Altın olması, saflaşması için ateşlerden geçmesi, sınanması gerekir. Sınanmadan cevheri cürufundan ayrılmaz, saflaşmaz. Saflaşmayınca da gerdanlara takılmaz. Saflaşmayınca vitrinlere konulmaz. Saflaşmayınca değerini bulmaz. Keşfedilmemiş ve işlenmemiş, mamul hale gelmemiş madenlerin kime ne yararı olur.

İşte insan madeni Allah tarafından saflaştırılmakta ve bu saflaştırma aracı olarak ta servet, makam, evlat, mevki gibi pozitif görünün değerler, hastalık, ıstırap, acı, elem, keder, dert, kayıp, hüzün, korku ve benzeri gibi negatif görünen şeylerle insanı saflaştırır. Öyle saflaştırır ki bir ateşe, bir suya sokularak çelik yapılan demir gibi insanı da bir varlıkla, bir yoklukla. Bir Cemal sıfatının tecellisiyle, Bir Celal sıfatının tecellisiyle. Bir lütufla, bir kahırla. Bir gülle, bir dikenle sınar, sınar..!

İşte burada da varlıkla sınanmak dile getiriliyor. Varlıkla sınanmak sınavların en çetinidir. Yoklukla sınanmak her kişi kârı, varlıkla sınanmak er kişi kârı. Çünkü etrafınıza baktığınızda yokluğa sabreden nice insanların varlıkla sınava çekildiklerinde varlığa sabredemediklerini görürsünüz. Yokluk karşısında Allah ile ilişkisini koparmayan insanların, varlıkla sınanmaya başladıklarında rableriyle ilişkilerini zedelediklerini görürsünüz. Bu şunu verir? Varlıkla sınanmak yoklukla sınanmaktan daha çetindir, daha zordur. Dolayısıyla varlığa sabretmek, yani varlığın ayartmasına karşı direnmek, varlığın ayartıcılığına kapılmamak, varlığın sizi nesneleştirmesine izin vermemek; yokluğun ayartısına kapılmamaktan daha zor, yokluğa sabretmekten daha zordur.


50-) Kad kalehelleziyne min kablihim fema ağnâ anhüm ma kânu yeksibun;

Onlardan öncekiler de gerçekten onu söylemişti... (Ama) kazandıkları şeyler onlara bir fayda vermedi. (A. Hulusi)

50 - Onu bunlardan evvelkiler de söyledi fakat o kazandıkları kendilerini kurtarmadı. (Elmalı)


Kad kalehelleziyne min kablihim doğrusu onlardan öncekiler de böyle demiştiler. Yani Karun gibi demiştiler. Ebu Cehil gibi, Ebu Leheb gibi demiştiler. Bu bir akıldır, tarih boyunca bu akıl aynı işlemiştir. Bu akıl şöyle yürütür. Ben servete sahibim. Eğer bir tanrı varsa benim bu insanlar arasında farklı olmamı istediğine göre, servete sahip olmamı dilediğine göre ben iyiyim demektir. Yani servetim iyiliğimin referansıdır. İyi olmasaydım beni de yoksul yaratırdı, dediğiniz gibi bir tanrı varsa. Dolayısıyla bu durumda ben iyi olduğum için bakın servetimle bu dünyada başıma gelecek tehlikeleri savuşturuyorum. Eğer iddia ettiğiniz gibi bir öte dünya varsa orada da servetimle başıma gelebilecek muhtemel tehlikeleri atlatabilirim.

Karun aklı böyle yürür. Böyle yürüdüğü içindir ki serveti onun şeytanı haline gelmiştir. Böyle yürüdüğü içindir ki imtihan aracı olan servet, onda Allah ile ilişkiyi koparan bir bıçağa dönüşmüştür. İnsanın Allah ile olan bağını kesip koparan servet bıçağı, en sonunda gelir yüreğinden insanı vurur. İşte burada da geçmişe atıf yapılarak Karun aklının tüm insanlık boyunca serveti tanrılaştıran ve Allah ın bir imtihan aracı olarak değil de, serveti haklılığın bir referansı kılan bu sapık mantığı ele veren ayet şöyle devam ediyor;

fema ağnâ anhüm ma kânu yeksibun fakat, kazana geldikleri şeyler kendilerine sonuçta hiçbir yarar sağlamamıştır. Yani akıl yürüttükleri gibi gerçekleşmemiştir hadise. Yer yüzünde servetleri yüzünden gördükleri itibar geçici olmuştur. Çünkü o itibar kendilerinden değil, servetlerinden kaynaklanıyordu. Servetlerini kaybedince itibarlarını ve şereflerin de kaybetmişler.

Dolayısıyla değerlerini kendilerinden almadıkları için, insani değerlere önem vermedikleri için tüm değeri servete yükledikleri için servetle birlikte her şeylerini de kaybetmişlerdir. En azından ölüm geldiğinde servetlerinden hiçbir şey götüremedikleri için tüm değer ve kıymetleri yer yüzünde kalmıştır. Allah’ın huzuruna gerçek manada hiçbir şeyi olmayan hakıyr ve fakıyr olarak çıkmışlardır. Çünkü yer yüzünde zenginlik ve fakirlik ölçüsü ahiretin ölçüsü değildir.

Ahiretin de zenginleri vardır, büyük mahkemede insanlığın gıpta edeceği öyle zenginler olacaktır ki burada onlara belki sadaka veresiniz gelir. Allah’ın huzuruna zengin çıkmak insanoğlunun ufkunda oturan en büyük hedef olmalıdır.


51-) Feesabehüm seyyiatü ma kesebu* velleziyne zalemu min haülai seyusıybühüm seyyiatü ma kesebu, ve ma hüm Bi mu'ciziyn;

Sonunda kazandıkları şeylerin kötülükleri kendilerine isâbet etti... Bunlardan zulmedenlere gelince, onların kazandıkları şeylerin kötülükleri de kendilerine isâbet edecektir... Onlar (Bizi) âciz bırakamazlar! (A. Hulusi)

51 - Netîcede kazandıklarının fenalıkları başlarına geçti,şunlardan o zulmedenlerin de kazandıklarının fenalıklarına geçecektir onlar da atlatacak değillerdir. (Elmalı)


Feesabehüm seyyiatü ma kesebu en sonunda kazandıklarının kötü sonuçları gelip onları bulmuştur. velleziyne zalemu min haülai seyusıybühüm seyyiatü ma kesebu işte şu zalimleri de kazandıklarının kötü sonuçları kendilerinden evvelkileri bulduğu gibi gelip bulacaktır. ve ma hüm Bi mu'ciziyn ve onlar asla, ama asla Allah’ı atlatamayacaklardır.

Bu ve ma hüm Bi mu'ciziyn şeklinde bitmesi gerçekten manidar. Paranın gücü ile kanunu atlatanlar, paranın gücü ile yasaları atlatanlar, paranın gücüyle her türlü dünyevi tehlikeyi atlatanlar Allah’ın huzurunda da, Ahirette de paranın gücünün işleyeceğini düşünecek kadar hamakat sahibi olabiliyorlar. İşte onlara Allah’ı atlatamazsınız diyor.

Servet sadece sahibini değil, bu birkaç ayet göz önüne alındığında çıkan sonuç bu. Servet sahibini esir alan, sahibini nesne kılan, sahibinin öznesi, atı olan, yanlış yerde ki servet sadece sahibini değil ona gönül veren yoksulları da yoldan çıkarır, ayartır. Yığma tutkusu ta temelde buna yol açar. Ve tühıbbûnelmâle hubben cemma. (Fecr/20) malı üst üste yığmayı ne kadar da çok seviyorsunuz diyordu Kur’an.

Yığma tutkusu sadece servete sahip olanları değil servet sahiplerine gıpta ile imrenme ile bakan yoksulları da yoldan çıkarır. Neden? Servete sahip olmayı hayatlarının tek hedefi seçerler. Bu hedefe ulaşmak içinde her şeyi mubah görürler. İşte bu toplumsal ahlakın dibini dinamitleyen ve ahlaki çözülmeyi, kokuşmayı getiren en büyük neden olur. O toplum bir gün gelir çatır çatır çöker. Temellerinden sarsılır. O toplumda iyi ve kötü. Doğru ve yanlış. Güzel ve çirkin. Hakk ve batıl. İman ve küfür aradaki çizgiyi kaybeder bir tek değer kalır, para. Bir tek değer kalır servet. Sahip olduğun servet kadar adam sayılmaya başladığınız zaman bir toplumda, o toplumum geleceği helake doğru sürükleniyor demektir.

Yine çoğaltma tutkusu, işte serveti, insanı yoldan çıkaran bir şeytana dönüştüren şey servetten kaynaklanmaz. Servetin kötülüğü servetin kendisinden değil, serveti elde eden insanın servete yüklediği anlamdan kaynaklanır. Onun içindir ki;

Elhakümüt Tekâsür - Hattâ zürtümülmekabir. (Tekâsür/1-2) ölünceye kadar, kabirlerinize girinceye kadar çoğaltma tutkusu, hırsı sizi helake sürükledi. Helâk etti sizi çoğaltma tutkusu. Habire çoğaltma, habire artırma..’ Modern hayat bu tutkunun küreselleştiği bir hayat.

Aslında küreselleşme dedikleri şey de çoğaltma tutkusunun küreselleşmesidir. İnsanoğlu hiçbir zaman yiyerek bitiremeyeceği kadar çok servet elde etmek, hiçbir zaman kullanamayacak kadar, kullanıp tüketemeyecek kadar çok eşya elde etmek peşinde bir ömrünü zebil etmekte, zibil etmektedir ve bu aslında hayatın israf olmasıdır ki bugün işleyeceğimiz ayetler içerisinde esrefu alâ enfüsihim (53) ey hayatını israf eden kullarım diye hitap ettikleri kimseler bunlar olsa gerektir.

Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
146. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder