D sayfasından devam
43-) Emittehazû min dûnillâhi şüfe'a'* kul
evelev kânu lâ yemlikune şey'en ve lâ ya'kılun;
Yoksa
Allâh dûnunda şefaatçiler mi edindiler? De ki: "Ya o edindikleriniz hiçbir
şeye sahip olmayan ve akılsız iseler de mi?" (A. Hulusi)
43 - Yoksa
Allahın berisinden şefaatçiler mi edindiler? De ki: hiç bir şey'e güç
yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi? (Elmalı)
Emittehazû min dûnillâhi şüfe'a'
yoksa onlar Allah’ı bırakıp ta hayali şefaatçiler mi buldular kul evelev kânu lâ
yemlikune şey'en ve lâ ya'kılun de ki ne yani hiçbir şeye güçleri
yetmezse akılları fikirleri ermese de mi hala onları Allah’a şefaatçi
tutacaksınız.
44-) Kul Lillâhiş şefa'atü cemiy'a* leHU Mülküs
Semavati vel Ard* sümme ileyhi turce'un;
De ki:
"Şefaat tümüyle Allâh'ındır! (Çünkü) semâların ve arzın mülkü O'nundur! Sonra O'na rücu
ettirileceksiniz." (A. Hulusi)
44 - De
ki Allah’ındır o şefaat bütün, onundur mülkü Göklerin ve Yerin, sonra hep
döndürülüp ona götürüleceksiniz. (Elmalı)
Kul Lillâhiş şefa'atü cemiy'a de ki şefaate izin verme yetkisi tamamıyla ve
sadece Allah’a aittir. Şefaatin tümü Allah’a aittir diyen bu ayetler, Allah’ın
izin verdiklerini istisna tutan 22. ayet arasındaki te’lifi nasıl yapacağız. Şefaat
doğru anlaşılırsa aslında hiçbir problemin olmadığı görülür. Yeter ki anlama
problemini halledelim.
Şefaat; Ödül, tevdidir demiştik.
Daha önce defaatle. Yani şefaat yetkisi verme izni sadece Allah’a aittir.
Şefaatin kendisi de bir ödüldür. Şefaat kişiye istediğine af yetkisi vermek
değil, Allah’ın kuluna verdiği ödülü birine verdirmesi, tevdi ettirmesi. Şu
ödülü sen sun diyerek onu da onurlandırması ve ödüllendirmesidir. Şimdi bir
kurumun verdiği ödülü, ödül tören günü anında orada bulunan konuklardan hatırlı
misafirlerden birine; Bu ödülü ödül sahibine siz tevdi eder misiniz deyip ona
verdirmek nasıl bir şeydir. O zata da onur vermektir, onu da onurlandırmaktır.
Peki ödülü alan kimse teşekkür
edecekse asıl teşekkürü kime etmelidir? Ödülü kendisine tevdi edene değil, o
zaman ekmeği verene değil ekmeğin kendisine teşekkür etmiş olur. Ödülü asıl
verene teşekkür etmelidir. Çünkü ödül tevdi eden ödülü veren değil, o sadece
aracı olandır. Orada sadece onurlandırılandır. O da senin gibi ödül vermekle
onurlandırılmıştır. O nedenle şefaati doğru anladığımızda, özellikle şu ayet
ışığında anladığımızda problem kalmamaktadır.
Ve lâ tenfa'uş şefa'atü 'ındeHU illâ limen
ezine lehu. (Sebe’/23) hiç kimseye hiçbir şefaat fayda vermez ancak
O’nun izin verdiği kimse şefaat edebilir diyor sebe/23 ayeti.
leHU Mülküs Semavati vel Ard gökler
ve yerin mutlak otoritesi de ona aittir. sümme ileyhi turce'un sonunda sadece O’na
döndürüleceksiniz.
[Ek bilgi-1; ŞEFAAT
VE ŞİRK
..Allah`a imanın yolu da,
cehennemden kurtuluşun yolu da hep şirki hafîden kurtulmak için ŞEFÂATE NÂİL
OLMAKTAN GEÇER!
"Allah izin vermedikçe
ŞEFÂAT edemez kimse",
Âyetini, "TANRI izin vermedikçe ŞEFÂAT edemez
kimse" diye anlarsak cehennem ateşimiz kolay kolay sönmez bizim! Yanarız
da yanarız!
“Tanrı izin vermedikçe ŞEFÂAT
edemez kimse”, cümlesi ile; “ALLAH izin vermedikçe şefâat edemez kimse”,
cümlesi arasındaki fark nedir?
Evimizdeki nesneyi, biz,
Topkapı Sarayı’nın hazine dairesinde bile arasak bulamayız! Çünkü evimizde!
Biz, “şefâati reddederken”; “şefâat nasıl ulaşır” bize? Basiretimizi örten
perde örtülü olduğu sürece, biz nasıl şefâati görüp, şefâate ulaşabiliriz?
“Tanrı”ya inanırken... “Tanrı”nın büyükelçi(!)sine ve “Arapça bilen Tanrı”nın
“Arapça yazılı gönderilmiş” bir kitaptaki emirnâmesine iman ederken! Türlü
kerâmetleriyle âdeta bir sihirbaz gibi değneği ile bizi cehennemden kurtaracak
“Tanrının Evliyâsı”na inanırken. Nasıl, ŞEFÂAT bize ulaşır?
Allah (özümüzden), izin
vermezken; içindeki, şefâati reddederken; kim şefâat edebilir ki! Basiretimizi
örten perde nasıl kalkar da, şefâate ulaşırız biz! Ve böylece de, nasıl şirki
hafîden arınıp; her şey’in hakikati ve varlığımızın kaynağı olan “ALLAH İsmiyle İşaret Edilen”e iman
edip; “Kur’ân ”ı "OKU"ruz? (şirkten) “arınmamışlar
el sürmesin” dendiği halde Bize kalırsa. Önce, Allah`tan (yani özünden gelen
bir yolla) izin çıkıp, ŞEFÂATE nâil olmak gerek. sonra şefâati değerlendirip,
diğer âfâkî perdelerden arınmak. Sonra da, nefsine bilincine-şuuruna-gerçek
"ben"ine zulmetmeyi terk etmek!
Sen, nefsine sürekli zulmetmektesin;
nefsinin, hakikatini yaşamasına engel olduğun sürece. Üstelik bu gerçeği
bildiğin halde, çevrenle paylaşmıyorsan, o “en yakınım” dediklerine de zulmün
en büyüğünü yapıyorsun!
Ama ben istiyorum da olmuyor!
Niye olmuyor?
Muslukçuda pasta satılmaz! Bilgisayarcıda
ayakkabı aranmaz!
Şeytan, zâhirine bakıp
Âdem’in, “İblis” oldu! Âdem’in, ilmine ve hakikatine bakıp onu
değerlendirebilseydi, bu sahnelenen oyun oynanmayacaktı zaten!
Biz, yalnızca ilim için
yaratıldık! İlmi de, ateşin arkasına koydu ki Allah, korkaklar o ateşe
"nefsim yanmasın, yanarak arınmasın" diyerek yaklaşamasın da;
böylece, yanma korkusuyla, da lâyık olmadıklarını ele geçiremesinler diye.
Ateşte benliğini yakma
korkusunu atıp, içine dalabilenler; Deccal’ın sağ yanındaki ateş Cehenneminden
geçip, ilim ve irfân Cenneti`ne girebilirler! Korkuyu atamayanlar ise, ateşten
geçemezler ve ilme irfâna ulaşamazlar.
Korkuyu atmak gerek! Yunus
Emre’nin dediği "Ödünü sıdır"ın açıklamasını yanındaki arkadaş
yapmıştı bana. Allah’tan yapmış. Sayesinde hep gözü kara daldım her yeni ilmin
içine!.
Geldik elli küsûrlara altmış
küsûrlara. Ne yaşayacağımız, özellikle de aklımız başımızda, ağrısız sızısız
sağlıklı olarak ne kadar yaşayacağımız meçhul!
"Şirki hafi"den
kurtulduk mu?... Vicdanımız cevap versin!...
“ALLAH İsmiyle İşaret Edilen”in, bir “Tanrı” olmayıp; ne
olduğunu fark edip; hiç olmazsa iman edebildik mi?... O`nu her an ve her yerde
görüp, dinleyebiliyor muyuz?... Her dem O`nunla konuştuğumuzun farkında ve
bilincinde miyiz?.
Şefâatin ulaşması için, önce
uzatılanı geri çevirmemek gerek! Şefâat, Cehennem`den kurtulmak içindir; ki bu,
Cehennem`in dünya bölümünde de olur, Âhiret bölümünde de!
Şefâat, Allah`a da ermek içindir! Ki bu da ancak dünyada
iken ilm’ullah’ın zâhir olduğu kişiyi bulmak ve onu değerlendirmekle mümkündür!
Şefâat, kişinin yanlışlarda
ısrarına yol açan, yanlışlarından dönmesine engel olan bilgi yetersizliğini
ortadan kaldırıp, kişiyi o konuda bilgilendirmektir! Nebi ve Resûllerin de,
Evliyanın da şefâati hep bu yoldadır.
Kişi o bilgilerle kendinde
arınmayı oluşturur ve yanmaktan kurtulur! Gereğini de yaşayarak (hem enfüsünde
hem âfâkında) bilinç boyutunda “Allah”a erer!
Öyle ise. Önce, “ötendeki
TANRI” değil, özündeki “ALLAH” izin verecek ki; sen o şefâate açık hâle
geleceksin! Şefâati, def etmeyeceksin. Sonra o, ŞEFÂAT olan bilgiyi
değerlendirecek, ilim doğrultusunda yaşayarak arınacaksın. Sonra da “şirki
hafî” sona erip “ALLAH”a ereceksin.
Kısaca dünkü sorunun cevabı
böyle idi. Bu konuyu etraflı düşünmek, tartışmak ve anlamak, “şefâat” kapısının
açılması demektir, umarım!
Hakkınızı helâl edin bir kusur
ettiysek bilmeyerek!..
Vicdanınızla baş başasınız. O günde hesap görücü olarak
NEFSİNİZ (ilminiz-şuurunuz) yeter! (İsra/14)
(A.
Hulusi Sistemin seslemişi-1)]
[Ek bilgi-2; ŞEFAAT
KONUSU
Şefaat; kişinin perdeli olduğu
hakikatten, o perdesini kaldırarak, o işin hakikatini idrak etmesini
sağlamaktır! “Şefaat etti”nin
mânâsı; kişiye yemek, para, zevk aldığı şeyler elde etmesine yardımcı olmak
değildir!
“Dünya’da Resulallah’ın şefaatine nail olmak” demek, kişinin
perdesinin kalkarak geleceğe dönük veya hakikatine dönük perdesini kaldırmak
demektir.
“Cehennemdeki Resulallah’ın ve mertebe sırasıyla diğer evliyaullâhın
şefaati” demek; o ortamda bulunan imanlı kişilere ortamın gerçekleri ve
kişinin ortamdan kurtulması amacıyla gerekli olan bilgilerin öğretilmesi
demektir. Yoksa bu zâtlar, lokomotif; insanlar da vagon olup çekilip
götürülmeyecekler. İmanlı kişilerin cehennemde kalışlarının TEK sebebi,
Dünya’da gerekli ilmi edinmemiş olmaları dolayısıyla karşılaştıkları o
şartlarda neler yapacaklarını bilememeleridir. İşte cehennemde, imanlı kişilere
bu bilginin aktarılması ve onların bu ilmi aldıktan sonra gerekenleri yaparak
cennete geçmeleri olayına ŞEFAATE NAİL OLDULAR deyimiyle işaret edilir!
ŞEFAAT, perdesi kalkmış bir
kişinin, diğerinin bilincindeki basîret perdesini açmasıdır; genel anlamıyla!
Dünya’da şefaat, kişiye hem
dikey planda getiri sağlar, hem de yatay planda.
Âhirette şefaat ise, yalnızca
yatay planda getiri sağlar.
Kişi Dünya’da şefaati
değerlendirirse, mânen yüksek mertebelere ulaşabilir. Kişi Dünya’da dikey
planda gelen şefaati değerlendiremez ise; âhirette, Dünya’da değerlendirdiği
kadarının, yatay planda olanını değerlendirmek kısıtlamasıyla karşı karşıyadır;
ki bunu da hiç kimse değiştiremez!
Şefaat; insanların,
kendilerini arındırmaları için yapacakları çalışmalar konusunda birisinden
yardım almaktır!
Şefaat; müminlerin cehennemden
çıkıp cennete girebilmeleri için arınma yollarını öğrenmeleridir. Birisi
kolundan tutup da cehennemden çıkarmaz kimseyi!
Şefaat, hangi yanlış anlaması
veya değerlendirmesi nedeniyle cehennemde yanmakta olduğunu ona idrak ettirip;
onun bu eksiğinden arınmasını sağlar, böylece de ona şefaat etmiş olur!
Cennette şefaat yoktur! Ölüm
anından cennete girene kadar gelen bütün şefaatler; kişinin içinde bulunduğu
süreç içinde kendisine azap veren değerlendirme yanlışından kurtulması amacına
dönüktür.
Şefaat edilen kişinin, şefaat
edene inanmış olması şartıyla mümkündür!
(A. Hulusi - Okyanus
ötesinden/1)]
[Ek bilgi-3; ŞEFAAT
NEDİR? (şiir)]
45-) Ve izâ
zükirAllâhu vahdehüşmeezzet kulubülleziyne lâ yu'minune Bil ahireti, ve izâ
zükirelleziyne min dûniHİ izâhüm yestebşirun;
Allâh,
TEK'liği itibarıyla hatırlatıldığında, sonsuz yaşamlarına iman etmeyen
kimselerin şuurları bundan hoşlanmaz! O'nun dûnundakiler anıldığındaysa, hemen
onlar müjdelenmişçesine yüzleri güler! (A. Hulusi)
45 - Böyle
iken Allah bir olarak anıldığı vakit Ahirete inanmayanların yürekleri burkulur
da ondan berikiler anıldığı vakit derhal yüzleri güler. (Elmalı)
Ve izâ zükirAllâhu vahdehüşmeezzet
kulubülleziyne lâ yu'minune Bil ahireh ve ne zaman Allah tek başına
anılsa, ahirete inanmayanların kalpleri nefretle dolup taşar. ve izâ
zükirelleziyne min dûniHİ izâhüm yestebşirun ne zaman da O’nun
dışında başka varlıklar anılsa bu kez aynı kimseler sevinçten uçarlar. Ayete
bakın ayete. Yani Allah tek başına anılınca nefretle dolup taşar kalpleri, ama
putları, o Allah’a ait sıfatları yakıştırdıkları cici putları da anılınca
sevinçten uçarlar.
46-) Kulillâhümme FatırasSemavati vel Ardı Alimel ğaybi
veşşehadeti ente tahkümü beyne ıbadike fiy ma kânu fiyhi yahtelifun;
De ki:
"Ey Allâh'ım, semâların ve arzın Fâtır'ı; gaybı ve şehâdeti bilen;
tartıştıkları konuda kulların arasında sen hüküm verirsin!" (A. Hulusi)
46 - De
ki: ey Gökleri ve Yeri yaradan ve gayb-ü şahadeti bilen Allah’ım! Kullarının
arasında o ihtilâf edip durdukları şeyler hakkında sen hüküm vereceksin.
(Elmalı)
Kulillâhümme de ki ey Allah’ım FatırasSemavati vel
Ard ey göklerin ve yerin yaratıcısı Alimel ğaybi veşşehadeh ey idraki
aşan hakikatleri de idrak edilenleri de bilen Allah’ım ente tahkümü beyne ıbadike fiy ma kânu fiyhi
yahtelifun kullarının tartıştıkları konularda aralarında son sözü
söyleyecek olan yalnızca sensin.
47-) Velev enne lilleziyne zalemu ma fiyl Ardı
cemiy'an ve mislehu meahu leftedev Bihi min suil azâbi yevmel kıyameti, ve beda
lehüm minAllâhi ma lem yekûnu yahtesibun;
Eğer ki
yeryüzündekilerin tümü ve onunla beraber onun misli daha, o zulmedenlerin olsa,
elbette onu, kıyamet sürecindeki azabın kötüsünden (kurtulmak için) fidye
verirlerdi! (Çünkü) Allâh'tan hiç ummadıkları şey onların karşısına çıktı!
(A. Hulusi)
47 - Ve
eğer bütün Arzdakiler, bir misli de beraber o zulmedenlerin olsa Kıyamet günü
azâbın fenalığından kurtulmak için onu mutlak feda ederlerdi zuhur edip de
kendilerine Allah’tan hiç hesap etmedikleri, nesneler. (Elmalı)
Velev enne lilleziyne zalemu ma fiyl Ardı
cemiy'an ve mislehu meahu leftedev Bihi min suil azâbi yevmel kıyameh
ve eğer yer yüzünün tüm serveti, hatta onun bir kat fazlası, zulümde ısrar eden
o kimselerin olsaydı, kıyamet günü çarptırılacakları azabı, berbat cezadan
kurtulmak için onun tamamını fidye olarak vermeye razı olurlardı. Hatta vermeyi
teklif ederlerdi.
ve beda lehüm minAllâhi ma lem yekûnu
yahtesibun zira o gün daha önceden hiç hesaba katmadıkları şeyler
Allah tarafından ortaya çıkarılacak. Ahiret için dışa döndüğü yer, herkesin
maskesiz gerçek yüzüyle arzı endam ettiği yer. Ahiret insanın yüreğinin insanın
vitrini olduğu yer.
48-) Ve beda lehüm seyyiatü ma kesebu ve haka
Bihim ma kânu Bihi yestehziun;
(Yaptıkları sonucu)
kazandıkları şeylerin kötülükleri onlara zâhir oldu; alay ettikleri şey
kendilerini çepeçevre kuşattı! (A. Hulusi)
48 - Öyle
ki yaptıkları amellerin fenalıkları karşılarına çıkmış ve istihza edip
durdukları şeyler kendilerini sarmıştır. (Elmalı)
Ve beda lehüm seyyiatü ma kesebu ve
önceden yaptıkları her kötülük önlerine konacaktır. ve haka Bihim ma kânu Bihi yestehziun
sonuçta alay ede geldikleri gerçek kendilerini bir gün gelecek çepeçevre
kuşatacak ve asla o kuşatmayı yaramayacaklar.
Hayatın geçici yüzünü kalıcı
sanıp, kalıcı yüzünü tiye alan bir zavallı aklın uğrayacağı dehşetengiz hayal
kırıklığıdır dostlar. Rabbim böyle zavallılardan kılmasın imanımızı samimi ve
kabul edilmiş bir iman kılsın.
“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil
alemiyn”
Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan
Allah’a hamd’adır.
145. videonun sonu.
145. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder