26 Nisan 2013 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. ZÜMER (43 - 48) (145-E)



D sayfasından devam


43-) Emittehazû min dûnillâhi şüfe'a'* kul evelev kânu lâ yemlikune şey'en ve lâ ya'kılun;

Yoksa Allâh dûnunda şefaatçiler mi edindiler? De ki: "Ya o edindikleriniz hiçbir şeye sahip olmayan ve akılsız iseler de mi?" (A. Hulusi)

43 - Yoksa Allahın berisinden şefaatçiler mi edindiler? De ki: hiç bir şey'e güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi? (Elmalı)


Emittehazû min dûnillâhi şüfe'a' yoksa onlar Allah’ı bırakıp ta hayali şefaatçiler mi buldular kul evelev kânu lâ yemlikune şey'en ve lâ ya'kılun de ki ne yani hiçbir şeye güçleri yetmezse akılları fikirleri ermese de mi hala onları Allah’a şefaatçi tutacaksınız.


44-) Kul Lillâhiş şefa'atü cemiy'a* leHU Mülküs Semavati vel Ard* sümme ileyhi turce'un;

De ki: "Şefaat tümüyle Allâh'ındır! (Çünkü) semâların ve arzın mülkü O'nundur! Sonra O'na rücu ettirileceksiniz." (A. Hulusi)

44 - De ki Allah’ındır o şefaat bütün, onundur mülkü Göklerin ve Yerin, sonra hep döndürülüp ona götürüleceksiniz. (Elmalı)


Kul Lillâhiş şefa'atü cemiy'a  de ki şefaate izin verme yetkisi tamamıyla ve sadece Allah’a aittir. Şefaatin tümü Allah’a aittir diyen bu ayetler, Allah’ın izin verdiklerini istisna tutan 22. ayet arasındaki te’lifi nasıl yapacağız. Şefaat doğru anlaşılırsa aslında hiçbir problemin olmadığı görülür. Yeter ki anlama problemini halledelim.

Şefaat; Ödül, tevdidir demiştik. Daha önce defaatle. Yani şefaat yetkisi verme izni sadece Allah’a aittir. Şefaatin kendisi de bir ödüldür. Şefaat kişiye istediğine af yetkisi vermek değil, Allah’ın kuluna verdiği ödülü birine verdirmesi, tevdi ettirmesi. Şu ödülü sen sun diyerek onu da onurlandırması ve ödüllendirmesidir. Şimdi bir kurumun verdiği ödülü, ödül tören günü anında orada bulunan konuklardan hatırlı misafirlerden birine; Bu ödülü ödül sahibine siz tevdi eder misiniz deyip ona verdirmek nasıl bir şeydir. O zata da onur vermektir, onu da onurlandırmaktır.

Peki ödülü alan kimse teşekkür edecekse asıl teşekkürü kime etmelidir? Ödülü kendisine tevdi edene değil, o zaman ekmeği verene değil ekmeğin kendisine teşekkür etmiş olur. Ödülü asıl verene teşekkür etmelidir. Çünkü ödül tevdi eden ödülü veren değil, o sadece aracı olandır. Orada sadece onurlandırılandır. O da senin gibi ödül vermekle onurlandırılmıştır. O nedenle şefaati doğru anladığımızda, özellikle şu ayet ışığında anladığımızda problem kalmamaktadır.

Ve lâ tenfa'uş şefa'atü 'ındeHU illâ limen ezine lehu. (Sebe’/23) hiç kimseye hiçbir şefaat fayda vermez ancak O’nun izin verdiği kimse şefaat edebilir diyor sebe/23 ayeti.

leHU Mülküs Semavati vel Ard gökler ve yerin mutlak otoritesi de ona aittir. sümme ileyhi turce'un sonunda sadece O’na döndürüleceksiniz.

[Ek bilgi-1; ŞEFAAT VE ŞİRK

..Allah`a imanın yolu da, cehennemden kurtuluşun yolu da hep şirki hafîden kurtulmak için ŞEFÂATE NÂİL OLMAKTAN GEÇER!

"Allah izin vermedikçe ŞEFÂAT edemez kimse",
Âyetini, "TANRI izin vermedikçe ŞEFÂAT edemez kimse" diye anlarsak cehennem ateşimiz kolay kolay sönmez bizim! Yanarız da yanarız!

“Tanrı izin vermedikçe ŞEFÂAT edemez kimse”, cümlesi ile; “ALLAH izin vermedikçe şefâat edemez kimse”, cümlesi arasındaki fark nedir?

Evimizdeki nesneyi, biz, Topkapı Sarayı’nın hazine dairesinde bile arasak bulamayız! Çünkü evimizde! Biz, “şefâati reddederken”; “şefâat nasıl ulaşır” bize? Basiretimizi örten perde örtülü olduğu sürece, biz nasıl şefâati görüp, şefâate ulaşabiliriz? “Tanrı”ya inanırken... “Tanrı”nın büyükelçi(!)sine ve “Arapça bilen Tanrı”nın “Arapça yazılı gönderilmiş” bir kitaptaki emirnâmesine iman ederken! Türlü kerâmetleriyle âdeta bir sihirbaz gibi değneği ile bizi cehennemden kurtaracak “Tanrının Evliyâsı”na inanırken. Nasıl, ŞEFÂAT bize ulaşır?

Allah (özümüzden), izin vermezken; içindeki, şefâati reddederken; kim şefâat edebilir ki! Basiretimizi örten perde nasıl kalkar da, şefâate ulaşırız biz! Ve böylece de, nasıl şirki hafîden arınıp; her şey’in hakikati ve varlığımızın kaynağı olan “ALLAH İsmiyle İşaret Edilen”e iman edip; “Kur’ân ”ı "OKU"ruz? (şirkten) “arınmamışlar el sürmesin” dendiği halde Bize kalırsa. Önce, Allah`tan (yani özünden gelen bir yolla) izin çıkıp, ŞEFÂATE nâil olmak gerek. sonra şefâati değerlendirip, diğer âfâkî perdelerden arınmak. Sonra da, nefsine bilincine-şuuruna-gerçek "ben"ine zulmetmeyi terk etmek!

Sen, nefsine sürekli zulmetmektesin; nefsinin, hakikatini yaşamasına engel olduğun sürece. Üstelik bu gerçeği bildiğin halde, çevrenle paylaşmıyorsan, o “en yakınım” dediklerine de zulmün en büyüğünü yapıyorsun!

Ama ben istiyorum da olmuyor! Niye olmuyor?

Muslukçuda pasta satılmaz! Bilgisayarcıda ayakkabı aranmaz!

Şeytan, zâhirine bakıp Âdem’in, “İblis” oldu! Âdem’in, ilmine ve hakikatine bakıp onu değerlendirebilseydi, bu sahnelenen oyun oynanmayacaktı zaten!

Biz, yalnızca ilim için yaratıldık! İlmi de, ateşin arkasına koydu ki Allah, korkaklar o ateşe "nefsim yanmasın, yanarak arınmasın" diyerek yaklaşamasın da; böylece, yanma korkusuyla, da lâyık olmadıklarını ele geçiremesinler diye.

Ateşte benliğini yakma korkusunu atıp, içine dalabilenler; Deccal’ın sağ yanındaki ateş Cehenneminden geçip, ilim ve irfân Cenneti`ne girebilirler! Korkuyu atamayanlar ise, ateşten geçemezler ve ilme irfâna ulaşamazlar.

Korkuyu atmak gerek! Yunus Emre’nin dediği "Ödünü sıdır"ın açıklamasını yanındaki arkadaş yapmıştı bana. Allah’tan yapmış. Sayesinde hep gözü kara daldım her yeni ilmin içine!.

Geldik elli küsûrlara altmış küsûrlara. Ne yaşayacağımız, özellikle de aklımız başımızda, ağrısız sızısız sağlıklı olarak ne kadar yaşayacağımız meçhul!

"Şirki hafi"den kurtulduk mu?... Vicdanımız cevap versin!...
“ALLAH İsmiyle İşaret Edilen”in, bir “Tanrı” olmayıp; ne olduğunu fark edip; hiç olmazsa iman edebildik mi?... O`nu her an ve her yerde görüp, dinleyebiliyor muyuz?... Her dem O`nunla konuştuğumuzun farkında ve bilincinde miyiz?.

Şefâatin ulaşması için, önce uzatılanı geri çevirmemek gerek! Şefâat, Cehennem`den kurtulmak içindir; ki bu, Cehennem`in dünya bölümünde de olur, Âhiret bölümünde de!
Şefâat, Allah`a da ermek içindir! Ki bu da ancak dünyada iken ilm’ullah’ın zâhir olduğu kişiyi bulmak ve onu değerlendirmekle mümkündür!

Şefâat, kişinin yanlışlarda ısrarına yol açan, yanlışlarından dönmesine engel olan bilgi yetersizliğini ortadan kaldırıp, kişiyi o konuda bilgilendirmektir! Nebi ve Resûllerin de, Evliyanın da şefâati hep bu yoldadır.

Kişi o bilgilerle kendinde arınmayı oluşturur ve yanmaktan kurtulur! Gereğini de yaşayarak (hem enfüsünde hem âfâkında) bilinç boyutunda “Allah”a erer!

Öyle ise. Önce, “ötendeki TANRI” değil, özündeki “ALLAH” izin verecek ki; sen o şefâate açık hâle geleceksin! Şefâati, def etmeyeceksin. Sonra o, ŞEFÂAT olan bilgiyi değerlendirecek, ilim doğrultusunda yaşayarak arınacaksın. Sonra da “şirki hafî” sona erip “ALLAH”a ereceksin.

Kısaca dünkü sorunun cevabı böyle idi. Bu konuyu etraflı düşünmek, tartışmak ve anlamak, “şefâat” kapısının açılması demektir, umarım!

Hakkınızı helâl edin bir kusur ettiysek bilmeyerek!..
Vicdanınızla baş başasınız. O günde hesap görücü olarak NEFSİNİZ (ilminiz-şuurunuz) yeter! (İsra/14)
(A.           Hulusi Sistemin seslemişi-1)]

[Ek bilgi-2; ŞEFAAT KONUSU

Şefaat; kişinin perdeli olduğu hakikatten, o perdesini kaldırarak, o işin hakikatini idrak etmesini sağlamaktır! “Şefaat etti”nin mânâsı; kişiye yemek, para, zevk aldığı şeyler elde etmesine yardımcı olmak değildir!

Dünya’da Resulallah’ın şefaatine nail olmak” demek, kişinin perdesinin kalkarak geleceğe dönük veya hakikatine dönük perdesini kaldırmak demektir.

Cehennemdeki Resulallah’ın ve mertebe sırasıyla diğer evliyaullâhın şefaati” demek; o ortamda bulunan imanlı kişilere ortamın gerçekleri ve kişinin ortamdan kurtulması amacıyla gerekli olan bilgilerin öğretilmesi demektir. Yoksa bu zâtlar, lokomotif; insanlar da vagon olup çekilip götürülmeyecekler. İmanlı kişilerin cehennemde kalışlarının TEK sebebi, Dünya’da gerekli ilmi edinmemiş olmaları dolayısıyla karşılaştıkları o şartlarda neler yapacaklarını bilememeleridir. İşte cehennemde, imanlı kişilere bu bilginin aktarılması ve onların bu ilmi aldıktan sonra gerekenleri yaparak cennete geçmeleri olayına ŞEFAATE NAİL OLDULAR deyimiyle işaret edilir!

ŞEFAAT, perdesi kalkmış bir kişinin, diğerinin bilincindeki basîret perdesini açmasıdır; genel anlamıyla!

Dünya’da şefaat, kişiye hem dikey planda getiri sağlar, hem de yatay planda.

Âhirette şefaat ise, yalnızca yatay planda getiri sağlar.

Kişi Dünya’da şefaati değerlendirirse, mânen yüksek mertebelere ulaşabilir. Kişi Dünya’da dikey planda gelen şefaati değerlendiremez ise; âhirette, Dünya’da değerlendirdiği kadarının, yatay planda olanını değerlendirmek kısıtlamasıyla karşı karşıyadır; ki bunu da hiç kimse değiştiremez!

Şefaat; insanların, kendilerini arındırmaları için yapacakları çalışmalar konusunda birisinden yardım almaktır!

Şefaat; müminlerin cehennemden çıkıp cennete girebilmeleri için arınma yollarını öğrenmeleridir. Birisi kolundan tutup da cehennemden çıkarmaz kimseyi!

Şefaat, hangi yanlış anlaması veya değerlendirmesi nedeniyle cehennemde yanmakta olduğunu ona idrak ettirip; onun bu eksiğinden arınmasını sağlar, böylece de ona şefaat etmiş olur!

Cennette şefaat yoktur! Ölüm anından cennete girene kadar gelen bütün şefaatler; kişinin içinde bulunduğu süreç içinde kendisine azap veren değerlendirme yanlışından kurtulması amacına dönüktür.

Şefaat edilen kişinin, şefaat edene inanmış olması şartıyla mümkündür!

(A. Hulusi - Okyanus ötesinden/1)]

[Ek bilgi-3; ŞEFAAT NEDİR? (şiir)]


45-) Ve izâ zükirAllâhu vahdehüşmeezzet kulubülleziyne lâ yu'minune Bil ahireti, ve izâ zükirelleziyne min dûniHİ izâhüm yestebşirun;

Allâh, TEK'liği itibarıyla hatırlatıldığında, sonsuz yaşamlarına iman etmeyen kimselerin şuurları bundan hoşlanmaz! O'nun dûnundakiler anıldığındaysa, hemen onlar müjdelenmişçesine yüzleri güler! (A. Hulusi)

45 - Böyle iken Allah bir olarak anıldığı vakit Ahirete inanmayanların yürekleri burkulur da ondan berikiler anıldığı vakit derhal yüzleri güler. (Elmalı)


Ve izâ zükirAllâhu vahdehüşmeezzet kulubülleziyne lâ yu'minune Bil ahireh ve ne zaman Allah tek başına anılsa, ahirete inanmayanların kalpleri nefretle dolup taşar. ve izâ zükirelleziyne min dûniHİ izâhüm yestebşirun ne zaman da O’nun dışında başka varlıklar anılsa bu kez aynı kimseler sevinçten uçarlar. Ayete bakın ayete. Yani Allah tek başına anılınca nefretle dolup taşar kalpleri, ama putları, o Allah’a ait sıfatları yakıştırdıkları cici putları da anılınca sevinçten uçarlar.


 46-) Kulillâhümme FatırasSemavati vel Ardı Alimel ğaybi veşşehadeti ente tahkümü beyne ıbadike fiy ma kânu fiyhi yahtelifun;

De ki: "Ey Allâh'ım, semâların ve arzın Fâtır'ı; gaybı ve şehâdeti bilen; tartıştıkları konuda kulların arasında sen hüküm verirsin!" (A. Hulusi)

46 - De ki: ey Gökleri ve Yeri yaradan ve gayb-ü şahadeti bilen Allah’ım! Kullarının arasında o ihtilâf edip durdukları şeyler hakkında sen hüküm vereceksin. (Elmalı)


Kulillâhümme de ki ey Allah’ım FatırasSemavati vel Ard ey göklerin ve yerin yaratıcısı Alimel ğaybi veşşehadeh ey idraki aşan hakikatleri de idrak edilenleri de bilen Allah’ım ente tahkümü beyne ıbadike fiy ma kânu fiyhi yahtelifun kullarının tartıştıkları konularda aralarında son sözü söyleyecek olan yalnızca sensin.


47-) Velev enne lilleziyne zalemu ma fiyl Ardı cemiy'an ve mislehu meahu leftedev Bihi min suil azâbi yevmel kıyameti, ve beda lehüm minAllâhi ma lem yekûnu yahtesibun;

Eğer ki yeryüzündekilerin tümü ve onunla beraber onun misli daha, o zulmedenlerin olsa, elbette onu, kıyamet sürecindeki azabın kötüsünden (kurtulmak için) fidye verirlerdi! (Çünkü) Allâh'tan hiç ummadıkları şey onların karşısına çıktı! (A. Hulusi)

47 - Ve eğer bütün Arzdakiler, bir misli de beraber o zulmedenlerin olsa Kıyamet günü azâbın fenalığından kurtulmak için onu mutlak feda ederlerdi zuhur edip de kendilerine Allah’tan hiç hesap etmedikleri, nesneler. (Elmalı)


Velev enne lilleziyne zalemu ma fiyl Ardı cemiy'an ve mislehu meahu leftedev Bihi min suil azâbi yevmel kıyameh ve eğer yer yüzünün tüm serveti, hatta onun bir kat fazlası, zulümde ısrar eden o kimselerin olsaydı, kıyamet günü çarptırılacakları azabı, berbat cezadan kurtulmak için onun tamamını fidye olarak vermeye razı olurlardı. Hatta vermeyi teklif ederlerdi.

ve beda lehüm minAllâhi ma lem yekûnu yahtesibun zira o gün daha önceden hiç hesaba katmadıkları şeyler Allah tarafından ortaya çıkarılacak. Ahiret için dışa döndüğü yer, herkesin maskesiz gerçek yüzüyle arzı endam ettiği yer. Ahiret insanın yüreğinin insanın vitrini olduğu yer.


48-) Ve beda lehüm seyyiatü ma kesebu ve haka Bihim ma kânu Bihi yestehziun;

(Yaptıkları sonucu) kazandıkları şeylerin kötülükleri onlara zâhir oldu; alay ettikleri şey kendilerini çepeçevre kuşattı! (A. Hulusi)

48 - Öyle ki yaptıkları amellerin fenalıkları karşılarına çıkmış ve istihza edip durdukları şeyler kendilerini sarmıştır. (Elmalı)


Ve beda lehüm seyyiatü ma kesebu ve önceden yaptıkları her kötülük önlerine konacaktır. ve haka Bihim ma kânu Bihi yestehziun sonuçta alay ede geldikleri gerçek kendilerini bir gün gelecek çepeçevre kuşatacak ve asla o kuşatmayı yaramayacaklar.

Hayatın geçici yüzünü kalıcı sanıp, kalıcı yüzünü tiye alan bir zavallı aklın uğrayacağı dehşetengiz hayal kırıklığıdır dostlar. Rabbim böyle zavallılardan kılmasın imanımızı samimi ve kabul edilmiş bir iman kılsın.


“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.


145. videonun sonu.
145. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder