22 Nisan 2013 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. ZÜMER (21 - 22) (145-A)






Sevgili Kur’an dostları geçtiğimiz ders Zümer/20 ayetine kadar işlemiştik. İşlediğimiz ayetlerde tevhid ve şirkin tabiatına atıf yapılıyor, tevhid binasını kökten tahrip eden şirkin insanı nasıl kendisine, tabiata, Allah’a, hakikate karşı yabancılaştırdığı vurgulanıyordu. Şimdi yine aynı konunun bir devamı sayılması gereken ayetlerle dersimize devam ediyoruz.




21-) Elem tera ennAllâhe enzele mines Semai maen feselekehu yenabiy'a fiyl Ardı sümme yuhricü Bihi zer'an muhtelifen elvanühu sümme yehiycü feterahu musferren sümme yec'aluhu hutama* inne fiy zâlike le zikra li ülil elbab;

Görmedin mi ki Allâh, semâdan (Esmâ mânâlarının açığa çıkışı olan şuurdan) bir su (ilim) inzâl etti de onu arzdaki (bedendeki) kaynaklara (beyine) koydu... Sonra ondaki kuvvelerle renkleri muhtelif (çeşitli huyların sonucu) ekinler (üretim) açığa çıkarıyor... Sonra kurur da sen onu sararmış görürsün (oluşumu sırasında çok değer verdiğin şeyler, olup bittikten sonra bakarsın tüm değerini yitirir)... Sonra onu bir hutam (kuru bitki, çer - çöp) kılar! Muhakkak ki bu (misalde) derin düşünen akıl sahipleri için elbette bir ders vardır! (A. Hulusi)

21 - Onu sararmış, sonra da onu bir çöpe çevirir, elbette bunda bir ihtar var temiz akılları olanlar için. (Elmalı)


Elem tera ennAllâhe enzele mines Semai maen feselekehu yenabiy'a fiyl Ard ey insan, ey muhatap, ey bu vahyin kendisine hitap ettiği akıl sahibi. Görmez misin ki Allah yağmuru gökten indirdi ve onu yer yüzünde kaynakla halinde akıttı. sümme yuhricü Bihi zer'an muhtelifen elvanüh sonra da onunla farklı renklerde bitkiler çıkardı. Farklı kokularda, farklı tatlarda, farklı lezzetlerde farklı boylarda farklı görünüşlerde. Ama hepsi de bir amaca mebni hepsi de bir işlevi olan, hiç biri amaçsız olmayan, yersiz olmayan bitkilere dönüştürdü. Yani yağmurdan bitkiye geçiş sürecini ele alıyor ayet.

Kur’an ın neresinde yağmurla ilgili bir ayet varsa zımnen vahye atıf demektir. Bunu hatırlayarak devam edelim. sümme yehiycü feterahu musferren sonra onları kuruttu. Artık sen onları sararmış bir halde, boynunu bükmüş bir halde, artık kurumaya yüz tutmuş bir halde görürsün. sümme yec'aluhu hutaman en sonunda orada da kalmaz ve onu çerçöpe döndürür. inne fiy zâlike le zikra li ülil elbab işte bütün bunlarda akletme yeteneğini tam kullananlar için mutlaka bir ders vardır.

Evet değerli dostlar, Ayat-ı kâinata döndürdü gözümüzü bu ayet. Kevni ayetleri bize okumamız için sergiledi. Yağmur dedi, gökler dedi, bitki dedi, sararmış dedi ve en sonunda çer çöpe dönmüş dedi. Yani hayatın başlangıç ve bitişine atıf yaptı. Yani eşyanın ölümü yasasına atıf yaptı. Ölümlü olan her şeyin aslında yeniden dirilişe gebe olduğunu da söyledi. Aslında varlığın tabi olduğu bu yasayı bize hatırlatarak insanoğlunu kendisine davet etti.

Aklını başına almaya, bundan ders çıkarmaya, nasıl ki bir damlacık su ile hayat yolculuğuna çıkıp; Önce çocuk sonra genç, sonra olgun, sonra yaşlı ve sonra da ölüm kapısını çalıyor, ama bu bitiş sayılmıyor, yani geldiği yere dönüyor ve geldiği yerden tekrar dönmek için hazırlanıyorsa, insanoğlunu da bir ahiretin beklediğini hatırlattı.

Tabiatta son baharda tüm yapraklarını dökmüş ve tüm canlılığını kaybetmiş gibi duran ağaçların baharla birlikte nasıl yeniden Ba’sü Ba’del mevt ine, yeniden dirilişine kavuştuğunu bize insanoğlunun geleceğini, yani ahireti belgeleyen bir ibret olarak sundu. Yağmurla vahiy arasında hep bağ kurmamızı ister Kur’an. Belki önceki vahiylerin başına gelenle, baharın başına gelen arasında bir bağ kurmamızı ister.

Tamam da diyeceksiniz bu ayette aynı zamanda baharın son bahara. Yeşil yaprağın sararmış gazele dönüşü dile getiriliyor. Eğer vahiyle bağlantı kuracaksak bunu nasıl te’lif edeceğiz, bağlıyacağız? Kolay. Önceki vahitler ve onlara iman etmiş olan insanlar, ki insanlığın başlangıcı doğru olarak başladı, vahiyle başladı. İnsanlık özü itibarıyla Allah’a dost olarak çıktı yola. Ama nasıl oldu da sonradan yolunu şaşırdı. Bunca vahiy gelmesine rağmen nasıl oldu da vahyin yasakladığı yollara saptı diye sorarsanız tabiata bakın.

İnsanoğlu zaman içinde vahiylerin gönüllerde estirdiği bahar iklimi, yerini güze terk etti. Yani adeta yüreklerde de 4 iklim hüküm sürdü. Nesilden nesile böyle bir süreç oluştu. Her şey ölümlülük yasasına tabi idi. Onun için vahiyler indiğinde bir baharın habercisi oldular. Kışını yaşayan insanlığa bir baharı getirdiler. O vahyin bahara dönüştürdüğü gönüller zaman içerisinde vahiyle olan bağlarını kopardılar. Koparınca yemyeşil olan yürekler sarardı, soldu ve giderek bahar yaza, yaz güze döndü ve güz de kışa.

Ve Allah arkasından bir baharı daha müjdeleyen yeni bir vahiy gönderdi. Yeni bir peygamber gönderdi. Böyle, böyle, böyle insan aklını tarih içerisinde kolektif aklı olgunlaştırdı. İnsanlık ne zaman ki artık aklen rüşt çağına ulaştı o zaman son peygamberi gönderip onunla son vahyi insanlığa inzal etti. Ve artık peygamberler eliyle yaptığını rabbimiz vahiy eliyle yaptı. Ondan sonra artık insanlığın ufkunda vahiy bizzat prensiplerin kendisi duracaktı. Artık tüm zamanlar ve tüm mekanlarda solmayan eskimeyen, pörsümeyen, sararmayan, son baharı gelmeyen vahiy tohumu duracaktı. Eğer bu vahit tohumunu yürek tarlasına iman rahmeti ile ekerseniz o zaman hangi çağda, ne kadar sonra hangi zeminde ve mekanda olursa olsun orada bir bahar gelecek, orada yeniden baharın müjdecisi olan çiçekler açacaktı. İşte bu ayette bize onu hatırlattı.

İnsan bilinci solar ve eskir. Solduğu ve eskidiği için zikr koydu rabbimiz vahyin adını İnna nahnu nezzelnez Zikra.. (Hicr/9) Biz, elbette biz indirdik zikri. Zikr, yani hatırlama, hatırlatıcı. Neden? Çünkü hafıza solar. Çünkü insan unutur. Hafızanın da güzü vardır, sararır. Ama onu yeniden bahara kavuşturmak zikr ile mümkündür. Yani yeniden hatırlarsanız, yeniden doğarsınız. Vahyi yeniden Allah size nazil eder. sonsuz kez.

İşte aslında bu ayetin bize hatırlattığı buydu. Eğer siz vahiy ile sağlıklı ilişki kurarsanız içinizdeki güz yerini yemyeşil bir bahara terk edecektir.


22-) Efemen şerahAllâhu sadrehû lil İslâmi fe huve alâ nûrin min Rabbih* feveylün lil kasiyeti kulûbühüm min zikrillâh* ülâike fiy dalâlin mubiyn;

Allâh kimin derûnunu İslâm'ı kavrayacak şekilde genişletti ise, o Rabbinden bir nûr üzere değil midir? Allâh'ın zikrinden (hatırlattığından) kalpleri kasavetlenene (içleri sıkılıp bunalanlara) yazıklar olsun! İşte onlar apaçık şekilde (hakikatten) sapmayı yaşamaktadırlar! (A. Hulusi)

22 - Demek ki her kimin Allah bağını İslâm’a açmış ise işte o rabbinden bir nur üzerinde değil mi? O halde vay o Allahın zikrinden kalpleri katılara onlar bir açık dalâl içindedirler. (Elmalı)


Efemen şerahAllâhu sadrehû lil İslâmi fe huve alâ nûrin min Rabbih* feveylün lil kasiyeti kulûbühüm min zikrillâh ne o yoksa Allah’ın gönlünü İslam’a açtığı, kalbini İslam’a açtığı ve böylece rabbinden bir ışık bir nûr üzere olan kimse Allah’ı hatırlamaktan uzaklaşıp kalpleri katılaştığı için kendisine yazık eden, kendisini harcayan, kendisini israf eden kimseyle aynı olur mu? Bir tutulur mu?

Vahiy yağmurunun yürekte ki baharı Akleden kalbin o yağmura kendini açtığı kadar gerçekleşir. Eğer açmazsa gerçekleşmez. İslam bir ışıktır. Fakat ışığın olması, görmek için yeterli değildir. Göz de gerekir. Onun için ışık tek başına yetmez. Göz; Akleden kalptir. Eğer kapanırsa karanlıkta kalır. İşte ayette lil kasiyeti kulûbühüm kalbi karanlıkta kalmış kimseler. Çünkü gözünü ışığa açmamış.

Öyle değil mi ama, gözünü kapayan dünyayı kendisine zindan eder. Işıktan rahatsız olan yarasa tabiatlılar vahiy ışığına gözlerini kapamak için kendilerine mağara ararlar ve onlar hep ışıktan rahatsız olurlar. Onun için de vahyin hatırlatılması onları huysuzlandırır. Olağan üstü hırçınlaştırır. Bakarsınız olduğu yerde duramaz. Allah’tan, peygamberden, ahlaktan, ölümden, ahiretten, kitaptan, vahiyden söz etmeye görün yanlarında, renkleri atar. Karıncalanmaya başlarlar. Çünkü ışıktan rahatsız olmuşlardır. Çünkü aydınlıkta kendilerini seyretmek istememektedirler. Çünkü yüzlerine ayna tutulmasından hoşlanmazlar. Çünkü yüzlerini görmek istemezler. Onlar hayali güzeli çirkin gerçeğe, kendi gerçeklerine tercih etmişlerdir. Gerçek yüzlerini onun için seyredemezler. Eğer edebilselerdi muhasebe yaparlardı.

Zaten vahyin amacı da ne ki? İnsana ayna tutup ey insan seyreyle kendini demek değil mi? Vahyin amacı bundan başka ne ki. Ey insan kendine dön demekten başka. Ey insan kendinle barış, kendine tanış, kendine buluş, kendinle biliş, kendinle sarış demekten başka nedir ki.

Ama bu kolay mı sanıyorsunuz. Bu çok zor bir şey. İnsanın kendisine gerçeği söylemesi, kendi yüzünü gerçeğin aynasında maskesiz bir biçimde seyretmesi, yüzüm zannettiği maskelerini çıkarması, fora etmesi ve gerçeği çıplak yüzü ile karşı karşıya kalıp itiraf etmesi, istiğfar etmesi, Allah’a yönelmesi kolay mı sanıyorsunuz. Zaten bunu becerdiği anda vahyin şefkatli kollarına teslim olacaktır. Onun için vahiy bir ışık. Bu ışığa karşı gözlerini kapatan elbette kendinse dünyayı zindan eder. Allah saptırmaz insanı elbet. Fakat insanın kendisi sapar. Onun içindir ki devamında ki ayet onu güzel ifade edecek.

ülâike fiy dalâlin mubiyn böyleleri apaçık bir sapıklığa mahkum olacaklardır. Neden? Allah saptırdığı için mi? (Haşa) asla. Kendileri sapmayı tercih ettiler. Gözlerini ışığa kapadılar, onun içinde görmediler. Görmediklerinden dolayı da yoldan saptılar. Görmeden yürümeye kalkmak, nereye yürüdüğünü bilmemektir. Onun için onlar sapmayı istedi, gözlerini ısrarla açmamakta direndiler, Allah’ta onları saptırdı. İşte bu. Yoksa Allah’a iftira edemezler. Gözlerini açsalardı, ışık inmişti, ışık kendilerine gelmişti. Ama açmadılar.


Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
145. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder