Sevgili Kur’an dostları
geçtiğimiz ders Zümer/20 ayetine kadar işlemiştik. İşlediğimiz ayetlerde tevhid
ve şirkin tabiatına atıf yapılıyor, tevhid binasını kökten tahrip eden şirkin
insanı nasıl kendisine, tabiata, Allah’a, hakikate karşı yabancılaştırdığı
vurgulanıyordu. Şimdi yine aynı konunun bir devamı sayılması gereken ayetlerle
dersimize devam ediyoruz.
21-) Elem tera ennAllâhe enzele mines Semai
maen feselekehu yenabiy'a fiyl Ardı sümme yuhricü Bihi zer'an muhtelifen
elvanühu sümme yehiycü feterahu musferren sümme yec'aluhu hutama* inne fiy
zâlike le zikra li ülil elbab;
Görmedin
mi ki Allâh, semâdan (Esmâ mânâlarının açığa
çıkışı olan şuurdan) bir su (ilim) inzâl etti de onu
arzdaki (bedendeki) kaynaklara (beyine) koydu... Sonra ondaki kuvvelerle renkleri muhtelif (çeşitli huyların sonucu)
ekinler (üretim)
açığa çıkarıyor... Sonra kurur da sen onu sararmış görürsün (oluşumu sırasında çok değer verdiğin şeyler, olup bittikten
sonra bakarsın tüm değerini yitirir)... Sonra
onu bir hutam (kuru bitki, çer - çöp) kılar! Muhakkak ki bu (misalde) derin düşünen akıl sahipleri için elbette bir ders
vardır! (A. Hulusi)
21 -
Onu sararmış, sonra da onu bir çöpe çevirir, elbette bunda bir ihtar var temiz
akılları olanlar için. (Elmalı)
Elem tera ennAllâhe enzele mines Semai maen
feselekehu yenabiy'a fiyl Ard ey insan, ey muhatap, ey bu vahyin
kendisine hitap ettiği akıl sahibi. Görmez misin ki Allah yağmuru gökten
indirdi ve onu yer yüzünde kaynakla halinde akıttı. sümme yuhricü Bihi zer'an muhtelifen elvanüh
sonra da onunla farklı renklerde bitkiler çıkardı. Farklı kokularda, farklı
tatlarda, farklı lezzetlerde farklı boylarda farklı görünüşlerde. Ama hepsi de
bir amaca mebni hepsi de bir işlevi olan, hiç biri amaçsız olmayan, yersiz
olmayan bitkilere dönüştürdü. Yani yağmurdan bitkiye geçiş sürecini ele alıyor
ayet.
Kur’an ın neresinde yağmurla
ilgili bir ayet varsa zımnen vahye atıf demektir. Bunu hatırlayarak devam
edelim. sümme
yehiycü feterahu musferren sonra onları kuruttu. Artık sen onları
sararmış bir halde, boynunu bükmüş bir halde, artık kurumaya yüz tutmuş bir
halde görürsün. sümme
yec'aluhu hutaman en sonunda orada da kalmaz ve onu çerçöpe
döndürür. inne
fiy zâlike le zikra li ülil elbab işte bütün bunlarda akletme
yeteneğini tam kullananlar için mutlaka bir ders vardır.
Evet değerli dostlar, Ayat-ı
kâinata döndürdü gözümüzü bu ayet. Kevni ayetleri bize okumamız için sergiledi.
Yağmur dedi, gökler dedi, bitki dedi, sararmış dedi ve en sonunda çer çöpe
dönmüş dedi. Yani hayatın başlangıç ve bitişine atıf yaptı. Yani eşyanın ölümü
yasasına atıf yaptı. Ölümlü olan her şeyin aslında yeniden dirilişe gebe
olduğunu da söyledi. Aslında varlığın tabi olduğu bu yasayı bize hatırlatarak
insanoğlunu kendisine davet etti.
Aklını başına almaya, bundan ders
çıkarmaya, nasıl ki bir damlacık su ile hayat yolculuğuna çıkıp; Önce çocuk
sonra genç, sonra olgun, sonra yaşlı ve sonra da ölüm kapısını çalıyor, ama bu
bitiş sayılmıyor, yani geldiği yere dönüyor ve geldiği yerden tekrar dönmek
için hazırlanıyorsa, insanoğlunu da bir ahiretin beklediğini hatırlattı.
Tabiatta son baharda tüm
yapraklarını dökmüş ve tüm canlılığını kaybetmiş gibi duran ağaçların baharla
birlikte nasıl yeniden Ba’sü Ba’del mevt ine, yeniden dirilişine kavuştuğunu
bize insanoğlunun geleceğini, yani ahireti belgeleyen bir ibret olarak sundu.
Yağmurla vahiy arasında hep bağ kurmamızı ister Kur’an. Belki önceki vahiylerin
başına gelenle, baharın başına gelen arasında bir bağ kurmamızı ister.
Tamam da diyeceksiniz bu ayette
aynı zamanda baharın son bahara. Yeşil yaprağın sararmış gazele dönüşü dile
getiriliyor. Eğer vahiyle bağlantı kuracaksak bunu nasıl te’lif edeceğiz,
bağlıyacağız? Kolay. Önceki vahitler ve onlara iman etmiş olan insanlar, ki
insanlığın başlangıcı doğru olarak başladı, vahiyle başladı. İnsanlık özü
itibarıyla Allah’a dost olarak çıktı yola. Ama nasıl oldu da sonradan yolunu
şaşırdı. Bunca vahiy gelmesine rağmen nasıl oldu da vahyin yasakladığı yollara
saptı diye sorarsanız tabiata bakın.
İnsanoğlu zaman içinde vahiylerin
gönüllerde estirdiği bahar iklimi, yerini güze terk etti. Yani adeta yüreklerde
de 4 iklim hüküm sürdü. Nesilden nesile böyle bir süreç oluştu. Her şey
ölümlülük yasasına tabi idi. Onun için vahiyler indiğinde bir baharın habercisi
oldular. Kışını yaşayan insanlığa bir baharı getirdiler. O vahyin bahara
dönüştürdüğü gönüller zaman içerisinde vahiyle olan bağlarını kopardılar.
Koparınca yemyeşil olan yürekler sarardı, soldu ve giderek bahar yaza, yaz güze
döndü ve güz de kışa.
Ve Allah arkasından bir baharı
daha müjdeleyen yeni bir vahiy gönderdi. Yeni bir peygamber gönderdi. Böyle,
böyle, böyle insan aklını tarih içerisinde kolektif aklı olgunlaştırdı.
İnsanlık ne zaman ki artık aklen rüşt çağına ulaştı o zaman son peygamberi
gönderip onunla son vahyi insanlığa inzal etti. Ve artık peygamberler eliyle
yaptığını rabbimiz vahiy eliyle yaptı. Ondan sonra artık insanlığın ufkunda
vahiy bizzat prensiplerin kendisi duracaktı. Artık tüm zamanlar ve tüm
mekanlarda solmayan eskimeyen, pörsümeyen, sararmayan, son baharı gelmeyen vahiy
tohumu duracaktı. Eğer bu vahit tohumunu yürek tarlasına iman rahmeti ile
ekerseniz o zaman hangi çağda, ne kadar sonra hangi zeminde ve mekanda olursa
olsun orada bir bahar gelecek, orada yeniden baharın müjdecisi olan çiçekler
açacaktı. İşte bu ayette bize onu hatırlattı.
İnsan bilinci solar ve eskir.
Solduğu ve eskidiği için zikr koydu rabbimiz vahyin adını İnna nahnu
nezzelnez Zikra.. (Hicr/9) Biz, elbette biz indirdik zikri. Zikr,
yani hatırlama, hatırlatıcı. Neden? Çünkü hafıza solar. Çünkü insan unutur.
Hafızanın da güzü vardır, sararır. Ama onu yeniden bahara kavuşturmak zikr ile
mümkündür. Yani yeniden hatırlarsanız, yeniden doğarsınız. Vahyi yeniden Allah
size nazil eder. sonsuz kez.
İşte aslında
bu ayetin bize hatırlattığı buydu. Eğer siz vahiy ile sağlıklı ilişki
kurarsanız içinizdeki güz yerini yemyeşil bir bahara terk edecektir.
22-) Efemen şerahAllâhu sadrehû lil İslâmi fe
huve alâ nûrin min Rabbih* feveylün lil kasiyeti kulûbühüm min zikrillâh*
ülâike fiy dalâlin mubiyn;
Allâh
kimin derûnunu İslâm'ı kavrayacak şekilde genişletti ise, o Rabbinden bir nûr
üzere değil midir? Allâh'ın zikrinden (hatırlattığından) kalpleri kasavetlenene (içleri
sıkılıp bunalanlara) yazıklar olsun! İşte
onlar apaçık şekilde (hakikatten) sapmayı yaşamaktadırlar! (A. Hulusi)
22 -
Demek ki her kimin Allah bağını İslâm’a açmış ise işte o rabbinden bir nur
üzerinde değil mi? O halde vay o Allahın zikrinden kalpleri katılara onlar bir
açık dalâl içindedirler. (Elmalı)
Efemen şerahAllâhu sadrehû lil İslâmi fe huve
alâ nûrin min Rabbih* feveylün lil kasiyeti kulûbühüm min zikrillâh
ne o yoksa Allah’ın gönlünü İslam’a açtığı, kalbini İslam’a açtığı ve böylece
rabbinden bir ışık bir nûr üzere olan kimse Allah’ı hatırlamaktan uzaklaşıp
kalpleri katılaştığı için kendisine yazık eden, kendisini harcayan, kendisini
israf eden kimseyle aynı olur mu? Bir tutulur mu?
Vahiy yağmurunun yürekte ki
baharı Akleden kalbin o yağmura kendini açtığı kadar gerçekleşir. Eğer açmazsa
gerçekleşmez. İslam bir ışıktır. Fakat ışığın olması, görmek için yeterli
değildir. Göz de gerekir. Onun için ışık tek başına yetmez. Göz; Akleden
kalptir. Eğer kapanırsa karanlıkta kalır. İşte ayette lil kasiyeti kulûbühüm kalbi
karanlıkta kalmış kimseler. Çünkü gözünü ışığa açmamış.
Öyle değil mi ama, gözünü kapayan
dünyayı kendisine zindan eder. Işıktan rahatsız olan yarasa tabiatlılar vahiy
ışığına gözlerini kapamak için kendilerine mağara ararlar ve onlar hep ışıktan
rahatsız olurlar. Onun için de vahyin hatırlatılması onları huysuzlandırır.
Olağan üstü hırçınlaştırır. Bakarsınız olduğu yerde duramaz. Allah’tan,
peygamberden, ahlaktan, ölümden, ahiretten, kitaptan, vahiyden söz etmeye görün
yanlarında, renkleri atar. Karıncalanmaya başlarlar. Çünkü ışıktan rahatsız
olmuşlardır. Çünkü aydınlıkta kendilerini seyretmek istememektedirler. Çünkü
yüzlerine ayna tutulmasından hoşlanmazlar. Çünkü yüzlerini görmek istemezler.
Onlar hayali güzeli çirkin gerçeğe, kendi gerçeklerine tercih etmişlerdir.
Gerçek yüzlerini onun için seyredemezler. Eğer edebilselerdi muhasebe
yaparlardı.
Zaten vahyin amacı da ne ki?
İnsana ayna tutup ey insan seyreyle kendini demek değil mi? Vahyin amacı bundan
başka ne ki. Ey insan kendine dön demekten başka. Ey insan kendinle barış,
kendine tanış, kendine buluş, kendinle biliş, kendinle sarış demekten başka
nedir ki.
Ama bu kolay mı sanıyorsunuz. Bu
çok zor bir şey. İnsanın kendisine gerçeği söylemesi, kendi yüzünü gerçeğin
aynasında maskesiz bir biçimde seyretmesi, yüzüm zannettiği maskelerini
çıkarması, fora etmesi ve gerçeği çıplak yüzü ile karşı karşıya kalıp itiraf
etmesi, istiğfar etmesi, Allah’a yönelmesi kolay mı sanıyorsunuz. Zaten bunu
becerdiği anda vahyin şefkatli kollarına teslim olacaktır. Onun için vahiy bir
ışık. Bu ışığa karşı gözlerini kapatan elbette kendinse dünyayı zindan eder.
Allah saptırmaz insanı elbet. Fakat insanın kendisi sapar. Onun içindir ki
devamında ki ayet onu güzel ifade edecek.
ülâike fiy dalâlin mubiyn böyleleri
apaçık bir sapıklığa mahkum olacaklardır. Neden? Allah saptırdığı için mi?
(Haşa) asla. Kendileri sapmayı tercih ettiler. Gözlerini ışığa kapadılar, onun
içinde görmediler. Görmediklerinden dolayı da yoldan saptılar. Görmeden
yürümeye kalkmak, nereye yürüdüğünü bilmemektir. Onun için onlar sapmayı
istedi, gözlerini ısrarla açmamakta direndiler, Allah’ta onları saptırdı. İşte
bu. Yoksa Allah’a iftira edemezler. Gözlerini açsalardı, ışık inmişti, ışık
kendilerine gelmişti. Ama açmadılar.
Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
145. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder