A sayfasından devam
3-) Ela Lillâhid diynül halis* Velleziynettehazû
min dûniHİ evliyâ'* ma na'budühüm illâ liyükarribûna ilAllâhi zülfâ* innAllâhe
yahkümü beynehüm fiyma hüm fiyhi yahtelifun* innAllâhe lâ yehdiy men huve
kâzibün keffar;
Dikkat
edin, hâlis din (mutlak sistem ve düzen) Allâh (Esmâ'sının açığa
çıkması) içindir! O'nun dûnunda (tanrısal
kuvveler vehmedilenleri) velîler edinenler: "Biz onlara, sadece bizi
Allâh'a yaklaştırması için tapıyoruz" (derler)... Muhakkak ki Allâh onlar arasında, tartışıp durdukları
konuda hüküm verecektir... Muhakkak ki Allâh, yalancı olup, hakikati inkâr eden
kimseye hidâyet etmez. (A. Hulusi)
03 -
İyi bil ki Allah’ındır ancak halîs din, onun berisinden bir takım velilere
tutunanlar da şöyle demektedirler: biz onlara ibadet etmiyoruz, ancak bizi
Allaha yakın yaklaştırsınlar diye, şüphe yok ki Allah onların aralarında
ihtilâf edip durdukları şeyde hükmünü verecek, her halde yalancı, nankör olan
kimseyi Allah doğru yola çıkarmaz. (Elmalı)
Ela Lillâhid diynül halis bir önceki ayet farklı
bir formla yani tevhid manifestosu yeniden verildi. Değil mi ki saf ve samimi
inanç sadece Allah’a has kılınan inançtır.
Değil mi ama? Ela Lillâhid diynül halis değil mi ama
saf ve samimi inanç sadece Allah’a has kılınan inançtır. Dolayısıyla sadece
Allah’a has kılınmayan her inanç, içinde Allah inancına da yer olmuş olsa dahi
saf ve samimi değildir. Bozuktur, zaten şirk diye biz Allaha imanın içinde
bulunmadığı inanç çeşidine demiyoruz. Allah’a da inanılan, ama Allah’a iman
yanında başka şeylerinde inancına şirketlik yapan, yani inançlar arasında şirket
kurmuş, Allah’tan başka ortaklar da Allah’a sıfatlara ortaklar de koşulan bir
şirket inanç sistemi. Onun için şirk diyoruz.
Yoksa içinde Allah inancının
olmadığı bir inanca şirk denilemez. O İlhad olabilir. cehd ve cühud olabilir
ama şirk olmaz. Şirk denmesi için içinde mutlaka Allah inancı olması lazım. Ama
sadece Allah’a verilmesi gereken vasfın, sıfatın, niteliğin Allah dışında ki
varlıklara da verilmiş olması halidir. Yani şirk sahih ve samimi inancın pislik
karıştırılmış, dolayısıyla kirletilmiş halidir. Saflığının bozulmuşluğu
halidir.
Şirk tevhidin zıddıdır bu mana da
tabii. Allah insan iletişimini yok eder. Şu soru önemli şirk neden bu kadar
ağır bir günah. Hatta Kur’an da bir başka ayette ifade edildiği gibi şirk
dışında Allah isterse diğer günahların tamamını affedebilir. Neden şirk istisna
tutuluyor. Rabbimiz bundan zarar mı görüyor. Bu sorunun hemen cevabını verelim;
Asla. Allah kulun işlediği hiçbir günahtan zarar gören taraf değildir. Ama
kulun işlediği günahtan zarar gören bir taraf vardır, o da kulun kendisi ve
hemcinsleridir.
Peki bir soru daha; Şirkin
dayandığı temel felsefe, ya da şirkin arkasında yatan tasavvur, çıkış noktası
nedir. İşte aslında bugünkü işleyeceğimiz ayetler şirkin çıkış noktasını,
kaynağını gösteriyor.
Allah insan iletişimizi yok eder
demiştik şirk. Neden yok eder? Uzak Allah tasavvuruna dayanır da onun için.
İşte şirkin çıkış noktası bu tasavvurdur. Özünde Allah’ın yetersizliğine
dayanır. Allah (haşa) her şirk koşan kişi; Allah şu konuda yetersizdir, yani
Allah bana yardım etmek konusunda yetersizdir, tek başına. Dolayısıyla bir araç
kullanması lazım. Onun içinde be o kullandığı araca yöneleyim.
Bakın, şirkin arka planında ki
tasavvur nasıl ortaya çıkıyor. Yani o aracı kullanmadan Allah bana yardım
edemez, onun için ben araca yöneleyim, bir araç bulayım. Uzak Allah inancı. Ben
Allah’a kendimi duyuramam, Bana şah damarından yakın olduğunu söyleyen Allah’a
öyle mi? Evet, şirk böyle bir şey işte. Ben Allah’a kendimi duyuramam, benim
sesimi Allah’a duyurması ve taşıması için bir aracı gerektir. Dolayısıyla benim
sesimi Allah’a ulaştıracak birilerini bulmalıyım telaşı. Şirkin arka planında
ki tasavvurlar budur işte. İlk muhatap müşrikler aslında bunun tipik bir örneği
idiler. Şirklerine gerekçe olarak neyi gösteriyorlardı bilir misiniz? İşte bu
ayeti. Şirklerine gerekçe olarak onlar şunu gösteriyorlardı;
Velleziynettehazû min dûniHİ evliyâ'* ma
na'budühüm illâ liyükarribûna ilAllâhi zülfâ O’ndan başkalarını
sığınılacak otorite, evliyaya, yani ayette ki geçen ifadesiyle evliya
edinenler; Biz bunlara sadece bizi Allah’a ulaştırsınlar diye kulluk ediyoruz
derler. İşte böyle bir mazeret gösterdiler. Onların gösterdiği mazeret bu oldu.
Yani müşrikler putları, aslında Allah’ı inkar etmek için benimsemediler.
Putlara tapmalarının sebebi Allah’ı inkar değil. Allah’a iman ediyorlardı ham
de O’nu İlah-ül alihe; ilahların ilahi biliyorlardı. Yani en büyük ilah. Fakat
diğerlerini ona aracı olarak görüyorlardı ki burada eğer onlara sorsaydık
mesela; neden bu putlara tapıyorsunuz diye, verecekleri cevap işte bu olacaktı
diyor Kur’an.
ma na'budühüm illâ liyükarribûna ilAllâhi zülfâ
biz onlara putlarımıza, Bizi sadece Allah’a yakın kılsınlar, yaklaştırsınlar
diye tapıyoruz diyorlardı. Sadece aracı olarak gördüklerini söylüyorlardı.
Şimdi bu noktadan yola çıkarak
tarih içerisinde Allah dışında ki varlıkları ilahlaştırma mantığının tamamını
aynı kefede değerlendirebiliriz. Mesela peygamberlerini ilahlaştıranlar,
ilahlaştırılan zatın masum olması yüce olması ilahlaştırmayı meşru kılmaz. Onun
için Hz. İsa’nın Hıristiyan ilahlaştırmasının hedefi olması, objesi olması, bu
ilahlaştırmayı nasıl ki masum kılmadığı gibi. Peygamberler, azizler, veliler,
melekler, veya kötülerden Firavunlar, şeytanlar Nemrut’lar, yer yüzünde ki
kendini firavunlaştıran otoriteler, veya görünmez varlıklardan birileri. Ne
olursa olsun soyut ve somut hepsi, ama hepsi bu kapsamda değerlendirilir. Onun
için Allah’ın ilim ve adalet sıfatına karşı bir eylemdir şirk. Her tür şirk
Allah’ın ilim ve adalet sıfatıyla çelişir.
Neden? Eğer Allah bir yardımcısı
olsaydı kendisi onu ilan ederdi. Allah’ın ısrarla reddetmesine rağmen ona bir
yardımcı atamak, sen bu işi bilmiyorsun (haşa) meydan okuması demektir Allah’a.
Yine adalet sıfatı ile çelişir. Eğer Allah tüm insanlığın, tüm varlığın rabbi
ise, rabbül alemin ise, tüm rahmetini eşit bire biçimde yayması lazım.
Dolayısıyla tüm varlığın rabbi ile ilişkisi torpilden arî ve azade olması
lazım. Birileri Allah ile arasına aracı koyarak, bir takım aracılar koyarak,
bir başkalarından daha öne geçmek gibi bir tasavvura sahipler ise, burada
aslında Allah’ın adil olmadığını zımnen söylemiş olurlar.
Onun için; ve nahnu akrebu
ileyhi min hablil veriyd. (Kaf/16) Kur’an ın muhatabında inşa
ettiği Allah tasavvuru insana şah damarından daha yakın olan Allah’tır. Bana
benden yakın Allah’tır. Beni benden, dolayısıyla iyi bilen Allah’tır ve
dolayısıyla insan isterse Allah ile iletişim sorunu yaşamaz. Araya aracı
girdiği zaman iletişim sorunu çıkar. Dolaylı iletişim anlamın kaybı demektir.
Mesajın kaybı demektir. Doğrudan iletişim mesajın kaybedilmeden muhataba
ulaşmasıdır. Onun içindir ki Mü’min duada yüreğine yönelir ve şah damarından
daha yakın olandan ister, bunu bilir. O nedenle Allah’a ulaşmak için araya
farklı aracılar koyma ihtiyacı duymaz. Bilir ki rabbi nerde anarsa oradadır.
Bilir ki rabbi kendisini kendisinden iyi tanımaktadır. Bilir ki rabbi kendinden
önce kendisine yakın olandır. İşte bu tasavvuru inşa eder vahiy.
innAllâhe yahkümü beynehüm fiyma hüm fiyhi
yahtelifun şu kesin ki tartıştıkları her konuda Allah onlar hakkında
ki kesin hükmü mutlaka verecektir. Yani bu konuda tartışıyorlar öyle mi?
Tartıştıkları bu konu aslında bilemeyecekleri bir konu, yani bu konuda bu
kadare ayak diremeleri için ellerinde kesin doneler olması lazım. Bunun içinde
Allah’tan bir belge almaları lazım.
Düşünün, Allah ısrarla reddediyor
ama onlar Allah’a ısrarla aracılar yakıştırıyorlarsa bu noktada onlar
tanrılarına teslim olan değil, tanrıyı teslim alan bir mantığa sahip, tanrı
atayan bir mantık. Yani tanrısına âmir olan, memur olan değil de tanrısına âmir
olan bir mantık düşünün. Böyle biri hiç O’na kulluk eder mi? Aslında onların
kulluk etmeye gönülleri yok. İşte onların bu söylediklerinin gerçek hükmünü
Allah günü gelince verecek, açıklayacak ne demeye geldiğini.
innAllâhe lâ yehdiy men huve kâzibün keffar
çünkü Allah yalanı tabiat haline getiren iki şey var. Hem kâzib, hem keffar.
Yalanı tabiat haline getiren hiçbir nankörü asla doğru yola iletmez. Hem nankör
olacak, hem de yalanı içselleştirecek, yalanı hayat tarzı haline getirecek.
Kâzib; yani yalan onun adı haline gelecek ismi fail, yalanın öznesi olacak,
yalan fışkıracak. O kadar yalan ki Allah hakkında bile, yani daha doğrusu özü
itibariyle kendisi hakkında da yalan söyleyecek. Onun için böyle birini Allah
doğru yola iletmez.
Demek ki Allah’ın doğru yola
iletmesi ayetlerinin, ibarelerinin tamamını işte bu çerçeve de anlayacağız.
Yani kendisi yalanı tabiat haline getirmiş bir nankör oluyor, Allah’ta onu
hidayetinden esirgiyor. Önce yoldan çıkıyor, Allah’ta onun yoldan çıkmasına
izin veriyor, sapmasına izin veriyor. Yani yoldan çıkmayı tercih edenin
tercihine Allah karışmıyor. Ama razı da olmuyor. Razı olmayacağını daha ileriki
ayetlerde zaten okuyacağız.
Allah’ın iradesi ile Allah’ın
rızası ayrı ayrı şeyler. Bir şeyi kulun iradesini kula yazdığı için, iradeyi O
verdiği için iradeye, tercihe saygı duyar Allah. Fakat o tercihi onaylamaz.
Yani razı değildir o tercihten razı olmadığını da peygamberi aracılığı ile
söylemiştir. Ama onun o tercihi gerçekleştirmesine izin verir. Çünkü iradeyi
veren kendisiydi. Eğer iradeyi verip de seçme yeteneğini vermeseydi, hakkını
vermeseydi bu irade işe yaramamış olurdu.
4-) Lev eradAllâhu en yettehıze veleden lastafa
mimma yahlüku ma yeşau, subhaneHU, HUvAllâhul Vâhid'ül Kahhâr;
Eğer
Allâh bir çocuk edinme irade etseydi (olmasını
kesin arzulasaydı), elbette yarattıklarından
dilediğini süzüp seçerdi... Subhan'dır O! "HÛ" Allâh Vâhid,
Kahhâr'dır! (A. Hulusi)
04 -
Allah bir velet edinmek murad etse idi elbette yaratacağından dileyeceğini
seçecekti, tenzih o sübhana, o öyle bir Allah ki vahid, kahhar. (Elmalı)
Lev eradAllâhu en yettehıze veleden lastafa
mimma yahlüku ma yeşau, subhaneH eğer Allah bir çocuk edinmek
isteseydi, yaratıklar arasından elbet dilediğini seçerdi. Değil mi ama? (Haşa)
Allah böyle bir şey isteseydi dilediğini seçerdi. Ama O yüceler yücesi bundan
münezzehtir. SübhaneH; Allah bundan berîdir, münezzehtir.
Burada Hıristiyanların Hz. İsa’yı
Allah’ın oğlu olarak niteleyen tavrına bir atıf var gibi. Çocuk edinmek aslında
soyunu sürdürmek istemektir, yani bir ihtiyaçtan, bir yetersizlikten
kaynaklanır. Çünkü insan hayatı sınırlıdır. İnsan yer yüzünde sınırlı yaşadığı
için kendi soyunu bir başkasıyla sürdürmek ister. Bu isteği insanın aslında
muhtaç olduğunun, kendi kendine yetmediğinin, kendi dışında bir kaynağa muhtaç
olduğunun da göstergesidir. Ve insan bundan dolayı Allah’a baş vurur.
Bakın, bir çocuk istemek için
Allah’a başvurmak yerine Allah dışında aracı olduğunu düşündüğü kimselere
başvuran insanların haleti ruhaniyetini de aynı zamanda burada dile getiriyor
ayet. Ama ondan öte cenabı Hakka yönelik her tür noksan sıfat, noksanlık atfını
reddeden bir ayet. Ve Allah’a yönelen her tür baba ya da onun oğlu olma
iddiası, ya da O’na soy sop iddiası meleklerin akrabalığı iddiası, cinlerin
akrabalığı ve yakınlığı iddiası, oradan yola çıkarak peygamberlerin Allah
indinde ki akrabalığı, yakınlığı iddiası bütün bunlar, hepsi, ama hepsi Allah’a
nakisa izafe etmektir, eksiklik izafe etmektir. Herkes Allah’ın kuludur. Şeytan
da kuludur, cin de kuludur, peygamberlerde kuludur. Şeytan asi kuludur,
peygamberler mutî kuludur. Abduhu ve Resuluhu deyişimiz işte budur. Onun için
efendimiz;
- La tutruni kema etrıyyet me Meryem..! Siz Meryem’in oğlunu
uçurdukları gibi, Meryem’in oğlunu aşırı abarttıkları gibi beni de uçurup
abartmayın. Ve lâkin, ene Abdullah ve Resulühü. Ben Allah’ın kuluyum ve
resulüyüm. Benim için deyin ki Allah’ın kuludur ve resulüdür. Onun için biz onu
Allah’ın önce kulu sonra da resulü, sevgili elçisi olarak görürüz. Ama böyle
görmekle onu sıradan bir kul gördüğümüz anlamına gelmez ve söylemeyiz. O kullar
içinde elmasın taşlar içinde ki yeri gibidir. Bunu da biliriz.
HUvAllâhul Vâhid'ül Kahhâr O, mutlak
otorite sahibi tek Allah’tır.
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
144. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder