16 Nisan 2013 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. ZÜMER (03 - 04) (144-B)



A sayfasından devam

3-) Ela Lillâhid diynül halis* Velleziynettehazû min dûniHİ evliyâ'* ma na'budühüm illâ liyükarribûna ilAllâhi zülfâ* innAllâhe yahkümü beynehüm fiyma hüm fiyhi yahtelifun* innAllâhe lâ yehdiy men huve kâzibün keffar;

Dikkat edin, hâlis din (mutlak sistem ve düzen) Allâh (Esmâ'sının açığa çıkması) içindir! O'nun dûnunda (tanrısal kuvveler vehmedilenleri) velîler edinenler: "Biz onlara, sadece bizi Allâh'a yaklaştırması için tapıyoruz" (derler)... Muhakkak ki Allâh onlar arasında, tartışıp durdukları konuda hüküm verecektir... Muhakkak ki Allâh, yalancı olup, hakikati inkâr eden kimseye hidâyet etmez. (A. Hulusi)

03 - İyi bil ki Allah’ındır ancak halîs din, onun berisinden bir takım velilere tutunanlar da şöyle demektedirler: biz onlara ibadet etmiyoruz, ancak bizi Allaha yakın yaklaştırsınlar diye, şüphe yok ki Allah onların aralarında ihtilâf edip durdukları şeyde hükmünü verecek, her halde yalancı, nankör olan kimseyi Allah doğru yola çıkarmaz. (Elmalı)


 Ela Lillâhid diynül halis bir önceki ayet farklı bir formla yani tevhid manifestosu yeniden verildi. Değil mi ki saf ve samimi inanç sadece Allah’a has kılınan inançtır.

Değil mi ama? Ela Lillâhid diynül halis değil mi ama saf ve samimi inanç sadece Allah’a has kılınan inançtır. Dolayısıyla sadece Allah’a has kılınmayan her inanç, içinde Allah inancına da yer olmuş olsa dahi saf ve samimi değildir. Bozuktur, zaten şirk diye biz Allaha imanın içinde bulunmadığı inanç çeşidine demiyoruz. Allah’a da inanılan, ama Allah’a iman yanında başka şeylerinde inancına şirketlik yapan, yani inançlar arasında şirket kurmuş, Allah’tan başka ortaklar da Allah’a sıfatlara ortaklar de koşulan bir şirket inanç sistemi. Onun için şirk diyoruz.

Yoksa içinde Allah inancının olmadığı bir inanca şirk denilemez. O İlhad olabilir. cehd ve cühud olabilir ama şirk olmaz. Şirk denmesi için içinde mutlaka Allah inancı olması lazım. Ama sadece Allah’a verilmesi gereken vasfın, sıfatın, niteliğin Allah dışında ki varlıklara da verilmiş olması halidir. Yani şirk sahih ve samimi inancın pislik karıştırılmış, dolayısıyla kirletilmiş halidir. Saflığının bozulmuşluğu halidir.

Şirk tevhidin zıddıdır bu mana da tabii. Allah insan iletişimini yok eder. Şu soru önemli şirk neden bu kadar ağır bir günah. Hatta Kur’an da bir başka ayette ifade edildiği gibi şirk dışında Allah isterse diğer günahların tamamını affedebilir. Neden şirk istisna tutuluyor. Rabbimiz bundan zarar mı görüyor. Bu sorunun hemen cevabını verelim; Asla. Allah kulun işlediği hiçbir günahtan zarar gören taraf değildir. Ama kulun işlediği günahtan zarar gören bir taraf vardır, o da kulun kendisi ve hemcinsleridir.

Peki bir soru daha; Şirkin dayandığı temel felsefe, ya da şirkin arkasında yatan tasavvur, çıkış noktası nedir. İşte aslında bugünkü işleyeceğimiz ayetler şirkin çıkış noktasını, kaynağını gösteriyor.

Allah insan iletişimizi yok eder demiştik şirk. Neden yok eder? Uzak Allah tasavvuruna dayanır da onun için. İşte şirkin çıkış noktası bu tasavvurdur. Özünde Allah’ın yetersizliğine dayanır. Allah (haşa) her şirk koşan kişi; Allah şu konuda yetersizdir, yani Allah bana yardım etmek konusunda yetersizdir, tek başına. Dolayısıyla bir araç kullanması lazım. Onun içinde be o kullandığı araca yöneleyim.

Bakın, şirkin arka planında ki tasavvur nasıl ortaya çıkıyor. Yani o aracı kullanmadan Allah bana yardım edemez, onun için ben araca yöneleyim, bir araç bulayım. Uzak Allah inancı. Ben Allah’a kendimi duyuramam, Bana şah damarından yakın olduğunu söyleyen Allah’a öyle mi? Evet, şirk böyle bir şey işte. Ben Allah’a kendimi duyuramam, benim sesimi Allah’a duyurması ve taşıması için bir aracı gerektir. Dolayısıyla benim sesimi Allah’a ulaştıracak birilerini bulmalıyım telaşı. Şirkin arka planında ki tasavvurlar budur işte. İlk muhatap müşrikler aslında bunun tipik bir örneği idiler. Şirklerine gerekçe olarak neyi gösteriyorlardı bilir misiniz? İşte bu ayeti. Şirklerine gerekçe olarak onlar şunu gösteriyorlardı;

Velleziynettehazû min dûniHİ evliyâ'* ma na'budühüm illâ liyükarribûna ilAllâhi zülfâ O’ndan başkalarını sığınılacak otorite, evliyaya, yani ayette ki geçen ifadesiyle evliya edinenler; Biz bunlara sadece bizi Allah’a ulaştırsınlar diye kulluk ediyoruz derler. İşte böyle bir mazeret gösterdiler. Onların gösterdiği mazeret bu oldu. Yani müşrikler putları, aslında Allah’ı inkar etmek için benimsemediler. Putlara tapmalarının sebebi Allah’ı inkar değil. Allah’a iman ediyorlardı ham de O’nu İlah-ül alihe; ilahların ilahi biliyorlardı. Yani en büyük ilah. Fakat diğerlerini ona aracı olarak görüyorlardı ki burada eğer onlara sorsaydık mesela; neden bu putlara tapıyorsunuz diye, verecekleri cevap işte bu olacaktı diyor Kur’an.

ma na'budühüm illâ liyükarribûna ilAllâhi zülfâ biz onlara putlarımıza, Bizi sadece Allah’a yakın kılsınlar, yaklaştırsınlar diye tapıyoruz diyorlardı. Sadece aracı olarak gördüklerini söylüyorlardı.

Şimdi bu noktadan yola çıkarak tarih içerisinde Allah dışında ki varlıkları ilahlaştırma mantığının tamamını aynı kefede değerlendirebiliriz. Mesela peygamberlerini ilahlaştıranlar, ilahlaştırılan zatın masum olması yüce olması ilahlaştırmayı meşru kılmaz. Onun için Hz. İsa’nın Hıristiyan ilahlaştırmasının hedefi olması, objesi olması, bu ilahlaştırmayı nasıl ki masum kılmadığı gibi. Peygamberler, azizler, veliler, melekler, veya kötülerden Firavunlar, şeytanlar Nemrut’lar, yer yüzünde ki kendini firavunlaştıran otoriteler, veya görünmez varlıklardan birileri. Ne olursa olsun soyut ve somut hepsi, ama hepsi bu kapsamda değerlendirilir. Onun için Allah’ın ilim ve adalet sıfatına karşı bir eylemdir şirk. Her tür şirk Allah’ın ilim ve adalet sıfatıyla çelişir.

Neden? Eğer Allah bir yardımcısı olsaydı kendisi onu ilan ederdi. Allah’ın ısrarla reddetmesine rağmen ona bir yardımcı atamak, sen bu işi bilmiyorsun (haşa) meydan okuması demektir Allah’a. Yine adalet sıfatı ile çelişir. Eğer Allah tüm insanlığın, tüm varlığın rabbi ise, rabbül alemin ise, tüm rahmetini eşit bire biçimde yayması lazım. Dolayısıyla tüm varlığın rabbi ile ilişkisi torpilden arî ve azade olması lazım. Birileri Allah ile arasına aracı koyarak, bir takım aracılar koyarak, bir başkalarından daha öne geçmek gibi bir tasavvura sahipler ise, burada aslında Allah’ın adil olmadığını zımnen söylemiş olurlar.

Onun için; ve nahnu akrebu ileyhi min hablil veriyd. (Kaf/16) Kur’an ın muhatabında inşa ettiği Allah tasavvuru insana şah damarından daha yakın olan Allah’tır. Bana benden yakın Allah’tır. Beni benden, dolayısıyla iyi bilen Allah’tır ve dolayısıyla insan isterse Allah ile iletişim sorunu yaşamaz. Araya aracı girdiği zaman iletişim sorunu çıkar. Dolaylı iletişim anlamın kaybı demektir. Mesajın kaybı demektir. Doğrudan iletişim mesajın kaybedilmeden muhataba ulaşmasıdır. Onun içindir ki Mü’min duada yüreğine yönelir ve şah damarından daha yakın olandan ister, bunu bilir. O nedenle Allah’a ulaşmak için araya farklı aracılar koyma ihtiyacı duymaz. Bilir ki rabbi nerde anarsa oradadır. Bilir ki rabbi kendisini kendisinden iyi tanımaktadır. Bilir ki rabbi kendinden önce kendisine yakın olandır. İşte bu tasavvuru inşa eder vahiy.

innAllâhe yahkümü beynehüm fiyma hüm fiyhi yahtelifun şu kesin ki tartıştıkları her konuda Allah onlar hakkında ki kesin hükmü mutlaka verecektir. Yani bu konuda tartışıyorlar öyle mi? Tartıştıkları bu konu aslında bilemeyecekleri bir konu, yani bu konuda bu kadare ayak diremeleri için ellerinde kesin doneler olması lazım. Bunun içinde Allah’tan bir belge almaları lazım.

Düşünün, Allah ısrarla reddediyor ama onlar Allah’a ısrarla aracılar yakıştırıyorlarsa bu noktada onlar tanrılarına teslim olan değil, tanrıyı teslim alan bir mantığa sahip, tanrı atayan bir mantık. Yani tanrısına âmir olan, memur olan değil de tanrısına âmir olan bir mantık düşünün. Böyle biri hiç O’na kulluk eder mi? Aslında onların kulluk etmeye gönülleri yok. İşte onların bu söylediklerinin gerçek hükmünü Allah günü gelince verecek, açıklayacak ne demeye geldiğini.

innAllâhe lâ yehdiy men huve kâzibün keffar çünkü Allah yalanı tabiat haline getiren iki şey var. Hem kâzib, hem keffar. Yalanı tabiat haline getiren hiçbir nankörü asla doğru yola iletmez. Hem nankör olacak, hem de yalanı içselleştirecek, yalanı hayat tarzı haline getirecek. Kâzib; yani yalan onun adı haline gelecek ismi fail, yalanın öznesi olacak, yalan fışkıracak. O kadar yalan ki Allah hakkında bile, yani daha doğrusu özü itibariyle kendisi hakkında da yalan söyleyecek. Onun için böyle birini Allah doğru yola iletmez.

Demek ki Allah’ın doğru yola iletmesi ayetlerinin, ibarelerinin tamamını işte bu çerçeve de anlayacağız. Yani kendisi yalanı tabiat haline getirmiş bir nankör oluyor, Allah’ta onu hidayetinden esirgiyor. Önce yoldan çıkıyor, Allah’ta onun yoldan çıkmasına izin veriyor, sapmasına izin veriyor. Yani yoldan çıkmayı tercih edenin tercihine Allah karışmıyor. Ama razı da olmuyor. Razı olmayacağını daha ileriki ayetlerde zaten okuyacağız.

Allah’ın iradesi ile Allah’ın rızası ayrı ayrı şeyler. Bir şeyi kulun iradesini kula yazdığı için, iradeyi O verdiği için iradeye, tercihe saygı duyar Allah. Fakat o tercihi onaylamaz. Yani razı değildir o tercihten razı olmadığını da peygamberi aracılığı ile söylemiştir. Ama onun o tercihi gerçekleştirmesine izin verir. Çünkü iradeyi veren kendisiydi. Eğer iradeyi verip de seçme yeteneğini vermeseydi, hakkını vermeseydi bu irade işe yaramamış olurdu.


4-) Lev eradAllâhu en yettehıze veleden lastafa mimma yahlüku ma yeşau, subhaneHU, HUvAllâhul Vâhid'ül Kahhâr;

Eğer Allâh bir çocuk edinme irade etseydi (olmasını kesin arzulasaydı), elbette yarattıklarından dilediğini süzüp seçerdi... Subhan'dır O! "HÛ" Allâh Vâhid, Kahhâr'dır! (A. Hulusi)

04 - Allah bir velet edinmek murad etse idi elbette yaratacağından dileyeceğini seçecekti, tenzih o sübhana, o öyle bir Allah ki vahid, kahhar. (Elmalı)


Lev eradAllâhu en yettehıze veleden lastafa mimma yahlüku ma yeşau, subhaneH eğer Allah bir çocuk edinmek isteseydi, yaratıklar arasından elbet dilediğini seçerdi. Değil mi ama? (Haşa) Allah böyle bir şey isteseydi dilediğini seçerdi. Ama O yüceler yücesi bundan münezzehtir. SübhaneH; Allah bundan berîdir, münezzehtir.

Burada Hıristiyanların Hz. İsa’yı Allah’ın oğlu olarak niteleyen tavrına bir atıf var gibi. Çocuk edinmek aslında soyunu sürdürmek istemektir, yani bir ihtiyaçtan, bir yetersizlikten kaynaklanır. Çünkü insan hayatı sınırlıdır. İnsan yer yüzünde sınırlı yaşadığı için kendi soyunu bir başkasıyla sürdürmek ister. Bu isteği insanın aslında muhtaç olduğunun, kendi kendine yetmediğinin, kendi dışında bir kaynağa muhtaç olduğunun da göstergesidir. Ve insan bundan dolayı Allah’a baş vurur.

Bakın, bir çocuk istemek için Allah’a başvurmak yerine Allah dışında aracı olduğunu düşündüğü kimselere başvuran insanların haleti ruhaniyetini de aynı zamanda burada dile getiriyor ayet. Ama ondan öte cenabı Hakka yönelik her tür noksan sıfat, noksanlık atfını reddeden bir ayet. Ve Allah’a yönelen her tür baba ya da onun oğlu olma iddiası, ya da O’na soy sop iddiası meleklerin akrabalığı iddiası, cinlerin akrabalığı ve yakınlığı iddiası, oradan yola çıkarak peygamberlerin Allah indinde ki akrabalığı, yakınlığı iddiası bütün bunlar, hepsi, ama hepsi Allah’a nakisa izafe etmektir, eksiklik izafe etmektir. Herkes Allah’ın kuludur. Şeytan da kuludur, cin de kuludur, peygamberlerde kuludur. Şeytan asi kuludur, peygamberler mutî kuludur. Abduhu ve Resuluhu deyişimiz işte budur. Onun için efendimiz;

- La tutruni kema etrıyyet me Meryem..! Siz Meryem’in oğlunu uçurdukları gibi, Meryem’in oğlunu aşırı abarttıkları gibi beni de uçurup abartmayın. Ve lâkin, ene Abdullah ve Resulühü. Ben Allah’ın kuluyum ve resulüyüm. Benim için deyin ki Allah’ın kuludur ve resulüdür. Onun için biz onu Allah’ın önce kulu sonra da resulü, sevgili elçisi olarak görürüz. Ama böyle görmekle onu sıradan bir kul gördüğümüz anlamına gelmez ve söylemeyiz. O kullar içinde elmasın taşlar içinde ki yeri gibidir. Bunu da biliriz.

HUvAllâhul Vâhid'ül Kahhâr O, mutlak otorite sahibi tek Allah’tır.

Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
144. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder