Değerli Kur’an dostları geçen
dersimizde Sâd suresinin 29. ayetine kadar tefsir etmiştik. Sâd suresinin ana
teması, ana konusu; İnsanın kendisiyle ve rabbiyle ilişkisi çerçevesinde döner.
Hassaten hata ve insan problemi ele alınır. 17. ayetle başlayıp geçen ders
tefsir ettiğimiz son ayete kadar süren pasajda Hz. Davud ele alınır. Davud
kıssası özelinde hatada ısrar etmemenin erdemi vurgulanır. Aslında bu özelde
ilk muhataplar, genelde ise tüm muhataplara verilen şu mesajın bir parçasıdır.
“Eğer hatada ısrar etmezseniz, Davud’un çizgisinde sayar sizi rabbiniz.” Yani
Adem olursunuz, adam olursunuz. Yok hatada ısrar ederseniz surenin son kıssası
olan İblis kıssasında, Adem ve iblis kıssasında verilen derste olduğu gibi
iblisleşirsiniz. Onun için mesele hata etmemek değil, yanlış yapmamak değil.
sizden insan olmamanız istenmiyor, melek olmanız istenmiyor. Mesele hatada ayak
dirememek. Mesele hatayı savunmamak. Hata yapmak bir cürüm, hatayı savunmak bin
cürüm.
İşte bu ana tema çerçevesinde
Davud kıssasından sonra Süleyman peygamber kıssasına geçiyor sure. Süleyman
peygamber kıssası da baba Hz. Davud gibi yine bir imtihanla alakalı. Fakat bu
farklı bir imtihan. Baba Davud peygamber bir hata ile imtihan edildi. Oğul
Süleyman peygamber ise varlıkla sınanıyor, iktidarla, güçle, servetle
sınanıyor. Şimdi varlıkla sınanıp bu sınavı kaybetmeden veren, varlıkla
şımarmayan Rabbiyle arasına dünya malının, iktidarın girmesine izin vermeyen,
elde ettiği dünyevi makam, şan, nam, servet ve iktidar ile rabbinden yüz
çevirmeyen, onu altında bir at olarak kullanan ama asla onun atı olmayan Hz.
Süleyman’ın kıssasına geçiyoruz.
30-) Ve vehebna li Davude Süleyman* nı'mel
abd*innehu evvab;
Davud'a
Süleyman'ı hibe ettik; ne güzel kuldu! Gerçekten O, evvab (hakikatini sıkça yaşayan)
idi. (A.Hulusi)
30 - Bir
de Davud’a Süleyman’ı bahşettik, ne güzel kul, o cidden bir evvab. (Elmalı)
Ve vehebna li Davude Süleyman
Davud’a bir de Süleyman’ı bahşetmiştik. nı'mel abd*innehu evvab o ne güzel kuldu, ne hoş
insandı. Kulluğunu ne güzel yerine getirmişti. Çünkü o sürekli bize yönelirdi.
Onun kıblesi bizden yanaydı. Yani servet kıblesini bozmadı, şöhret kıblesini
bozmadı, iktidar kıblesini bozmadı. O bütün bunların ayartıcı etkisine
kapılmadan rabbine olan yönelişini sonuna kadar sürdürmüştü.
Hz. Süleyman için Bakara/104,
İsra/7, Enbiya/70-75. ayetler, Neml/18 – 56. ayetler, Sebe’/12 – 14. ayetler
arasına bakmak gerek. Bunların bir kısmını ilgili sureleri tefsir ederken
işlemiştik, yorumlamıştık. Ayetin sonunda ki innehu evvab; Baba Hz. Davud
içinde geçen bir ibare, sürekli yönelme. Yani istikameti doğru tutma, koordinatlardan
şaşmama. Bu koordinatları Allah verdi. Allah’ın verdiği koordinatlardan
sapmama. Eğer insan Allah’ın kendisi için çizdiği koordinatlarda yürürse bu
hayat okyanusunda menzili maksuda erer. Yok şaşarsa yolunu kaybeder. Bir çöl
yolcusu gibi sonu ölüm olan bir yolculuğa dönüşür.
Onun için evvab olmak yolunu
yitirmemek, yolsuzlaşmamak, koordinatlardan sapmamak, sapma açısından hayatını,
aklını, zihnini, fikrini, tasavvurunu korumak. İktidar, servet ve ihtişam Hz.
Süleyman’ı Allah’tan alıkoymazdı imasını içerir bu ibare.
31-) İz urida 'aleyhi Bil 'aşiyyis safinatül
ciyad;
Hani
Ona akşam olurken üç ayağı üzere durup bir ayağını tırnak üzere diken (görkemli), iyi cins koşu
atları arz olunmuştu. (A.Hulusi)
31 - Arz
olunduğunda kendisine akşam üstü sâfinat halinde halis atlar. (Elmalı)
İz urida 'aleyhi Bil 'aşiyyis safinatül ciyad
bir ayrıntı veriyor Kur’an. Hani gün batımında kendisine soylu, asil duruşlu,
aslında sâfinat; sufun den geliyor. Sufun atın klas
duruşuna denilir. Tek ön ayağının ucuna basıp, diğer üç ayağı üzerinde duruşu,
yani atın poz verişi, poz veren atlar. Klas duruşlu, esas duruşlu atlar. Belki
buradan şöyle bir nükte çıkar mı bilmem atın bile bir esas duruşu, bir klas
duruşu var. İnsanın olmasın mı. At bile esas duruşunu sergilediğinde insanın
içini götürüyor canını alıyor. Peki kul esas duruş sergilediğinde Allah ona
muhabbet etmez mi? Allah ona sevgisini indirmez mi? Belki böyle bir nükte de
bulabiliriz.
Gün batımında kendisine soylu ve
favori kısraklar, el ciyad’a bu karşılığı verdim ben. Ceyid, iyi kaliteli
manasına gelir. Yani kendi türünün içinde en iyilerden. Yarış atları mesela
türünün en iyilerindendir. Demek ki bunlarda da öyle bir nitelik varmış. Atlar
sunulmuştu da;
32-) Fekale inniy ahbebtü hubbel hayri an zikri
Rabbiy* hattâ tevaret Bil hıcab;
(Onları seyrederken Süleyman kendi kendine düşündü) dedi ki: "Rabbimin zikrinden (müşahedesinden) atların
sevgisine yönelip meşgul oldum"... Nihayet (atlar gidip) gözden kayboldu! (A.Hulusi)
32 - Ben
dedi, o hayır sevgisini rabbimin zikrinden sevdim, nihayet hicaba gizlendi.
(Elmalı)
Fekale inniy ahbebtü hubbel hayri an zikri
Rabbiy elbet ben güzel olan her şeyi severim demişti Süleyman. Çünkü
bana rabbimi hatırlatır. Bana rabbimi hatırlattığı için güzel olan her şeyi
severim. Aslında müthiş bir bakış açısı, müthiş bir hayat felsefesi vermiyor
mu. Güzele nasıl bakıyorsunuz. Aslında yamuk bakıyorsanız, bakış açınızı şeytan
belirlemişse güzeli istismar etmek için bakarsınız. Onun güzelliğini payimal
etmek için, ayaklar altında çiğnemek için bakarsınız. Eğer ona o güzelliği
bahşeden den dolayı bakıyorsanız, yani güzelliğin üretildiği merkezin sahibi,
yani mutlak güzelden yansıma bir güzellik olarak bakıyorsanız, yani Allah’ın
güzelliği tarifi ve yolu olarak görüyorsanız güldeki güzelliği, gülün kokuşunu
rabbinizin güzelliği tefsiri olarak görüyorsanız, bülbülün ötüşünü rabbinizin
güzelliği tefsiri olarak görüyorsanız, ırmağın şırıltısını, ormanın uğultusunu,
bin bir türlü tabii güzelliklerin o iç alıcı rengarenk hayran eden örüntüsünü
rabbinize bağlıyorsanız, onlar size Allah’ı hatırlatıyorsa o zaman güzel, güzel
olma fonksiyonunu sizde zikre dönüştürmüş demektir. Yani siz güzeli onu güzel
edenden bağımsız algılamıyorsunuz demektir. Bu eser müessirinden bağımsız
değildir. Fiil failinden bağımsız değildir, güzel o güzelliği verenden bağımsız
anlaşılamaz sırrına ermişsiniz demektir.
İşte bu zikr olarak geçiyor
ayette. Yani Allah’ı hatırlamak, Allah’ı sürekli hatırda tutmak, baktığınız her
şeyde, her güzellikte rabbinizin Cemal sıfatını görmek, rabbinizin mutlak
güzelliğinden bir yansıma görmek, onu rabbinizin mutlak güzelliğine götürücü
bir ayna bilmek, yol aynası, ya da yol taşı, yol işareti bilmek ve o işareti
takip ederek Allah’a ulaşmak, Mutlak güzele ulaşmak, güzelliğin yaratıcısına
ulaşmak. İşte bu. Bunu yapabildiğimiz sürece güzele hakkını veriyoruz demektir.
Bunu yapabildiğimiz sürece güzeli yaratana şükrediyoruz demektir. Bunu
yapabildiğimiz sürece yer yüzünde ki güzelliğe katma değer oluyoruz, dahası
güzelliğin artırılmasına vesile oluyoruz demektir. çünkü güzelliğin kaynağını
keşfederek, fark ederek güzeli fark etmek şükürdür. Şükürse güzelliği, nimeti
artırır.
Fekale inniy ahbebtü hubbel hayri an zikri
Rabbiy* hattâ tevaret Bil hıcab ta ki, bunu atlar özden kayboluncaya
kadar tekrar etti Süleyman.
33-) Rudduha aleyye* fetafika meshan Bis sukı
vel a'nak;
"Onları
bana geri getirin" (dedi Süleyman)... (Atların) bacaklarını ve boyunlarını (bu defa müşahede ile) mesh
etmeye başladı. (A.Hulusi)
33 - Geri
getirin onları bana, tuttu bacaklarını, boyunlarını silmeğe başladı. (Elmalı)
Rudduha aleyye* fetafika meshan Bis sukı vel
a'nak ardından; onları bana getirin diyerek başladı bacaklarını ve
boyunlarını sıvazlamaya.
Bu ayet için tefsirlerde bir
takım gerçekten de ayrıntılı rivayetler yer alır. Ama bunların hiçbir
mevsukiyeti de yoktur. Bu rivayetler burada zikretmemi gerektirmeyecek kadar
çok uzak yorumlar. Belki aslı bunların İsrailiyattan alınma rivayetler.
Bunları, güvenilmez olan bu rivayetleri bir kenara bırakarak metnin bize vermek
istediği ahlaki ilkeleri dikkate almamız gerekiyor. Aslında Kur’an kıssalarının
tamamı bize bir hikaye anlatmak, ya da bize tarihsel vakıalardan bir tarih
kitabı gibi söz etmek değil, bize bir takım hadiselerden yola çıkarak değişmez
değerleri hatırlatmak. Allah’ın koyduğu yasaları hatırlatmak. İnsanoğluna
sorumluluğunu hatırlatmak, ahlaki ilkeleri hatırlatmaktır. Bu kıssa da bunu
yapıyor.
Şunu görebiliriz. Süleyman
peygamber atların boyunlarını ve bacaklarını sıvazlarken hiç şüphesiz bunların
dünyaya ait olduğunu biliyordu. Biliyordu bilmesine ama dünyalıklara olan
sevgi, dünyalıklara olan muhabbetin de insani bir şey olduğunu gösteriyordu.
Yani bu öyle kaçınılacak utanılacak, ayıpsanacak ta bir şey değildi. İnsan
güzel olan şeyleri severdi elbette. Bunda garipsenecekte bir şey yoktu. Ama
aslolan şuydu; Allah’ın hayatımızı güzelleştirmek için yarattıkları bizi
Allah’tan koparmamalı. Yani amacının tersine kullanılmamalı eşya. Belki bize bu
gerçeği söylüyordu bu.
[Ek bilgi; (İLGİNÇ BİR HİKAYE)
SÜLEYMAN (as) IN ATLARININ
HİKAYESİ.
Haberi rivayet edenler şöyle
demişlerdir;
- Süleyman AS. ın Bin atı
vardı. Yine bir rivayete göre kendisi yaygısına yanlanıp Hindistan’a gazaya
gitmişti. Savaşa vardı Oradan döndü. Yolu bir adaya uğradı. Orada 1000 at gördü.
Hepsi de ot otluyorlardı. Hepsi de kınalı atlardı. Hz. Süleyman o atlara
sevdalandı, devlere;
- Bu atları benim için tutun
dedi. Devler;
- Ey Allah’ın resulü biz kaç
kez bu atları görmüştük. Ne kadar uğraştı isekte onları tutamadık. Madem sen
buyruk verdin, bize bir nice pamuk, şarap ve kayır(Çakıl taşı) ver. Ta ki bir
sihir, bir büyü yapalım. Olabilir ki bu atları bir hile ile tuzağa düşürürüz.
Dediler.
Süleyman AS. devler ne
dilediyse verdi onlarda o adaya gittiler. Atlar onları gördüler kanat açıp
uçtular, gittiler. Devler de o adada ne kadar pınar, su kaynağı varsa
deliklerine pamuk tıkadılar, üstlerine çakıl taşı döktüler. Sularını denize
akıttılar. Pınarların önlerini göl gibi kazdılar. Şarabı içine döktüler başka
ne kadar pınar varsa göl haline getirdiler. O devler 1000 taneydi. Hepsi bu
gölün suyuna gittiler.
Sonra o atlar geldiler. Ne
kadar ki susamışlar. Ne kadar su istedilerse de su bulamadılar. O şaraplı suya
geldiler. Su o şarabın kokusunu gidermişti. Atlar şarap gölünü görünce gidip
ona su diye kana kana içtiler. Bir saat geçmeden hepsi sarhoş oldu.
Devler onları gözetlemekteydi
atların sarhoş oluklarını görünce pusudan dışarı çıktılar. Atla uçmak diledi
Fakat kanatları kımıldayamadı. Devler de onları tutup Süleyman AS. a
getirdiler. Birer birer onun önüne koydular.
…
Süleyman AS. zamanına ikindi
vakti ibadeti bir Allah buyruğuydu. Bu zamanda ona atları birer birer
gösterdiler. O da onlarla uğraşıp vakit geçirdi. Geride henüz gösterilmeyen yüz
tanesi kalmıştı ki Süleyman AS. güneşe baktı batmaya yakınlaşmıştı İkindi
ibadetinin vakti geçmişti.
Kendisine Allah tarafından
azar geldi ve;
- Sen bu dünyayı o kadar
seviyorsun ki ikindi ibadetini unuttun. Denildi. O da dua etti, güneş geriye
döndü ikindi yerine vardı. Hz. Süleyman ikindi ibadetini yaptı ve Allah’ına
şükranda bulundu.
Bu olayı Kur’an şöyle
buyurmaktadır;
“Süleyman daima Allah’a
yönelikti. Ona bir akşam üstü cins atlar sunulmuştu. Süleyman;”Doğrusu bu
atları rabbimi anmayı sağladıkları için severim.” Dedi. Atlar koşuştular ve bir
toz perdesi altında kayboldular. O da; “Yeter artık, onları bana getirin.”
Dedi. (Sâd/33)
Süleyman AS. bu atları
severken onu ibadetten alıkoymasını Sâd/32 ayeti şöyle açıklar.
“ Ben bu at sevgisi Rabbime ibadetten alıkoydu
dedi ve hem de güneş batmıştı.(Sâd/32)
Sonra Süleyman AS.
- Bu atları damgalayınca,
boyunlarına ve butlarına damga vurun. Ta ki gaziler onlara binsinler ve Allah
yolunda gaza etsinler. Dedi, duada bulundu. Hak tealâ da o atların kanatlarını
çekti, yok etti, o kanatların kuvvetini ayaklarına verdi. O atlar Süleyman AS.
dan sonra Arap ülkesinde kaldı ve adlarına Araplar arasında ün kazandı. Çöl
halkının atları o soydandırlar.
(Tarih-i Taberi/ Cilt1,
sayfa555.556)]
34-) Ve lekad fetenna Süleymane ve elkayna alâ
kürsiyyihi ceseden sümme enab;
Andolsun
ki Süleyman'ı imtihan ettik ve Onun tahtına ölü bir beden bıraktık (tahtına vâris olacak olan imansız kişiyi. A.H.)... Sonra tövbe edip yöneldi. (A.Hulusi)
34 - Celâlim
hakkı için Süleyman’a bir fitne de verdik ve tahtının üstüne bir ceset bıraktık
sonra tevbe ile rücu' etti. (Elmalı)
Ve lekad fetenna Süleymane ve elkayna alâ
kürsiyyihi ceseden sümme enab doğrusu biz Süleyman’ı vaktiyle
tahtının üzerine bir ceset olarak koymakla veya bir ceset koymakla sınava
çekmiştik ve o da bize yönelmişti.
Bu ibareden ne anlaşılması
gerekir sorusuna tefsir kaynaklarımızda çok farklı cevaplar verilmiş. Yine bu
cevapların da temeli İsrailiyat kaynaklı bir takım hikayeler. Bu hikayeler o
kadar uzun ve ayrıntılı ki gerçekten de insanın bunlardan kuşku duyması mümkün
değil. Bunları doğrulayacak her hangi bir delile de sahip değiliz.
Süleyman peygamber bir ara
Hükümdarlık yüzüğünü kaybetmiş bu yüzüğü bulan bir cin veya bir şeytan, veya
bir insan şeytanı gelmiş onun tahtına oturup bu yüzükle hükmetmiş. İşte bu ceset
imiş. Veya bir ölüyü koymuşlar cesedini, Süleyman peygamber öldü zannedilerek,
onu andırsın diye bir ölüyü koyup sanki o yaşıyormuş gibi göstermişler. Vs.
Yani etrafındaki bir grup ona ihanet edip darbe yapmışlar bu darbe sonucunda
onu tahtından uzaklaştırmışlar vs. Yani bu hikayeleri bir tarafa bırakarak biz
yine metnin söylediğine dönecek olursak belki en makul yorum şunu
söyleyebiliriz. Ki Elmalılı üstadımızın da desteklediği yorum bu.
Hz. Süleyman dan sonra oğlu Rehoboam tahtına oturdu. Bu muhteşem
medeniyeti Süleyman’ın bıraktığı büyük İsrail krallığını Rehoboam kendi heva ve
hevesi yolunda kısa zamanda darmadağın ett. Koca medeniyetin altından girdi
üstünden çıktı param parça oldu. Süleyman’ın tahtına da konulan ceset sanırım
onun yerine geçen halefi olsa gerek. En makul yorum da budur diye düşünüyorum.
Razi o cesetten kasıt kendisiydi der. Böyle bire yorum yapar, ki bu
Razi’ye özgü farklı bir yorum. Yani mecazen iktidar cansız bir cesettir ey
Süleyman. Sen bu cesede ruh vereceksin. Eğer buna ahlak katarsan, adalet
katarsan, anlam katarsan iktidar ruh üflenmiş bir cesede dönüşür yani canlanır.
Yok eğer ahlâksız, adaletsiz ve anlamsız bir iktidar bir servet olursa o zaman bu cesetten başka bir şey değil.
Sadece bu dünyada kalır, geçici olur imasını içerdiğini söyler. Razi böyle bir
yorum yapar.
Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
143. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder