C sayfasından devam
14-) İn küllün illâ kezzeber Rusule fehakka
'ıkab;
Hepsi
de sadece Rasûlleri yalanladılar... Bu yüzden de yaptıklarının kötü sonucunu
yaşamayı hak ettiler! (A.Hulusi)
14 - Başka
değil, hepsi gönderilen elçileri (Resulleri) tekzip etti de öyle hak oldu
azâbım. (Elmalı)
İn küllün illâ kezzeber Rusule fehakka 'ıkab
hepsi de elçileri yalanladılar, bu yüzden cezamızı hak ettiler.
15-) Ve ma yenzuru haülai illâ sayhaten
vahıdeten ma leha min fevak;
Bunlar
sadece gecikmesi olmayan bir tek sayhayı (sesi
- ölümü) beklemektedir. (A.Hulusi)
15 - Onlar
da başka değil, bir tek sayhaya bakıyorlar öyle ki ona hık yok. (Elmalı)
Ve ma yenzuru haülai illâ sayhaten vahıdeten ma
leha min fevak hepsi de elçilerimizi yalanladılar denilen bu
kavimler için söyleniyor bu ayet; Şu berikiler var ya, hayır ilk muhataplar
için söyleniyor. Yani Mekke’de bu ayetlere karşı baş kaldıranlar. Bu örnekleri
verdikten sonra geri dönülerek ki 11. ayetle bu ayetin birleştirilmesi lazım.
Arada ki ayetler bir tür parantez içi. Onun için Mekke müşrik aristokrasisine
bir hitap bu. Ve
ma yenzuru haülai illâ sayhaten vahıdeten ma leha min fevak şu
berikiler var ya Mekkeliler, işte bunları bir tek bela çığlığı beklemektedir.
Bir nefes ilave soluk bile alamazlar.
16-) Ve kalu Rabbena 'accillena kıttanâ kable
yevmil hisab;
(Alayla) dediler ki:
"Rabbimiz! Hak ettiğimizi, yapılanların sonuçlarının açıkça görüleceği
süreçten önce, hemen ver!" (A.Hulusi)
16 - Bir
de ya Rabbenâ bizim pusulamızı hesap gününden evvel acele ver dediler. (Elmalı)
Ve kalu Rabbena 'accillena kıttanâ kable yevmil
hisab işte onlar rabbimiz bizim hükmümüzü hesap gününden önce hemen
ver diye alay ederler.
17-) Isbir alâ ma yekulune vezkür abdeNA Davude
zel' eyd* innehu evvab;
Onların
dediklerine sabret ve kuvvet sahibi Davud'u zikret (hatırla)... Muhakkak ki O,
evvab (hakikatine dönen) idi. (A.Hulusi)
17 - Şimdi
sen onların dediklerine sabret de kuvvetli kulumuz Davud’u an, çünkü o çok
tecri' yapar (evvab) idi. (Elmalı)
Isbir alâ ma yekulune vezkür abdeNA Davude zel'
eyd* innehu evvab sen onların bu tür laflarına sabırlı ol. Sure asıl
vurgusuna geldi. Davud kıssasına girdi bu ayetle ve Resulallah’a doğrudan hitap
ederek; Sen onların bu tür laflarına sabırlı ol dedi ve güçlü bir iradeye sahip
olan has kulumuz Davud’u hatırla. Çünkü o innehu evvab, çünkü o kendisine
yönelecek makamı çok iyi bilir hep Allah’a yönelirdi.
Hz. Davud’un örnek gösterilmesi
iki amaca mebni olabilir ki girişte de değinmiştim:
1 – 1. si Hz. Peygamberi teselli
için. İktidarı Allah verecek diyor Resulallah’a imaen. Fakat onun da kendine
göre, yani iktidarın da kendine göre sıkıntıları var, kendine göre ağır
sınavları var. Onun için Allah sana Davud gibi iktidarı vermeden şimdiden o
sınavlara karşı hazırlıklı ol. İktidarın kendine göre bir ayartıcılığı var.
2 – Müşrikleri tehdit. Güce ve
iktidara tapıyorsunuz diyordu zımnen müşriklere. Fakat Allah’a ortak
koşuyorsunuz. Güce ve iktidara tapıyorsunuz, çelişik bir biçimde Allah’a ortak
koşuyorsunuz. Eğer güç ve iktidara gerçekten hürmet ediyorsanız, Allah’ın gücü
ve iktidarının üstünde güç ve iktidar mı var. Güçte, iktidar da Allah’ın
elinde. Onu dilediğine nasip eder. Nitekim Hz. Peygambere daha büyüğü
verilecektir. Fakat o iktidarın nimetlerini elinin tersiyle itip bir kul gibi
yaşayıp, bir kul gibi rabbine yürüyecektir.
18-) İnna sahharnel cibale meahu yüsebbıhne Bil
'aşiyyi vel işrak;
Doğrusu
biz, akşam ve Güneş doğduğu vakit tespih eder (işlevlerini
yerine getirir) hâlde, dağları (benlik sahiplerini) Ona
boyun eğdirdik. (A.Hulusi)
18 - Çünkü
biz onun maiyetinde dağları müsahhar kılmıştık: tesbih ederlerdi akşamleyin ve
işrak vaktı. (Elmalı)
İnna sahharnel cibale meahu yüsebbıhne Bil
'aşiyyi vel işrak işte bu yüzden her sabah ve her akşam onunla
birlikte emrimize amade kıldığımız dağlar da kudret ve ihtişamımızı
dillendiriyor, dile getiriyordu.
Burada ki yüsebbihne bu tespih
bu. Allah’ın kudret ve ihtişamını dile getirmek. Aslında eşyanın tespihi
Allah’ın koyduğu yerde verdiği rolü oynamasıdır. Kainata mensup olmak. Burada
zımnen bu vurgulanıyor. Dağlarla aynı ilahiyi söylemek. Hz. Davud şuurlu bir
kul, iradeli bir kul. Dağlar ise iradesiz birer kul. Dolayısıyla insanoğlu
rabbinin emrine intisal eder, O’na yönelirse şunu görür; Varlık, bütün bir
yaratıklar alemi, bütün bir mahlukat aslında aynı ilahiyi koro halinde
söylemekte. İnsan da bu koroya davet edilmektedir aslında. Bunu söylüyor, bunu
vurguluyor.
19-) Vettayre mahşureten, küllün lehu evvab;
Toplanmış
kuşları da (kendisine iman etmiş kimseler)... Hepsi Ona evvab (hakikatini
yaşayan) idi. (A.Hulusi)
19 - Kuşları
da toplu olarak, hepsi onun için terci' yapar (evvab) idi. (Elmalı)
Vettayre mahşureten, küllün lehu evvab
katar katar dizilmiş kuşlar da bu koroya dahildir. Küllün lehu evvab, hepsi O’na yönelmişlerdir. Aslında kainata
mensup olmak, kainatla birlikte Allah’ın size verdiği rolü oynamak. Kuşlarla,
bütün varlıklarla böyle bu. Onun için her peygamber aslında insanı bütün bir
varlık zincirine bir halka olduğunu hatırlatmak için geldi. Ey insan sen şu
varlıklar aleminde bu zincirin Altın halkasısın. Zincirden kopma. Eğer koparsan
Allah’a yabancılaşırsın. Bunu söyledi.
20-) Ve şededna mülkehu ve ateynahül hıkmete ve
faslel hıtab;
Onun
mülkünü (hükümranlığını) kuvvetlendirdik ve Ona Hikmet (sebepler ilmi) ve Fasl-ul
Hitab (doğruyla yanlışı en mantıklı şekilde
hemen ayıran muhakeme kuvvesi) verdik.
(A.Hulusi)
20 - Hem
mülkünü kuvvetlendirmiştik, hem de kendisine hikmet ve faslı hitap vermiştik.
(Elmalı)
Ve şededna mülkehu ve ateynahül hıkmete ve
faslel hıtab biz de onun iktidarını sağlama aldık. Kimin? Davud’un
iktidarını. Zira ona adaletle hükmedecek muhakeme ve anlaşmazlıkları sona
erdirecek ikna kabiliyeti verdik. Faslel
hitap. Anlaşmazlıkları sona erdirecek bir ikna kabiliyeti. Yani sözü kesip
ayıracak, sözü kesip takırtıyı tüketecek Türkçede ki deyimde olduğu gibi. Hikmet ve faslel hitab, iki şey. Aslında Bakara/251. ayetinde de öyle
buyruluyordu ya;
… ve katele Davudu Calûte ve atahullahul
Mülke vel Hikmete… (Bakara/251) Davud, küfrün komutanı Calut’u
öldürünce Allah onu seçti. Ona nübüvvet verdi ve hikmet verdi, mülk verdi,
iktidar verdi. Tabii verilen iktidarın Allah’ça meşru sayılması ancak adaletle,
adaletin de maksimum derecesi hikmetle sağlanır. Gayri meşru iktidarlar
zorbalık ve güçle sağlamlaşır. Onun için Ve şededna mülkehu
biz onun iktidarını sağlamlaştırdık diyor iki şeyle. Hikmetle ve hukukla.
Burada ki faslel hitab;
anlaşmazlıkları ikna ve Hukuk ilkeleriyle çözmek, halletmek manasını içeriyor
zaten. Onun için bir iktidarı meşru kılan vahyin gözünde iki şeydir. Adalet ve
Hukukun üstünlüğü. Bu ikisi burada gözüküyor zaten. Meşru iktidar Hikmet ve
ikna ile. Gayri meşru iktidarsa zulüm ve zorbalıkla olur. Meşru iktidar adalet
ve rıza ile olur, gayri meşru iktidarsa baskıyla zorbalıkla olur, ceberut bir
iradeyle olur.
21-) Ve hel etake nebeül hasm* iz tesevverul
mihrab;
Sana o
tartışmanın haberi geldi mi? Hani duvarı tırmanıp mabede ulaştılar. (A.Hulusi)
21 - Bir
de hasım kıssası geldi mi sana? Hani surdan mihraba aştıkları vakit. (Elmalı)
Ve hel etake nebeül hasm sen
davacıların kıssasından haberdar oldun mu? Kıssa başka bir kıssaya
giriyor, iz tesevverul mihrab hani onlar
mabedin duvarına, Aslında burada mabedin duvarından kasıt mihrab.
Mihrap; Bir tür inziva hücresi.
Kemal üstü, duvarın içine gömülmüş çok küçük karanlık bir inziva hücresi. Orada
din adamları inzivaya çekilirlerdi. İşte oraya denirdi mihrap. İnziva
hücresinin bulunduğu duvara tırmanmışlardı.
21 – 26. ayetlerde anlatılan
kıssaya ilk müfessirlerle sonrakiler arasında ki yaklaşım farklılığını açıkça
görüyoruz. İşte bu kıssa. Buradan itibaren Davud peygamberin kahramanı olduğu
bu kıssaya tefsir tarihimiz iki farklı yorum getirmiş, birbirinden çok ayrı.
İlk müfessirler getirdikleri
yorumlarda, ki Taberi bunlara dahil. Ki Taberi’den daha öncesi, İbn. Abbas,
Enes Bin Malik, Mücahid ve onlardan da Taberi nakletmiş, hatta Beğavi nakletmiş
ve diğer bazı müfessirlere nakletmişler. Onların yaklaşımı peygamberleri masum
kılan karakter temizliğinin doğuştan mı, yoksa ahlaki bir gayretle mücahede
sonucumu sorusuna hayır ikincisi. Yani ahlaki bir gayret ve mücahede ile
peygamberler masum kılan karakter temizliğine
kavuşmuşlardır sonucuna varacağımız bir şekilde yaklaşırlar ilk
müfessirler.
Ama sonraki kelamın etkisinde ki
tefsir tarihi ise Peygamberlerin masumiyetini aşırı biçimde savunan ve bunu bir
kelami polemik ve tez olarak bir mezhebe dönüştüren daha sonraki yüz yıllarda
müfessirler o tezi, ilk müfessirlerin bu kıssaya yaklaşımını terk ederek farklı
farklı söylentiler üretmişlerdir bu kıssa hakkında, efsanelere başvurmuşlardır.
Bu efsanelere biz girmeyeceğiz.
Onların hiç birisini buraya almayacağız tabii ki. Çünkü gerçekten de
tutarlılığı yok. Biz ilk müfessirlerimizin kıssaya yaklaşımını, özellikle
Taberi’nin İbn. Abbas’tan naklettiği, Enes Bin Malik’ten naklettiği, yine
Mücahid’den naklettiği ve diğer bazı sahabe ve tabiin müfessirlerinen
naklettikleri rivayet şöyle.
Hz. Davud evinin damından zaman
zaman gördüğü güzel bir hanıma sevdalanır. Onun sevdası içine düşer.
Araştırınca hanımın urya adlı bir askerin eşi olduğunu öğrenir. Gel zaman git
zaman çıkan bir savaşa Urya’da gider ve savaştan dönmez ölür. Dul kalan eşiyle
Hz. Davud evlenir.
Hz. Davud anlaşılan onun evli bir
hanım olduğunu öğrendikten sonra dahi gönlünden onun sevgisini atamamıştır ve
bu da vahiy tarafından Hz. Davud’un hatası olarak görülmüştür.
Dul kalan eşle evlendikten sonra
Hz. Süleyman bu eşten olur. Tevrat’ta ki anlatım bundan çok farklı. Bizim ilk
müfessirlerimizin anlatımından çok farklı. Çünkü Tevrat peygamberlere, peygamberlik
izzetine yakışmayacak şeyler yakıştırır. Onun için Tevrat’ta ki anlatım bir
peygambere iftira olan bir çok hikaye içerir. Kur’an hikayenin aslını iftiradan
arındırılmış şeklini ima eder.
Hz. Davud’a zina isnad eden
Tevrat’ta ki anlatım İslam geleneğinde kesinlikle reddedilir ki, bir peygambere
asla yakışmayacak ve bir peygamber için caiz olmayan böyle bir zina iftirası
gerçekten de en ağır cürüm, en ağır günah sayılmalıdır. Onun için Hz. Ali Hz.
Davud için Tevrat’ın anlattığı bu hikayeyi inanan ve nakledene çift iftira
cezası verin demiştir. Yani 160 değnek. 80 değnek bir masuma yapmadığı bir
fiili iftira etmenin cezasıdır. Peygambere iftiranın cezası ise onun ilki
katıdır demiştir Hz. Ali.
İşte bu iki davacı, Hz. Davud’a
yaptığının doğru olmadığını anlatmak için gelen kimselerdi. Hz. Davud bir yerde
gönül ferman dinlemez sözünün muhatabı olmuştu. Ama o sıradan biri değildi.
Onun için ebrar’ın hasenatı, mukarrabinin seyyiatıdır der Arapça bir ifade.
Hasenatül ebrar, seyyiatül mukarrabiyn. Yani Allah’a çok yakın olanların
katında kötülüktür iyilerin iyiliği. Bu ne demek? Sıradan insanlar günahlarına
tevbe ederken Allah’a çok yakın olanlar, Allah’tan gafil kaldıkları bir tek
nefesi günah bilip tevbe ederler.
İşte bu çerçeve de algılanmalıdır
bu. Ve bu böyle algılanırsa peygamberlerin sahip olduğu karakter temizliğinin
doğuştan olmak yerine, yani bir tür zahmetsizce verilmek yerine, onların da bu
konuda iradeli bir savaş verdiklerini ve alınlarının teri ile bu ahlaki erdemi
ha ettiklerini zaten biz Kur’an da da Resulallah’ın ahlakına vurgu yapan
ayetten öğreniyoruz. Yani nübüvvetten önce Resulallah ta ki ahlakı, erdemi
Kur’an vurgularken, sen muhteşem bir ahlak üzeresin diyordu.
İşte bu. Çünkü bu Kur’an
tarafından da de doğrulanan peygamber bakışıdır, ki Tâhâ/121-122. ayetleri,
Kasa/15-16. ayetleri peygamberlerin kusur ve hatalarına nasıl bakacağımız
konusunda bize ışık sunar, çerçeve çizer.
Devam ediyor E sayfasına geçiniz
142.
videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder