9 Nisan 2013 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. SÂD (35 - 42) (143-B)


A sayfasından devam



35-) Kale Rabbığfir liy ve heb liy mülken lâ yembeğıy liehadin min ba'diy* inneKE ENTEl Vehhâb;



"Rabbim beni mağfiret et (birimselliğimi ört) ve bana, benden sonra kimseye gerekmeyecek (bana has) bir özellik hibe et... Muhakkak ki sen Vehhâb'sın" (diye dua etti). (A.Hulusi)



35 - Ya rab! bana mağrifet buyur ve bana öyle bir mülk bağışla ki ardımdan kimseye yaraşmasın, şüphesiz sensin bütün dilekleri veren vehhab sen, dedi. (Elmalı)





Kale Rabbığfir liy ve heb liy mülken lâ yembeğıy liehadin min ba'diy* inneKE ENTEl Vehhâb Süleyman şöyle yalvardı rabbine; Rabbim dedi. bana öyle bir iktidar ver ki, öyle bir devlet ver ki, öyle bire medeniyet bahşet ki benden sonra hiç kimse ona sahip çıkmasın. Çünkü sen, yalnız sensin cömertçe bahşeden.



Aslında biraz önceki tercih ettiğimiz yorumu tasdik eden bir ayet bu. Bana öyle bir iktidar ver ki diyor, benden sonra ona kimse sahip çıkmasın. Adeta kendisine verilen iktidarın yanlış ellerde yanlışa alet edileceğini görür gibi Hz. Süleyman benimle son bulsun diye dua ediyor. Bu bir hasislik değil. Bu benden başkalarına yaramasın mantığı değil. Bu iktidarın nasıl hassas bir şey olduğu, nasıl ayartıcı ve baştan çıkarıcı bir unsur olduğu. Eğer bu unsurun sahibi iktidarla sınanan biri baştan çıkmamakla ayartılmamak için gerekli ahlaki donanıma ve iradeye ve burada da ifade buyrulduğu gibi Enab kelimesinin ifade ettiği o Allah bilincine, Allah’a yöneliş kaygısına sahip değilse, iktidar onu kısa zamanda baştan çıkaracaktır, yoldan çıkaracaktır. Dolayısıyla Hz. Süleyman’ın bunu söylerken kaygısı şu olsa gerek;



Ben ellerimle büyüttüğüm bu muhteşem devleti bir başkasına günah aleti, günah aracı olarak vermek istemiyorum. Yani ben, benim elimde bir sevap aracına dönüşen bu iktidarın yanlış ellere geçip günah aracına dönüşmesini istemiyorum onun içinde eğer böyle olacaksa benimle bitsin diye dua ediyor. Bu da bir önceki ayette tahtına konulan cesedin kendisinden sonra yerini alacak kimseler olduğunun iması olduğunu gösteriyor.





36-) Fesahharna lehurriyha tecriy Bi emrihi ruhaen haysü esab;



Bunun üzerine rüzgârı (gibi akıp gideni) Onun hizmetine verdik; Onun emriyle, dilediği yere, hiçbir şeyi sarsmadan - yıkmadan akıp giderdi. (A.Hulusi)



36 - Bunun üzerine ona rüzgârı müsahhar ettik, emriyle istediği yere yumuşacık cereyan ederdi. (Elmalı)





Fesahharna lehurriyha tecriy Bi emrihi ruhaen haysü esab  bunun ardından rüzgârı ona amade kıldık ki onun emriyle, (çalışan gemileri diye ilave yapmakta hiçbir beis yok) Onun emriyle çalışan meşhur deniz ticaret filolarını, -ki efsanevi Hz. Süleyman’ın deniz ticaret filoları vardı- İstediği yöne doğru kolayca yüzdürebilsin.



Hz. Süleyman’ın rüzgârla hareket eden deniz ticaret filoları kurduğu medeniyetin de en büyük destekçisiydi. Belki finanse eden güçte buydu. Rabbimiz buradaki birazda eliptik bir ifadeyle rüzgârı Süleyman’ı emrine verdiğini ifade buyuruyor. Bu eşyanın içinde ki gücün kullanılması insanoğlunun emrine verilmesi anlamını taşıdığını gösteriyor. Biz rüzgârı insanın emrine verdik demek gibi bir şey. Emrimize verilen şeyi eğer doğru kullanabiliyorsanız emriniz altına alıyorsunuz, yok yararlı ve doğru kullanmıyorsanız sizin emrinize verilmiş bir şeyi emriniz altına almıyorsunuz anlamını da buradan çıkarabiliriz.



Yani özetle Hz. Süleyman Allah’ın insanoğlunun hizmetine musahhar kıldığı, teshıyr sırrını içine yerleştirdiği tabiatta ki bir çok varlığı kullanmasını bildi. Bu Allah’ın yaratış sırrını anlamakla alakalı, basiretle alakalı, varlıkları okumakla alakalı, mahlukatın yaratılış hikmetini kavramakla alakalı bir şeydi. Onun için Hz. Süleyman bu tarafıyla da ilgili ayetlerde övüldü. Onun basiret sahibi oluşu, onun varlıklara olan derinliğine nüfuz eden bir bakış sahibi oluşu çeşitli surelerde daha önce dile getirilmişti ki Neml suresi bunların başında gelir.





37-) Veş şeyatıyne külle bennain ve ğavvas;



Şeytanları da onun hizmetine verdik; binaları kuran ve dalgıç olanlar! (A.Hulusi)



37 - Şeytanları da: bütün benna' ve ğavvas. (Elmalı)





Veş şeyatıyne külle bennain ve ğavvas yine şeytanlar gibi,  (Yine parantez içi bir açıklama yapmak zorundayız. O gibi metinde yok ama ilgili ayetlerin tamamını birlikte  okuduğumuzda bunu anlıyoruz; Hz. Süleyman’ın kurduğu o muhteşem yapıyı, o muhteşem iktidarın temelinde sanatın çok iyi kullanılması var. Sanatkarların istihdamı var. İşte sanatın ve sanatkarların mükemmel bir biçimde istihdam edilmesini ifade eden bir ayet bu. Dolayısıyla ayeti okurken sıkıştırılmış eliptik metnin açılımını vermek durumundayız.) Şeytanlar gibi dik başlı güçlerden her biri bir yapı ustası ve dalgıç olan kimseleri de onun emrine amade kıldık.



Demek ki hem inşa işi hem de denizcilik, dalgıçlardan söz ettiğine göre, ki daha önce de ilgili ayetlerde bahsedilmişti. Mesela Enbiya suresinde bu ibareler benzer bir biçimde yine geçer. Süleyman Peygamber En’am/112 de geçen; ..şeyatıynel'insi vel cinn..(En’am/112) ibaresini hatırlasyalım bu parantez içi açıklamayla ilgili. Biz her bir peygambere insan ve cin şeytanlarından birilerini musallat ederiz. Ayeti kerimesi de şeytanın sadece görünmeyen değil, görünen insanlara da nispet edilebileceğini görüyoruz. Dolayısıyla görünen insanlar arasında, insan şeytanları kimler? Elbette ya şeytanın peşine düşenler manasına alınır, ya da hani mecazen kullanılır ya; “Ne şeytan o..!” Yani cin gibi adam, girmediği delik yok, beceremeyeceği iş yok, elini attığını becerir, çok usta, çok maharetli, çok uzman anlamına mecazen de kullandığımız gibi şeytan hem insandan hem cinden kendi türünün bir takım niteliklerine sahipse eğer kullanılabiliyor. Ele avuca sığmaz ustalar da diyebiliriz bunlara. Yani herkesin hükümranlığına boyun eğmeyen, herkesin istihdam edemediği, herkesin boyun eğdiremediği, güç yetiremediği güçte kuvvette, maharette bir takım uzman kimseler diyebiliriz.





38-) Ve âhariyne mükarreniyne fiyl asfad;



Zincirlerle birbirlerine bağlı diğerlerini de.



38 - Ve daha diğerlerini bentlerde çatılı çatılı. (Elmalı)





Ve âhariyne mükarreniyne fiyl asfad ve zincirlerle birbirlerine bağlanmış diğer varlıkları da emrine amade kıldık. Yani bir de daha başkaları var. Bunun biraz açılımı daha önce Enbiya suresinde gelmişti yanlış hatırlamıyorsam. Burada otorite kabul etmez toplulukları, otoritesine almıştı şeklinde anlamamız da gayet mümkindir. Zincirlerden söz edildiğine göre bu zincirler, bizatihi bu zincirlere bağlamak biçiminde değil de otorite altına almak, asla itaat etmeyen bir takım isyankar toplulukları otoritesi altında boyun eğdirmek anlamını da taşıyabilir. Dağlı kavimler diyebiliriz buna ki Lübnan da yaşayan o dönemde ki dağlık bölgelerde, özellikle Lübnan’ın cebel-i Lübnan dağlarında yaşayan bir takım kavimler, hiçbir güce, isterse bölgenin tamamında fetih gerçekleştirsin ve tamamını kendi egemenliği altına alsın hiçbir güce boyun eğmeyen gerçekten isyankar dağlı kabileler vardı ki Hz. Süleyman bunlara da boyun eğdirmişti.





39-) Hazâ 'atauna femnün ev emsik Bi ğayri hisab;



"İşte bu (sana özel tasarruf edeceğin mülk) bizim hibemizdir; öyleyse ister ver ister verme, sınırsızca kullan!" (A.Hulusi)



39 - Bu işte, dedik: bizim atâmız artık diler kerem et, diler imsâk hesabı yok. (Elmalı)





Hazâ 'atauna femnün ev emsik Bi ğayri hisab ve ona şöyle dedik; İşte bu bizim ikramımızdır. İster onu hiçbir hesap yapmadan karşılıksız ver, istersen elinde tut. Yani biz sana bütün bu nimetleri verdik. Sen bu nimetlerin şükrünü eda ettin. Bundan ötesi senin bileceğin bir şey. Bu şu manaya gelmiyor mu dostlar. Bir yoksul gibi de yaşayabilirsin, bu senin tercihin tercihini böyle yaparsan eğer bunu yapabilirsin. O zaman elinde kini avucunda kini dağıt. Fakat dağıtmazsan bundan dolayı suçlanacak değilsin. Ondan dolayı Hz. Süleyman’ı bu muhteşem iktidarından ve servetinden dolayı suçlayamıyoruz. Hakkını verdiği için, şükrünü eda ettiği için, tasaddukunu yaptığı için.



Fakat bu bir tercih meselesi bu ayet onu söylüyor. Efendimiz Süleyman’ın tercih ettiğini etmedi. Efendimize de iktidar verilmişti peygamberimize. Fakat o iktidarın dünyevi boyutunu tercih etmedi. Bunu kendisi de ifade buyurmuşlardı bir hadislerinde. “Bana dünya ve ahiret sunuldu, ben ahireti tercih ettim.”



Bu şu anlama geliyordu; dünyanın güzelliklerini yaşamak yerine dünyanın güzelliklerinden sonsuzca istifade etmek yerine, onları başkasıyla paylaşmak, onları başkalarına bırakmak ve sadece kendi yönettiği toplumun en aşağısı, maddi olarak en yoksulu gibi yaşamayı tercih etmişti peygamberimiz. Onun tercihi de buydu. Ama Hz. Süleyman’ı bu tercihinden dolayı kınamak gerekmiyordu. Onu yapmayalım diye de işte böyle bir ayetle, aslında alttan alta uyarılıyoruz.



Bu bir tercih meselesi. Tercihini hem dünyayı hem ahireti bana ver diye de kullanabilir insan, ben dünyayı istemiyorum, yetesiye ver. Ama ahireti ver diye de kullanılabilir. …Rabbenâ âtinâ fiyddünyâ haseneten ve fiyl âhırati haseneten vekınâ azâben nâr. (Bakara/201) Rabbimiz bize dünyanın güzelliklerini de ver, ahiretin güzelliklerini de ver, bizi ateş azabından koru diye bize dua öğreten de yine vahyin kendisiydi.





40-) Ve inne lehu 'ındeNA le zülfa ve hüsne meab;



Gerçektir ki, indîmizde Onun için yakınlık ve dönüşün güzeli var. (A.Hulusi)



40 - Ve şüphesiz ki ona huzuru izzetimizde bir yakınlık ve bir akıbet güzelliği var. (Elmalı)





Ve inne lehu 'ındeNA le zülfa ve hüsne meab elbet onu da bizim katımızda yakınlık ve güzel bir son beklemektedir. Yani o dünyevi ihtişamın içinde yüzdüğü için bizden uzak sanmayın. Yani dünyevi güzellikleri şeytanlaştırmayın Hint fakirleri gibi. Vahyin bu konudaki tavrı dengedir. Dolayısıyla serveti putlaştırmak ta, serveti şeytanlaştırmak ta aynı şeydir, sapmadır. Serveti putlaştıranlar vahye karşı çıkan ilk müşrik muhataplar gibi; altından bir bahçen, evin olmalı değil miydi derler. Veyahut ta evinin merdivenleri, kapının tokmakları altından olmalı değil miydi derler. Veyahut ta şu iki şehrin birinden en zengin ve itibarlı olana gelmeli değil miydi peygamberlik derler.



Surenin girişinde Resulallah’a peygamberlik verilişine itiraz eden o akla bir cevaptır aslında. Ama bunun karşılığında bir başka sapma daha var, o da serveti şeytanlaştırmak. Eğer birinde bir servet görürseniz, bunun hakkı verilmiş mi verilmemiş mi demeden, bu bunun şükrünü eda ediyor mu etmiyor mu demeden, onu nerede kullandığına bakmadan servetin oluşunu bizatihi onun kötü oluşuna, onun sapmış oluşuna yormak gibi bir yanlışa düşmeyelim diye bu ayetlerde Hz. Süleyman varlıkla imtihan edilip de bu sınavı verenler arasında sayılmakta. Elbet onu da bizim katımıza yakınlık ve güzel bir son beklemektedir derken ayet aslında bunu söylüyor.





41-) Vezkür 'abdena Eyyub* iz nada Rabbehu enniy messeniyeş şeytanu Bi nusbin ve azâb;



Kulumuz Eyyub'u da zikret (hatırla)... Hani Rabbine: "Muhakkak ki şeytan (kendimi beden olarak hissediş) bana bitkinlik ve azap yaşattı" diye nida etti. (A.Hulusi)



41 - Kulumuz Eyyub’u da an, o vakit ki rabbine şöyle nidâ etmişti: «bak bana: meşakkat ve elem ile bana Şeytan dokundu.» (Elmalı)





Vezkür 'abdena Eyyub şimdi yeni bir kıssaya geçti sure, Eyyub peygamber kıssasına. Bu da daha farklı bir sınav. Baba Davud Peygamber farklı bir sınav geçirmişti onu okuduk. Oğul Süleyman peygamber dünya ile sınanmıştı ve bu sınavı vermişti onu da okuduk. Şimdi hastalıkla, dertle boğuşan, sınav veren, hastalıkla sınavını Allah’a tam olarak veren bir peygamber, bir örnek daha sunuluyor.



Vezkür 'abdena Eyyub ve kulumuz Eyyub’u da hatırla. Enbiya/83-84. ayetlerinde geçmişti. İyi hatırlıyorum ki o ayetleri tefsir ederken Eyyup peygamberin kimliğine ilişkin ayrıntılı bilgi sunmuştuk Eyyub, kitabında ki portföyle, ki Eyyub peygamberin hayatı Kitabı mukaddes te Eyyub kitabı diye müstakil bir kitapta ele alınır. Orada ki portföyle Kur’an ın sunduğu Portföy çok farklı.



Zaten Kitabı Mukaddeste sunulan peygamberlerin portresinde peygamberlik pek göremezsiniz. Peygamberliğe hiç yakışmayacak şekilde tasvir edildiklerini görürsünüz. Fakat Kur’an hiçbir peygamber için nübüvvet kurumuna yakışmayan bir üslup kullanmaz. Kur’an ın peygamberler hakkında ki üslubuyla Kitabı Mukaddesin peygamberler hakkında ki üslubu arasında gerçekten dağlar kadar fark vardır. Bunu Kitabı Mukaddesteki kimi tahriflere yormak gayet mümkündür. Philip Hiiti bile, ki bir oryantalist, bunun Arap kökenli bir kişi olduğunu söyler. Eyyub peygamberin. Üstelik isim tahlilinden yola çıkarak bu sonuca varır.



Allah onu ağır hastalıklarla sınamış. Yani 46 ve 47. ayetlerde olduğu gibi saflaştırılmıştır. 46 ve 47. ayetlerde gelecek, rabbimizin bu imtihanlarla, imtihanın muhataplarını saflaştırdığını ifade etmekte. Yani bir tür altının hamının hasından, cevherinin cürufundan ayrılmak için haddeden geçmesi, ateşlerde eritilip ayrıştırılması gibi insan da saflaştırılması için haddeden geçmesi, ateşlerden geçmesi gerekiyordu. Ve işte bu peygamberler, peygamber olmalarına rağmen onlarda bu ilahi yasaya tabi oldular ve sınandılar, ateşlerden geçtiler.



Kıssadan hisse şu; Parçada kötü olarak algılansa da bütün içinde düşünürseniz iyi olduğunu görürsünüz. Hz. Eyyub eğer parçaya baksaydı bedenini saran kan ve irinden yola çıkarak bunun berbat bir durum olduğu sonucuna varabilirdi. Fakat bütün içinde düşündüğünde şükretti. Şükretti çünkü parçada kötü görünen bu şeyin arkasında gürül gürül gelen bir ilahi ödül vardı. Çünkü Allah hiç kimseye götüremeyeceğini yüklemez, çünkü Allah hiç kimseye zulmetmezdi.



Onun içinde efendimiz; Mü’minin başına bela 3 sebeple gelir.

1 – Ya günahına kefaret olarak, Yani hak eder, dolayısıyla günahına kefaret olur, belayı çeker günahına karşılık olur.

2 – Ya daha büyük bir belaya kalkan olarak. Yani küçüğü gelir ki büyüğünü engellesin diye.

3 – Ya da ahirette ki konumunu yükseltmek ve yüceltmek için.



Bu durumda parçada kötü gibi görünen hiçbir şey aslında bütün içinde kötü değildir. Belki hatta belki mükemmel bile. Uçağı kaçırdığınız yoldaki kaza bir parçadır, kötüdür, belki arabanız hasar görmüş, hatta siz bile ufak tefek sıyrıklar almış, yaralanmış olabilirsiniz. Fakat bir müddet sonra o uçağın düştüğünü haber aldığınızda nasıl düşünürsünüz. Yine yolda kaza geçirdiğiniz anda ki gibi düşünür müsünüz yoksa tam tersine dönüp o anda üzülürken şimdi sevinmeye mi başlarsınız. Hele ki kaza geçirmişim mi dersiniz. İşte parça bütün ilişkisi daha bu bütün dünyevi bir bütün, bir de uhrevi boyutu var. Ahirette büyük mahkemenin huzurunda düşen uçakta ki küçümencik yolcuların, herkesin acıdığı ve bunun ne suçu vardı diye ukalalık yaptığı o küçük küçük çocukların, pırıl pırıl, hesabını hemen verip beratlatını ellerine alıp cennetin yolunu tuttuklarını gördüğünde sen hesabı zor verilecek bir yükle beraber büyük mahkeme de kala kalınca;



“Ya rabbi. Keşke beni de o düşen uçakta kılsaydın” demeyeceğine dair bir garanti var mı? O zaman  Parça bütün ilişkisini gözden kaçırarak asla bir şeyin nihai manada ne anlama geldiği konusunda yargıya varma. Aslında burada söylenen de belki bu.



Hastalık bir tür ömrü uzatmak. Mesela 70 yıl ibadetle kazanacağınız bir ecri 7 aylık çok ağır bir hastalık sırasında kazanabilirsiniz. Bu durumda hastalık ömrü uzatmış olmuyor mu? Yan o ibadeti, o hastalığın size getirdiği ecri, Allah katında ki ödüllü kazanmak için eğer nafile ibadetle çırpınsanız 70 yıl harcamanız gerekirken 7 aylık çok yoğun bir hastalık sizin ömrünüzü 70 yıl kadar manen uzatmış oluyor. Görüyorsunuz, nereden baktığınıza bağlı imtihanlar. Nereden bakarsanız öyle görürsünüz. Allah’ın gör dediği yerden bakarsanız güzel, şeytanın gör dediği yerden bakarsanız kötü görürsünüz.



iz nada Rabbehu enniy messeniyeş şeytanu Bi nusbin ve azâb hani rabbine; Rabbim şeytan bana tarifsiz bir bezginlik ve terk edilmişlik hissi vermektedir diye yalvarmış yakarmıştı Eyyub.



Azâb geçiyor ayetin sonunda. Şeytan insana azab edemez, bunu biliyoruz. Çünkü İsra/65, Hicr/40 cı ve daha birçok ayette onun mü’min üzerinde hiçbir gücünün olmadığını söyleyen de yine rabbimiz. Ya ne yapar? Vehim verir, vesvese verir. Azâb o zaman nedir burada? Kelime anlamına bakacağız, yani terk edilmişlik duygusu, yalnız bırakılmışlık hissi. Tabii ki Allah tarafından terk edilmişlik hissi. Hz. Eyyub işte bundan şikayet ediyor ve bu hissin Allah’tan olamayacağını bu hissin olsa olsa şeytandan olacağını vurguluyor ve diyor ki; Şeytan bana böyle bir his vermeye çalışıyor, böyle vesvese vermeye, Allah seni terk etti demeye getiriyor. Azâb kelime anlamıyla terk edilmişlik, yani etimolojik kök anlamı bu.



Davud şahsında hata ile sınama, Süleyman şahsında servetle sınama, Eyyub şahsında dehl ile sınama. İşte üç kıssanın üç hissesi.





42-) Ürkud Bi riclik* hazâ muğteselün baridün ve şerab;



"Ayağını (hakikatinden kaynaklanan kuvveyle) yere vur! İşte yıkanıp, içeceğin serinletici su (hakikatin ilmi)!" (dedik). (A.Hulusi)



42 - Depren ayağınla, işte serin bir yıkanacak ve içecek dedik. (Elmalı)





Ürkud Bi riclik* hazâ muğteselün baridün ve şerabun biz de ayağını yere vur. Bak işte şurada hem yıkanılacak hem de içilecek soğuk bir su var demiştik. Evet gerçekten de ilginç bir ayetle karşı karşıyayız yine. İbret dolu. Elmalı’nın isabetle vurguladığı gibi hastalıktan kurtulmak için mümkin olan tüm çabayı harca manasına ürkud Bi riclik. Yani kıpra biraz, harekete geç biraz. Kendin için şifa ara. Yani öyle serilme, koy verme her tarafını, umutsuzlaşma. Kalk ve çaresini düşün anlamına. Zaten ürkud Bi riclik burada ıdrıd manasına gelir ki ıdrıd Kur’an da bu kökten gelen fiili yolculuk yapmaya mudarabe de budur işte yolculuk yapmaya, ticaret için, bir takım kâr kist aramak için yola çıkma anlamını da ifade eder.



Elinden geleni yap, yani öyle yatıp durma manasına ki bunu Resulallah’ta görüyoruz. Sevr dağının tepesinde mağarada gelen yardım, o tepeye çıkmadan eteğinde gelmez miydi. O kadar yokuşu, o kadar teri dökmek zorunda mıydı peygamberimiz ve arkadaşı Hz. Ebu Bekir’in. Evet dökmek zorun dalardı. İşte bize bu sonucu veriyor. Eteğinde gelmezdi tepesinde gelecek olan. Neden? Çünkü Bittim ya rabbi diyecek kadar gayret sarf etmeden, yettim kulum denilmeyecekti. Bu ilahi bir yasa.



Aslında bu ayetlerle bu yasalar ilk muhatap olan Resulallah’a veriliyor, uyarılıyor, inşa ediliyordu. Zaten o da bu ayetleri bu kıssalardan hisse alarak o tavırları ortaya koydu. Unutmayın onu Kur’an inşa etmişti.



Devam ediyor C sayfasına geçiniz.

143. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder