C sayfasından devam
7-) İn tekfüru feinnAllâhe ğaniyyün anküm ve lâ
yerda li ıbadiHİl küfr* ve in teşküru yerdahu leküm* ve lâ teziru vaziretun
vizre uhra* sümme ila Rabbiküm merci'uküm feyünebbiüküm Bima küntüm ta'melun*
inneHU 'Aliymun Bizatissudur;
Eğer
küfür (nankörlük)
ederseniz (insanlığınızı - yeryüzünde {bedende} halifeliğinizi {'B'illah işareti doğrultusunda Esmâ kuvveleriyle tasarruf
gücünüzü} değerlendirip şükretmezseniz;
hakikatinizden perdelenirseniz), muhakkak ki
Allâh sizden Ğaniyy'dir! (Allâh) kulları için küfre (nankörlüğe;
fıtratlarını zayi etmelerine, kaybolmalarına)
razı olmaz! Eğer şükrederseniz (değerlendirirseniz), sizin için ona razı olur... Hiçbir kimse, bir başkasının
vebalini yüklenmez! Sonra dönüşümünüz Rabbinizedir! Sizde yaptıklarınızın
sonucunun ne olduğunu açığa çıkaracaktır... Muhakkak ki O, içinizdekilerin (bilinç ve şuurunuzun) Zâtı
(hakikati)
olarak Aliym'dir (sakladıklarınızı da, her
şeyinizi de tam bilen). (A. Hulusi)
07 -
Eğer küfrederseniz şüphe yok ki Allahın size ihtiyacı yok, bununla beraber
kulları hesabına küfre râzı olmaz, ve eğer şükrederseniz sizin hesabınıza ona
râzı olur, bir vizir çeken de diğerinin vizrini çekecek değildir, sonra
dönümünüz rabbinizedir. O vakit o size bütün yaptıklarınızı haber verecek,
çünkü o bütün sînelerin künhünü bilir. (Elmalı)
İn tekfüru feinnAllâhe ğaniyyün anküm
eğer nankörlük ederseniz unutmayın ki Allah size asla muhtaç değildir.
Bu kat kat şefkate nankörlük
sadece seni zarara sokar ey insanoğlu. Zımnen söylediği bu ayetin. Eğer
Küfreder, nankörlük ederseniz, ki küfür bu manada ahlaki anlama nankörlük
deniyor. Nankörlük ederseniz hiç unutmayın ki Allah asla size muhtaç değildir.
{[Atlanan cümleler.; ve lâ yerda li
ıbadiHİl küfr* ve in teşküru yerdahu leküm.
(Allâh) kulları için küfre (nankörlüğe; fıtratlarını zayi etmelerine, kaybolmalarına) razı olmaz! Eğer şükrederseniz (değerlendirirseniz), sizin
için ona razı olur. (A. Hulusi)
“Burada
dikkate değer husus, Allah'ın dilemesiyle rızasının ayrı şeyler olmasıdır.
Çünkü Allah'ın dileği dışında hiçbir şey vuku bulmaz. Fakat O'nun razı olmadığı
olaylar cereyan edebilir, zaten olmaktadır da. Dünyada zalimler, zorbalar,
haydutlar, hırsızlar, katiller, caniler, gece gündüz faaliyet
göstermektedirler.
Allah Teâlâ, yaratmış olduğu
nizamda bu kimselere fırsat tanımıştır. Allah tıpkı salih insanlara iyilik
yapmaları için fırsat tanıdığı gibi, fâcir insanlara da kötülük yapmaları için
fırsat tanımıştır. Allah onlara böyle bir fırsat tanımamış olsaydı yeryüzünde
kötülük diye bir şey olmazdı.
Tüm bunlar Allah'ın dilemesi
dahilinde olmaktadır, yoksa bu, Allah'ın bu kötülüklerden razı olduğu anlamına
gelmez. Nitekim bir kimse haram yol ile rızkını kazanmak istediğinde, Allah o
kimseye fırsat tanır. Allah'ın bir hırsıza ya da rüşvet alan bir kimseye bu
şekilde rızıklarını kazanmaları için fırsat tanıması, yaptıkları o işten razı
olduğu anlamına gelmez. (EBU'L AL'A MEVDUDİ)]}
ve lâ teziru vaziretun vizre uhra
hiç kimse bir başkasına ait sorumluluğu yüklenecek değildir. Bu da açık. İlahi
irade ile belirlenmiştir ki, hiç kimse bir başkasının sorumluluğunu yüklenemez.
Kur’an da aynı ibarelerle tam beş kez kullanılır bu ibare. 3. ayette ki aracı,
şirk tasavvuru başta her türlü vesayeti reddetmektedir. Hiç kimse bir başkasına
ait yükümlülüğü yüklenmez. Sorumluluk çağrısıdır aynı zamanda. Aynı zamanda ilk
muhatap olan peygamber AS. ın gönlüne bir tesellidir. Yani sen görevini yap
onların sorumluluğu sana ait değildir. Eğer hidayete ulaşırlarsa bu kendi
lehlerine, eğer ulaşmazlarsa bunun sonucunu kendileri çekecektir. Onun için
kişisel sorumluluk esastır, dinde de esastır.
sümme ila Rabbiküm merci'uküm feyünebbiüküm
Bima küntüm ta'melun en sonunda dönüşünüz rabbinizedir. O zaman size
yaptıklarınızın gerçek anlamını bir bir haber verecektir. inneHU 'Aliymun Bizatissudur çünkü
o gönüllerin özünü, göğüslerin özünü hakkıyla bilir. Göğüsler burada aslında
kalp, Akleden kalp, akıl. Aklında bir özü varsa bu da tasavvur olmalı. Yani
aklımızın taa..! arkasında, en gizli en ücra yerinde ki tasavvuru, bir işi
işlerken onun en ücra arka planında yatan tohumu, tasavvuru, yani tasarımı,
onun için yapıldığına dair sakladığınız gerçek gerekçeyi de çok iyi bilir.
8-) Ve izâ messel İnsane durrun dea Rabbehu
müniyben ileyHİ sümme izâ havvelehu nı'meten minhu nesiye ma kâne yed'u ileyHİ
min kablü ve ce'ale Lillâhi endaden liyudılle an sebiylih* kul temetta' Bi
küfrike kaliyla* inneke min ashabin nar;
İnsana
(rahmet olarak; onu arındırmak - genişletmek
için) bir durr (zarar,
hastalık, sıkıntı) dokunduğunda, O'na
yönlenir; Rabbine dua eder... Sonra ona (Rabbi) kendinden bir nimet lütfettiğinde, daha önce O'na dua
ettiğini unutur ve O'nun yolundan saptırmak için Allâh'a endad (denk vehmettiği varlıklar)
kabullenir... De ki: "Küfrünle azıcık yaşa... Muhakkak ki sen ateş
ehlindensin!" (A. Hulusi)
08 -
İnsana bir sıkıntı dokunduğu vakit rabbine öyle duâ eder ki bütün gönlünü ona
vererek, sonra kendisine tarafından bir nimet lütfediverdiği zaman da önceden
ona duâ ettiği hali unutur da yolundan sapıtmak için Allaha menentler koşmağa
başlar, de ki, küfrünle biraz zevk et, çünkü sen o ateşliklerdensin. (Elmalı)
Ve izâ messel İnsane durrun dea Rabbehu
müniyben ileyH hem ne zaman insanoğlunun başına bir iş gelse rabbine
yönelerek O’ndan yalvar, yakar yardım ister. sümme izâ havvelehu nı'meten minhu nesiye ma
kâne yed'u ileyHİ min kablü ve ce'ale Lillâhi endaden liyudılle an sebiylih
ama bir zaman sonra onun lütfuyla bir nimete kavuşunca da O’na önceden
yalvardığını unutur ve başka varlıkları O’na eş ve denk saymaya başlar.
Kurtuluşunu Allah dışında ki bir kaynakla açıklar mesela. Başına bir iş gelince
fıtratı icabı doğal olarak Allah’a yönelir. Onun için uçakta çok ateist
bulunabilir, ama o uçak düşmeye başladığında hiç ateist kalmaz. Fakat bir
müddet sonra düşmekten kurtuluversin geri onlar eski haline dönerler. İşte
insanoğlunun Allah’a böylesine nankörlüğü dile getiriyor. Yani insan başı
sıkıştığında fıtratına yöneliyor, başı sıkıştığında ontolojik yapısına, alt
yapısına dönüyor. Fıtratının üzerinde ki tozları silkeleyiveriyor, perdeyi
yırtıveriyor. Ama sıkıntı kalkınca yine perdeyi vicdanının, fıtratının üstüne
örtüp Allah’a yabancılaşmaktan korkmuyor. O gerçeği dile getiriyor ayet.
kul temetta' Bi küfrike kaliylen bu
gibilere de ki nankörlüğünle az bir süre daha keyif sür bakalım. inneke min ashabin
nar ama şunu da iyi bil ki sen ateşe layık birisin, akıbetin ateş
olacak. Çünkü sen Allah’ın sana verdiği en büyük emanet olan kendine ihanet
ettin.
9-) Emmen huve kanitün anaelleyli saciden ve
kaimen yahzerul ahırete ve yercu rahmete Rabbih* kul hel yestevilleziyne
ya'lemune velleziyne lâ ya'lemun* innema yetezekkeru ulül elbab;
(Böylesi mi) yoksa gecenin
bir kısmında kalkıp secdeyi yaşayan ve (Kayyum'un
varlığıyla) kaîm olarak, sonsuz geleceğin
gereklerine hazırlanan; Rabbinin (hakikatindeki
Esmâ kuvvelerinin) Rahmetini (çeşitli özelliklerini açığa çıkarmayı) uman mı? De ki: "Hiç bilenler ile bilmeyenler eşit
olur mu? Sadece derin düşünebilen akıl sahipleri bunu anlayabilir." (A.
Hulusi)
09 -
Yoksa o gece saatlerinde kalkan secdeye kapanıp kıyam durarak dâima vazifesini
yapan Âhireti sayar ve rabbinin rahmetini umar kimse gibi olur mu? Hiç
bilirlerle bilmezler müsavi olur mu? Ancak temiz akıllı olanlar anlar. (Elmalı)
Emmen huve kanitün anaelleyli saciden ve kaimen
yahzerul ahırete ve yercu rahmete Rabbih* kul hel yestevilleziyne ya'lemune velleziyne
lâ ya'lemun yoksa böyle biri, -Böyle birinden kasıt, bir önceki
ayette anlatılan ateşe layık biri- gece vakitlerinde secde ve kıyamda durup
kendisini ibadete adayan, ahiret kaygısı taşıyan ve rabbinin rahmetini dileyen
kimseyle bir olur mu? Bir tutulur mu hiç? De ki; hiç bilenlerle bilmeyenler bir
olur mu?
Evet, bilgi;
neyi bilmektir? Sorusu gündeme geliyor. O soruya çok güzel bir cevap teşkil
ediyor ayet. Bilgi neyi bilmektir..! Gece yarılarında rabbine kendini adayarak
kıyam ve secde de durarak ahiret kaygısıyla varlığını Allah’a adayan bir kimse
düşünün, bir de Allah’ın kendisine verdiği hayat emanetini har vurup harman
savuran, Allah’a yabancılaşmış, dolayısıyla kendisine yabancılaşmış, kendisiyle
arasına mesafe koymuş, hakikate yabancılaşmış, dolayısıyla kendini unutmuş,
hatta kendine düşman olmuş ve kendine en büyük kötülüğü yapmış biri bir olur
mu?
Peki, bilmek
nedir o zaman, bilgi nedir? Burada işte İslam bilgi felsefesinin temeli
gözüküyor. İslam’da bilginin akış yönü ahlaktan bilgiye doğrudur. Ama Yunan,
batı felsefesinde ters bir akış vardır bilgiden ahlaka. Bizde bir şeyin ilm
olması için onun mutlaka ahlaki olması lazım. Onun için yararsız bilgiden
efendimiz Allah’a sığınmıştır.
Evet, Euzü bike min ‘ilmin lâ yenfe’a Ya
rabbi fayda vermeyen bilgiden sana sığınırım, ilimden. Bu aslında ahlakı
olmayan ahlaklılaştırmayan insanın üzerinde olumlu bir sonuç doğurmayan bilgi
türünden sana sığınırım.
Değerli
dostlar bu noktada ahlaktan bilgiye doğru akan İslam ilim geleneği, ilmi
insanın Allah ile ilişkisinde bir parmak olarak görür. Yani varlığın amacını
gösteren bir parmak. Bilinen her şey bir alamettir, ilim alamet mastarından
türetilir, işarettir. İşaret eden şey işaret ettiğini gösterir, yani mutlaka
bir şeyi gösterir. Amaç işaret parmağı değildir, amaç işaret edilendir. İlimde
gayesini gösteriyorsa ilimdir. Yani malumat aslında Allah’ın, yani mutlak
varlığın dibine düşürülmüş bir dip nottur. Ona atıf yapar. Ona referans yapar.
Referansı doğru olduğu oranda ilim olur yoksa data olur, veri olur, bilgi olur,
malumat olur, ama Kur’an ın temşir ettiği manada bir ilim olmaz. O nedenle
bilmek İslam’da haddini bilmektir.
İlim, ilim
bilmektir,
İlim kendin
bilmektir.
Sen kendini
bilmedin,
Ya nice
okumaktır.
[Ek
bilgi; ŞİİRİN GERİ KALANI
Okumaktan murat ne?
Kişi Hak'kı bilmektir.
Çün okudun bilmezsin,
Ha bir kuru ekmektir.
Okudum bildim deme,
Çok taat kıldım deme,
Eğer Hak bilmez isen,
Abes yere gelmektir.
Dört kitabın mânâsı,
Bellidir bir elifte,
Sen elifi bilmezsin,
Bu nice okumaktır?
Yiğirmi dokuz hece,
Okursun uçtan uca,
Sen elif dersin hoca,
Mânâsı ne demektir?
Yunus Emre der hoca,
Gerekse bin var hacca,
Hepisinden iyice,
Bir gönüle girmektir..!
YUNUS EMRE]
Ya da bu bir
kuru emektir diyen Yunus aslında bizdeki bilgi felsefesinin temellerini berrak
bir dille göstermiş oluyor. innema yahşAllâhe min 'ıbadiHİl 'ulema'.
(Fatır/28) DER Kur’an Allah’tan kulları içinde hakkıyla sadece alimler, yani
bilenler korkarlar. Eğer bilgi insana Allah ile ilişkilerinde bir katma değer,
insana kendisi ile, insana varlıkla, insana tabiatla ilişkisinde bir katma
değer sağlamıyorsa, o bilgi, bilgi de değildir. Yüktür, böbrek taşından daha
tehlikeli olabilir zihintaş.
Onun için
İbn. Mes’ud’a ilim nedir diye sorduklarında leysel ‘ilm kesratül hadiys. İlim çok rivayet bilmek değildir, çok
şey bilmek değildir ve lâ kinnel ‘ilm
kesat’ül haşyeh. Fakat ilm Allah saygısıdır. Yani insanın Allah’a karşı
esas duruşuna katkıda bulunan şeydir ilim. Yani burada özü itibariyle ilim
insanın kendi konumunu, kendi değerini, kendi haddini bilmesine yarayan bir
işaret taşıdır.
innema yetezekkeru ulül elbab ne var
ki sadece Akleden kalbe sahip olanlar bunu kavrayabilirler. Değil mi ama? Yani
bilgiyle ilmi. Bilginin ilme nasıl dönüştürüleceğini, ilmin gerçek amacının ne
olduğunu, neyin ilim olmadığını, ilim denilen nelerin aslında ilim olmadığını
Akleden kalbe sahip olanlar kavrayabilirler.
Devam ediyor E sayfasına geçiniz.
144.
videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder