18 Nisan 2013 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. ZÜMER (07 - 09) (144-D)



C sayfasından devam

7-) İn tekfüru feinnAllâhe ğaniyyün anküm ve lâ yerda li ıbadiHİl küfr* ve in teşküru yerdahu leküm* ve lâ teziru vaziretun vizre uhra* sümme ila Rabbiküm merci'uküm feyünebbiüküm Bima küntüm ta'melun* inneHU 'Aliymun Bizatissudur;

Eğer küfür (nankörlük) ederseniz (insanlığınızı - yeryüzünde {bedende} halifeliğinizi {'B'illah işareti doğrultusunda Esmâ kuvveleriyle tasarruf gücünüzü} değerlendirip şükretmezseniz; hakikatinizden perdelenirseniz), muhakkak ki Allâh sizden Ğaniyy'dir! (Allâh) kulları için küfre (nankörlüğe; fıtratlarını zayi etmelerine, kaybolmalarına) razı olmaz! Eğer şükrederseniz (değerlendirirseniz), sizin için ona razı olur... Hiçbir kimse, bir başkasının vebalini yüklenmez! Sonra dönüşümünüz Rabbinizedir! Sizde yaptıklarınızın sonucunun ne olduğunu açığa çıkaracaktır... Muhakkak ki O, içinizdekilerin (bilinç ve şuurunuzun) Zâtı (hakikati) olarak Aliym'dir (sakladıklarınızı da, her şeyinizi de tam bilen). (A. Hulusi)

07 - Eğer küfrederseniz şüphe yok ki Allahın size ihtiyacı yok, bununla beraber kulları hesabına küfre râzı olmaz, ve eğer şükrederseniz sizin hesabınıza ona râzı olur, bir vizir çeken de diğerinin vizrini çekecek değildir, sonra dönümünüz rabbinizedir. O vakit o size bütün yaptıklarınızı haber verecek, çünkü o bütün sînelerin künhünü bilir. (Elmalı)


İn tekfüru feinnAllâhe ğaniyyün anküm eğer nankörlük ederseniz unutmayın ki Allah size asla muhtaç değildir.

Bu kat kat şefkate nankörlük sadece seni zarara sokar ey insanoğlu. Zımnen söylediği bu ayetin. Eğer Küfreder, nankörlük ederseniz, ki küfür bu manada ahlaki anlama nankörlük deniyor. Nankörlük ederseniz hiç unutmayın ki Allah asla size muhtaç değildir.

{[Atlanan cümleler.; ve lâ yerda li ıbadiHİl küfr* ve in teşküru yerdahu leküm.

(Allâh) kulları için küfre (nankörlüğe; fıtratlarını zayi etmelerine, kaybolmalarına) razı olmaz! Eğer şükrederseniz (değerlendirirseniz), sizin için ona razı olur. (A. Hulusi)

Burada dikkate değer husus, Allah'ın dilemesiyle rızasının ayrı şeyler olmasıdır. Çünkü Allah'ın dileği dışında hiçbir şey vuku bulmaz. Fakat O'nun razı olmadığı olaylar cereyan edebilir, zaten olmaktadır da. Dünyada zalimler, zorbalar, haydutlar, hırsızlar, katiller, caniler, gece gündüz faaliyet göstermektedirler.

Allah Teâlâ, yaratmış olduğu nizamda bu kimselere fırsat tanımıştır. Allah tıpkı salih insanlara iyilik yapmaları için fırsat tanıdığı gibi, fâcir insanlara da kötülük yapmaları için fırsat tanımıştır. Allah onlara böyle bir fırsat tanımamış olsaydı yeryüzünde kötülük diye bir şey olmazdı.

Tüm bunlar Allah'ın dilemesi dahilinde olmaktadır, yoksa bu, Allah'ın bu kötülüklerden razı olduğu anlamına gelmez. Nitekim bir kimse haram yol ile rızkını kazanmak istediğinde, Allah o kimseye fırsat tanır. Allah'ın bir hırsıza ya da rüşvet alan bir kimseye bu şekilde rızıklarını kazanmaları için fırsat tanıması, yaptıkları o işten razı olduğu anlamına gelmez. (EBU'L AL'A MEVDUDİ)]}

ve lâ teziru vaziretun vizre uhra hiç kimse bir başkasına ait sorumluluğu yüklenecek değildir. Bu da açık. İlahi irade ile belirlenmiştir ki, hiç kimse bir başkasının sorumluluğunu yüklenemez. Kur’an da aynı ibarelerle tam beş kez kullanılır bu ibare. 3. ayette ki aracı, şirk tasavvuru başta her türlü vesayeti reddetmektedir. Hiç kimse bir başkasına ait yükümlülüğü yüklenmez. Sorumluluk çağrısıdır aynı zamanda. Aynı zamanda ilk muhatap olan peygamber AS. ın gönlüne bir tesellidir. Yani sen görevini yap onların sorumluluğu sana ait değildir. Eğer hidayete ulaşırlarsa bu kendi lehlerine, eğer ulaşmazlarsa bunun sonucunu kendileri çekecektir. Onun için kişisel sorumluluk esastır, dinde de esastır.

sümme ila Rabbiküm merci'uküm feyünebbiüküm Bima küntüm ta'melun en sonunda dönüşünüz rabbinizedir. O zaman size yaptıklarınızın gerçek anlamını bir bir haber verecektir. inneHU 'Aliymun Bizatissudur çünkü o gönüllerin özünü, göğüslerin özünü hakkıyla bilir. Göğüsler burada aslında kalp, Akleden kalp, akıl. Aklında bir özü varsa bu da tasavvur olmalı. Yani aklımızın taa..! arkasında, en gizli en ücra yerinde ki tasavvuru, bir işi işlerken onun en ücra arka planında yatan tohumu, tasavvuru, yani tasarımı, onun için yapıldığına dair sakladığınız gerçek gerekçeyi de çok iyi bilir.


8-) Ve izâ messel İnsane durrun dea Rabbehu müniyben ileyHİ sümme izâ havvelehu nı'meten minhu nesiye ma kâne yed'u ileyHİ min kablü ve ce'ale Lillâhi endaden liyudılle an sebiylih* kul temetta' Bi küfrike kaliyla* inneke min ashabin nar;

İnsana (rahmet olarak; onu arındırmak - genişletmek için) bir durr (zarar, hastalık, sıkıntı) dokunduğunda, O'na yönlenir; Rabbine dua eder... Sonra ona (Rabbi) kendinden bir nimet lütfettiğinde, daha önce O'na dua ettiğini unutur ve O'nun yolundan saptırmak için Allâh'a endad (denk vehmettiği varlıklar) kabullenir... De ki: "Küfrünle azıcık yaşa... Muhakkak ki sen ateş ehlindensin!" (A. Hulusi)

08 - İnsana bir sıkıntı dokunduğu vakit rabbine öyle duâ eder ki bütün gönlünü ona vererek, sonra kendisine tarafından bir nimet lütfediverdiği zaman da önceden ona duâ ettiği hali unutur da yolundan sapıtmak için Allaha menentler koşmağa başlar, de ki, küfrünle biraz zevk et, çünkü sen o ateşliklerdensin. (Elmalı)


Ve izâ messel İnsane durrun dea Rabbehu müniyben ileyH hem ne zaman insanoğlunun başına bir iş gelse rabbine yönelerek O’ndan yalvar, yakar yardım ister. sümme izâ havvelehu nı'meten minhu nesiye ma kâne yed'u ileyHİ min kablü ve ce'ale Lillâhi endaden liyudılle an sebiylih ama bir zaman sonra onun lütfuyla bir nimete kavuşunca da O’na önceden yalvardığını unutur ve başka varlıkları O’na eş ve denk saymaya başlar. Kurtuluşunu Allah dışında ki bir kaynakla açıklar mesela. Başına bir iş gelince fıtratı icabı doğal olarak Allah’a yönelir. Onun için uçakta çok ateist bulunabilir, ama o uçak düşmeye başladığında hiç ateist kalmaz. Fakat bir müddet sonra düşmekten kurtuluversin geri onlar eski haline dönerler. İşte insanoğlunun Allah’a böylesine nankörlüğü dile getiriyor. Yani insan başı sıkıştığında fıtratına yöneliyor, başı sıkıştığında ontolojik yapısına, alt yapısına dönüyor. Fıtratının üzerinde ki tozları silkeleyiveriyor, perdeyi yırtıveriyor. Ama sıkıntı kalkınca yine perdeyi vicdanının, fıtratının üstüne örtüp Allah’a yabancılaşmaktan korkmuyor. O gerçeği dile getiriyor ayet.

kul temetta' Bi küfrike kaliylen bu gibilere de ki nankörlüğünle az bir süre daha keyif sür bakalım. inneke min ashabin nar ama şunu da iyi bil ki sen ateşe layık birisin, akıbetin ateş olacak. Çünkü sen Allah’ın sana verdiği en büyük emanet olan kendine ihanet ettin.


9-) Emmen huve kanitün anaelleyli saciden ve kaimen yahzerul ahırete ve yercu rahmete Rabbih* kul hel yestevilleziyne ya'lemune velleziyne lâ ya'lemun* innema yetezekkeru ulül elbab;

(Böylesi mi) yoksa gecenin bir kısmında kalkıp secdeyi yaşayan ve (Kayyum'un varlığıyla) kaîm olarak, sonsuz geleceğin gereklerine hazırlanan; Rabbinin (hakikatindeki Esmâ kuvvelerinin) Rahmetini (çeşitli özelliklerini açığa çıkarmayı) uman mı? De ki: "Hiç bilenler ile bilmeyenler eşit olur mu? Sadece derin düşünebilen akıl sahipleri bunu anlayabilir." (A. Hulusi)

09 - Yoksa o gece saatlerinde kalkan secdeye kapanıp kıyam durarak dâima vazifesini yapan Âhireti sayar ve rabbinin rahmetini umar kimse gibi olur mu? Hiç bilirlerle bilmezler müsavi olur mu? Ancak temiz akıllı olanlar anlar. (Elmalı)


Emmen huve kanitün anaelleyli saciden ve kaimen yahzerul ahırete ve yercu rahmete Rabbih* kul hel yestevilleziyne ya'lemune velleziyne lâ ya'lemun yoksa böyle biri, -Böyle birinden kasıt, bir önceki ayette anlatılan ateşe layık biri- gece vakitlerinde secde ve kıyamda durup kendisini ibadete adayan, ahiret kaygısı taşıyan ve rabbinin rahmetini dileyen kimseyle bir olur mu? Bir tutulur mu hiç? De ki; hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?

Evet, bilgi; neyi bilmektir? Sorusu gündeme geliyor. O soruya çok güzel bir cevap teşkil ediyor ayet. Bilgi neyi bilmektir..! Gece yarılarında rabbine kendini adayarak kıyam ve secde de durarak ahiret kaygısıyla varlığını Allah’a adayan bir kimse düşünün, bir de Allah’ın kendisine verdiği hayat emanetini har vurup harman savuran, Allah’a yabancılaşmış, dolayısıyla kendisine yabancılaşmış, kendisiyle arasına mesafe koymuş, hakikate yabancılaşmış, dolayısıyla kendini unutmuş, hatta kendine düşman olmuş ve kendine en büyük kötülüğü yapmış biri bir olur mu?

Peki, bilmek nedir o zaman, bilgi nedir? Burada işte İslam bilgi felsefesinin temeli gözüküyor. İslam’da bilginin akış yönü ahlaktan bilgiye doğrudur. Ama Yunan, batı felsefesinde ters bir akış vardır bilgiden ahlaka. Bizde bir şeyin ilm olması için onun mutlaka ahlaki olması lazım. Onun için yararsız bilgiden efendimiz Allah’a sığınmıştır.

Evet, Euzü bike min ‘ilmin lâ yenfe’a Ya rabbi fayda vermeyen bilgiden sana sığınırım, ilimden. Bu aslında ahlakı olmayan ahlaklılaştırmayan insanın üzerinde olumlu bir sonuç doğurmayan bilgi türünden sana sığınırım.

Değerli dostlar bu noktada ahlaktan bilgiye doğru akan İslam ilim geleneği, ilmi insanın Allah ile ilişkisinde bir parmak olarak görür. Yani varlığın amacını gösteren bir parmak. Bilinen her şey bir alamettir, ilim alamet mastarından türetilir, işarettir. İşaret eden şey işaret ettiğini gösterir, yani mutlaka bir şeyi gösterir. Amaç işaret parmağı değildir, amaç işaret edilendir. İlimde gayesini gösteriyorsa ilimdir. Yani malumat aslında Allah’ın, yani mutlak varlığın dibine düşürülmüş bir dip nottur. Ona atıf yapar. Ona referans yapar. Referansı doğru olduğu oranda ilim olur yoksa data olur, veri olur, bilgi olur, malumat olur, ama Kur’an ın temşir ettiği manada bir ilim olmaz. O nedenle bilmek İslam’da haddini bilmektir.

İlim, ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmedin,
Ya nice okumaktır.

[Ek bilgi; ŞİİRİN GERİ KALANI

Okumaktan murat ne?
Kişi Hak'kı bilmektir.
Çün okudun bilmezsin,
Ha bir kuru ekmektir.

Okudum bildim deme,
Çok taat kıldım deme,
Eğer Hak bilmez isen,
Abes yere gelmektir.

Dört kitabın mânâsı,
Bellidir bir elifte,
Sen elifi bilmezsin,
Bu nice okumaktır?

Yiğirmi dokuz hece,
Okursun uçtan uca,
Sen elif dersin hoca,
Mânâsı ne demektir?

Yunus Emre der hoca,
Gerekse bin var hacca,
Hepisinden iyice,
Bir gönüle girmektir..!

YUNUS EMRE]


Ya da bu bir kuru emektir diyen Yunus aslında bizdeki bilgi felsefesinin temellerini berrak bir dille göstermiş oluyor. innema yahşAllâhe min 'ıbadiHİl 'ulema'. (Fatır/28) DER Kur’an Allah’tan kulları içinde hakkıyla sadece alimler, yani bilenler korkarlar. Eğer bilgi insana Allah ile ilişkilerinde bir katma değer, insana kendisi ile, insana varlıkla, insana tabiatla ilişkisinde bir katma değer sağlamıyorsa, o bilgi, bilgi de değildir. Yüktür, böbrek taşından daha tehlikeli olabilir zihintaş.

Onun için İbn. Mes’ud’a ilim nedir diye sorduklarında leysel ‘ilm kesratül hadiys. İlim çok rivayet bilmek değildir, çok şey bilmek değildir ve lâ kinnel ‘ilm kesat’ül haşyeh. Fakat ilm Allah saygısıdır. Yani insanın Allah’a karşı esas duruşuna katkıda bulunan şeydir ilim. Yani burada özü itibariyle ilim insanın kendi konumunu, kendi değerini, kendi haddini bilmesine yarayan bir işaret taşıdır.

innema yetezekkeru ulül elbab ne var ki sadece Akleden kalbe sahip olanlar bunu kavrayabilirler. Değil mi ama? Yani bilgiyle ilmi. Bilginin ilme nasıl dönüştürüleceğini, ilmin gerçek amacının ne olduğunu, neyin ilim olmadığını, ilim denilen nelerin aslında ilim olmadığını Akleden kalbe sahip olanlar kavrayabilirler.


Devam ediyor E sayfasına geçiniz.
144. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder