2 Temmuz 2012 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. ENBİYA (078-080)(103-A)





Sevgili Kur’an dostları bugünkü dersimize Enbiya suresinin 78. ayeti ile devam ediyoruz. Malumunuz üzere enbiya suresi adından da anlaşılacağı gibi peygamberlerin geçit resmi yaptığı bir sure. Bu surede tarih boyunca Allah’ın elçiliğini, hakikatin elçiliğini üstlenmiş olan yüce peygamberler sevgili efendimize bir örnek olarak sunuluyor ve hepsine de Allah’ın yardımı sayesinde görevlerini nasıl başarıyla yaptıkları ifade edilerek anlatılarak vahyin ilk muhatabı olan Hz. peygamberin şahsiyeti inşa ediliyordu.

Tabii ki bu inşaya bizlerde dahildik. Dolayısıyla insanlık tarihi boyunca kimin izinden yürüdüğümüz, kimin izinden yürüyeceğimiz. Hangi izi takip edeceğimiz konusunda bize Kur’an yol gösteriyordu. Ya peygamberlerin izinden yürürsünüz, İbrahim’in, Musa’nın, İsa’nın ve Muhammed A.S. ın izinden yürürsünüz, ya da Nemrut’un, firavunun, Ebu Cehil’in izinden yürürsünüz. Bu tercih size kalmış.

İşte bize yol gösteren Kur’an bizim şahsiyetimizi inşa için bir dizi peygamberi gündeme taşıyor ve tarihin derinliklerine doğru bizi seyahate çıkarıyordu.


78-) Ve Davude ve Süleymane iz yahkümani fiyl hars* iz nefeşet fiyhi ğanemül kavm* ve künna li hükmihim şahidiyn;

Davud ile Süleyman'ı da (an)... Hani o ikisi, o ekin hakkında hüküm veriyorlardı... Hani bir topluluğun koyunları (geceleyin) ekinin içinde (onları yemek için) yayılmıştı... Biz onların hükümlerinin şahitleriydik. (A.Hulusi)

078 - İsmail’i de, İdris’i de, Zül'kıfli de; hepsi sabirînden Davud ile Süleyman’ı da, o vakit ki ikisi de hars hakkında hüküm veriyorlardı, o vakit ki ekinde geceleyin kavmin davarı yayılmıştı, biz de hükümlerine şahit idik. (Elmalı)


Ve Davude ve Süleyman Davud’a ve Süleyman’a da selam olsun, onları da an.

Nübüvvet, hikmet ve devleti birleştirmiş iki peygamber. Hz. Davud ve Hz. Süleyman. İki İsrail oğulları peygamberi. Fakat tarih boyunca gelmiş tüm peygamberler Müslümanların peygamberleridir, bu böyle bilinmek durumundadır.

iz yahkümani fiyl hars* iz nefeşet fiyhi ğanemül kavm hani o ikisi bir topluluğa ait koyun sürüsünün gece vakti girip yayıldığı tarla konusunda karar vereceklerdi. ve künna li hükmihim şahidiyn ve bizde onların bu kararlarına şahit olacaktık, olmuştuk.

Kur’an da ve sünnette bu ayette bahsedilen konu ile ilgili hiçbir ayrıntı yok. Fakat sahabe ve hemen ardından gelen tabiin neslinin büyüklerinden ve müfessirlerinden gelen birçok rivayet var ve bu rivayetlerin hepsi de aşağı yukarı birbirine uyuyor. Buradan yola çıkarak rahatlıkla şu tespiti yapabiliriz ki, bu ayetlerin değindiği konu o dönemin insanları tarafından bilinen bir konuydu. Sözlü Arap kültürü tarafından nesilden nesile, ağızdan ağza, kulaktan kulağa taşınan bu kıssa Kur’an ın indiği zaman diliminde, Kur’an ın muhatapları tarafından çok iyi bilinmekteydi. Bu rivayetlere göre kıssa kısaca şöyle.

Hz. Davud komşusunun tarlasını yayan bir sürü sahibi, davacı olan tarla sahibiyle birlikte huzuruna çıkan bu iki kişi hakkında hüküm verir. Tarlayı yayan ve zarar veren sürü sahibinin aleyhine davayı neticelendirir ve Hz. Davud şu kararı verir. Tarlaya zarar veren koyun sürüsü tarla sahibine verilecektir. Onun yanında olan oğlu Hz. Süleyman bu kararı sert bulur. Geçici bir zarar için kalıcı bir cezayı, böyle bir olaya uygun görmez. Dolayısıyla şöyle bir hüküm verilmesini teklif eder.

Tarlayı sürüsüyle yayan insana sürüsünün tüm intifa hakkını, süt, yün ve diğer tüm ürünlerinden, verimlerinden yararlanma hakkını tarla sahibine 1 yıllığına bırakılmasını. Sürü sahibinin de zarar verdiği tarlayı geri eski haline dönüştürmek için 1 yıl onu ekip dikip tarla sahibine geri vermesini kararlaştırır. En sonunda sürü de sahibine dönecektir tarlada. Fakat tarlayı yayılan zarar veren sürünün 1 yıllık intifa hakkı tarla sahibine geçecek, bunun mukabilinde yine sürü sahibi zarar verilen tarlayı eski haline getirip sahibine geri iade edecektir. Tabii bu hüküm gerçekten de böyle bir konuda verilebilecek en adil en doğru, en isabetli hükümdür.

İşte Hz. Davud ve Süleyman yönetimleri sırasında yaşanmış olan bu hadiseye dikkat çekiyor bu ayet ve aslında şunu belki de söylüyor kıssadan hisse. Akıl yaşta değil, başta. Hz. Davud’un verdiği hükmün adaletsiz olduğunu söyleyemeyiz. Dahası Hz. Davud’un en doğruyu aramadığını söyleyemeyiz. O da en isabetli hükmü vermek için elinden gelen çabayı hiç şüphesiz göstermiştir.

Fakat sonuçta vardığı hüküm bu olmuştur. Ama Hz. Süleyman kendisinin yaşı küçük olmasına rağmen, babasının yanında olmasına rağmen; O babamdır gerekçesiyle, yani saygının arkasına saklanarak daha adil bir hükmü ketmetmemiştir. Hz. Davud’da bunu bir onur meselesi yapmamış; sen sus, daha dünkü çocuk dememiştir. Onun hükmünü daha adil bularak kabul etmekle aslında Hz. Davud’da ne kadar adil olduğunu ve kendisinin maksadının da en adil hükmü aramak olduğunu göstermiştir. Bu kıssanın bize verdiği hisseler tabii ki bunlarla sınırlı değil. Ama birinci hisse insana düşen büyük ya da küçük buna aldırmaksızın em adil olanı, en doğru olanı, en isabetli olanı aramaktır.

İkisi de peygamber, ikisi de baba oğul. Fakat eğer ortada daha isabetli bir hüküm varsa bir diğeri ona hiç çekince duymadan uyabilmektedir. Bu hakka teslimiyetin şartıdır da. Yaşı kaç olursa olsun, kimliği ne olursa olsun eğer bir insandan isabetli bir karar çıkıyorsa, bu karar paylaşılmalıdır. İşte bu kıssanın verdiği hisse budur.


79-) Fefehhemnaha Süleyman* ve küllen ateyna hukmen ve ılma* ve sahharna mea Davudel cibale yüsebbıhne vettayr* ve künna faıliyn;

Biz Süleyman'ı bu konuda anlayışlı kıldık! Her birine bir hüküm ve bir ilim verdik. Davud da tespih ederken, dağları ve kuş cinsini hizmetine verirdik... Fâiller biz idik. (A.Hulusi)

079 - Derhal onu Süleyman’a anlattık, bununla berâber her birine bir hüküm ve bir ilim vermiştik ve Davut’un maiyetinde dağları müsahhar kılmıştık, kuşlarla beraber tesbih ediyorlardı ve biz bunları yaparız. (Elmalı)


Fefehhemnaha Süleyman fakat bu davada Süleyman’a daha derin bir kavrayış vermiştik. Yani Süleyman’ın kararı, babası Hz. Davud’un kararından daha isabetli idi. ve küllen ateyna hukmen ve ılma bununla beraber biz her birine sağlam bir muhakeme ve seçip ayırma yeteneği kazandıran bir bilgi tasavvuru bahşettik. Yani her ikisine de biz hüküm ve ilim verdik. Sağlam bir muhakeme ve o muhakeme ile bilgi nesnesini seçip ayıran bir ilim kabiliyeti, bir bilgi tasavvuru verdik.

Bilgi tasavvuru diye çevirmemin sebebi; ‘ılm sözcüğünün Mekayıs sahibi İbn Faris tarafından şöyle tarif ediliyor olmasıdır. El ‘ılm; Yedıllü alâ eserin bişşey’i yetemeyyezü Bihi en ğayri. “İlim bir şeyi, kendisinden olmayan başka bir şeyden ayırmaya götüren iz, eser, alamet ve işarettir.” Der. Yani ilim bizatihi hakikatin kendisi değil, size hakikati gösteren, götüren bir alamettir. Parmaktır, parmağın gösterdiği yere doğru yürürseniz hakikati bulursunuz.

Bu ilme de nasıl ulaşırsınız? Sıradan bilgileri, verileri, datayı yani hikmetle, muhakeme kabiliyeti ile dönüştürerek ilim yaparsınız. Çevrim istasyonu kurarsınız zihinde. Sıradan bilgiler o zihne girerler, o zihinde kutsalla bağlantıları kurulur. Ebedi olanla bağlantıları kurulur. Amaçları tespit edilir. İlletleri tespit edilir. Çıkış ve varış noktaları tespit edilir. Neden ve niçinler e cevap aranır. İşte bunlar sonucunda onu bir yere yerleştirirsiniz. Varlık zinciri içinde bir halka olarak yerine koyarsınız, Allah’ın onu yarattığı yere. İşte buna hikmet diyoruz.

O çevrim istasyonunu vahiy inşa eder. İlahi bir inşa projesi olan vahyin 1. işlevi insanda sıradan bilgileri ilme dönüştürecek bir çevrim istasyonu kurmaktır. İşte burada ifade edilen hakikat budur.

ve sahharna mea Davudel cibale yüsebbıhne vettayr zaten Davud ile birlikte emrimize amade kıldığımız dağlarda onun yüceliğini dillendiriyordu, kuşlarda.

Hz. Davud’un mezmurlarının, yani ilahilerinin etkisine, varlık üzerindeki, canlılar üzerinde ki o derin tesirine bir atıf. Haddi zatında bu ayet Hz. Davud’un o yanık sesiyle söylediği, rabbi tevhid ettiği ve bütün etrafında gördüğü nesnelerin, canlıların hepsinin aslında kendi dilleri ile Allah’ı andıkları hakikatini dile getirdiği ve kendisinin de bu evrensel koroya bir insan olarak katıldığı hakikati dillendiriyor bu ayet.

Avazeni bu cihanda Davut gibi sal,
Baki kalan bu kubbede hoş bir sada imiş.
                                                                Bâki

Diyen o büyük şairimiz Bâki ne güzel söylemiş. Gök kubbeye çığlığını Davud gibi sal diyor. Çünkü gök kubbede baki kalan, ebedi olan hoş bir sada imiş. Güzel bir sada imiş. İşte Davud bu sadanın sembolü. Evrensel koroya evrensel koronun söylediği ilahi şarkıya karışmış bir peygamber sesi, onu temsil ediyor burada. Onun için dağlardan ve kuşlardan söz ediliyor.

Haddi zatında belki bize şu mesaj veriliyor. Sizin hayvanlar alemi, sizin cansızlar alemi diye küçümseyerek baktığınız bu alemler, bu varlıklar, Allah’ın koyduğu yerde duruyorlar. Allah’ın verdiği görevi yapıyorlar. Allah’ın kendilerine biçtiği rolü oynuyorlar.

Ya sen ey insan oğlu, ya sen? Bu evrensel şarkıya eşlik ediyor musun, yoksa çatlak ses mi çıkarıyorsun. Bu ilahi koroya sen de kendi sesinle katılıyor musun Davud gibi. Bakın Davud katıldı onun için Allah onun adını ölümsüzleştirdi. Vahyine aldı ve ebedileştirdi. Şimdi bizim dilimizde gönümüzde. Eğer sen de bu evrensel ilahi koroya katılırsan, senin sesin de Davud’un sesinin yanına katılacak. Onun yanına yazılacak ve bu koronun içinde yer alacaksın. Ebedi alemde de bu koronun içinde olacaksın. İşte mesaj bu.

ve künna faıliyn zira biz her zaman istediğimizi gerçekleştiririz.


80-) Ve allemnahu san'ate lebusin leküm li tuhsıneküm min be'siküm* fehel entüm şakirun;

Ona (Davud'a), sizin için, savaş sıkıntılarınızdan sizi korusun diye, zırh yapma sanatını talim ettik... İmdi siz şükrediyor musunuz? (A.Hulusi)

080 - Bir de ona sizin için sizi harbinizin şiddetinden korusun diye giyecek sanatı talîm etmiştik, şimdi siz şükrüne eda ediyor musunuz? (Elmalı)


Ve allemnahu san'ate lebusin leküm li tuhsıneküm min be'siküm ve biz ona, sizi korku ve zillet belasına karşı koruyacak manevi savunma araçları geliştirmeyi öğrettik

Burada ki Lebus; libasla, Razi’nin de isabetle ifade ettiği gibi aynı kökten gelir. Aslında Taberi der ki; Lebus; Tüm silahlara verilen ortak isimdir. Fakat hepsi de tüm rivayetlerde bir tek kişide birleşen zır karşılığı, anlamı nedense tefsirlerde tek anlammış gibi şöhret bulmuştur. Ki o kişi de 2. nesle mensup Katade’dir. Bu lebus sözcüğüne zır karşılığını veren tek isim olan Katade’nin bu rivayeti tüm tefsirlerde bu ayetin adeta anlamını belirleyen bir ilk olmuştur.

Fakat Lebus’u libasla anlamdaş olarak gördüğümüz de ve yine bir peygamberin fonksiyonunun, misyonunun maddi olana değil manevi olana yönelik olduğu ilkesini hatırladığımızda. Kur’an ın da insanın daima manevi boyutunu geliştiren bir vahiy olduğu gerçeğini düşündüğümüzde bütün bunları bir araya getirdiğimizde burada ki Lebus’u; A’raf/26. ayetinde ki libasüt takva takva elbisesi ile yan yana getirmemiz mümkün.

Onun için bu ayeti meallendirirken; “manevi savunma araçları”, “Manevi silahlar. Geliştirmeyi öğrettik.” Diye çevirmeyi uygun buldum. Çünkü bir peygambere düşen de zaten maddi silahlar değil manevi silahları insanların manevi saldırılara karşı korunması için üretmesi yol göstermesiydi. Bir üstteki ayet Hz. Davud’un savaşından söz etmiyor çünkü. Hz. Davud’un; varlığın evrensel ilahi şarkısına nasıl katıldığından söz ediyor. Eldeki mezmurlar okunduğunda, Kitabı Mukaddeste yer alan mezmurlar, Davud’un ilahileri okunduğunda Onun ne büyük bir Allah aşığı olduğu da görülecektir. Onun içinde bu ayette bir üstteki  ayetin anlam alanında manevi olarak manalandırılmalıdır.

[Ek bilgi; MEZMUR - 4 -
Musikacı başı için Neginot üzerine Davud’un Mezmurudur.

Seni çağırınca bana cevap ver ey Salâhımın Allah’ı,
Darlıkta olduğum zaman beni genişliğe çıkarırsın.
Bana acı da duamı işit.

Ey insanoğulları ne vakte kadar izzetim utanca çevrilecek,

Ne vakte kadar boş şeyi seveceksiniz.
Ve yalan arayacaksınız.

Fakat bilin ki Rab, Muttakiyi kendisi için ayırmıştır.
Kendisini çağırınca Rab beni işitir.

Titreyin ve suç etmeyin,
Yataklarınızda kendi yüreğinizde söyleşip susun.

Salâh kurbanlarını kesin ve Rabbe güvenin.

Bize kim iyilik gösterecek? Diyenler çoktur.
Yüzünün nurunu üzerimize yükselt ya Rab.

Onların buğdayı ve taze şarabı çoğaldığı zamandan fazla,
Benim yüreğime sevinç verdin.

Hem selâmetle yatacağım, hem de uyuyacağım.
Çünkü ancak sen ya Rab beni emniyette oturtursun.

                        Kitabı Mukaddes, Mezmurlar-4 (S/532)]

fehel entüm şakirun Hal böyleyken siz gereği gibi şükrediyor musunuz. Yoksa şükretmiyor musunuz. Yani Allah peygamberleri eliyle size yönelik olan manevi saldırılardan korunacağınız bir takım araçlar öğretiyor size. Yani sadece maddenizi değil mananızı da tahkim ediyor. Güçlendiriyor. Size sadece fiziki düşmanlarınızdan değil manevi düşmanlarınızdan da korunma yollarını gösteriyor. Buna karşılık Allah’a şükrünüzü eda ediyor musunuz? Ki zaten vahyin birincil gayesi de bu olsa gerektir.


Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
103. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/06/29/islamoglu-tef-ders-enbiya-078-112103/  bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder