Sevgili Kur’an dostları bugünkü
dersimize Enbiya suresinin 78. ayeti ile devam ediyoruz. Malumunuz üzere enbiya
suresi adından da anlaşılacağı gibi peygamberlerin geçit resmi yaptığı bir
sure. Bu surede tarih boyunca Allah’ın elçiliğini, hakikatin elçiliğini
üstlenmiş olan yüce peygamberler sevgili efendimize bir örnek olarak sunuluyor
ve hepsine de Allah’ın yardımı sayesinde görevlerini nasıl başarıyla yaptıkları
ifade edilerek anlatılarak vahyin ilk muhatabı olan Hz. peygamberin şahsiyeti
inşa ediliyordu.
Tabii ki bu inşaya bizlerde
dahildik. Dolayısıyla insanlık tarihi boyunca kimin izinden yürüdüğümüz, kimin
izinden yürüyeceğimiz. Hangi izi takip edeceğimiz konusunda bize Kur’an yol
gösteriyordu. Ya peygamberlerin izinden yürürsünüz, İbrahim’in, Musa’nın,
İsa’nın ve Muhammed A.S. ın izinden yürürsünüz, ya da Nemrut’un, firavunun, Ebu
Cehil’in izinden yürürsünüz. Bu tercih size kalmış.
İşte bize yol gösteren Kur’an
bizim şahsiyetimizi inşa için bir dizi peygamberi gündeme taşıyor ve tarihin
derinliklerine doğru bizi seyahate çıkarıyordu.
78-) Ve Davude ve Süleymane iz yahkümani fiyl
hars* iz nefeşet fiyhi ğanemül kavm* ve künna li hükmihim şahidiyn;
Davud
ile Süleyman'ı da (an)... Hani o ikisi, o ekin hakkında hüküm veriyorlardı...
Hani bir topluluğun koyunları (geceleyin) ekinin içinde (onları
yemek için) yayılmıştı... Biz onların
hükümlerinin şahitleriydik. (A.Hulusi)
078 - İsmail’i
de, İdris’i de, Zül'kıfli de; hepsi sabirînden Davud ile Süleyman’ı da, o vakit
ki ikisi de hars hakkında hüküm veriyorlardı, o vakit ki ekinde geceleyin
kavmin davarı yayılmıştı, biz de hükümlerine şahit idik. (Elmalı)
Ve Davude ve Süleyman Davud’a ve
Süleyman’a da selam olsun, onları da an.
Nübüvvet, hikmet ve devleti
birleştirmiş iki peygamber. Hz. Davud ve Hz. Süleyman. İki İsrail oğulları
peygamberi. Fakat tarih boyunca gelmiş tüm peygamberler Müslümanların
peygamberleridir, bu böyle bilinmek durumundadır.
iz yahkümani fiyl hars* iz nefeşet fiyhi
ğanemül kavm hani o ikisi bir topluluğa ait koyun sürüsünün gece
vakti girip yayıldığı tarla konusunda karar vereceklerdi. ve künna li hükmihim şahidiyn ve
bizde onların bu kararlarına şahit olacaktık, olmuştuk.
Kur’an da ve sünnette bu ayette
bahsedilen konu ile ilgili hiçbir ayrıntı yok. Fakat sahabe ve hemen ardından
gelen tabiin neslinin büyüklerinden ve müfessirlerinden gelen birçok rivayet
var ve bu rivayetlerin hepsi de aşağı yukarı birbirine uyuyor. Buradan yola
çıkarak rahatlıkla şu tespiti yapabiliriz ki, bu ayetlerin değindiği konu o
dönemin insanları tarafından bilinen bir konuydu. Sözlü Arap kültürü tarafından
nesilden nesile, ağızdan ağza, kulaktan kulağa taşınan bu kıssa Kur’an ın
indiği zaman diliminde, Kur’an ın muhatapları tarafından çok iyi bilinmekteydi.
Bu rivayetlere göre kıssa kısaca şöyle.
Hz. Davud komşusunun tarlasını
yayan bir sürü sahibi, davacı olan tarla sahibiyle birlikte huzuruna çıkan bu
iki kişi hakkında hüküm verir. Tarlayı yayan ve zarar veren sürü sahibinin
aleyhine davayı neticelendirir ve Hz. Davud şu kararı verir. Tarlaya zarar
veren koyun sürüsü tarla sahibine verilecektir. Onun yanında olan oğlu Hz. Süleyman
bu kararı sert bulur. Geçici bir zarar için kalıcı bir cezayı, böyle bir olaya
uygun görmez. Dolayısıyla şöyle bir hüküm verilmesini teklif eder.
Tarlayı sürüsüyle yayan insana
sürüsünün tüm intifa hakkını, süt, yün ve diğer tüm ürünlerinden, verimlerinden
yararlanma hakkını tarla sahibine 1 yıllığına bırakılmasını. Sürü sahibinin de
zarar verdiği tarlayı geri eski haline dönüştürmek için 1 yıl onu ekip dikip
tarla sahibine geri vermesini kararlaştırır. En sonunda sürü de sahibine
dönecektir tarlada. Fakat tarlayı yayılan zarar veren sürünün 1 yıllık intifa
hakkı tarla sahibine geçecek, bunun mukabilinde yine sürü sahibi zarar verilen
tarlayı eski haline getirip sahibine geri iade edecektir. Tabii bu hüküm
gerçekten de böyle bir konuda verilebilecek en adil en doğru, en isabetli
hükümdür.
İşte Hz. Davud ve Süleyman
yönetimleri sırasında yaşanmış olan bu hadiseye dikkat çekiyor bu ayet ve
aslında şunu belki de söylüyor kıssadan hisse. Akıl yaşta değil, başta. Hz.
Davud’un verdiği hükmün adaletsiz olduğunu söyleyemeyiz. Dahası Hz. Davud’un en
doğruyu aramadığını söyleyemeyiz. O da en isabetli hükmü vermek için elinden
gelen çabayı hiç şüphesiz göstermiştir.
Fakat sonuçta vardığı hüküm bu
olmuştur. Ama Hz. Süleyman kendisinin yaşı küçük olmasına rağmen, babasının
yanında olmasına rağmen; O babamdır gerekçesiyle, yani saygının arkasına
saklanarak daha adil bir hükmü ketmetmemiştir. Hz. Davud’da bunu bir onur
meselesi yapmamış; sen sus, daha dünkü çocuk dememiştir. Onun hükmünü daha adil
bularak kabul etmekle aslında Hz. Davud’da ne kadar adil olduğunu ve kendisinin
maksadının da en adil hükmü aramak olduğunu göstermiştir. Bu kıssanın bize
verdiği hisseler tabii ki bunlarla sınırlı değil. Ama birinci hisse insana
düşen büyük ya da küçük buna aldırmaksızın em adil olanı, en doğru olanı, en
isabetli olanı aramaktır.
İkisi de peygamber, ikisi de baba
oğul. Fakat eğer ortada daha isabetli bir hüküm varsa bir diğeri ona hiç
çekince duymadan uyabilmektedir. Bu hakka teslimiyetin şartıdır da. Yaşı kaç
olursa olsun, kimliği ne olursa olsun eğer bir insandan isabetli bir karar
çıkıyorsa, bu karar paylaşılmalıdır. İşte bu kıssanın verdiği hisse budur.
79-) Fefehhemnaha Süleyman* ve küllen ateyna
hukmen ve ılma* ve sahharna mea Davudel cibale yüsebbıhne vettayr* ve künna
faıliyn;
Biz
Süleyman'ı bu konuda anlayışlı kıldık! Her birine bir hüküm ve bir ilim verdik.
Davud da tespih ederken, dağları ve kuş cinsini hizmetine verirdik... Fâiller
biz idik. (A.Hulusi)
079 - Derhal
onu Süleyman’a anlattık, bununla berâber her birine bir hüküm ve bir ilim
vermiştik ve Davut’un maiyetinde dağları müsahhar kılmıştık, kuşlarla beraber
tesbih ediyorlardı ve biz bunları yaparız. (Elmalı)
Fefehhemnaha Süleyman fakat bu
davada Süleyman’a daha derin bir kavrayış vermiştik. Yani Süleyman’ın kararı,
babası Hz. Davud’un kararından daha isabetli idi. ve küllen ateyna hukmen ve ılma
bununla beraber biz her birine sağlam bir muhakeme ve seçip ayırma yeteneği
kazandıran bir bilgi tasavvuru bahşettik. Yani her ikisine de biz hüküm ve ilim
verdik. Sağlam bir muhakeme ve o muhakeme ile bilgi nesnesini seçip ayıran bir
ilim kabiliyeti, bir bilgi tasavvuru verdik.
Bilgi tasavvuru diye çevirmemin
sebebi; ‘ılm sözcüğünün Mekayıs sahibi İbn Faris tarafından şöyle tarif
ediliyor olmasıdır. El ‘ılm; Yedıllü alâ eserin bişşey’i yetemeyyezü Bihi en
ğayri. “İlim bir şeyi, kendisinden olmayan başka bir şeyden ayırmaya götüren
iz, eser, alamet ve işarettir.” Der. Yani ilim bizatihi hakikatin kendisi
değil, size hakikati gösteren, götüren bir alamettir. Parmaktır, parmağın
gösterdiği yere doğru yürürseniz hakikati bulursunuz.
Bu ilme de nasıl ulaşırsınız?
Sıradan bilgileri, verileri, datayı yani hikmetle, muhakeme kabiliyeti ile
dönüştürerek ilim yaparsınız. Çevrim istasyonu kurarsınız zihinde. Sıradan bilgiler
o zihne girerler, o zihinde kutsalla bağlantıları kurulur. Ebedi olanla
bağlantıları kurulur. Amaçları tespit edilir. İlletleri tespit edilir. Çıkış ve
varış noktaları tespit edilir. Neden ve niçinler e cevap aranır. İşte bunlar
sonucunda onu bir yere yerleştirirsiniz. Varlık zinciri içinde bir halka olarak
yerine koyarsınız, Allah’ın onu yarattığı yere. İşte buna hikmet diyoruz.
O çevrim istasyonunu vahiy inşa
eder. İlahi bir inşa projesi olan vahyin 1. işlevi insanda sıradan bilgileri
ilme dönüştürecek bir çevrim istasyonu kurmaktır. İşte burada ifade edilen
hakikat budur.
ve sahharna mea Davudel cibale yüsebbıhne
vettayr zaten Davud ile birlikte emrimize amade kıldığımız dağlarda
onun yüceliğini dillendiriyordu, kuşlarda.
Hz. Davud’un mezmurlarının, yani
ilahilerinin etkisine, varlık üzerindeki, canlılar üzerinde ki o derin tesirine
bir atıf. Haddi zatında bu ayet Hz. Davud’un o yanık sesiyle söylediği, rabbi
tevhid ettiği ve bütün etrafında gördüğü nesnelerin, canlıların hepsinin
aslında kendi dilleri ile Allah’ı andıkları hakikatini dile getirdiği ve
kendisinin de bu evrensel koroya bir insan olarak katıldığı hakikati
dillendiriyor bu ayet.
Avazeni bu cihanda Davut gibi
sal,
Baki kalan bu kubbede hoş bir
sada imiş.
Bâki
Diyen o büyük şairimiz Bâki ne
güzel söylemiş. Gök kubbeye çığlığını Davud gibi sal diyor. Çünkü gök kubbede
baki kalan, ebedi olan hoş bir sada imiş. Güzel bir sada imiş. İşte Davud bu
sadanın sembolü. Evrensel koroya evrensel koronun söylediği ilahi şarkıya
karışmış bir peygamber sesi, onu temsil ediyor burada. Onun için dağlardan ve
kuşlardan söz ediliyor.
Haddi zatında belki bize şu mesaj
veriliyor. Sizin hayvanlar alemi, sizin cansızlar alemi diye küçümseyerek
baktığınız bu alemler, bu varlıklar, Allah’ın koyduğu yerde duruyorlar.
Allah’ın verdiği görevi yapıyorlar. Allah’ın kendilerine biçtiği rolü
oynuyorlar.
Ya sen ey insan oğlu, ya sen? Bu
evrensel şarkıya eşlik ediyor musun, yoksa çatlak ses mi çıkarıyorsun. Bu ilahi
koroya sen de kendi sesinle katılıyor musun Davud gibi. Bakın Davud katıldı
onun için Allah onun adını ölümsüzleştirdi. Vahyine aldı ve ebedileştirdi.
Şimdi bizim dilimizde gönümüzde. Eğer sen de bu evrensel ilahi koroya
katılırsan, senin sesin de Davud’un sesinin yanına katılacak. Onun yanına
yazılacak ve bu koronun içinde yer alacaksın. Ebedi alemde de bu koronun içinde
olacaksın. İşte mesaj bu.
ve künna faıliyn zira biz her zaman
istediğimizi gerçekleştiririz.
80-) Ve allemnahu san'ate lebusin leküm li
tuhsıneküm min be'siküm* fehel entüm şakirun;
Ona (Davud'a), sizin için, savaş
sıkıntılarınızdan sizi korusun diye, zırh yapma sanatını talim ettik... İmdi
siz şükrediyor musunuz? (A.Hulusi)
080 - Bir
de ona sizin için sizi harbinizin şiddetinden korusun diye giyecek sanatı talîm
etmiştik, şimdi siz şükrüne eda ediyor musunuz? (Elmalı)
Ve allemnahu san'ate lebusin leküm li
tuhsıneküm min be'siküm ve biz ona, sizi korku ve zillet belasına
karşı koruyacak manevi savunma araçları geliştirmeyi öğrettik
Burada ki Lebus; libasla,
Razi’nin de isabetle ifade ettiği gibi aynı kökten gelir. Aslında Taberi der
ki; Lebus; Tüm silahlara verilen ortak isimdir. Fakat hepsi de tüm rivayetlerde
bir tek kişide birleşen zır karşılığı, anlamı nedense tefsirlerde tek anlammış
gibi şöhret bulmuştur. Ki o kişi de 2. nesle mensup Katade’dir. Bu lebus sözcüğüne zır karşılığını veren
tek isim olan Katade’nin bu rivayeti tüm tefsirlerde bu ayetin adeta anlamını
belirleyen bir ilk olmuştur.
Fakat Lebus’u libasla anlamdaş olarak gördüğümüz de ve yine bir
peygamberin fonksiyonunun, misyonunun maddi olana değil manevi olana yönelik
olduğu ilkesini hatırladığımızda. Kur’an ın da insanın daima manevi boyutunu
geliştiren bir vahiy olduğu gerçeğini düşündüğümüzde bütün bunları bir araya
getirdiğimizde burada ki Lebus’u;
A’raf/26. ayetinde ki libasüt takva takva
elbisesi ile yan yana getirmemiz mümkün.
Onun için bu ayeti
meallendirirken; “manevi savunma araçları”, “Manevi silahlar. Geliştirmeyi
öğrettik.” Diye çevirmeyi uygun buldum. Çünkü bir peygambere düşen de zaten
maddi silahlar değil manevi silahları insanların manevi saldırılara karşı
korunması için üretmesi yol göstermesiydi. Bir üstteki ayet Hz. Davud’un
savaşından söz etmiyor çünkü. Hz. Davud’un; varlığın evrensel ilahi şarkısına
nasıl katıldığından söz ediyor. Eldeki mezmurlar okunduğunda, Kitabı Mukaddeste
yer alan mezmurlar, Davud’un ilahileri okunduğunda Onun ne büyük bir Allah
aşığı olduğu da görülecektir. Onun içinde bu ayette bir üstteki ayetin anlam alanında manevi olarak
manalandırılmalıdır.
[Ek bilgi; MEZMUR - 4 -
Musikacı başı için Neginot
üzerine Davud’un Mezmurudur.
Seni çağırınca bana cevap ver
ey Salâhımın Allah’ı,
Darlıkta olduğum zaman beni
genişliğe çıkarırsın.
Bana acı da duamı işit.
Ey insanoğulları ne vakte
kadar izzetim utanca çevrilecek,
Ne vakte kadar boş şeyi
seveceksiniz.
Ve yalan arayacaksınız.
Fakat bilin ki Rab, Muttakiyi
kendisi için ayırmıştır.
Kendisini çağırınca Rab beni
işitir.
Titreyin ve suç etmeyin,
Yataklarınızda kendi yüreğinizde
söyleşip susun.
Salâh kurbanlarını kesin ve
Rabbe güvenin.
Bize kim iyilik gösterecek?
Diyenler çoktur.
Yüzünün nurunu üzerimize
yükselt ya Rab.
Onların buğdayı ve taze şarabı
çoğaldığı zamandan fazla,
Benim yüreğime sevinç verdin.
Hem selâmetle yatacağım, hem
de uyuyacağım.
Çünkü ancak sen ya Rab beni
emniyette oturtursun.
Kitabı Mukaddes, Mezmurlar-4 (S/532)]
fehel entüm şakirun Hal böyleyken
siz gereği gibi şükrediyor musunuz. Yoksa şükretmiyor musunuz. Yani Allah
peygamberleri eliyle size yönelik olan manevi saldırılardan korunacağınız bir
takım araçlar öğretiyor size. Yani sadece maddenizi değil mananızı da tahkim
ediyor. Güçlendiriyor. Size sadece fiziki düşmanlarınızdan değil manevi
düşmanlarınızdan da korunma yollarını gösteriyor. Buna karşılık Allah’a
şükrünüzü eda ediyor musunuz? Ki zaten vahyin birincil gayesi de bu olsa gerektir.
Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
103.
videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/06/29/islamoglu-tef-ders-enbiya-078-112103/ bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder