C sayfasından devam
6-) Zâlike Bi ennAllâhe "HU"velHakku
ve enneHU yuhyil mevta ve enneHU alâ külli şey'in Kadiyr;
Bu böyledir; çünkü Allâh, O Hak'tır (apaçık ortada olandır)! Muhakkak ki O, ölüleri de (hakikat ilmi ile) diriltir... Çünkü O, her şeye Kaadir'dir. (A.Hulusi)
06 -
İşte bunlar hep Allahın şüphesiz hak ve o muhakkak ölüleri diriltiyor ve hakikaten
her şey'e kadir olmasındandır. (Elmalı)
Zâlike Bi ennAllâhe "HU"velHakk
bütün bunların gösterdiği nihai bir amaç vardır ki; O da tek mutlak gerçek olan
Allah’tır. Yani değerli Kur’an dostları, değişmeyen büyüme gelişme gibi
mahlukata özgü niteliklerden uzak olan bir tek varlık var o da Allah’tır. Onun
için Allah dışındaki her varlık doğar, yaşar, büyür, gelişir ve bir sonu da
vardır. Sonu olanın, önü de vardır. Dolayısıyla buna karar verecek olanda
Allah’tır. O halde okuyalım;
ve enneHU yuhyil mevta ve enneHU alâ külli
şey'in Kadiyr zira sadece O’dur ölüyü dirilten, yine her şeye gücü
yeten de yalnızca O’dur. Eğer siz yeniden dirilişi inkar ederseniz, bu Allah’ı
da inkar ettiğiniz anlamına gelir demek ister bu son cümle. Çünkü yeniden
dirilişi inkar, Allah’ın buna gücünün yetmeyeceğini ima etmektir ki zaten
cevabı; ve
enneHU alâ külli şey'in Kadiyr ve O her bir şeye güç yetirendir
diyerek vahiy veriyor.
7-) Ve ennessa'ate atiyetün lâ raybe fiyha ve
ennAllâhe yeb'asü men fiyl kubur;
O Saat (vefat) muhakkak gelecektir, onda hiç şüphe yoktur. Kesinlikle Allâh, kabirlerde (bedenleri içinde) olan nefsleri (bilinçleri) bâ's edecektir (yeni bir beden oluşturarak yaşamlarına devam ettirecektir)! (A.Hulusi)
07 -
Ve hakikat o saat gelecektir, onda hiç şüphe yoktur, ve hakikat Allah
kabirlerdeki kimseleri ba'sedecektir. (Elmalı)
Ve ennessa'ate atiyetün lâ raybe fiyha
hem unutma ki son saat kuşku görmez bir biçimde bir gün gelip çatacaktır. Yani
ey insan ebediymiş gibi davranma. O Allah’ın haber verdiği, vahyin haber
verdiği son saat mutlaka bir gün gelip çatacaktır. ve ennAllâhe yeb'asü men fiyl kubur
yine unutma ki Allah kabirlerinde yatan herkesi bir gün gelip kaldıracaktır.
8-) Ve minenNasi men yücadilü fiyllahi Bi ğayri
'ılmin ve lâ hüden ve lâ Kitâbin müniyr;
İnsanlardan kimi de Allâh (adıyla işaret edilen) hakkında ilim sahibi olmadan, gerçeğe kılavuzlayanı olmaksızın ve vahyi bilgiye (Esmâ hakikatinden şuura yansıyan bilgiye) dayanmaksızın mücadele eder. (A.Hulusi)
08 –
Nâs tan kimi de vardır ki ne bir ilme, ne bir rehbere nede tenvir eder bir
kitaba istinat etmeksizin Allah hakkında mücadele eder. (Elmalı)
Ve minenNasi men yücadilü fiyllahi Bi ğayri
'ılmin ve lâ hüden ve lâ Kitâbin müniyr ne ki; insanlar içerisinden
herhangi bir bilgiye yol gösterici bir kılavuza ve aydınlatıcı bir kitaba
dayanmaksızın Allah hakkında tartışan kimseler çıkabilmektedir.
3 şey; Allah hakkında bilgi
alabileceğimiz 3 kaynak. Nedir bunlar? Seliym bilgi. ‘İlm. Yani eşyayı bir
alamet olarak görüp, bir parmak olarak görüp parmağın işaret ettiği yere bakmak
formasyonu. Bu bilgiyi, ilmi elde etme formasyonu ki bu sıradan veriyi, datayı,
yani bilgi unsurlarını bir taraftan verip karşı taraftan ebedi hakikate sizi
ulaştırıcı ilim elde etmek. Buna hikmet diyoruz işte. İkincisi; Peygamberler,
rehberler. Üçüncüsü ise vahiy, bu ayette gösterilen.
Aslında 3. ayet te aynı uyarı ile
gelir. Orada şöyle bir anekdot aktarmıştım; Onlar Allah’ın varlığını değil,
O’nun mutlaklığını tartışıyorlar. Yani işe nereye kadar gücü yeter, nereye
kadar ne yapabilir. Nereye kadar yetişebilir, nereye kadar imdadımıza
koşabilir. Ki bunu tartışıyorlardı. Aslında insanoğlunun Allah hakkında ki bu
zanları.
Ve ma
kaderullahe hakka.. (Zümer/67) Allah’ı hakkıyla takdir edememekten
kaynaklanıyor. Eğer kendine ve eşyaya doğru baksaydı Allah’ın gücünün
sınırsızlığını görürdü. Çünkü kendi gücünün sınırlılığını gören, O’nun gücünün
sınırsızlığını görür. Kendi haddini bilen O’nun mutlaklığını da bilir. Onu
bilmemek kendi haddini bilmemektir aslında.
9-) Sâniye ıtfihı liyudılle an sebiylillâhi*
lehu fiyd dünya hızyün ve nüziykuhu yevmel kıyameti azâbel hariyk;
Allâh yolundan saptırmak için, hakikate sırtını döner! Dünyada onun için rezillik vardır! Kıyamet sürecinde de ona korkunç yanmanın azabını tattırırız! (A.Hulusi)
09 -
Allah yolundan şaşırtmak için yanını bükerek ki: Dünyada ona bir rüsvalık
vardır, Kıyamet günü de kendisine o yangın azâbını tattıracağızdır. (Elmalı)
Sâniye ıtfihı liyudılle an sebiylillâhi
bunlar Allah yolundan çevirebilmek için gerdan kırarlar diyor ayet. Sâniye
ıtfihi’ye uzun karşılık aramalarım sonunda ancak Türkçede en güzel biçimde bunu
buldum. Gerdan kırarlar. Ki gerçekten en doğru karşılığının da bu olduğunu
düşünüyorum. Allah yolundan çevirebilmek için ne cilveler yaparlar, ne diller
dökerler. Yerine göre sert, yerine göre yumuşak, yerine göre dik, ama yeter ki
Allah yolundan çevirsinler. Olmadık numaralar yapar, dil döker, tehdit ya da
teşvik ederler.
lehu fiyd dünya hızyün bu tipin bu
dünyada ki payı onursuzluktur. Onursuzluk, nedir onursuzluk? Allah’a kul
olmamak. Niçin? Çünkü kula kul olur Allah’a kul olmayan. Peki kula kul olan ne
olur? Onursuz olur. Kendi cinsinden bir şeyi tanrılaştırmaya başlar. Hatta daha
aşağı şeyi tanrılaştırmaya başlar. Bu insanoğlunun düşebileceği en bayağı
durumdur.
ve nüziykuhu yevmel kıyameti azâbel hariyk
ama kıyamet gününde ona yakıp kavurucu bir azabı tattıracağız. Tabii devam
ediyor aslında;
10-) Zâlike Bima kaddemet yedake ve ennAllâhe
leyse Bi zallamin lil 'abiyd;
"Bu, senin ellerinle takdim ettiğinin sonucudur! Muhakkak ki Allâh kullara zulmedici değildir." (A.Hulusi)
10 -
Bu, diye: senin iki elinin takdim ettiği ve Allahın kullarına zulümkâr olmadığı
içindir. (Elmalı)
Zâlike Bima kaddemet yedak kıyamet
günü ona yakıp kavurucu bir azabı tattıracak, Zâlike Bima kaddemet yedak ve
diyeceğiz ki; işte bu senin kendi ellerine kazanıp getirdiklerindir. Bunu
diyeceğiz. Aslında; sana Allah azap etmiyor, öyle zannetme. Allah kimseye azap
etmiyor aslında. Allah’ın azabıymış gibi gördüğün bu şey senin kendi
kazandıkların, kendi ellerinle yaptın, kendi kendine yaptın diyeceğiz.
ve ennAllâhe leyse Bi zallamin lil 'abiyd
unutmaki Allah’ın kullarına zulmetme ihtimali bulunmamaktadır diyeceğiz ona.
Niçin böyle çevirdim? Allah’ın
kullarına zulmetme ihtimali bulunmamaktadır. Çünkü “ma” olumsuzluk edatıdır.
Olumsuzluk edatınında nefyin haberi “b” harfi cerriyle ile gelirse o zaman mana
ya imkansızlığa, ya ihtimalsizliğe delalet eder. İnsan için imkansızlığa, Allah
için ihtimalin yokluğuna delalet eder. Yani Allah’ın zulmetme ihtimali
bulunmamaktadır.
11-) Ve minenNasi men ya'budullahe alâ harf*
fein esabehu hayrunıtmeene Bih* ve in esabethü fitnetüninkalebe alâ vechih*
hasireddünya vel'ahirete, zâlike hüvel husranul mubiyn;
İnsanlardan kimi de vardır ki, Allâh'a tek taraflı (işine gelen şeyler yönünden) kulluğu kabul eder. Eğer ona bir hayır isâbet eder ise, onunla keyiflenir... Şayet ona bir belâ isâbet eder ise, yüzüstü döner (kulluğunu inkâr eder)... (Böylesinin) dünyası da gelecek yaşamı da yitirilmiştir. İşte bu apaçık hüsranın ta kendisidir! (A.Hulusi)
11 –
Nâs tan kimi de Allaha kıyıdan kıyıya ibadet eder, eğer kendisine bir hayır
isabet ederse ona yatışır ve eğer bir mihnet isabet ederse yüz üstü dönüverir
«dünyayı da ahireti de kaybetmiş» olur, işte hüsranı mübîn odur. (Elmalı)
Ve minenNasi men ya'budullahe alâ harfin
yine insanlardan kimileri vardır ki Allah’a iman ve küfrü birbirinden ayıran
sınırda kulluk ederler. Evet sınırda tam duvarın başında, tam orta sınırda
kulluk ederler. Yani buradan şunu anlayabilirsiniz. Ufak bir rüzgarda hemen
düşecekmiş gibi. Kayıverecekmiş gibi, yardan aşağı yuvarlanacakmış gibi.
Sınırda durur. Oysa ki emir ve nehiylere uymak, sınırda durmamak daha bir
emniyet ve güvenlik içinde kalmak demek. Ama sınırda iman eder. Onun için de en
ufak bir rüzgarda bakarsınız rüzgar gülü gibi dönüverir. Yani imanını çalmak
için kendisine atılan her oltaya ağzını dayar. Oltaya çabuk gelir. Çünkü iman
yüreğine oturmamış. Çünkü iman onda bir kişilik halini almamış, imana şöyle böyle
duruyor. Böyle hemen ayrılacakmış gibi, hemen darılacakmış, hemen sırtını
dönecekmiş gibi. Bana başka bir ayeti hatırlatıyor;
Müzebzebiyne
beyne zâlike, lâ ila haülai ve lâ ila haüla.. (Nisa/143)iki
arada bir derede kalmıştır diyor. Böyle gider gelir. Ne onlardan dır ne
onlardandır. İşte sınırda olmanın bir başka ifadesi o. Belki münafıkları daha
çok çağrıştıran bir ibare.
fein esabehu hayrunıtmeene Bih öyle
ki eğer kendisine bir iyilik dokunsa onunla sürur bulur, şişinir, tatmin olur.
Yani havasından yanına varılmaz belki bir iyilik dokunsa. Çünkü Allah ile
irtibatını kuramadığı için, sınırda olduğu için zaten dönmeye hemen hazırdır.
Onu biraz da kendisinden bilir.
ve in esabethü fitnetüninkalebe alâ vechih
fakat başına bir musibet gelse yüz üstü dönüverir. Yani bahaneye bakar diyor.
Özeti bu. Allah ile ilişkisi menfaat ilişkisidir. Allah korusun. Bu korkunç bir
ilişki türü. Menfaat ilişkisi, ya rabbi seni seviyorum. Niye, sana ihtiyacım
var. İhtiyacın olmayınca veya olmadığını zannedersen? İşte bu düşmek üzere olan
bir uçakta ateist olmaz sözünü hatırlatır. İhtiyacı olduğunda ateizmi yiyiveren
bir putpereste dönüşür. Helvadan putunu acıkınca yiyen bir putpereste. Çünkü
ihtiyacı var o anda ama ihtiyacı bittiğinde yine unutacaktır. Başı dardan
kurtulduğunda yine unutacaktır. Bir şey verdiği sürece iyi. Ama aldığı zaman,
işte o zaman dönüverir diyor, yüz çevirir.
Yani Allah’tan razı olma hali.
Allah’tan razı oldunuz mu. Allah sizden razı olsunda, önce siz Allah’tan razı
mısınız sorusu aslında burada sorulacak soru.
hasireddünya vel'ahireh dünyayı da
ahireti de kaybeder. zâlike hüvel husranul mubiyn nitekim kaybın
telafisi en zor olanı da işte bu tür bir kayıptır. Çok açık bir kayıp.
Kapatılamaz bir kayıp. Mubiyn; Beyn kökünden gelir. Bu zıt anlamlı bir kelimedir.
Hem açmak hem kapamak. Hem birleştirmek, hem ayırmak anlamalarına gelir ki,
açığı kapanmayan, kapatılamayacak bir kayıptır. hasireddünya vel'ahireh dünyayı da
ahireti de kaybeder. zâlike hüvel husranul mubiyn telafisi en zor
kayıpta işte budur.
[Ek bilgi: Bu âyet-i celilenin
nüzul sebebi şudur: Bedevi Araplardan bir kavim Medine'ye gelip İslâm dinine
girerler. Bunlar İslâm'ı özlerine sindiremedikleri için, daha ziyade İslâm'ın.'
gölgesinde menfaat ararlar. Şayet sıhhatleri yerinde olur, mallarının sayısı
artar, işleri iyi gider, hanımları erkek çocuk doğurursa dinden memnun kalıp
«bu dine girdikten sonra birçok iyilikler ve hayırlar gördük» diyerek
sevinirler. Fakat işleri iyi gitmez, sıhhatleri bozulur, başlarına bir musibet
gelir veya hanımları kız çocuğu doğurursa, o zaman da dini zemmedip «bu dinin
hiçbir hayrını görmedik, bu dine gireli beri yüzümüz hiç gülmedi, işimiz hep
kötüye gidiyor- diyerek İslâm'a girdiklerine pişmanlık duyarlarmış. Allah ü
Teâlâ bu âyetleri inzal ederek onlar hakkında şöyle buyurmuştur: «İnsanlar
arasında öyleleri de vardır ki Allah'a, bir yâr kenarındaymış gibi kulluk eder.
Ona bir iyilik gelirse gönlü yatışır, kalbi mutmain olur. Başına bir belâ
gelirse dinden yüz üstü döner. Böylece dünyayı da, âhireti de kaybeder. İşte
apaçık kayıp budur.
(Ebü'l-Leys Semerkandi/ Tefsirü'l-Kur'an)]
12-) Yed'û min dûnillâhi ma lâ yedurruhu ve ma
lâ yenfeuhu, zâlike hüveddalalül be'ıyd;
Allâh
dûnundaki ne yararı ne de zararı olmayan şeylere yönelir... İşte bu tam bir
(hakikatten) sapmadır! (A.Hulusi)
12 –
Allah’ı bırakır da kendine ne zarar ne menfaat vermeyecek şeylere yalvarır,
işte dalâlı baîd odur. (Elmalı)
Yed'û min dûnillâhi ma lâ yedurruhu ve ma lâ
yenfeuh o kimse Allah dışında kendisine ne zarar veren, ne de yarar sağlayan
nesnelere yalvarıp durur. Yani bu tiplerin aslında temel problemi Allah dışında
ki nesneleri bir güç sahibi gibi görmesi. Bakarsınız gerçekten de kendisini
duymayan insanlara arzuhal eder, halini arz eder. Onlardan bir şeyler ister.
Onlara şikayet götürür. Nesnedir nihayetinde karşısında ki. Kendisini duymaz,
görmez, bilmez. Yani üzerine bir kuş konsa da abdestini bozsa onu bile
engelleyemez. Ama bakarsınız akıllı zannettiğiniz koca koca insanlar böyle bir
komik duruma düşerler. İşte burada o çağda bu komik duruma düşen koca koca
insanların nasıl kuş beyinlilik yaptıklarını dile getiriyor.
zâlike hüveddalalül be'ıyd kişiyi
haktan uzaklaştıran en vahim sapıklıkta zaten budur.
13-) Yed'û lemen darruhu akrebü min nef'ıh*
lebi'selmevla ve lebi'sel 'aşiyr;
(O), zararı yararından fazla olana yönelir... O (taptığı) ne kötü bir mevlâ ve ne kötü arkadaştır! (A.Hulusi)
13 -
Her halde zararı nef'ınden daha yakın olan zat diye yalvarıyor, o ne fena
efendi, o ne fena yardak. (Elmalı)
Yed'û lemen darruhu akrebü min nef'ıh
kimi zaman da zararı yararından daha fazla olan insanlara yalvarıp yakarırlar.
Bir üstteki ayette yalvarıp
yakardıkları ilgi zamiri “ma” ile
gelmiş. Ma genellikle cansız nesnelere tekabül eder. Burada ise “men” ile
gelmiş. Yine bu da ilgi zamiridir Arapça da, “men” ise “ma” dan farklı olarak
şuurlu varlıklara canlılara tekabül eder ki insan başta olmak üzere bilinçli
varlıklara tekabül eder. Bir üsttekinde nesnelere yalvarıp yakaranların düştüğü
komik durum dile getiriliyordu, burada ise canlılara, yani aziyz bilinen, yüce
bilinen ulvi bilinen canlılara yalvarıp yakaranların düştüğü komik durum dile
getiriliyor.
lebi'selmevla ve lebi'sel 'aşiyr o
ne berbat efendi, o ne kötü yoldaştır. Yani sana hiç yardımı dokunamaz. Çünkü o
da senin gibi muhtaç. O da senin muhtaç olduğun Allah’tan istiyor. Sen ondan
neden istiyorsun Allah dururken. Çünkü o da senin gibi bir insan. Nihayet o da
Allah’tan isteyecek, nihayet o da Allah’ın rahmetine muhtaç. Onun için himmete
muhtaç bir dede, nerde kaldı gayriye himmete. Gayriye himmet edemez çünkü
kendisi himmete muhtaç.
Devam ediyor E sayfasına geçiniz.
104. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/07/06/904/ bulabilirsiniz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder