24 Temmuz 2012 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. HACC (053-055)(106-B)



A sayfasından devam

        53-) Li yec'ale ma yulkış şeytanu fitneten lilleziyne fiy kulubihim meradun vel kasiyeti kulubühüm* ve innez zâlimiyne lefiy şikakın be'ıyd;

        Şeytanın ilkası olan (amigdala etkisindeki oluşmuş benlik - bilinç veri tabanından gelen) fikir, sağlıklı düşünemeyen ve şuurları örtülmüş (melekî kuvveleri - kudsî hakikati örtülmüş; bedenî zevkler, nefsanî şehvetlere düşkün) olan kimseler için, sınav objesi oluşturması içindir... Muhakkak ki zâlimler dönüşü olmayan yoldadırlar! (A.Hulusi)

53 - Şunun için ki Şeytanın ilka edeceğini kalpleri katı olanlar ve kalplerinde bir maraz bulunanlar için bir fitne kılacaktır ve çünkü o zalimler uzak bir şikak içindedirler. (Elmalı)


Li yec'ale ma yulkış şeytanu fitneten lilleziyne fiy kulubihim meradun vel kasiyeti kulubühüm Allah’ın; şeytanın engel koyma çabasına izin vermesi, yani peygamberlerin ideallerine ulaşmak için çıktıkları yolda gölge düşürmeye kalkışması, bu çabaya izin vermesi. Gölge düşürebilmesi değil, gölge düşürme çabasına izin vermesi yalnızca kalplerinde bir tür hastalık bulunan ve iç dünyaları kararmış olan kimseleri sınamak, denemek içindir. Yani bunun da bir nedeni vardır.

Neden peygamberlerine yönelik şeytana ve şeytansı güçlere böyle bir çaba için izin veriyor. Yani başarılı olmasalar da, böyle başarısız bir girişime de izin verilmemesi gerekmez mi diye düşünülürse eğer, cevabı açık. O zaman bu dünyanın bir imtihan dünyası, bu hayatında bir sınav olduğu ve bu sınavda geçenlerle kalanların ayrışması gerektiği nasıl anlaşılacak. Nasıl ayrışacak. Sınavı kaybedenler ve kazananlar nasıl ortaya çıkacak.

O nedenle ortada iman edilmesi gerekli şeyler var. Yoksa ampirik, yani tecrübeye dayalı, deneye dayalı şeyler değil. İman elle tutup gözle gördüğünüz şeylerde değil, elle tutup gözle göremediğiniz şeylerde belli olur. İman asıl oralarda söz konusudur. Allah’a güven, Allah’a itimat. Onun için iman ve iman çerçevesinde yer alan unsurlardan söz ediyor bu ayetler. O nedenle de imtihandan söz ediyor.

Kalbi kararmış olanlar, kalbi hastalıklı olanlar, işte onlar hastalıklarını bu gibi durumlarda açığa vuruyorlar. Bakıyorlar peygamber üzerinde hiçbir iz bırakmamış olan şeytanın girişimlerine, teşebbüslerine sarılıyorlarsa eğer, şeytanın girişimini göz önüne alıp ta, Allah’ın o girişimi başarısız kılmasını hiç hesaba katmıyorlarsa eğer, işte bu noktada onlar, aslında inanmaya gönüllü olmayanlar kişiler. Onlar aslında hakikate değil yalana dönük yaşıyorlar. Onlar aslında inandıklarına “mış” gibi inanıyorlar. Onların imanlarıyla bağlantısı pamuk ipliğinden daha ince. Onun içindir ki onları imanlarını küçük bir müdahale bulandırabiliyor.

İşte burada aslında şeytan peygamberlerin ideallerine yönelik çabalarında başarılı olamıyorlar ama, bu gibi zayıf imanlı insanların imanlarının içine inkar katmada, onu bulandırmada başarılı olabiliyor.

Belki burada şu sonuçta çıkartılabilir. Mükemmellik beklentilerinin karşılanmaması, birilerini vahiy hakkında, nübüvvet hakkında kuşkuya düşürebilir. Mesela Uhud, Uhud yenilgisi belki bu anlamda büyük bir sınavdı. Mükemmellik beklentisi içinde olan kimi insanlar vardı. Kendilerinin ne yaptığından çok, peygamberin komutan olduğu bir ordu içinde bulunmayı yeterli sayan insanlar. Yani, benim ne yaptığım önemli değil, nerede durduğum önemli değil. Fakat komutanı peygamber olan bir orduda bulunuyor olmam yeterli. Onun içinde yenilmeziz biz tavırlarına giren insanların bu ütopik beklentileri, bu karşılanamayacak, bu Allah’ın yasasına uygun olmayan beklentileri sonucunda Allah onları sınamıştı.

Uhud yenilgisinin ardından Uhud’a mümin olarak, sahabe olarak gelen kimileri, Uhud dan münafık olarak ayrılmıştılar. Belki de oraya bir atıfta söz konusu olabilir. Değilse dahi bu ayetler kapsamında çok ilginç bir örnek olarak duruyor.

ve innez zâlimiyne lefiy şikakın be'ıyd işte bu tür zalimler kesinlikle derin bir yabancılaşma içindedirler.

Şikak; kesip ayırma, koparma, iki taraf arasında ki muhalefet anlamına gelir. Yani onun içinde Muhalefet anlamı şikak kelimesinin anlamlarından biri. Burada muhalefet yapan insan, haddi zatında kendi özüne, kendi köküne muhalefet yapıyor. Yani burada ayrıldığı nokta neresi? Elbette ayrıldığı nokta imanı ile ayrılıyor. Yani imanı ile arasına duvarlar örüyor. Onun için imanına muhalefet ediyor. Burada bu kelimeyi yabancılaşma diye çevirdim, çünkü insan imanı ile arasına duvarlar örmeye başlarsa kendisi ile, kendisine karşı yabancılaşır. Kendisi ile barışık olan, Allah ile de barışık olur çünkü.


        54-) Ve liya'lemelleziyne utül ılme ennehül hakku min Rabbike feyu'minu Bihi fetuhbite lehu kulubühüm* ve innAllâhe lehadilleziyne amenû ila sıratın müstekım;

        Ayrıca da kendilerine ilim verilenler, onun (şuurlarına yansıyanın) Rabbinden hak olduğunu bilsinler de Ona iman etsinler ve Ona şuurları hûşu duysunlar... Muhakkak ki Allâh iman etmiş kimseleri hakikate yönlendirendir. (A.Hulusi)

54 - Bir de kendilerine ilim verilmiş olanlar muhakkak rabbinden gelen Hakk olduğunu bilsinler ve ona iman etsinler de kalpleri ona saygı duysun ve çünkü Allah, iman edenleri doğru bir caddeye çıkarır. (Elmalı)


Ve liya'lemelleziyne utül ılme ennehül hakku min Rabbik yine bunun bir nedeni de gerçek ilim sahipleri bu mesajın rabbinden gelen hakikatin ta kendisi olduğunu anlasınlar diyedir. Yani Allah’ın peygamberlerin ideallerine, emellerine, ufuklarından yatan o ideal beklentilerine ulaşma yolunda yürürken şeytanlara, şeytansı güçlere, onların ideallerine yönelik yürüyüşlerine gölge düşürmesine izin vermesinin bir sebebi de sadece zayıf ve hastalıklı imana sahip olanların hastalığını ortaya çıkarmak değil, aynı zamanda ilim sahipleri, yani baktıklarına sadece gözle değil gönülle bakabilen, eşya ile Allah arasında, eserle müessir arasında, sanatla sanatkar arasında, gösterge ile gösterilen arasında ki o mükemmel irtibatı, o kopmaz irtibatı, bağlantıyı kurabilen gerçek bilgi sahiplerine neyi vermek için? Onlara da bu mesajın hakikatin ta kendisi olduğunu, rablerinden kendilerine gönderilmiş gerçeğin ta kendisi olduğunu anlasınlar diye böyle yaptık buyuruyor.

feyu'minu Bihi fetuhbite lehu kulubühüm bu sayede O’na inanacaklar ve nihayet kalpleri O’na tam bir teslimiyetle yapışacaktır. Yani bu ibareden ben A. İmran suresinin7. ayetini hatırladım;

..ver Rasihune fiyl ılmi yekulune amenna Bihi küllün min ındi Rabbina. (A.İmran/7) diyorlardı. Kur’an ın muhkem ve müteşabih diye ayetlerinin ikiye ayrıldığını öğreniyoruz. Müteşabih olanlar, yani ilk bakışta anlamını vermeyip, gerçek anlamını anlamak için muhkemini çok iyi bilmek gereken ve muhkemini bildikten sonra da Müteşabihin üzerinde çok derin derin düşündükten sonra size anlamını veren ayetlere neden yer verdi rabbimiz derseniz eğer, işte ilim sahipleri derler ki, amenna Bihi küllün min ındi Rabbina. Bunların tamamı rabbimizden bize gönderilmiş hakikatlerdir biz ona iman ettik derler. Yani Allah’a olan güvenlerini tazelerler.

Biraz önce de söylediğim gibi eğer 2 x 2 = 4 gibi olsaydı orada imandan söz edilir miydi. İmandan söz edilmesi için aritmetik kesinlik dışında kalbi bir itminan olması lazım. Aritmetik kesinliklere iman edilmez, iman söz konusu olmaz. Onun için iman bambaşka bir şeydir. İman aritmetik kesinliklere dayanmaz. İman; insan yüreğinin ötelere açılan kapıdan geçerek mutlak hakikatle bağlantı kurmasına dayanır. İman böyle bir şeydir.

 ve innAllâhe lehadilleziyne amenû ila sıratın müstekım şu bir gerçek ki Allah; inanıp güvenen kimseleri dosdoğru bir yola yöneltir.


        55-) Ve lâ yezalülleziyne keferu fiy miryetin minhu hatta te'tiyehümüs saatü bağteten ev ye'tiyehüm azâbü yevmin 'akıym;

        Hakikat bilgisini inkâr edenler ise, kendilerine ansızın ölüm gelinceye kadar yahut umutların boşa çıkacağı sürecin azabı gelinceye kadar, O'ndan (Teklik'ten) şüphe içinde kalmaya devam edecek.. (A.Hulusi).

55 - O küfredenler de kendilerine o saat bağteten gelinciye veya akîm bir günün azâbı gelinciye kadar ondan bir şekk içinde kalır giderler. (Elmalı)


Ve lâ yezalülleziyne keferu fiy miryetin minh inkarda direnen kimseler ise O’nun hakkında kuşku duymaya devam edecekler.

Burada ki kuşku minhu sözcüğünde ki “hu” zamiri Allah’a da gidiyor olabilir, vahye de gidiyor olabilir. Yani Allah hakkında kuşku duymaları dile getiriliyor olabileceği gibi, vahiy hakkında duydukları kuşku da dile getiriliyor olabilir. Ama aslında bu zamirin her iki yeri de görüyor olmasından dolayı şöyle bir anlamı da anlayabiliriz. Vahiy hakkında insanın duyduğu her kuşku, aslında Allah hakkında duyduğu kuşkudur. Çünkü gönderdiği vahiyden şüphelenen O’nu gönderenden de şüpheleniyor demektir.

Nasıl şüpheleniyor?Aslında özü itibarıyla vahye sırt çeviren insanların Allah’a sırt çevirdiğini biliyoruz. Bu sırt çevirmenin felsefesi, mantığı, temelinde yatan mantık şu; Allah insanla bu derece yakın neden ilgilensin. Allah inancına sahip olsa bile; Allah’ın hayat ile, insanla doğrudan irtibatı olduğuna, sürekli aktif, aktüel olarak hayata müdahil olduğuna inanmayan bir insanın Allah inancına itibar olunmaz. Böyle bir inanç Allah’sız bir dünya tasarlar. Allah’ın müdahil olmadığı bir hayat tasarlar. Dolayısıyla böyle bir inancın sahibi yaptıklarından, eylemlerinden sorumlu tutulacağına inanmaz. Çünkü Allahsız bir hayatta onun yaptıklarından kim hesap soracaktır ona.

Bu da sorumluluk bilinci ile çatışır. Sorumluluk bilinci olan bir insan mutlaka yaptıklarından da hesap vereceğine inanır. O nedenle bir insanda sorumluluk bilinci uyandığında Allah inancı aktüel ve aktif,hayata müdahil olan bir Allah inancına dönüşür. İşte burada söylenmek istenen de bu aslında.

Ve lâ yezalülleziyne keferu fiy miryetin minh inkarda direnen kimselere O’nun hakkında kuşku duymaya devam edecekler bu kimseler. hatta te'tiyehümüs saatü bağteten ev ye'tiyehüm azâbü yevmin 'akıym ta ki son saat kendilerini ansızın gelip kuşatıncaya, ya da yaşama sevincinin kökünü kurutan bir günün tarifsiz azabı kendilerine kavuşuncaya kadar.

‘akıym; aslında kısır demek, soysuz ve köksüz demek. Fakat burada yaşama sevincinin kökünü kurutan diye çevirmeyi daha uygun buldum. Çünkü yaşama sevinci insanın ahirette ebedi huzura, ebedi saadete kavuşması içinde temel olan bir duygudur. Bir temel güdüdür. İnsan eğer Allah ile ilişkisini bozmuş, hesabını veremeyeceği bir hayatla Allah’ın huzuruna çıkmışsa, bu sevinci yitirecek, yani yaşama sevincinin kökü kurumuş olacak, soyu kurumuş olacak.

İşte bu durumda Kur’an ın başka bir yerinde ifade buyrulduğu gibi onlar artık mutlak ölümü, yani yok oluşu çağıracaklar. Neredesin sen ey yok oluş diyecekler. Ölümde yetmeyecek onlara. Yok oluş. Onun için Kur’an der ki onlara;

Lâ ted'ul yevme süburen vahıden ved'u süburen kesiyra. (Furkan/14) Bugün tek bir ölümü çağırmayın. Yani sübur ölüm de değil, mevt te değil. Yok oluş. Mutlak ölüm diyoruz biz buna. Bir daha hiç dirilmeyecek şekilde yok oluş. Onun için bugün mutlak yok oluş, bir tek yok oluş yetmez size. Bir tek ölüm yetmez size ölümleri çağırın diyor Kur’an. Bir çok ölümü çağırın tek ölüm yetmez.


Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
106. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/07/20/islamoglu-tef-ders-hacc-049-078106/ bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder