A sayfasından devam
53-) Li yec'ale ma
yulkış şeytanu fitneten lilleziyne fiy kulubihim meradun vel kasiyeti kulubühüm*
ve innez zâlimiyne lefiy şikakın be'ıyd;
Şeytanın ilkası olan (amigdala etkisindeki oluşmuş benlik - bilinç veri tabanından gelen) fikir, sağlıklı düşünemeyen ve şuurları örtülmüş (melekî kuvveleri - kudsî hakikati örtülmüş; bedenî zevkler, nefsanî şehvetlere düşkün) olan kimseler için, sınav objesi oluşturması içindir... Muhakkak ki zâlimler dönüşü olmayan yoldadırlar! (A.Hulusi)
53 - Şunun
için ki Şeytanın ilka edeceğini kalpleri katı olanlar ve kalplerinde bir maraz
bulunanlar için bir fitne kılacaktır ve çünkü o zalimler uzak bir şikak
içindedirler. (Elmalı)
Li yec'ale ma yulkış şeytanu fitneten
lilleziyne fiy kulubihim meradun vel kasiyeti kulubühüm Allah’ın;
şeytanın engel koyma çabasına izin vermesi, yani peygamberlerin ideallerine
ulaşmak için çıktıkları yolda gölge düşürmeye kalkışması, bu çabaya izin
vermesi. Gölge düşürebilmesi değil, gölge düşürme çabasına izin vermesi
yalnızca kalplerinde bir tür hastalık bulunan ve iç dünyaları kararmış olan
kimseleri sınamak, denemek içindir. Yani bunun da bir nedeni vardır.
Neden peygamberlerine yönelik
şeytana ve şeytansı güçlere böyle bir çaba için izin veriyor. Yani başarılı
olmasalar da, böyle başarısız bir girişime de izin verilmemesi gerekmez mi diye
düşünülürse eğer, cevabı açık. O zaman bu dünyanın bir imtihan dünyası, bu
hayatında bir sınav olduğu ve bu sınavda geçenlerle kalanların ayrışması
gerektiği nasıl anlaşılacak. Nasıl ayrışacak. Sınavı kaybedenler ve kazananlar
nasıl ortaya çıkacak.
O nedenle ortada iman edilmesi
gerekli şeyler var. Yoksa ampirik, yani tecrübeye dayalı, deneye dayalı şeyler
değil. İman elle tutup gözle gördüğünüz şeylerde değil, elle tutup gözle
göremediğiniz şeylerde belli olur. İman asıl oralarda söz konusudur. Allah’a
güven, Allah’a itimat. Onun için iman ve iman çerçevesinde yer alan unsurlardan
söz ediyor bu ayetler. O nedenle de imtihandan söz ediyor.
Kalbi kararmış olanlar, kalbi
hastalıklı olanlar, işte onlar hastalıklarını bu gibi durumlarda açığa
vuruyorlar. Bakıyorlar peygamber üzerinde hiçbir iz bırakmamış olan şeytanın
girişimlerine, teşebbüslerine sarılıyorlarsa eğer, şeytanın girişimini göz
önüne alıp ta, Allah’ın o girişimi başarısız kılmasını hiç hesaba katmıyorlarsa
eğer, işte bu noktada onlar, aslında inanmaya gönüllü olmayanlar kişiler. Onlar
aslında hakikate değil yalana dönük yaşıyorlar. Onlar aslında inandıklarına
“mış” gibi inanıyorlar. Onların imanlarıyla bağlantısı pamuk ipliğinden daha
ince. Onun içindir ki onları imanlarını küçük bir müdahale bulandırabiliyor.
İşte burada aslında şeytan
peygamberlerin ideallerine yönelik çabalarında başarılı olamıyorlar ama, bu
gibi zayıf imanlı insanların imanlarının içine inkar katmada, onu bulandırmada
başarılı olabiliyor.
Belki burada şu sonuçta
çıkartılabilir. Mükemmellik beklentilerinin karşılanmaması, birilerini vahiy
hakkında, nübüvvet hakkında kuşkuya düşürebilir. Mesela Uhud, Uhud yenilgisi
belki bu anlamda büyük bir sınavdı. Mükemmellik beklentisi içinde olan kimi
insanlar vardı. Kendilerinin ne yaptığından çok, peygamberin komutan olduğu bir
ordu içinde bulunmayı yeterli sayan insanlar. Yani, benim ne yaptığım önemli
değil, nerede durduğum önemli değil. Fakat komutanı peygamber olan bir orduda
bulunuyor olmam yeterli. Onun içinde yenilmeziz biz tavırlarına giren
insanların bu ütopik beklentileri, bu karşılanamayacak, bu Allah’ın yasasına
uygun olmayan beklentileri sonucunda Allah onları sınamıştı.
Uhud yenilgisinin ardından Uhud’a
mümin olarak, sahabe olarak gelen kimileri, Uhud dan münafık olarak
ayrılmıştılar. Belki de oraya bir atıfta söz konusu olabilir. Değilse dahi bu
ayetler kapsamında çok ilginç bir örnek olarak duruyor.
ve innez zâlimiyne lefiy şikakın be'ıyd
işte bu tür zalimler kesinlikle derin bir yabancılaşma içindedirler.
Şikak; kesip ayırma, koparma, iki taraf arasında ki muhalefet
anlamına gelir. Yani onun içinde Muhalefet anlamı şikak kelimesinin
anlamlarından biri. Burada muhalefet yapan insan, haddi zatında kendi özüne,
kendi köküne muhalefet yapıyor. Yani burada ayrıldığı nokta neresi? Elbette
ayrıldığı nokta imanı ile ayrılıyor. Yani imanı ile arasına duvarlar örüyor.
Onun için imanına muhalefet ediyor. Burada bu kelimeyi yabancılaşma diye
çevirdim, çünkü insan imanı ile arasına duvarlar örmeye başlarsa kendisi ile,
kendisine karşı yabancılaşır. Kendisi ile barışık olan, Allah ile de barışık
olur çünkü.
54-) Ve
liya'lemelleziyne utül ılme ennehül hakku min Rabbike feyu'minu Bihi fetuhbite
lehu kulubühüm* ve innAllâhe lehadilleziyne amenû ila sıratın müstekım;
Ayrıca da kendilerine ilim verilenler, onun (şuurlarına yansıyanın) Rabbinden hak olduğunu bilsinler de Ona iman etsinler ve Ona şuurları hûşu duysunlar... Muhakkak ki Allâh iman etmiş kimseleri hakikate yönlendirendir. (A.Hulusi)
54 - Bir
de kendilerine ilim verilmiş olanlar muhakkak rabbinden gelen Hakk olduğunu
bilsinler ve ona iman etsinler de kalpleri ona saygı duysun ve çünkü Allah,
iman edenleri doğru bir caddeye çıkarır. (Elmalı)
Ve liya'lemelleziyne utül ılme ennehül hakku
min Rabbik yine bunun bir nedeni de gerçek ilim sahipleri bu mesajın
rabbinden gelen hakikatin ta kendisi olduğunu anlasınlar diyedir. Yani Allah’ın
peygamberlerin ideallerine, emellerine, ufuklarından yatan o ideal
beklentilerine ulaşma yolunda yürürken şeytanlara, şeytansı güçlere, onların
ideallerine yönelik yürüyüşlerine gölge düşürmesine izin vermesinin bir sebebi
de sadece zayıf ve hastalıklı imana sahip olanların hastalığını ortaya çıkarmak
değil, aynı zamanda ilim sahipleri, yani baktıklarına sadece gözle değil
gönülle bakabilen, eşya ile Allah arasında, eserle müessir arasında, sanatla
sanatkar arasında, gösterge ile gösterilen arasında ki o mükemmel irtibatı, o
kopmaz irtibatı, bağlantıyı kurabilen gerçek bilgi sahiplerine neyi vermek
için? Onlara da bu mesajın hakikatin ta kendisi olduğunu, rablerinden
kendilerine gönderilmiş gerçeğin ta kendisi olduğunu anlasınlar diye böyle
yaptık buyuruyor.
feyu'minu Bihi fetuhbite lehu kulubühüm
bu sayede O’na inanacaklar ve nihayet kalpleri O’na tam bir teslimiyetle
yapışacaktır. Yani bu ibareden ben A. İmran suresinin7. ayetini hatırladım;
..ver Rasihune fiyl ılmi yekulune amenna
Bihi küllün min ındi Rabbina. (A.İmran/7) diyorlardı. Kur’an ın
muhkem ve müteşabih diye ayetlerinin ikiye ayrıldığını öğreniyoruz. Müteşabih
olanlar, yani ilk bakışta anlamını vermeyip, gerçek anlamını anlamak için
muhkemini çok iyi bilmek gereken ve muhkemini bildikten sonra da Müteşabihin
üzerinde çok derin derin düşündükten sonra size anlamını veren ayetlere neden
yer verdi rabbimiz derseniz eğer, işte ilim sahipleri derler ki, amenna Bihi
küllün min ındi Rabbina. Bunların tamamı rabbimizden bize
gönderilmiş hakikatlerdir biz ona iman ettik derler. Yani Allah’a olan
güvenlerini tazelerler.
Biraz önce de söylediğim gibi
eğer 2 x 2 = 4 gibi olsaydı orada imandan söz edilir miydi. İmandan söz
edilmesi için aritmetik kesinlik dışında kalbi bir itminan olması lazım.
Aritmetik kesinliklere iman edilmez, iman söz konusu olmaz. Onun için iman
bambaşka bir şeydir. İman aritmetik kesinliklere dayanmaz. İman; insan
yüreğinin ötelere açılan kapıdan geçerek mutlak hakikatle bağlantı kurmasına
dayanır. İman böyle bir şeydir.
ve innAllâhe lehadilleziyne amenû ila sıratın müstekım
şu bir gerçek ki Allah; inanıp güvenen kimseleri dosdoğru bir yola yöneltir.
55-) Ve lâ
yezalülleziyne keferu fiy miryetin minhu hatta te'tiyehümüs saatü bağteten ev
ye'tiyehüm azâbü yevmin 'akıym;
Hakikat bilgisini inkâr edenler ise, kendilerine ansızın ölüm gelinceye kadar yahut umutların boşa çıkacağı sürecin azabı gelinceye kadar, O'ndan (Teklik'ten) şüphe içinde kalmaya devam edecek.. (A.Hulusi).
55 - O
küfredenler de kendilerine o saat bağteten gelinciye veya akîm bir günün azâbı
gelinciye kadar ondan bir şekk içinde kalır giderler. (Elmalı)
Ve lâ yezalülleziyne keferu fiy miryetin minh
inkarda direnen kimseler ise O’nun hakkında kuşku duymaya devam edecekler.
Burada ki kuşku minhu sözcüğünde ki “hu” zamiri Allah’a
da gidiyor olabilir, vahye de gidiyor olabilir. Yani Allah hakkında kuşku
duymaları dile getiriliyor olabileceği gibi, vahiy hakkında duydukları kuşku da
dile getiriliyor olabilir. Ama aslında bu zamirin her iki yeri de görüyor
olmasından dolayı şöyle bir anlamı da anlayabiliriz. Vahiy hakkında insanın
duyduğu her kuşku, aslında Allah hakkında duyduğu kuşkudur. Çünkü gönderdiği
vahiyden şüphelenen O’nu gönderenden de şüpheleniyor demektir.
Nasıl şüpheleniyor?Aslında özü
itibarıyla vahye sırt çeviren insanların Allah’a sırt çevirdiğini biliyoruz. Bu
sırt çevirmenin felsefesi, mantığı, temelinde yatan mantık şu; Allah insanla bu
derece yakın neden ilgilensin. Allah inancına sahip olsa bile; Allah’ın hayat
ile, insanla doğrudan irtibatı olduğuna, sürekli aktif, aktüel olarak hayata
müdahil olduğuna inanmayan bir insanın Allah inancına itibar olunmaz. Böyle bir
inanç Allah’sız bir dünya tasarlar. Allah’ın müdahil olmadığı bir hayat
tasarlar. Dolayısıyla böyle bir inancın sahibi yaptıklarından, eylemlerinden
sorumlu tutulacağına inanmaz. Çünkü Allahsız bir hayatta onun yaptıklarından
kim hesap soracaktır ona.
Bu da sorumluluk bilinci ile
çatışır. Sorumluluk bilinci olan bir insan mutlaka yaptıklarından da hesap
vereceğine inanır. O nedenle bir insanda sorumluluk bilinci uyandığında Allah
inancı aktüel ve aktif,hayata müdahil olan bir Allah inancına dönüşür. İşte
burada söylenmek istenen de bu aslında.
Ve lâ yezalülleziyne keferu fiy miryetin minh
inkarda direnen kimselere O’nun hakkında kuşku duymaya devam edecekler bu
kimseler. hatta
te'tiyehümüs saatü bağteten ev ye'tiyehüm azâbü yevmin 'akıym ta ki
son saat kendilerini ansızın gelip kuşatıncaya, ya da yaşama sevincinin kökünü
kurutan bir günün tarifsiz azabı kendilerine kavuşuncaya kadar.
‘akıym; aslında kısır demek, soysuz ve köksüz demek. Fakat burada
yaşama sevincinin kökünü kurutan diye çevirmeyi daha uygun buldum. Çünkü yaşama
sevinci insanın ahirette ebedi huzura, ebedi saadete kavuşması içinde temel
olan bir duygudur. Bir temel güdüdür. İnsan eğer Allah ile ilişkisini bozmuş,
hesabını veremeyeceği bir hayatla Allah’ın huzuruna çıkmışsa, bu sevinci
yitirecek, yani yaşama sevincinin kökü kurumuş olacak, soyu kurumuş olacak.
İşte bu durumda Kur’an ın başka
bir yerinde ifade buyrulduğu gibi onlar artık mutlak ölümü, yani yok oluşu
çağıracaklar. Neredesin sen ey yok oluş diyecekler. Ölümde yetmeyecek onlara.
Yok oluş. Onun için Kur’an der ki onlara;
Lâ ted'ul yevme süburen vahıden ved'u
süburen kesiyra. (Furkan/14) Bugün tek bir ölümü çağırmayın. Yani
sübur ölüm de değil, mevt te değil. Yok oluş. Mutlak ölüm diyoruz biz buna. Bir
daha hiç dirilmeyecek şekilde yok oluş. Onun için bugün mutlak yok oluş, bir
tek yok oluş yetmez size. Bir tek ölüm yetmez size ölümleri çağırın diyor
Kur’an. Bir çok ölümü çağırın tek ölüm yetmez.
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
106.
videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/07/20/islamoglu-tef-ders-hacc-049-078106/ bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder