30 Temmuz 2012 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. MÜ’MİNUN (001-004)(107-A)





El Hamdu Lillahi Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Taha 25-26-27-28)

Rabbim, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, çöz düğümü dilimden, ki anlasınlar beni. Amin!

Değerli Kur’an dostları bugün yepyeni bir Kur’an sitesine daha giriyoruz. Bu sitenin adı MÜ’NİNUN. Mü’minun suresi mushafta 23. sırada yer alır. Klasik rivayetler bu sureyi Mekke döneminin sonlarına tarihlerler. Hatta bazı rivayetler ve bazı otoriteler Mü’minun suresini Mekke de nazil olan son sure olarak anarlar. Fakat surenin içeriğine baktığımızda ve diğer surelerle bu içeriği karşlılaştırdığımızda nispeten daha önceki bir zamanda indirilmiş olduğunu görürüz. Hatta Zümer, Lokman ve Zuhruf surelerinden önce inmiş olması çok kuvvetle muhtemeldir. Çünkü bu surede muhtemel bir diyalog olarak bu diyalogda sorulan sorulara cevaben; “Gökleri, yeri kim yarattı.” Diye sor onlara denildiğinde ..seyekulünnAllâh. Allah’tır diyecekler cevabı gelirken bu adını andığım surelerde ..leyekulünnAllâh biçiminde gelir. ..(Zuhruf/38)(Lukman/25) aynı soruya cevap. Ki bu da artık diyecek oldukları sözü değil demiş oldukları sözün naklidir. Yani bu sure Zümer ve Zuhruf surelerinden önce nazil olmuş olmalıdır.

Surenin konusu kendi içerisinde tutarlı ve anlamlı bir bütün teşkil eder. Makbul bir imanın neleri kapsadığını dile getirir sure. Zaten sureye isim de; 1. ayetinde geçen Mü’minun kelimesinden ve müminlerin niteliklerini ele alan ayetlerle girdiği için verilmiştir. Makbul bir iman sureye göre tevhidi, nübüvveti; yani Allah’ın birliğinin tüm eşyada tezahür edişini. Tevhid, nübüvvet yani Allah’ın insana olan ilgisi ve insana olan merhametinin sonucu olarak vahyini taşıyacak peygamberlik müessesesi. Vahyi yine, ki peygamberlerin Allah’tan aldıkları ve insan oğluna ilettikleri, Allah’ın insana olan kelâm rahmeti. Ve ahireti kapsamalıdır. Bunları kapsamayan bir imana, iman değildir Kur’an. Ki zaten öncelikle hayatı kapsamayan bir imanı iman olarak görmemekte.

Bu surenin 1 ve 9. ayetleri arasında yer alan müminlerin vasıfları dikkate alınacak olursa, Mü’min kimdir sorusunun cevabıdır bu surenin ilk 9 ayeti . Ve bu cevap çok ilginçtir hep hayatla ilgili. Hep hayatın içinde olan şeylerle ilgili. O nedenle İman; Hayatın dışında soyut bir inanç. İnsanın vicdanına ve kalbine hapsedilmiş bir inanma şekli biçiminde tarif edildiği zaman bu sure işte bu tarifi reddetmektedir.

Eğer bize derman, göze fer, gönle ferman olarak yürümüyorsa bir iman; o iman sahibinin yüreğinde mahkûm demektir, tutsak demektir. Tutsak bir imanın sahibine faydası yok ki başkasına faydası olsun. Bir iman mutlaka sahibini özne kılar. Aktif, aktüel bir özne kılar. Şimdi ve buradasın ı inşa eder. Eğer bir iman sahibini özne kılmıyor, ona etrafını ve hayatı inşa edecek gücü sağlamıyorsa o iman etkin bir iman değil, etken bir iman değil, edilgen, yani mef’ul bir imandır. Böyle bir imanın da hiç kimseye faydası yoktur.

İşte tam da bu noktada bu sure Allah’a imanın değeri üzerinde durur. Allah’a imanın değerinin ne anlama geldiğini. Ki 84 – 89. ayetlerde Allah’a iman etmenin tek başına vahye, nübüvvete, ya da ahirete iman etmeksizin Allah tarafından iman kabul edilmediği bu surede açıkça yer alır. O ayetlere geldiğimizde konuyu ayrıntılı olarak işleyeceğiz inşallah.

Yine bu sure 23. ve 50. ayetler arasında Hz. Nuh kıssasıyla başlayıp devamında ki kıssalarla Hz. Peygamberin şahsiyetini inşa eder. Aslında inşa deyince bu surenin tamamını kapsayan bir özelliktir bu. çünkü bu sure muhatabın kurtuluş anlayışını inşa eder, tasavvurunu inşa eder. Ki ilk ayeti Kad eflehal mu'minun (1) diye başlar. Doğrusu gereği gibi iman etmiş olanlar, yani mü’minler  kurtuluşa erecekler. O halde kurtuluş nedir. Kur’an ın kendine has bir kurtuluş tarifi mi vardır. Peki Kur’an ın kendine özgü bir kurtuluş tarifi varsa, bizim kurtuluş tarifimiz buna ne kadar uymaktadır. İşte bu noktada Kur’an ın amacı gündeme gelmektedir.

Kur’an ilahi bir inşa projesidir. Kur’an ın ilk inşa ettiği, muhatabı olan insandır ve insanda da ilk inşa ettiği yer; İnsanın düşüncesine muhakemesine, önermelerine, hükümlerine temel olan tasavvurudur. Tasavvur iyi, kötü, güzel, çirkin, kurtuluş, batış, yükselme, alçalma, saadet, felaket, kâr, zarar gibi hayatımızı üzerine inşa ettiğimiz temel kavramların içini doldurduğumuz yerdir. Bu iyidir cümlesi, iyi hakkında bir görüşe sahip olmadan kurulamaz. Bu doğrudur cümlesi; şu kişi sahtekârdır cümlesi, bu insan dürüsttür cümlesi, bütün bu cümleler birer hüküm cümlesidir ve her hüküm cümlesi mutlaka içerisinde ki kavramların içeriği ile anlamını kazanır.

Dürüst kavramı; Tasavvurunuzda ne anlam ifade ediyor. Yalan kavramı tasavvurunuzda ne anlam ifade ediyor. Kâr kavramı tasavvurunuzda ne anlam ifade ediyor. Kurtuluş kavramı sizin tasavvurunuzda ne anlam ifade ediyor. İşte ona göre hüküm verirsiniz.

Peki, bu kavramların içini dolduran tasavvuru kim inşa ediyor? Eğer Kur’an inşa etmezse bir tasavvuru, Kur’an ın kâr dediğine siz zarar dersiniz. Kur’an ın “kurtuldun” dediği kimseye, siz “battın” dersiniz. Kur’an ın sen iyisin dediği kimseye, siz; sen kötüsün dersiniz. Kur’an ın Hakk dediğine, siz batıl dersiniz.

Neden? Çünkü Kur’an ın gör dediği yerden bakmaz, Kur’an ın inşa ettiği tasavvurla düşünmezsiniz de ondan. O nedenle böyle bir tasavvur inşası da gerçekleşmeden insan vahyi; eline, koluna, gözüne, kulağına, hayatına yansıtamaz. Vahiy onda bir ömre dönüşemez. Vahiy onda tutan el, gören göz, işiten kulak, yürüyen ayağa dönüşmez.

İşte bundan dolayıdır ki ilahi tüm vahiyler muhatabında bir inşayı gerçekleştirmek için inerler ve ilk inşa ettikleri şahsiyet elbette ilk muhatabı olan peygamberlerdir. Kur’an ın da ilk muhatabı olan Hz. Peygamber Aleyhisselâm ilk inşa ettiği şahıstır. Peki bu noktada Kur’an ın inşa ettiği şahıslara bir örnek, ya da birkaç örnek vermemiz gerekirse hangi örnekleri verebiliriz?

Değerli dostlar Kur’an bir tasavvuru inşa ederse ne olur. Bakınız. İlk neslin hayatını Kur’an inşa etmişti. Kur’an ın inşa ettikleri arasında Âmir Bin Füheyre’de vardı. Âmir bin Füheyre Hz. peygamberle birlikte hicret yolculuğuna çıkan 3. şahıstı. Hz. Ebu Bekir’in azatlı çobanıydı. Sevl mağarasına süt getiren, izi kaybetmek için sığırları ve koyunları süren de bu şahıstı. İşte bu şahıs hicretten sonra Resulallah’ın kurduğu ilk Medrese, ilk okul olan suffe okulunun kadiym öğrencilerinden biri oldu. Okuduğu okulda daha sonra öğretmenlik yapmaya başladı. Öyle ki artık o okulun başkanıydı.

İşte bu zat Hz. peygamberden öğretmen istendiğinde dini öğretmek için 70 arkadaşı ile birlikte öğretmen isteyen kabileye gönderildi. Fakat yolda hain bir pusu kuruldu ve bu pusuda ikisi hariç hepsi ansızın gece uykularındayken şehit edildiler. O iki kişiden biri, ki develerin başında kalmışlardı, nöbetçiydiler. Döner dönmez manzarayı görünce kılıcını çekti ve “onlar gittiyse ben duramam diyerek şehit oluncaya dek çarpıştı hainlerle. Geriye tek kişi kalmıştı o da kıskıvrak yakalandı. Onun adı Amr idi.

Pusuyu kuranların lideri, bu hain pusunun lideri Cebbar isimli bir müşrikti. Amr’ın yakasını topladı, dedi ki; Şu ölüleri bana teşhis et, kim bunlar. Birer birer teşhis ettiler. Fakat bir kişi aralarında yoktu. Aslında hainlerin elebaşı Cebbar’ın istediği de oydu. Bana onun kim olduğunu söyle diyordu ısrarla. Kimdir, nedir, neyin nesidir, özelliği nedir, onu söyle bana diyordu ve geriye kalan tek diri sahabi olan Amr, Âmir Bin Füheyre’nin niteliklerini bir bir saydı. Merak sırası ona gelmişti. “Neden bu kadar merak ediyorsun.” Diye sordu Cebbar’a.

Cebbar dedi ki; Onu ben öldürdüm. Sırtından hançerledim onu. İyi biliyorum. Göğsünden ucunun çıktığını da gördüm. Fakat ölürken söylediği bir söz hiç aklımdan çıkmıyor. Dedi ki;

- Kad, necahtu, ya da bir başka rivayette; lekad fûztü vallahi..! Vallahi, Allah’a yemin olsun ki işte şimdi kazandım. İşte şimdi başardım. Dedi. ve dönüp soruyor o hain müşrik Cebbar.

- Ben öldüreyim de o nasıl kazansın. Yaşayan benim, ölen o. Hayatta kalan benim. Dolayısıyla benim kazanmış olmam gerekmiyor mu. işte ben buna şaşıyorum. Demişti.

Ve bu tasavvurun nereden geldiği kendisine izah edildiğinde Cebbar, kendisinin öldürdüğü bir insanın bir cümlesi yüzünden imana ulaşacaktır. Yani öldürdüğü insanın bir cümlesi, onu diriltecektir.

Ama asıl sorulması gereken burada şu soru; Biz modern Müslüman’lar  Cebbar gibi mi tasavvur ediyoruz, Âmir gibi mi. Kurtuluş ne? Kazanç ne? Batış ne? Bitiş ne? Kayıp ne? Kâr ne? Zarar ne?

Burada galiba roller değişiyor. Galiba Kur’an bizi inşa etmediği için Kur’an a iman ettiğini iddia eden bizler Cebbar gibi düşünmeye başlıyoruz. İşte burada bu derin problemi çözecek olan da Kur’an ın ta kendisidir ve bu sureler, bu ayetler doğru ve iyi bir biçimde anlaşıldıkça Mümin; Kur’an ın gör dediği yerden bakacak ve gör dediği şeyi doğru bir biçimde görecektir.  İşte tasavvur inşasından kastım da budur.

Yine bu surede ekonomik ve sayısal üstünlüğün haklılık olmadığı dile getirilir. 55 -56. ayetlerde bir insana Allah’ın evlat ve servet vermiş olması o insanı desteklemiş olduğu anlamına gelmediği ifade buyrulur ve tüm bu yanlışların temelinde tabii ki bir şey yatmaktadır. Hayatın anlam ve amaçtan yoksun olduğunu zannetmek. İşte surenin zirve ayeti de orada gelir. 115. ayet;

Efe hasibtüm ennema haleknaküm abesen (115) Yoksa siz bizim bütün bu şeyleri; hayatı, sizi, dünyayı, yeri, göğü anlamsız bir oyun olarak yarattığımızı mı düşünüyorsunuz.

Sır buradadır, anahtar buradadır. Bütün bu problemli bakışların en temelinde hayatın bir anlam ve amaçtan yoksun olduğu sapık düşüncesi yer alır. İşte bu sure hepimizi bir yerden alır, getirir, bu sorunun önüne bırakır ve sure en sonunda insanın Allah tasavvurunu inşa eden 3 ayetle 116-117-118. ayetler, son bulur.

Bu kısa özetin ardından şimdi sureyi tefsire geçebiliriz.




1-) Kad eflehal mu'minun;

Gerçek şu ki, iman edenler, kurtulmuştur!(A.Hulusi)

001 - Hakikat felâh buldu o müminler.(Elmalı)


Kad eflehal mu'minun doğrusu gereği gibi inananlar kurtuluşa erecekler. Gereği gibi inananlar diye çevirmem boşuna değil. El mü’minun sözcüğünde ki el takısı inanmanın tüm gereklerini içine almayı ifade ediyor. Yine efleha kelimesi geçmiş zaman kipi olduğu halde kurtuluşa erdiler manasına geldiği halde erecekler diye çevirdim.

Arap dilinde yerleşik bir usuldür ki kesinlikle olacak bir şey ifade edilirken geçmiş zaman kipi kullanılır. Kıyamet sahneleri insan gözünün önüne serilirken de aynı kip kullanılır. Oysaki kıyamet gelecekte kopacaktır. Fakat kopmuş bilin yani; İzeşŞemsü küvviret (Tekvir/1)güneş dürüldüğü zaman. Veya İzâ vekâ'atil vâkı'a (Vakıa/1) olay olduğu zaman, oldu bitti sayın. Yani bitmiş gibi, olmuş gibi. -Ki geçmiş zaman kipi kullanılır- olmuş gibi bilin siz, öyle kesin bilin. Onun için Arap dilinde bu yerleşik bir kullanımdır. Kesinlikle kurtulacaklar gereği gibi inananlar.

Kad edatı mazi fiilin başında geldiği zaman ya bir beklentiye cevap olarak gelir, ya da haksız bir ithamı ret için gelir. Bu edat boşuna gelmez. Burada müminler için 1.sini, inkarcılar için de2. anlamı taşımakta. Kad edatı. Yani Müminlerin beklentisine cevap olarak, kafirlerin de haksız ithamına ret olarak gelmektedir.

Tasavvur inşasına yönelik ayetler grubu olduğuna surenin girişinde değinmiştim. İşte bu kurtuluş hakkında, kurtuluş kavramının içini nasıl doldurmamız gerektiği konusunda Kur’an i bir işaret, yol gösteriyor. Nasılmış, kurtuluşun anlamı neymiş ve iman denilince imandan ne kastedilirmiş. Ne anlaşılması gerekirmiş. Yani inandım demekle bitiyor muymuş her şey. Ben iman ettim demekle, ya da şahadet kelimesini getirip bıraktıktan sonra her şey bitiyor muymuş. Yoksa iman kökü kalpte, gövdesi akılda, dalları muhayyilede, meyvesi eylemde olan bir ağaç mıymış. İşte onu göreceğiz. Devam ediyoruz;


2-) Elleziyne hüm fiy Salâtihim haşi'un;

Onlar (iman edenler) salâtlarında hakkıyla Allâh'a yönelmenin yaşantısı içindedirler; (A.Hulusi)

002 - Ki onlar namazlarında huşu'ludurlar. (Elmalı)


Elleziyne hüm fiy Salâtihim haşi'un onlar namazlarında derin bir ürperti ve tevazu içinde olan kimselerdir. Müminlerin tarifi uzun. Mümin kimdir sorusunun uzun cevabının 1. maddesini söyledi burada. Onlar namazlarında derin bir tevazu ve ürperti içinde olan kimselerdir. Haşi’un, yani huşu içindirler diyor.

Huşû nedir? Gönülden gelen bir ürpertidir ki, bu ürperti insanın başını sonuna kadar eğer Allah karşısında. Fakat bu ürpertinin kaynağı, insanın yüreğidir. Bu ürpertinin kaynağıyla iman kaynağı aynıdır. Onun için imanın bir tezahürü olarak ele alınıyor. Namazda huşû; öyle bir gönül ürpertisidir ki, gönül titremesidir ki, bu ürperti insanın bedenini de şekillendirerek Allah karşısında duyduğu bu sevgi ve saygı hissi başını, insanın sonuna kadar yere eğdirir. Öyle eğdirir ki bu ürpertinin, yani huşûnun başı kıyam ortası rükû, nihayeti, sonu secdedir.

Aslında bir rekatın en ana bölümünü, has bölümünü oluşturan kıyam, rükû ve secde den oluşan bu süreç Huşû dur. Huşû sürecidir. Dahası insanın gönlünde ki Allah’a saygı, tazim ve sevgi hissinin  bedene verdiği şekildir. Eğer insan komutu gönlünden almaksızın sadece bedeniyle kıyam rükû ve sücutta bulunuyorsa işte o huşûsuz namaz olmuş olur. Onun için huşû bedeninizin aldığı şekli ruhunuzun komutuyla almasıdır. Ruhunuzun emir ve komutası altında başınızın secdeye gitmesidir.


3-) Velleziyne hüm anil lağvi mu'ridun;

Onlar boş laf ve boş işlerden yüz çeviricidirler; (A.Hulusi)

003 - Onlar ki beyhude işe, boş lâfa bakmazlar. (Elmalı)


Velleziyne hüm anil lağvi mu'ridun onlar yararsız her şeyden yüz çeviren kimselerdir. El lağv; Amaca ulaştırmada hiçbir işlev üstlenmeyen şeye denir. Kişinin amacına kişiyi ulaştırmada hiçbir işlevi yok. İşte o şeye lağv adı verilir. Ki yararsız, amaçsız her şeydir. Çünkü, neden iman ile irtibatlandırıldı? Aslında bu ayeti şöyle bir cümle ile de ifade edebiliriz. Boş şeylerden yüz çevirmek imandandır.

Zaten peygamberimizin şu imandandır, bu imandandır buyurmaları aslında Kur’an ı bir tür tefsirleridir. Burada imanı, mü’minin kimliğini tarif ederken onlar boş şeylerden, amaca ulaştırmayacak şeylerden yüz çevirirler diyor.

Neden imanla ilintilidir dedim? Çünkü hayatın anlamlı olduğu imanın konusudur. Girişte o ayeti söylememiş miydim. Hayat anlamlıdır, hayat anlamsız değildir. Değilse Allah’a imanın değeri olmaz. Onun içinde bu surenin 115. ayeti hayatı anlamsız bir oyun olarak yaratmadığını buyurur Cenabı Hakk. Görüyorsunuz surenin sonlarında gelecek bir ayetle surenin daha girişindeki ayet arasında adeta haberleşme var. Bir anlam alış verişi akışı var. Onun için hayatın anlamlılığına iman, imanın bir parçasıdır. Eğer bir mümin hayatın bir anlamı ve amacı olduğuna iman etmemişse Allah’a imanı da iman olmayacaktır.


4-) Vellezine hüm liz Zekâti fa'ılun;

Onlar arınmak - saflaşmak (zekât) için ne gerekirse yaparlar; (A.Hulusi)

004 - Onlar ki zekât vermek için çalışırlar.(Elmalı)


Vellezine hüm liz Zekâti fa'ılun onlar arınmak için yapması gereken her şeyi yapan kimselerdir. Yani buradaki kelimenin daha sonradan kazandığı terimsel anlama bakarak zekat’la sınırlamak doğru olmasa gerek. Onun için zekat artmak ve arınmak anlamına gelir. İki anlama birden gelir. İnsanın artması, zekâya da onun için Zekâ denilmiştir zaten. Yani sürekli artabilen bir kabiliyet ve kapasiteye sahip olduğu için.

Zekât; insanın iç potansiyelinin artışı ve insanın artışına engel olan tortuların da ayıklanışı, atılışı. İşte aslında servetten verilen, paylaşılan o değerin amacı da bu olduğu için Zekât ismini almıştır.

Devam ediyor B sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder