El Hamdu Lillahi Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna
Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ecmaiyn.
Rabbişrah
liy sadriy;
Ve
yessirliy emriy;
Vahlül
ukdeten min lisaniy;
Yefkahu kavliy; (Taha 25-26-27-28)
Rabbim, göğsüme genişlik ver,
kolaylaştır işimi, çöz düğümü dilimden, ki anlasınlar beni. Amin!
Değerli Kur’an dostları bugün
yepyeni bir Kur’an sitesine daha giriyoruz. Bu sitenin adı MÜ’NİNUN. Mü’minun
suresi mushafta 23. sırada yer alır. Klasik rivayetler bu sureyi Mekke
döneminin sonlarına tarihlerler. Hatta bazı rivayetler ve bazı otoriteler
Mü’minun suresini Mekke de nazil olan son sure olarak anarlar. Fakat surenin
içeriğine baktığımızda ve diğer surelerle bu içeriği karşlılaştırdığımızda
nispeten daha önceki bir zamanda indirilmiş olduğunu görürüz. Hatta Zümer,
Lokman ve Zuhruf surelerinden önce inmiş olması çok kuvvetle muhtemeldir. Çünkü
bu surede muhtemel bir diyalog olarak bu diyalogda sorulan sorulara cevaben;
“Gökleri, yeri kim yarattı.” Diye sor onlara denildiğinde ..seyekulünnAllâh. Allah’tır
diyecekler cevabı gelirken bu adını andığım surelerde ..leyekulünnAllâh
biçiminde gelir. ..(Zuhruf/38)(Lukman/25) aynı soruya cevap. Ki bu da artık
diyecek oldukları sözü değil demiş oldukları sözün naklidir. Yani bu sure Zümer
ve Zuhruf surelerinden önce nazil olmuş olmalıdır.
Surenin
konusu kendi içerisinde tutarlı ve anlamlı bir bütün teşkil eder. Makbul bir
imanın neleri kapsadığını dile getirir sure. Zaten sureye isim de; 1. ayetinde
geçen Mü’minun kelimesinden ve müminlerin niteliklerini ele alan ayetlerle
girdiği için verilmiştir. Makbul bir iman sureye göre tevhidi, nübüvveti; yani
Allah’ın birliğinin tüm eşyada tezahür edişini. Tevhid, nübüvvet yani Allah’ın
insana olan ilgisi ve insana olan merhametinin sonucu olarak vahyini taşıyacak
peygamberlik müessesesi. Vahyi yine, ki peygamberlerin Allah’tan aldıkları ve
insan oğluna ilettikleri, Allah’ın insana olan kelâm rahmeti. Ve ahireti
kapsamalıdır. Bunları kapsamayan bir imana, iman değildir Kur’an. Ki zaten
öncelikle hayatı kapsamayan bir imanı iman olarak görmemekte.
Bu surenin 1
ve 9. ayetleri arasında yer alan müminlerin vasıfları dikkate alınacak olursa,
Mü’min kimdir sorusunun cevabıdır bu surenin ilk 9 ayeti . Ve bu cevap çok
ilginçtir hep hayatla ilgili. Hep hayatın içinde olan şeylerle ilgili. O
nedenle İman; Hayatın dışında soyut bir inanç. İnsanın vicdanına ve kalbine
hapsedilmiş bir inanma şekli biçiminde tarif edildiği zaman bu sure işte bu
tarifi reddetmektedir.
Eğer bize
derman, göze fer, gönle ferman olarak yürümüyorsa bir iman; o iman sahibinin
yüreğinde mahkûm demektir, tutsak demektir. Tutsak bir imanın sahibine faydası
yok ki başkasına faydası olsun. Bir iman mutlaka sahibini özne kılar. Aktif,
aktüel bir özne kılar. Şimdi ve buradasın ı inşa eder. Eğer bir iman sahibini
özne kılmıyor, ona etrafını ve hayatı inşa edecek gücü sağlamıyorsa o iman
etkin bir iman değil, etken bir iman değil, edilgen, yani mef’ul bir imandır.
Böyle bir imanın da hiç kimseye faydası yoktur.
İşte tam da
bu noktada bu sure Allah’a imanın değeri üzerinde durur. Allah’a imanın
değerinin ne anlama geldiğini. Ki 84 – 89. ayetlerde Allah’a iman etmenin tek
başına vahye, nübüvvete, ya da ahirete iman etmeksizin Allah tarafından iman
kabul edilmediği bu surede açıkça yer alır. O ayetlere geldiğimizde konuyu
ayrıntılı olarak işleyeceğiz inşallah.
Yine bu sure
23. ve 50. ayetler arasında Hz. Nuh kıssasıyla başlayıp devamında ki kıssalarla
Hz. Peygamberin şahsiyetini inşa eder. Aslında inşa deyince bu surenin tamamını
kapsayan bir özelliktir bu. çünkü bu sure muhatabın kurtuluş anlayışını inşa
eder, tasavvurunu inşa eder. Ki ilk ayeti Kad
eflehal mu'minun (1) diye başlar. Doğrusu gereği gibi iman etmiş
olanlar, yani mü’minler kurtuluşa
erecekler. O halde kurtuluş nedir. Kur’an ın kendine has bir kurtuluş tarifi mi
vardır. Peki Kur’an ın kendine özgü bir kurtuluş tarifi varsa, bizim kurtuluş
tarifimiz buna ne kadar uymaktadır. İşte bu noktada Kur’an ın amacı gündeme
gelmektedir.
Kur’an ilahi bir inşa projesidir.
Kur’an ın ilk inşa ettiği, muhatabı olan insandır ve insanda da ilk inşa ettiği
yer; İnsanın düşüncesine muhakemesine, önermelerine, hükümlerine temel olan
tasavvurudur. Tasavvur iyi, kötü, güzel, çirkin, kurtuluş, batış, yükselme,
alçalma, saadet, felaket, kâr, zarar gibi hayatımızı üzerine inşa ettiğimiz
temel kavramların içini doldurduğumuz yerdir. Bu iyidir cümlesi, iyi hakkında
bir görüşe sahip olmadan kurulamaz. Bu doğrudur cümlesi; şu kişi sahtekârdır
cümlesi, bu insan dürüsttür cümlesi, bütün bu cümleler birer hüküm cümlesidir
ve her hüküm cümlesi mutlaka içerisinde ki kavramların içeriği ile anlamını
kazanır.
Dürüst kavramı; Tasavvurunuzda ne
anlam ifade ediyor. Yalan kavramı tasavvurunuzda ne anlam ifade ediyor. Kâr
kavramı tasavvurunuzda ne anlam ifade ediyor. Kurtuluş kavramı sizin
tasavvurunuzda ne anlam ifade ediyor. İşte ona göre hüküm verirsiniz.
Peki, bu kavramların içini
dolduran tasavvuru kim inşa ediyor? Eğer Kur’an inşa etmezse bir tasavvuru,
Kur’an ın kâr dediğine siz zarar dersiniz. Kur’an ın “kurtuldun” dediği
kimseye, siz “battın” dersiniz. Kur’an ın sen iyisin dediği kimseye, siz; sen
kötüsün dersiniz. Kur’an ın Hakk dediğine, siz batıl dersiniz.
Neden? Çünkü Kur’an ın gör dediği
yerden bakmaz, Kur’an ın inşa ettiği tasavvurla düşünmezsiniz de ondan. O
nedenle böyle bir tasavvur inşası da gerçekleşmeden insan vahyi; eline, koluna,
gözüne, kulağına, hayatına yansıtamaz. Vahiy onda bir ömre dönüşemez. Vahiy
onda tutan el, gören göz, işiten kulak, yürüyen ayağa dönüşmez.
İşte bundan dolayıdır ki ilahi
tüm vahiyler muhatabında bir inşayı gerçekleştirmek için inerler ve ilk inşa
ettikleri şahsiyet elbette ilk muhatabı olan peygamberlerdir. Kur’an ın da ilk
muhatabı olan Hz. Peygamber Aleyhisselâm ilk inşa ettiği şahıstır. Peki bu
noktada Kur’an ın inşa ettiği şahıslara bir örnek, ya da birkaç örnek vermemiz
gerekirse hangi örnekleri verebiliriz?
Değerli dostlar Kur’an bir
tasavvuru inşa ederse ne olur. Bakınız. İlk neslin hayatını Kur’an inşa
etmişti. Kur’an ın inşa ettikleri arasında Âmir Bin Füheyre’de vardı.
Âmir bin Füheyre Hz. peygamberle birlikte hicret yolculuğuna çıkan 3. şahıstı.
Hz. Ebu Bekir’in azatlı çobanıydı. Sevl mağarasına süt getiren, izi kaybetmek
için sığırları ve koyunları süren de bu şahıstı. İşte bu şahıs hicretten sonra
Resulallah’ın kurduğu ilk Medrese, ilk okul olan suffe okulunun kadiym
öğrencilerinden biri oldu. Okuduğu okulda daha sonra öğretmenlik yapmaya
başladı. Öyle ki artık o okulun başkanıydı.
İşte bu zat Hz. peygamberden
öğretmen istendiğinde dini öğretmek için 70 arkadaşı ile birlikte öğretmen
isteyen kabileye gönderildi. Fakat yolda hain bir pusu kuruldu ve bu pusuda
ikisi hariç hepsi ansızın gece uykularındayken şehit edildiler. O iki kişiden
biri, ki develerin başında kalmışlardı, nöbetçiydiler. Döner dönmez manzarayı
görünce kılıcını çekti ve “onlar gittiyse ben duramam diyerek şehit oluncaya
dek çarpıştı hainlerle. Geriye tek kişi kalmıştı o da kıskıvrak yakalandı. Onun
adı Amr idi.
Pusuyu kuranların lideri, bu hain
pusunun lideri Cebbar isimli bir müşrikti. Amr’ın yakasını topladı, dedi ki; Şu
ölüleri bana teşhis et, kim bunlar. Birer birer teşhis ettiler. Fakat bir kişi
aralarında yoktu. Aslında hainlerin elebaşı Cebbar’ın istediği de oydu. Bana
onun kim olduğunu söyle diyordu ısrarla. Kimdir, nedir, neyin nesidir, özelliği
nedir, onu söyle bana diyordu ve geriye kalan tek diri sahabi olan Amr, Âmir
Bin Füheyre’nin niteliklerini bir bir saydı. Merak sırası ona gelmişti. “Neden
bu kadar merak ediyorsun.” Diye sordu Cebbar’a.
Cebbar dedi ki; Onu ben öldürdüm.
Sırtından hançerledim onu. İyi biliyorum. Göğsünden ucunun çıktığını da gördüm.
Fakat ölürken söylediği bir söz hiç aklımdan çıkmıyor. Dedi ki;
- Kad, necahtu, ya da bir başka
rivayette; lekad fûztü vallahi..! Vallahi, Allah’a yemin olsun ki işte şimdi
kazandım. İşte şimdi başardım. Dedi. ve dönüp soruyor o hain müşrik Cebbar.
- Ben öldüreyim de o nasıl
kazansın. Yaşayan benim, ölen o. Hayatta kalan benim. Dolayısıyla benim
kazanmış olmam gerekmiyor mu. işte ben buna şaşıyorum. Demişti.
Ve bu tasavvurun nereden geldiği
kendisine izah edildiğinde Cebbar, kendisinin öldürdüğü bir insanın bir cümlesi
yüzünden imana ulaşacaktır. Yani öldürdüğü insanın bir cümlesi, onu
diriltecektir.
Ama asıl sorulması gereken burada
şu soru; Biz modern Müslüman’lar Cebbar
gibi mi tasavvur ediyoruz, Âmir gibi mi. Kurtuluş ne? Kazanç ne? Batış ne?
Bitiş ne? Kayıp ne? Kâr ne? Zarar ne?
Burada galiba roller değişiyor.
Galiba Kur’an bizi inşa etmediği için Kur’an a iman ettiğini iddia eden bizler
Cebbar gibi düşünmeye başlıyoruz. İşte burada bu derin problemi çözecek olan da
Kur’an ın ta kendisidir ve bu sureler, bu ayetler doğru ve iyi bir biçimde
anlaşıldıkça Mümin; Kur’an ın gör dediği yerden bakacak ve gör dediği şeyi
doğru bir biçimde görecektir. İşte
tasavvur inşasından kastım da budur.
Yine bu surede ekonomik ve
sayısal üstünlüğün haklılık olmadığı dile getirilir. 55 -56. ayetlerde bir
insana Allah’ın evlat ve servet vermiş olması o insanı desteklemiş olduğu
anlamına gelmediği ifade buyrulur ve tüm bu yanlışların temelinde tabii ki bir
şey yatmaktadır. Hayatın anlam ve amaçtan yoksun olduğunu zannetmek. İşte surenin
zirve ayeti de orada gelir. 115. ayet;
Efe
hasibtüm ennema haleknaküm abesen (115) Yoksa siz bizim bütün bu
şeyleri; hayatı, sizi, dünyayı, yeri, göğü anlamsız bir oyun olarak
yarattığımızı mı düşünüyorsunuz.
Sır buradadır, anahtar buradadır.
Bütün bu problemli bakışların en temelinde hayatın bir anlam ve amaçtan yoksun
olduğu sapık düşüncesi yer alır. İşte bu sure hepimizi bir yerden alır,
getirir, bu sorunun önüne bırakır ve sure en sonunda insanın Allah tasavvurunu
inşa eden 3 ayetle 116-117-118. ayetler, son bulur.
Bu kısa özetin ardından şimdi
sureyi tefsire geçebiliriz.
1-)
Kad eflehal mu'minun;
Gerçek şu ki, iman edenler, kurtulmuştur!(A.Hulusi)
001 - Hakikat
felâh buldu o müminler.(Elmalı)
Kad
eflehal mu'minun doğrusu gereği gibi inananlar kurtuluşa erecekler.
Gereği gibi inananlar diye çevirmem boşuna değil. El mü’minun sözcüğünde
ki el takısı inanmanın tüm gereklerini içine almayı ifade ediyor. Yine efleha
kelimesi geçmiş zaman kipi olduğu halde kurtuluşa erdiler manasına geldiği
halde erecekler diye çevirdim.
Arap dilinde yerleşik bir usuldür
ki kesinlikle olacak bir şey ifade edilirken geçmiş zaman kipi kullanılır.
Kıyamet sahneleri insan gözünün önüne serilirken de aynı kip kullanılır. Oysaki
kıyamet gelecekte kopacaktır. Fakat kopmuş bilin yani; İzeşŞemsü küvviret (Tekvir/1)güneş
dürüldüğü zaman. Veya İzâ vekâ'atil vâkı'a (Vakıa/1)
olay olduğu zaman, oldu bitti sayın. Yani bitmiş gibi, olmuş gibi. -Ki geçmiş
zaman kipi kullanılır- olmuş gibi bilin siz, öyle kesin bilin. Onun için Arap
dilinde bu yerleşik bir kullanımdır. Kesinlikle kurtulacaklar gereği gibi
inananlar.
Kad edatı mazi fiilin başında
geldiği zaman ya bir beklentiye cevap olarak gelir, ya da haksız bir ithamı ret
için gelir. Bu edat boşuna gelmez. Burada müminler için 1.sini, inkarcılar için
de2. anlamı taşımakta. Kad edatı. Yani Müminlerin beklentisine cevap olarak,
kafirlerin de haksız ithamına ret olarak gelmektedir.
Tasavvur inşasına yönelik ayetler
grubu olduğuna surenin girişinde değinmiştim. İşte bu kurtuluş hakkında,
kurtuluş kavramının içini nasıl doldurmamız gerektiği konusunda Kur’an i bir
işaret, yol gösteriyor. Nasılmış, kurtuluşun anlamı neymiş ve iman denilince
imandan ne kastedilirmiş. Ne anlaşılması gerekirmiş. Yani inandım demekle
bitiyor muymuş her şey. Ben iman ettim demekle, ya da şahadet kelimesini
getirip bıraktıktan sonra her şey bitiyor muymuş. Yoksa iman kökü kalpte,
gövdesi akılda, dalları muhayyilede, meyvesi eylemde olan bir ağaç mıymış. İşte
onu göreceğiz. Devam ediyoruz;
2-)
Elleziyne hüm fiy Salâtihim haşi'un;
Onlar (iman edenler) salâtlarında
hakkıyla Allâh'a yönelmenin yaşantısı içindedirler; (A.Hulusi)
002 - Ki
onlar namazlarında huşu'ludurlar. (Elmalı)
Elleziyne
hüm fiy Salâtihim haşi'un onlar namazlarında derin bir ürperti ve
tevazu içinde olan kimselerdir. Müminlerin tarifi uzun. Mümin kimdir sorusunun
uzun cevabının 1. maddesini söyledi burada. Onlar namazlarında derin bir tevazu
ve ürperti içinde olan kimselerdir. Haşi’un, yani huşu içindirler diyor.
Huşû nedir? Gönülden gelen bir
ürpertidir ki, bu ürperti insanın başını sonuna kadar eğer Allah karşısında.
Fakat bu ürpertinin kaynağı, insanın yüreğidir. Bu ürpertinin kaynağıyla iman
kaynağı aynıdır. Onun için imanın bir tezahürü olarak ele alınıyor. Namazda
huşû; öyle bir gönül ürpertisidir ki, gönül titremesidir ki, bu ürperti insanın
bedenini de şekillendirerek Allah karşısında duyduğu bu sevgi ve saygı hissi
başını, insanın sonuna kadar yere eğdirir. Öyle eğdirir ki bu ürpertinin, yani
huşûnun başı kıyam ortası rükû, nihayeti, sonu secdedir.
Aslında bir rekatın en ana
bölümünü, has bölümünü oluşturan kıyam, rükû ve secde den oluşan bu süreç Huşû
dur. Huşû sürecidir. Dahası insanın gönlünde ki Allah’a saygı, tazim ve sevgi
hissinin bedene verdiği şekildir. Eğer
insan komutu gönlünden almaksızın sadece bedeniyle kıyam rükû ve sücutta
bulunuyorsa işte o huşûsuz namaz olmuş olur. Onun için huşû bedeninizin aldığı
şekli ruhunuzun komutuyla almasıdır. Ruhunuzun emir ve komutası altında
başınızın secdeye gitmesidir.
3-)
Velleziyne hüm anil lağvi mu'ridun;
Onlar
boş laf ve boş işlerden yüz çeviricidirler; (A.Hulusi)
003 - Onlar
ki beyhude işe, boş lâfa bakmazlar. (Elmalı)
Velleziyne
hüm anil lağvi mu'ridun onlar yararsız her şeyden yüz çeviren
kimselerdir. El lağv; Amaca ulaştırmada hiçbir işlev üstlenmeyen şeye
denir. Kişinin amacına kişiyi ulaştırmada hiçbir işlevi yok. İşte o şeye lağv
adı verilir. Ki yararsız, amaçsız her şeydir. Çünkü, neden iman ile irtibatlandırıldı?
Aslında bu ayeti şöyle bir cümle ile de ifade edebiliriz. Boş şeylerden yüz
çevirmek imandandır.
Zaten peygamberimizin şu
imandandır, bu imandandır buyurmaları aslında Kur’an ı bir tür tefsirleridir.
Burada imanı, mü’minin kimliğini tarif ederken onlar boş şeylerden, amaca
ulaştırmayacak şeylerden yüz çevirirler diyor.
Neden imanla ilintilidir dedim?
Çünkü hayatın anlamlı olduğu imanın konusudur. Girişte o ayeti söylememiş
miydim. Hayat anlamlıdır, hayat anlamsız değildir. Değilse Allah’a imanın
değeri olmaz. Onun içinde bu surenin 115. ayeti hayatı anlamsız bir oyun olarak
yaratmadığını buyurur Cenabı Hakk. Görüyorsunuz surenin sonlarında gelecek bir
ayetle surenin daha girişindeki ayet arasında adeta haberleşme var. Bir anlam
alış verişi akışı var. Onun için hayatın anlamlılığına iman, imanın bir
parçasıdır. Eğer bir mümin hayatın bir anlamı ve amacı olduğuna iman etmemişse
Allah’a imanı da iman olmayacaktır.
4-)
Vellezine hüm liz Zekâti fa'ılun;
Onlar
arınmak - saflaşmak (zekât) için ne gerekirse yaparlar; (A.Hulusi)
004 - Onlar
ki zekât vermek için çalışırlar.(Elmalı)
Vellezine
hüm liz Zekâti fa'ılun onlar arınmak için yapması gereken her şeyi
yapan kimselerdir. Yani buradaki kelimenin daha sonradan kazandığı terimsel
anlama bakarak zekat’la sınırlamak doğru olmasa gerek. Onun için zekat artmak
ve arınmak anlamına gelir. İki anlama birden gelir. İnsanın artması, zekâya da
onun için Zekâ denilmiştir zaten. Yani sürekli artabilen bir kabiliyet ve
kapasiteye sahip olduğu için.
Zekât; insanın iç potansiyelinin
artışı ve insanın artışına engel olan tortuların da ayıklanışı, atılışı. İşte
aslında servetten verilen, paylaşılan o değerin amacı da bu olduğu için Zekât
ismini almıştır.
Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
107. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/07/27/islamoglu-tef-ders-muminun-001-041107/
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder