Sevgili Kur’an dostları geçen
dersimizde Hac suresinin 48. ayetine kadar işlemiştik. Geçen ders işlediğimiz
ayetleri hatırlayacak olursanız Hz. Peygamberin şahsında tüm iktidar
taliplilerine iktidar ahlakı öğretiyordu ayetler. Yine geçen ders işlediğimiz
ayetler içerisinde yer alan 39. ayet ilk defa müminlere kendilerini savunmak
için düşmanlarına karşı savaş yapma izni veriliyordu. Bu dersimize hac
suresinin 49. ayeti ile devam ediyoruz.
49-) Kul ya
eyyühenNasu innema ene leküm neziyrun mubiyn;
De ki: "Ey insanlar... Kesinlikle Ben, sizin için net açıklama yapan bir uyarıcıyım." (A.Hulusi)
49 - De
ki: ey o bütün insanlar: ben size ancak açık anlatan bir nezîrim. (Elmalı)
Kul ya eyyühenNasu innema ene leküm neziyrun
mubiyn ey peygamber de ki; Siz ey tüm insanlar, ey insanlık. Şu bir
gerçek ki ben size gönderilmiş açık sözlü bir uyarıcıyım.
Özellikle ayetin anahtar sözcüğü
mübiyn, açık, apaçık, beliğ, belirli, net anlamına gelir. İlahi hitabın açık
olması haddi zatında bir şeye karşı bir uyarıdır. Yani bu bir şifre değildir.
Bu ezoterik bir metin değildir. Bu; sır, gizem, ya da kelimelerin altında bir
takım şeyler yatan bir metin de değildir. Bu; Söylediğini açıkça söyleyen bir
metindir ve bu metni, bu hitabı insanlığa iletmekle görevlendirilmiş peygamber
de ne kahindir, ne şairdir, ne gizemli kelimelerle konuşlan bir okültisttir ve
ne şudur, ne budur. O açık sözlü, mesajını açıkça ileten, ne istediğini
Allah’ın, Allah’ın neyi emrettiğini, neyi yasakladığını insanlara açıkça
bildiren bir uyarıcıdır.
50-) Felleziyne
amenû ve amilussalihati lehüm mağfiretün ve rizkun keriym;
İman edip imanın gereği yararlı çalışmalar yapmış kimseler için, bağışlanma ve cömert bir yaşam gıdası vardır. (A.Hulusi)
50 - İmdi
iman edip salih salih iş yapanlar, onlar için hem bir mağrifet var hem kerîm.
(Elmalı)
Felleziyne amenû ve amilussalihati lehüm
mağfiretün ve rizkun keriym ve işte Allah’tan aldığım uyarı. Bir
önceki ayetin devamı olarak anlamak lazım; İmanda sebat eden, iyi ve yararlı iş
işleyen kimseleri, limitsiz bir bağış, sınırsız bir bağış ve tarifsiz
güzellikte bir rızık beklemektedir.
Buradaki limitsiz ve tarifsiz
karşılıkları; mağfiratün ve rizkun kelimelerinin nekira, yani
belirsiz formda gelmiş olmalarının anlama bir yansımasıdır. Limitsiz bir bağış,
sınırsız bir bağış. Tarifsiz bir rızık. Yani tanımsız, öyle bir rızık ki sizin
yer yüzünde gördüklerinize benzemez.
Tabii ki burada bahsedilen cennet
ve cennetin nimetleri. Cennet ve cennetin nimetlerini insanın zihnine indirmek
mümkün değil. Ancak benzetme yoluyla, ancak teşbih yoluyla zihin cenneti
kavrayabilir. Yoksa doğrudan kavraması mümkün değildir. Çünkü o güzelliğin
üretildiği merkezdir.
Cennetü adn. Adn; bir şeyin üretildiği merkez manasına gelir. Maden
de oradan gelir. Onun içindir ki cennet; Güzelliğin, mutlak güzelliğin
merkezidir. Yer yüzünde hiçbir şey cennet nimetiyle özdeşleştirilemez. Ancak
teşbih yoluyla atıf yapılabilir. Ki Kur’an da onu rızık olarak niteliyor.
Haddi zatında rızık deyince bizim
aklımıza mideye giren şeyler geliyor. Tabii ki Kur’an rızık derken bundan çok
daha ötesini kasteder. Kur’an a göre rızık kavramının içeriğinde; Akıldan
tutun, imana. Huzurdan tutun, insanın iç sekinetine. Yine cennetten tutun
insanın saadetine varıncaya kadar her biri bir rızıktır. Yani insanın elde
edince sevineceği maddi ya da manevi her tür değer bir rızık olarak adlandırılır.
51-) Velleziyne
se'av fiy âyâtina muaciziyne ülaike ashabül cahıym;
Etkisiz kılmak amacıyla işaretlerimizi iptal için koşuşanlara gelince; işte onlar cehennem halkıdır! (A.Hulusi)
51 - Âyetlerimiz
hakkında muaccizlik için koşuşanlar ise işte onlar ashabı cehîm. (Elmalı)
Velleziyne se'av fiy âyâtina muaciziyn
ama ayetlerimizi etkisiz kılmak için var gücünü harcayanlara, tüm gayretini
ortaya koyanlara gelince ülaike ashabül cahıym işte onlar gözlerini fal
taşı gibi açacak dehşet bir azaba duçar olacaklar.
Neden cahıym’i gözlerini fal taşı gibi açacak diye çevirdim? Çünkü Arap
dilinde bu kökten türetilen tüm kelimeler göze yönelik olarak anlaşılır. Onun
için mesela denilir ki; el cahmetül ayn. Yakıcı göze sahip olan. Bir bakışta
karşısındakinin gönlünü tutuşturan göze sahip birine el cahmetül ayn denilir.
Bunun gibi verilen tüm misaller gözle ilgili. Yani bu yakma ateşin yakmasından
daha derin bir yakma, daha farklı bir yakma. Bu tıpkı bir gözün muhatabının
gönlünü yakması gibi, kavurması gibi bir yakma, manevi bir yakma. Onun için
gözlerini fal taşı gibi açacak bir ateş.
52-) Ve ma erselna
min kablike min Rasûlin ve lâ Nebiyyin illâ izâ temenna elkaşşeytanu fiy
ümniyyetih* feyensehullahu ma yulkış şeytanu sümme yuhkimullâhu âyâtiHİ,
vAllâhu Aliymun Hakiym;
Senden önce hiçbir Rasûl (hakikat ve marifetlerden haberdar eden) ve hiçbir Nebi (ilâhî hükümleri ulaştıran) irsâl etmedik ki, o (şuurundaki idrakı gereği) temenni ettiğinde, onun idealine, şeytanı (beşerî yanını oluşturan oluşmuş benliği - bilinci) bir fikir ilka etmiş olmasın! Allâh (Esmâ hakikati şuuruna yansıyarak), şeytanın ilkasını geçersiz kılar; sonra da kendi işaretlerini en sağlıklı kesin şekilde yerleştirir! Allâh Aliym'dir, Hakiym'dir. (A.Hulusi)
52 - Hem
biz senden evvel ne bir Resul ve ne bir Nebi göndermedik ki bir temenni kurduğu
vakit Şeytan onun ümniyyesine bir ilka yapmış olmasın, bunun üzerine Allah
Şeytanın ilka ettiğini derhal nesh eder de sonra Allah, âyetlerini muhkemler ve
Allah, alîmdir, hakîmdir. (Elmalı)
Ve ma erselna min kablike min Rasûlin ve lâ
Nebiyyin illâ izâ temenna elkaşşeytanu fiy ümniyyetih hem senden
önce kimi Resul ve Nebi olarak göndermişsek, sonuç almayı umdukları her
seferinde şeytan mutlaka onların idealinde ki amaca ilişkin beklentisine bir
gölge düşürmüştür, düşürmeye çabalamıştır. Yani umutlarına, arzularına,
geleceğe yönelik ideallerine gölge düşürmeye çabalamıştır şeytan. Hangi
peygamberi, hangi Nebi ve Resulü göndermişsek.
Bir Nebi’nin umudu, arzusu,
beklentisi, ideali ne olabilir ki. Ne olacak elbette getirdiği mesajın tüm
insanlara ulaşması ve insanların Allah ile tanışık, bilişik, barışık olmalarını
ister. Bir peygamberin bundan başka ne ideali olabilir ki. Bir peygamberin
karşısındakilerden maddi bir beklentisi olamaz ki. Hiç olmamıştır.
..in ecriye illâ alAllâh.. (Hud/29)
diye gelmişlerdir. Bizim ücretimiz yalnızca Allah’a aittir diye.
Onlar
muhataplarından sadece Allah’a itaat etmelerini, kula kul olmamalarını, eşyaya
kul olmamalarını istemişlerdir. Allah ile aralarındaki ilişkiyi sıcak
tutmalarını istemişlerdir. Onun içinde he Nebi ve Resul’ün ideali budur. Bundan
başka ne olur. İşte bu ideale ulaşmak için her peygamberin tuttuğu bir yol, bir
yöntem vardır. Bu ideale ulaşma uğruna tüm çabalarını harcarken ideallerine
yönelik şeytan onların yakasını bırakmaz diyor. Mutlaka idealize ettikleri o
hedeflere varma yolunda ki çabalarını mahrecinden kaydırmaya, saptırmaya
çalışır. Yani buradan peygamber de olsalar şeytan; kötülük, kötü duygu
insanların yakasını ebediyen bırakmaz. Onlarda mutlaka içlerinden ya da
dışlarından yönelmiş kötülüklere karşı mücadele vermek zorundadır. İşte bu
ayetin bize anlattığı şey aslında budur.
Ayette Nebi,
Resul; ayrı ayrı geçmiş. Arap dilinde çok yerleşik bir kural vardır. İhtilaful
esma, tedıllü ala ihtilafıl mana. İsimlerin farklılığı anlamın farklılığını
gerektirir. Ona delalet eder diye. Burada aynı ayet içerisinde Resul ve Nebi
geçtiğine göre bazı otoritelere göre bu ikisi arasında bir fark olmalı
demişlerdir bu kural uyarınca. Yani Resul ile
Nebi aynı anlama gelen anlamdaş kelimeler olmamalı demişlerdir.
Haddi
zatında Kur’an da birbirinin yerine kullanıldığı yerler vardır. Ama bir
nüanstan söz edilecek olursa Nebi haber alan kişidir. Yani haberci. Çünkü
Nebee; bir haber kaynağından çıkarak muhatabına gitti manasına gelir. Yani bir
şeyin kaynağından hedefine doğru ulaşmasına bu kökten türetilen kelimelerle
ifade edilir. Ama Resul haberin kaynağından, haberin niteliğinden daha çok
haberciye yönelik bir sıfattır, bir isimdir. Çünkü Resul elçidir. Haberi alır,
haber kendisinde kalmaz haberi başkalarına ulaştırır.
Onun içindir
ki nübüvvet haberin kaynağına, haberci ile haberin kaynağı arasında ki
ilişkiye, risalet ise haberci ile haberin hedefi arasındaki ilişkiye,
muhatapları arasında ki ilişkiye verilir.
Aslında bunlar birbirini tamamlayan şeylerdir. Onun içindir ki her Resul;
Nebidir denilmiştir. Doğrudur çünkü haber alınmadan haber başkalarına
iletilmez. Alınmamış haber başkalarına iletilmez. Haberi almaya Nübüvvet,
alınan haberi başkalarına iletmeye risalet diyoruz. Onun içindir ki her Resul
Nebidir.
[Ek bilgi; Rasûl; vahiy yoluyla
aldığı ilâhî hakikati, beşere nakleden insan, kişi...
Rasûl; bir diğer anlamıyla,
ilâhî hakikati bir alt boyutta ortaya çıkaran aracı kat anlamında...
Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de
yalnızca Nebi ve Rasûller için değil, melekler için de “Rasûl” tâbiri kullanılıyor... Melekler de “ALLÂH’ın Rasûlleri” olarak geçiyor. Zaten o yüzden biz, “Cebrâil aleyhisselâm” diyoruz.
“Aleyhisselâm” tâbiri kime kullanılır..?
Rasûllere ve Nebilere
kullanılır!
İşte “RİSÂLET” görevi yapması ve Kurân’da da meleklerden “Rasûl” diye bahsedilmesi sebebiyle, “Cebrâil aleyhisselâm, Mikail aleyhisselâm,
İsrafil aleyhisselâm” diyoruz...
Bu “melekler” bizim dışımızda birer kişilik sahibi varlık olduğu gibi;
ayrıca bizim yapımızda da birer boyut veya katman olarak mevcutturlar!..
Yani “Risâlet” boyutu aslında hepimizin nefsinde var olan bir mertebe ya
da katman... Ancak bizlerin kendini o boyutta bulup hissedebilmesi mümkün
değil! Enfüs derken senin bedeninden zâtına giden bir derinlikte demek
istiyorum...
Bütün Nebilerin ve Rasûllerin görev yapmalarını oluşturan
“Risâlet Boyutu”, senin varlığında
katmansal olarak mevcut!..
Ancak, senin bilincin o boyuta
ulaşamadığı için, bulunduğun boyutun yani mertebenin kemâlâtıyla yaşamına devam
ediyorsun...
O Risâlet boyutuna ulaşabilme
istidatına sahip bilinç ise, Cebrâil’in o boyuttan ve frekanstan kendisiyle
iletişim kurması sonucu Nübüvvet görevi ifa etmeye başlıyor...
A.Hulusi- Akıl ve İman
[Ek bilgi 2; Nebi ve resul
arasındaki fark şudur; Ruh Nebi’ye zikredilen şeyi aktardığında bu(Vahyin
içeriği) hüküm kendisi ile sınırlıdır Başka birinin onu takip etmesi
yasaktır. İşte bu kişi Nebi’dir. Ona; “..Rabbinden
sana indirileni tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan O'nun peygamberlik görevini
yapmamış olursun.”(Maide/67) denildiğinde bu yönden Resul diye
isimlendirildiği gibi getirdiği şey de “Risalet”
adını alır. Bu tebliğ ya belirli bir gruba, -ki örnek olarak Hz.
Muhammed’in dışındaki diğer Nebi’leri verebiliriz.- ya da bütün insanlara
yöneliktir.
İkinci durum sadece Hz.
Muhammed için gerçekleşmiştir. Daha önce kimse adına gerçekleşmemiştir. Bir
Resul tebliğ ettiği hükümler dışında kendine özgü hükümler alabilir ve bunları
başkasına tebliğ etmesi yasaklanabilir. Bu yönüyle Resul olmakla birlikte aynı
zamanda Resuldür. Gönderildiği kimseleri bağlamayan bir hüküm kendisine tahsis
edilmemişse Nebi değil Resuldür.
Öyleyse kendisiyle ilgili bir
hüküm tahsis edilmediği her peygamber Resuldür. Nebi değildir. Tebliğ görevi
ile birlikte (bazı hükümler özel olarak ona tahsis edilirse hem Resuldür hem
Nebidir. Bu yönüyle hiç kuşkusuz her Resul nebi olmadığı gibi her Nebi de Resul
değildir. (İbn. Arabi/ F.Mekkkiye.C-7/433){Allah’u alem..!} ]
İşte bu
noktada Nebi ile Resul arasındaki fark 1.sinin haberi alanla haberin kaynağı
arasında ki irtibatı 2. sinin ise haberi alanla haberin hedefi arasında,
haberin nihai muhatapları arasındaki irtibatı ele verir. Evet, her haberci ve
her elçinin idealinde ki, ufkunda ki o hedefe yönelik şeytan mutlaka bir gölge
düşürme çabası içine girer. Peki bunda başarılı olur mu? İşte peygamberleri
diğer insanlardan ayıran da budur. Ve ayetin devamı bu soruya cevap veriyor.
feyensehullahu ma yulkış şeytan
fakat Allah şeytanın çabalarını boşa çıkarır. Yani şeytan peygamberlere
yönelik, Nebi olsun, Resul olsun peygamberlere yönelik tüm çabalarında sonuç
alamaz, boşa çıkar. Çünkü Allah şeytanların elçilerine yönelik çabalarına set
çekmiştir. Onlara bu konuda garanti vermiştir. Fakat onlar dışındaki insanlara
bu garantiyi vermemiştir.
Neden onlar bu konuda garanti
almışlardır, çünkü onlar Allah adına elçilik yapmaktadırlar. Onlar Allah’tan
aldıkları haberleri insanlara taşımaktadırlar. Bu haberlerin kaynağına nispeti
sahih olmak zorundadır. Bu nispette en ufak bir tereddüt ve şüphe bulunmamak
zorundadır. Eğer böyle bir tereddüt, böyle bir şüphe olursa o zaman haberciye
itimat kalmazdı. İşte bu nedenle Allah onların hedeflerine ulaşma yönünde ki
çabalarına etki etmek için harekete geçen her kötülük odağının çabasını boşa
çıkarmıştır.
sümme yuhkimullâhu âyâtiHİ, vAllâhu Aliymun Hakiym
dahası, Allah kendi ayetlerinin içerisinde açık ve birbirlerini açıklayıcı yuhkim; hem özünde açık, hem de
birbirini açıklayıcı kılar. Zira; vAllâhu Aliymun Hakiym zira Allah her şeyi bilen
üstün hikmet sahibidir. Yani peygamberlerin ideallerine ulaşma konusunda
gönüllerinden neler geçtiğini çok iyi bilir. Yine onlara yönelik şeytanların ve
tüm şeytansı güçlerin hangi tuzaklar kurduğunu ve ne tür saldırılar peşinde
olduklarını da çok iyi bilir. Onun için bu bilgisiyle müdahil olur. Ta
gönüllerin özünü bildiği içindir ki en ufak bir hedeften sapma alameti,
işareti, kokusu, izi olduğunda müdahil olur. Hemen müdahale eder ve dolayısıyla
Nebi ve Resullerini sürekli kontrolü altında tutar.
Aslında bu ayetin anlamıyla bu
ayetlerin indiği dönemde, -ki bu ayetler Hicretin hemen ardından inmiş olmalı.-
indiği dönemde gerçekleşen olaylara baktığımızda, ikisi arasında irtibat
kurduğumuzda Allah’ın ayetlerini nasıl desteklediğini, Allah’ın mesajını nasıl
iyice yerleştirdiğini, muhkem kıldığını, tahkim ettiğini çok iyi anlıyoruz.
Hicretin hemen ardından, -ki hicret öncesinin acıları biliniyor.- fakat hicret
bir dönüm noktası.
Düşünün, kendi ülkesine bile
sokulmayan, kendi toprakları başına dar getirilmiş bir Nebi, bir gurbette nasıl
bir gelecek umabilir ki. Ne bekler, beklentisi ne olur, ideali ne olur. Eğer
Allah’a yaslanıyorsanız idealiniz Allah’ın gücü tarafından belirlenecektir.
Yani beklentileriniz, imanınız kadar olacaktır. Onun için o beklentileri Allah
boşa çıkarmamıştır.
Burada beklenti anlamına gelen ümmiyye, emani onun çoğulu ümmiye kelimesi
arzu, istek anlamına gelir. Hem karşılanacak beklenti anlamına, hem de
karşılanamayacak beklenti anlamına gelir. Kur’an da olumlu ya da olumsuz
anlamlarıyla birlikte farklı ayetlerde kullanılmıştır. Yani ütopya da bire
ümmiyedir. İdealler; Karşılanabilecek idealler olduğu gibi, karşılanamayacak
ideallerde vardır. Ütopik idealler olduğu gibi karşılanabilir, karşılığı olan
gerçekleşebilir, mümkün ideallerde vardır.
Ütopya aslında hiç
gerçekleşmeyecek olan, gerçekleşmesi mümkün olmayan idealler demektir. Bu
manada Kur’an ın farklı ayetlerinde kullanıldığı yerler var. Ama burada
peygamberin ideali elbette gerçekleşebilir olanla sınırlıdır. Çünkü
peygamberler Allah’ı çok iyi bilirler. Çünkü Allah’ın sünnetini, Allah’ın
adetini, Allah’ın yasalarını iyi bilirler. Onun içinde gerçekleşebilir olanla
sınırlandırırlar.
Belki bu manada ilahi müdahale de
peygamberlere gerçekleşebilir bir ideal çizmek için gönderilmiştir. İşte burada
belirtilen şey, böyle bir Mekke hayatının ardından, acılarla dolu, sancılarla
dolu nasıl bir ideal olabilir ki. İşte Bedir., işte Mekke, işte Taif. Kısa
zamanda imanın önünün bir bir açılması,
tüm kapıların ardına kadar açılması, insanların kitle halinde imana girmesi, o
güne kadar direnen Mekke’nin ulularının, Mekke’nin ciğer parelerinin
kendilerini vahye teslim etmesi..!
Bütün bunlar işte o idealin birer
parçalarıydı. Fakat bu ideal şu anlama da gelmesin. Beki burada bu ima da
vardır. Yani maden bizi Allah destekliyor, biz hiç yenilmeyiz. Biz hiç bozguna
uğramayız, bizim hiç sırtımız yere gelmez, ebediyen biz kazanırız. İşte bu
anlama da gelmemeliydi. Bu ütopya olurdu, yani düş ülke yani cennet. Oysaki
dünyada cennet olmayacak. Yani Medine cennet olmayacak. Medine, Medine olacak;
fakat cennet olmayacaktı. Medine bir saadet asrı olacaktı, bu doğru. Fakat
cennet olmayacaktı. Onunda münafıkları olacaktı, onunda hainleri olacaktı,
onunda yenilgileri olacaktı Uhut gibi. Onunda kaçkınları, kaçakları olacaktı.
Onun için Medine ütopyası bir cennet hayali olmamalıydı. Dünyada bir cennet
olmayacaktı. Yani gerçeği aşan bir hayale set çekiyor, sınır çiziyordu bu ayet
aslında.
Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
106.
videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/07/20/islamoglu-tef-ders-hacc-049-078106/ bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder