23 Temmuz 2012 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. HACC (049-052)(106-A)





Sevgili Kur’an dostları geçen dersimizde Hac suresinin 48. ayetine kadar işlemiştik. Geçen ders işlediğimiz ayetleri hatırlayacak olursanız Hz. Peygamberin şahsında tüm iktidar taliplilerine iktidar ahlakı öğretiyordu ayetler. Yine geçen ders işlediğimiz ayetler içerisinde yer alan 39. ayet ilk defa müminlere kendilerini savunmak için düşmanlarına karşı savaş yapma izni veriliyordu. Bu dersimize hac suresinin 49. ayeti ile devam ediyoruz.


        49-) Kul ya eyyühenNasu innema ene leküm neziyrun mubiyn;

        De ki: "Ey insanlar... Kesinlikle Ben, sizin için net açıklama yapan bir uyarıcıyım." (A.Hulusi)

49 - De ki: ey o bütün insanlar: ben size ancak açık anlatan bir nezîrim. (Elmalı)


Kul ya eyyühenNasu innema ene leküm neziyrun mubiyn ey peygamber de ki; Siz ey tüm insanlar, ey insanlık. Şu bir gerçek ki ben size gönderilmiş açık sözlü bir uyarıcıyım.

Özellikle ayetin anahtar sözcüğü mübiyn, açık, apaçık, beliğ, belirli, net anlamına gelir. İlahi hitabın açık olması haddi zatında bir şeye karşı bir uyarıdır. Yani bu bir şifre değildir. Bu ezoterik bir metin değildir. Bu; sır, gizem, ya da kelimelerin altında bir takım şeyler yatan bir metin de değildir. Bu; Söylediğini açıkça söyleyen bir metindir ve bu metni, bu hitabı insanlığa iletmekle görevlendirilmiş peygamber de ne kahindir, ne şairdir, ne gizemli kelimelerle konuşlan bir okültisttir ve ne şudur, ne budur. O açık sözlü, mesajını açıkça ileten, ne istediğini Allah’ın, Allah’ın neyi emrettiğini, neyi yasakladığını insanlara açıkça bildiren bir uyarıcıdır.


        50-) Felleziyne amenû ve amilussalihati lehüm mağfiretün ve rizkun keriym;

        İman edip imanın gereği yararlı çalışmalar yapmış kimseler için, bağışlanma ve cömert bir yaşam gıdası vardır. (A.Hulusi)

50 - İmdi iman edip salih salih iş yapanlar, onlar için hem bir mağrifet var hem kerîm. (Elmalı)


Felleziyne amenû ve amilussalihati lehüm mağfiretün ve rizkun keriym ve işte Allah’tan aldığım uyarı. Bir önceki ayetin devamı olarak anlamak lazım; İmanda sebat eden, iyi ve yararlı iş işleyen kimseleri, limitsiz bir bağış, sınırsız bir bağış ve tarifsiz güzellikte bir rızık beklemektedir.

Buradaki limitsiz ve tarifsiz karşılıkları; mağfiratün ve rizkun kelimelerinin nekira, yani belirsiz formda gelmiş olmalarının anlama bir yansımasıdır. Limitsiz bir bağış, sınırsız bir bağış. Tarifsiz bir rızık. Yani tanımsız, öyle bir rızık ki sizin yer yüzünde gördüklerinize benzemez.

Tabii ki burada bahsedilen cennet ve cennetin nimetleri. Cennet ve cennetin nimetlerini insanın zihnine indirmek mümkün değil. Ancak benzetme yoluyla, ancak teşbih yoluyla zihin cenneti kavrayabilir. Yoksa doğrudan kavraması mümkün değildir. Çünkü o güzelliğin üretildiği merkezdir.

Cennetü adn. Adn; bir şeyin üretildiği merkez manasına gelir. Maden de oradan gelir. Onun içindir ki cennet; Güzelliğin, mutlak güzelliğin merkezidir. Yer yüzünde hiçbir şey cennet nimetiyle özdeşleştirilemez. Ancak teşbih yoluyla atıf yapılabilir. Ki Kur’an da onu rızık olarak niteliyor.

Haddi zatında rızık deyince bizim aklımıza mideye giren şeyler geliyor. Tabii ki Kur’an rızık derken bundan çok daha ötesini kasteder. Kur’an a göre rızık kavramının içeriğinde; Akıldan tutun, imana. Huzurdan tutun, insanın iç sekinetine. Yine cennetten tutun insanın saadetine varıncaya kadar her biri bir rızıktır. Yani insanın elde edince sevineceği maddi ya da manevi her tür değer bir rızık olarak adlandırılır.


        51-) Velleziyne se'av fiy âyâtina muaciziyne ülaike ashabül cahıym;

        Etkisiz kılmak amacıyla işaretlerimizi iptal için koşuşanlara gelince; işte onlar cehennem halkıdır! (A.Hulusi)

51 - Âyetlerimiz hakkında muaccizlik için koşuşanlar ise işte onlar ashabı cehîm. (Elmalı)


Velleziyne se'av fiy âyâtina muaciziyn ama ayetlerimizi etkisiz kılmak için var gücünü harcayanlara, tüm gayretini ortaya koyanlara gelince ülaike ashabül cahıym işte onlar gözlerini fal taşı gibi açacak dehşet bir azaba duçar olacaklar.

Neden cahıym’i gözlerini fal taşı gibi açacak diye çevirdim? Çünkü Arap dilinde bu kökten türetilen tüm kelimeler göze yönelik olarak anlaşılır. Onun için mesela denilir ki; el cahmetül ayn. Yakıcı göze sahip olan. Bir bakışta karşısındakinin gönlünü tutuşturan göze sahip birine el cahmetül ayn denilir. Bunun gibi verilen tüm misaller gözle ilgili. Yani bu yakma ateşin yakmasından daha derin bir yakma, daha farklı bir yakma. Bu tıpkı bir gözün muhatabının gönlünü yakması gibi, kavurması gibi bir yakma, manevi bir yakma. Onun için gözlerini fal taşı gibi açacak bir ateş.


        52-) Ve ma erselna min kablike min Rasûlin ve lâ Nebiyyin illâ izâ temenna elkaşşeytanu fiy ümniyyetih* feyensehullahu ma yulkış şeytanu sümme yuhkimullâhu âyâtiHİ, vAllâhu Aliymun Hakiym;

        Senden önce hiçbir Rasûl (hakikat ve marifetlerden haberdar eden) ve hiçbir Nebi (ilâhî hükümleri ulaştıran) irsâl etmedik ki, o (şuurundaki idrakı gereği) temenni ettiğinde, onun idealine, şeytanı (beşerî yanını oluşturan oluşmuş benliği - bilinci) bir fikir ilka etmiş olmasın! Allâh (Esmâ hakikati şuuruna yansıyarak), şeytanın ilkasını geçersiz kılar; sonra da kendi işaretlerini en sağlıklı kesin şekilde yerleştirir! Allâh Aliym'dir, Hakiym'dir. (A.Hulusi)

52 - Hem biz senden evvel ne bir Resul ve ne bir Nebi göndermedik ki bir temenni kurduğu vakit Şeytan onun ümniyyesine bir ilka yapmış olmasın, bunun üzerine Allah Şeytanın ilka ettiğini derhal nesh eder de sonra Allah, âyetlerini muhkemler ve Allah, alîmdir, hakîmdir. (Elmalı)


Ve ma erselna min kablike min Rasûlin ve lâ Nebiyyin illâ izâ temenna elkaşşeytanu fiy ümniyyetih hem senden önce kimi Resul ve Nebi olarak göndermişsek, sonuç almayı umdukları her seferinde şeytan mutlaka onların idealinde ki amaca ilişkin beklentisine bir gölge düşürmüştür, düşürmeye çabalamıştır. Yani umutlarına, arzularına, geleceğe yönelik ideallerine gölge düşürmeye çabalamıştır şeytan. Hangi peygamberi, hangi Nebi ve Resulü göndermişsek.

Bir Nebi’nin umudu, arzusu, beklentisi, ideali ne olabilir ki. Ne olacak elbette getirdiği mesajın tüm insanlara ulaşması ve insanların Allah ile tanışık, bilişik, barışık olmalarını ister. Bir peygamberin bundan başka ne ideali olabilir ki. Bir peygamberin karşısındakilerden maddi bir beklentisi olamaz ki. Hiç olmamıştır.

..in ecriye illâ alAllâh.. (Hud/29) diye gelmişlerdir. Bizim ücretimiz yalnızca Allah’a aittir diye.

Onlar muhataplarından sadece Allah’a itaat etmelerini, kula kul olmamalarını, eşyaya kul olmamalarını istemişlerdir. Allah ile aralarındaki ilişkiyi sıcak tutmalarını istemişlerdir. Onun içinde he Nebi ve Resul’ün ideali budur. Bundan başka ne olur. İşte bu ideale ulaşmak için her peygamberin tuttuğu bir yol, bir yöntem vardır. Bu ideale ulaşma uğruna tüm çabalarını harcarken ideallerine yönelik şeytan onların yakasını bırakmaz diyor. Mutlaka idealize ettikleri o hedeflere varma yolunda ki çabalarını mahrecinden kaydırmaya, saptırmaya çalışır. Yani buradan peygamber de olsalar şeytan; kötülük, kötü duygu insanların yakasını ebediyen bırakmaz. Onlarda mutlaka içlerinden ya da dışlarından yönelmiş kötülüklere karşı mücadele vermek zorundadır. İşte bu ayetin bize anlattığı şey aslında budur.

Ayette Nebi, Resul; ayrı ayrı geçmiş. Arap dilinde çok yerleşik bir kural vardır. İhtilaful esma, tedıllü ala ihtilafıl mana. İsimlerin farklılığı anlamın farklılığını gerektirir. Ona delalet eder diye. Burada aynı ayet içerisinde Resul ve Nebi geçtiğine göre bazı otoritelere göre bu ikisi arasında bir fark olmalı demişlerdir bu kural uyarınca. Yani Resul ile  Nebi aynı anlama gelen anlamdaş kelimeler olmamalı demişlerdir.

Haddi zatında Kur’an da birbirinin yerine kullanıldığı yerler vardır. Ama bir nüanstan söz edilecek olursa Nebi haber alan kişidir. Yani haberci. Çünkü Nebee; bir haber kaynağından çıkarak muhatabına gitti manasına gelir. Yani bir şeyin kaynağından hedefine doğru ulaşmasına bu kökten türetilen kelimelerle ifade edilir. Ama Resul haberin kaynağından, haberin niteliğinden daha çok haberciye yönelik bir sıfattır, bir isimdir. Çünkü Resul elçidir. Haberi alır, haber kendisinde kalmaz haberi başkalarına ulaştırır.

Onun içindir ki nübüvvet haberin kaynağına, haberci ile haberin kaynağı arasında ki ilişkiye, risalet ise haberci ile haberin hedefi arasındaki ilişkiye, muhatapları arasında ki  ilişkiye verilir. Aslında bunlar birbirini tamamlayan şeylerdir. Onun içindir ki her Resul; Nebidir denilmiştir. Doğrudur çünkü haber alınmadan haber başkalarına iletilmez. Alınmamış haber başkalarına iletilmez. Haberi almaya Nübüvvet, alınan haberi başkalarına iletmeye risalet diyoruz. Onun içindir ki her Resul Nebidir.

[Ek bilgi; Rasûl; vahiy yoluyla aldığı ilâhî hakikati, beşere nakleden insan, kişi... 

Rasûl; bir diğer anlamıyla, ilâhî hakikati bir alt boyutta ortaya çıkaran aracı kat anlamında... 

Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de yalnızca Nebi ve Rasûller için değil, melekler için de “Rasûl” tâbiri kullanılıyor... Melekler de “ALLÂH’ın Rasûlleri” olarak geçiyor. Zaten o yüzden biz, “Cebrâil aleyhisselâm” diyoruz. 

Aleyhisselâm” tâbiri kime kullanılır..? 

Rasûllere ve Nebilere kullanılır! 

İşte “RİSÂLET” görevi yapması ve Kurân’da da meleklerden “Rasûl” diye bahsedilmesi sebebiyle, “Cebrâil aleyhisselâm, Mikail aleyhisselâm, İsrafil aleyhisselâm” diyoruz... 

Bu “melekler” bizim dışımızda birer kişilik sahibi varlık olduğu gibi; ayrıca bizim yapımızda da birer boyut veya katman olarak mevcutturlar!.. 

Yani “Risâlet” boyutu aslında hepimizin nefsinde var olan bir mertebe ya da katman... Ancak bizlerin kendini o boyutta bulup hissedebilmesi mümkün değil! Enfüs derken senin bedeninden zâtına giden bir derinlikte demek istiyorum...
Bütün Nebilerin ve Rasûllerin görev yapmalarını oluşturan “Risâlet Boyutu”, senin varlığında katmansal olarak mevcut!.. 

Ancak, senin bilincin o boyuta ulaşamadığı için, bulunduğun boyutun yani mertebenin kemâlâtıyla yaşamına devam ediyorsun... 

O Risâlet boyutuna ulaşabilme istidatına sahip bilinç ise, Cebrâil’in o boyuttan ve frekanstan kendisiyle iletişim kurması sonucu Nübüvvet görevi ifa etmeye başlıyor... 

A.Hulusi- Akıl ve İman


[Ek bilgi 2; Nebi ve resul arasındaki fark şudur; Ruh Nebi’ye zikredilen şeyi aktardığında bu(Vahyin içeriği) hüküm kendisi ile sınırlıdır Başka birinin onu takip etmesi yasaktır. İşte bu kişi Nebi’dir. Ona; “..Rabbinden sana indirileni tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan O'nun peygamberlik görevini yapmamış olursun.”(Maide/67) denildiğinde bu yönden Resul diye isimlendirildiği gibi getirdiği şey de “Risalet” adını alır. Bu tebliğ ya belirli bir gruba, -ki örnek olarak Hz. Muhammed’in dışındaki diğer Nebi’leri verebiliriz.- ya da bütün insanlara yöneliktir.

İkinci durum sadece Hz. Muhammed için gerçekleşmiştir. Daha önce kimse adına gerçekleşmemiştir. Bir Resul tebliğ ettiği hükümler dışında kendine özgü hükümler alabilir ve bunları başkasına tebliğ etmesi yasaklanabilir. Bu yönüyle Resul olmakla birlikte aynı zamanda Resuldür. Gönderildiği kimseleri bağlamayan bir hüküm kendisine tahsis edilmemişse Nebi değil Resuldür.

Öyleyse kendisiyle ilgili bir hüküm tahsis edilmediği her peygamber Resuldür. Nebi değildir. Tebliğ görevi ile birlikte (bazı hükümler özel olarak ona tahsis edilirse hem Resuldür hem Nebidir. Bu yönüyle hiç kuşkusuz her Resul nebi olmadığı gibi her Nebi de Resul değildir. (İbn. Arabi/ F.Mekkkiye.C-7/433){Allah’u alem..!} ]


İşte bu noktada Nebi ile Resul arasındaki fark 1.sinin haberi alanla haberin kaynağı arasında ki irtibatı 2. sinin ise haberi alanla haberin hedefi arasında, haberin nihai muhatapları arasındaki irtibatı ele verir. Evet, her haberci ve her elçinin idealinde ki, ufkunda ki o hedefe yönelik şeytan mutlaka bir gölge düşürme çabası içine girer. Peki bunda başarılı olur mu? İşte peygamberleri diğer insanlardan ayıran da budur. Ve ayetin devamı bu soruya cevap veriyor.

feyensehullahu ma yulkış şeytan fakat Allah şeytanın çabalarını boşa çıkarır. Yani şeytan peygamberlere yönelik, Nebi olsun, Resul olsun peygamberlere yönelik tüm çabalarında sonuç alamaz, boşa çıkar. Çünkü Allah şeytanların elçilerine yönelik çabalarına set çekmiştir. Onlara bu konuda garanti vermiştir. Fakat onlar dışındaki insanlara bu garantiyi vermemiştir.

Neden onlar bu konuda garanti almışlardır, çünkü onlar Allah adına elçilik yapmaktadırlar. Onlar Allah’tan aldıkları haberleri insanlara taşımaktadırlar. Bu haberlerin kaynağına nispeti sahih olmak zorundadır. Bu nispette en ufak bir tereddüt ve şüphe bulunmamak zorundadır. Eğer böyle bir tereddüt, böyle bir şüphe olursa o zaman haberciye itimat kalmazdı. İşte bu nedenle Allah onların hedeflerine ulaşma yönünde ki çabalarına etki etmek için harekete geçen her kötülük odağının çabasını boşa çıkarmıştır.

 sümme yuhkimullâhu âyâtiHİ, vAllâhu Aliymun Hakiym dahası, Allah kendi ayetlerinin içerisinde açık ve birbirlerini açıklayıcı yuhkim; hem özünde açık, hem de birbirini açıklayıcı kılar. Zira; vAllâhu Aliymun Hakiym zira Allah her şeyi bilen üstün hikmet sahibidir. Yani peygamberlerin ideallerine ulaşma konusunda gönüllerinden neler geçtiğini çok iyi bilir. Yine onlara yönelik şeytanların ve tüm şeytansı güçlerin hangi tuzaklar kurduğunu ve ne tür saldırılar peşinde olduklarını da çok iyi bilir. Onun için bu bilgisiyle müdahil olur. Ta gönüllerin özünü bildiği içindir ki en ufak bir hedeften sapma alameti, işareti, kokusu, izi olduğunda müdahil olur. Hemen müdahale eder ve dolayısıyla Nebi ve Resullerini sürekli kontrolü altında tutar.
Aslında bu ayetin anlamıyla bu ayetlerin indiği dönemde, -ki bu ayetler Hicretin hemen ardından inmiş olmalı.- indiği dönemde gerçekleşen olaylara baktığımızda, ikisi arasında irtibat kurduğumuzda Allah’ın ayetlerini nasıl desteklediğini, Allah’ın mesajını nasıl iyice yerleştirdiğini, muhkem kıldığını, tahkim ettiğini çok iyi anlıyoruz. Hicretin hemen ardından, -ki hicret öncesinin acıları biliniyor.- fakat hicret bir dönüm noktası.

Düşünün, kendi ülkesine bile sokulmayan, kendi toprakları başına dar getirilmiş bir Nebi, bir gurbette nasıl bir gelecek umabilir ki. Ne bekler, beklentisi ne olur, ideali ne olur. Eğer Allah’a yaslanıyorsanız idealiniz Allah’ın gücü tarafından belirlenecektir. Yani beklentileriniz, imanınız kadar olacaktır. Onun için o beklentileri Allah boşa çıkarmamıştır.

Burada beklenti anlamına gelen ümmiyye, emani onun çoğulu ümmiye kelimesi arzu, istek anlamına gelir. Hem karşılanacak beklenti anlamına, hem de karşılanamayacak beklenti anlamına gelir. Kur’an da olumlu ya da olumsuz anlamlarıyla birlikte farklı ayetlerde kullanılmıştır. Yani ütopya da bire ümmiyedir. İdealler; Karşılanabilecek idealler olduğu gibi, karşılanamayacak ideallerde vardır. Ütopik idealler olduğu gibi karşılanabilir, karşılığı olan gerçekleşebilir, mümkün ideallerde vardır.

Ütopya aslında hiç gerçekleşmeyecek olan, gerçekleşmesi mümkün olmayan idealler demektir. Bu manada Kur’an ın farklı ayetlerinde kullanıldığı yerler var. Ama burada peygamberin ideali elbette gerçekleşebilir olanla sınırlıdır. Çünkü peygamberler Allah’ı çok iyi bilirler. Çünkü Allah’ın sünnetini, Allah’ın adetini, Allah’ın yasalarını iyi bilirler. Onun içinde gerçekleşebilir olanla sınırlandırırlar.

Belki bu manada ilahi müdahale de peygamberlere gerçekleşebilir bir ideal çizmek için gönderilmiştir. İşte burada belirtilen şey, böyle bir Mekke hayatının ardından, acılarla dolu, sancılarla dolu nasıl bir ideal olabilir ki. İşte Bedir., işte Mekke, işte Taif. Kısa zamanda imanın önünün bir bir  açılması, tüm kapıların ardına kadar açılması, insanların kitle halinde imana girmesi, o güne kadar direnen Mekke’nin ulularının, Mekke’nin ciğer parelerinin kendilerini vahye teslim etmesi..!

Bütün bunlar işte o idealin birer parçalarıydı. Fakat bu ideal şu anlama da gelmesin. Beki burada bu ima da vardır. Yani maden bizi Allah destekliyor, biz hiç yenilmeyiz. Biz hiç bozguna uğramayız, bizim hiç sırtımız yere gelmez, ebediyen biz kazanırız. İşte bu anlama da gelmemeliydi. Bu ütopya olurdu, yani düş ülke yani cennet. Oysaki dünyada cennet olmayacak. Yani Medine cennet olmayacak. Medine, Medine olacak; fakat cennet olmayacaktı. Medine bir saadet asrı olacaktı, bu doğru. Fakat cennet olmayacaktı. Onunda münafıkları olacaktı, onunda hainleri olacaktı, onunda yenilgileri olacaktı Uhut gibi. Onunda kaçkınları, kaçakları olacaktı. Onun için Medine ütopyası bir cennet hayali olmamalıydı. Dünyada bir cennet olmayacaktı. Yani gerçeği aşan bir hayale set çekiyor, sınır çiziyordu bu ayet aslında.


Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
106. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/07/20/islamoglu-tef-ders-hacc-049-078106/  bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder