A sayfasından devam
27-) Ve ezzin
fiynNasi Bil Hacci ye'tuke Ricalen ve alâ külli damirin ye'tiyne min külli
feccin 'amiyk;
İnsanlara
haccı yaşamalarını ilan et (Beytullah'a davet
et) ki yakın veya derin - uzak yollardan gelen
her tür binek aracıyla sana gelsinler." (A.Hulusi)
27 -
Ve umum Nas içinde haccı ilân eyle gelsinler sana: gerek yaya ve gerek her
derin vadiden gelerek incelmiş her bir binit üzerinde. (Elmalı)
Ve ezzin fiynNasi Bil Hacc ve
insanları hacca davet et. Daha Hz. İbrahim döneminde, Hz. İbrahim’e verilen
talimat. Çünkü bendeniz biraz önce okuduğum ayeti kerime ile müminlere haccın
farz kılındığını düşünüyorum. Burada ki emir Resulallah’a değil Hz. İbrahim’e
idi. Çünkü bu ayetlerin indiği zaman dilimi her ne kadar İbn Abbas hicretten
sonraki 6. yıl dese de, yine aynı İbn. Abbas daha sonra gelen savaş ayetlerinin
hicretten sonraki bir ikinci yıl indiğini söyleyecektir. Yani bu gerçekten
gariptir. Aynı pasaj veya yan yana iki pasaj arasında bu kadar uzak yıl farkını
gerektirecek herhangi bir maddi delile de sahip değiliz. O nedenle Müminlere
haccı farz kılan ayetler bunlar değildi. Bunlar haccın önemini ve müminlerin
Mekke’den çıkarılışının ne büyük bir zulüm olduğunu, hacca gönderilmeyişlerinin
ne büyük bir zulüm olduğunu ifade eden ayetlerdi.
ye'tuke Ricalen ve alâ külli damirin ye'tiyne
min külli feccin 'amiyk gerek yaya gerekse hızlı yol alam
kabiliyetine sahip, yani damir, Deve
diye çevirmiş bazı çevirmenler fakat damir sözcüğü çevik yol aracı demektir.
Güçlü, çevik, hızlı hareket eden ve uzun yola dayanıklı yol aracı. Onun için
bunu sadece deveye hasretmek hiç doğru olmasa gerek. Gerekse hızlı yol alma
yeteneğine sahip her tür ulaşım araçlarına binerek dünyanın en ücra
köşelerinden senin çağrına gelsinler. Her tür manasını vermem boşuna değil,
damir’in nekira gelmiş. Yani belirsiz gelmiş. Onun için bir tek araca hasretmek
bu açıdan da doğru değil. Dil yapısı bu sözcüğün her tür hızlı ve taşıma imkanına
sahip araç anlamına gelir.
28-) Liyeşhedu
menafia lehüm ve yezkürusmellahi fiy eyyamin ma'lumatin alâ ma razekahüm min
behiymetil en'am* fekülu minha ve et'ımül baisel fekıyr;
"Tâ ki kendileri yararına şahit olsunlar... Kendilerini rızıklandırdığımız kurbanlıkları kurban ederek, bilinen günlerde Allâh'ın ismini zikretsinler... Artık onlardan yeyin ve fakir, muhtaç olanlara da yedirin." (A.Hulusi)
28 -
Gelsinler kendilerine ait bir takım menfaatlere şahit olsunlar ve En'am
behîmelerinden kendilerine merzuk buyurduğu kurbanlıklar üzerine malûm günlerde
Allahın ismini ansınlar da onlardan yiyin ve yoksulu, fakiri doyurun. (Elmalı)
Liyeşhedu menafia lehüm neden
gelsinler hacca, yani hacca gelişin gerekçesi ne olsun? Onu da veriyor ayet. Ki
bunun kendilerine sağlayacağı yararlara tanık olsunlar, şahit olsunlar.
Demek ki dostlar Hacca gitmeden
haccın insana verdiği fayda anlaşılamaz. Sadece onu yaşayanlar ona şahit
olurlar. Ki aranızda hacca gidenler bu ayeti çok daha iyi anlarlar. Ona şahit
olanlar anlarlar.
Ayette geçen Hac kelimesi dönüp
dönüp gelinen yer anlamına gelir. Yani bir kez değil, bir çok kez, dönüp dönüp
uğranılan yer. Kelime olarak anlamı budur. Peki neden? İslam’da bir kez farz
kılınmıştır derseniz, bir nükte olarak şöyle cevap verebilirim kelime anlamıyla
bu fariza arasında bir bağ kurarak;
“Bir kez gel de ondan sonra ister
gel, ister gelme.” Eğer bir kez gelirsen ve gelince de sembollere değil
sembollerin gösterdiği hakikatleri görebilirsin. İçine şahit olursan,
İbrahim’le tanışır elini öpersen, Hacer’i, İsmail’i tanırsan, Allah ile
sözleşmenin ne demek olduğunu anlarsan, orada mahşeri bir kez yaşarsan, o hazzı
alırsan zaten ondan sonra gel veya gelme demeye gerek yok. Gelirsin. Yana yana
gelirsin. Gelemediğinde yüreğini gönderirsin. Yüreğini göndermediğinde Kâbe’yi
çağırırsın. Yani bir şekilde buluşursun. Onun için bir kez gel de, ondan sonra
sen bilirsin. Eğer aşık isen gelirsin, aşık isen bulursun yolunu yordamını.
Çünkü bir kez gelmeden o hazzı alamazsın. Ama bir kez geldikten sonra da önüne
dağlar gerilse kimse seni durduramaz. O nedenle dönüp dönüp gelinen yer, dönüp
dönüp geliş, gelmek anlamına gelir hac. Aşığa yol dayanır mı, aşığa Bağdat
sorulur mu? Eğer seviyorsanız, gönlünüze koymuşsanız, ora ile bütünleşmişseniz
o zaman zaten burnunuza tüter, gerçekten tüter.
Nedir bu menafia; menfaat, yararlar, kişinin
tanık olacağı yararlar nedir burada? Bu saymakla bitmez. Öncelikle tabii ki
manevi yararlar. İnsan Allah ile sözleşmeye gider. Mahşerin provasına gider.
Yani sıfırlanmaya gider. Haccın yerine ikame edilebilecek bir başka ibadet
yoktur. Onun için sevgili efendimiz (S.A.) hac için, diğer hiçbir ibadet
hakkında vermediği müjdeleri vermiştir.
Gerçekten hac adeta mecmuatül
ibadattır. İbadetler toplamı, mecmuasıdır. Adeta tüm ibadetlerin özü hacda
toplanmıştır. Bazı ibadetler vardır ki bedenidir. Bazı ibadetler vardır ki malî
dir. Bazı ibadetler vardır ki hem bedeni hem malî dir. Bazı ibadetler vardır ki
siyasaldır. Bazı ibadetler vardır sosyaldir, emri bil maruf, nehyi anil münker
gibi. Siyasaldır, istişare gibi. Şûra gibi. Bazı ibadetler vardır ki,
tasavvuridir, tefekkür gibi. Ama hac bunların hepsidir. Hacda bunların hepsi
mevcuttur. Hem dini, hem malî, hem bedeni, hem sosyal, hem siyasal, her açıdan
hac adeta bir ibadetler mecmuasıdır. Onun için yararları da böyledir zaten. Ve
hatta hem ekonomik belki demek lazım ama onu en son söylemek lazım.
Mahşerin provasıdır dedim. Allah
ile sözleşmedir. Onun için efendimiz Hacer ül esved in sembolik değerini, buna
semiolojik okuma deniyor. Semiolojik bir okumayla Allah’ın sağ eli şeklinde
nitelemişti. “Yedullahil yunma.”
Tabii ki bir mecazdır, zorunlu olarak bir mecazdır. Allah aşkın bir varlıktır.
O’na el atfedilebilir mi. Peki o zaman ne demek istemiştir peygamberimiz, açık;
sağ el Arap dilinde, Arap örfünde ve yine Kur’an dilinde sözleşmeyi temsil
eder. Yani hac ve onun simgelerinden, belki baş simgelerinden biri olan Hacer
ül Esved; Allah ile sözleşmeyi ifade eder. Hacca giden bir insan rabbimle
sözleştim ben diyebilir. O nedenle işte baş yarar, daha ne yararı olsun. Allah
ile sözleşme tazeliyorsun, sıfır sözleşme.
Dahası; Marifet diyarıdır. Yarara
bakın yarara, Çünkü Arafat oradadır. Yeryüzünün başka bir yerine gidince hac
olur mu? Yer yüzünün bir başka tarafında Arafat var mıdır? Yer yüzünde bir tane
Arafat vardır ve bir tane Kâbe vardır. Onun için zorunlu olarak oraya gidersin.
Ve ilginç değil midir yer yüzünün biricik Kâbe si, yer yüzünde şu anda
elverişliğe, daha doğrusu yaşama, hayata en az elverişli bir yerde
bulunmaktadır. Yeşili yok, ormanı yok, ırmağı yok, can alıcı arazileri yok,
cennet gibi ağaçları yok, yok, yok, yok..! Akan ne dereleri, çayları yok.
Kupkuru çıplak bir lavlık arazinin ortasına, dört tepenin ortasına getirilmiş,
çukurun tam dibine konulmuştur.
Bununda apayrı bir mesajı var;
Yer yüzünde tüm müstekbirler, Firavunlar, saraylarını tepelerin üstüne
yaparlar, bakın isterseniz. Adeta onlara bir cevap olurcasına yer yüzünün ilk
mabedi, en büyük mabedi, bulunduğu yerin en çukur bölgesine yapılmış. Bununla
verilmek istenen meseaj; İnsanın Allah’a teşekkür etmesi halinde bile
teşekkürden aciz kalacağı. İnsanın Allah karşısında ki acziyetini ifadedir.
İnsanın Allah’a kulluk etmesi aslında acizliğini ifade etmesidir. En güzel
kulluk budur. Kulluktan bile acizim ya rabbi…! Kâbe bunu temsil eder.
Kare olması, küp olması, daha
doğru ifade ile, yönünün olmadığını, tüm yönlerin her tarafta, her yolun
Allah’a çıkacağının bir göstergesidir. Tüm yollar Allah’a çıkar. Ey insanoğlu
nereye gidersen git, sonuçta yine yolun Allah’a çıkar demektir.
Yer yüzünün en sade yapısıdır. En
gösterişsiz, en tantanadan uzak. Neden? O da bir mesajdır. İnsanın Allah’a
minnetini ifade edipte, şükranı ifade edipte, teşekkürünü ifade edipte bunu
layıkıyla beceremeyeceğinin güzel bir sembolüdür de ondan. O nedenle bütün
bunları verirse bir de üstüne marifet verirse Arafat’ta; Yani kendinle buluşma,
kendinle bilişme. Tıpkı bir adem gibi, tıpkı bir Havva gibi. Yitik cennetine
geri dönmek için kendini bulma. Bundan güzel menfaat mi olur.
Bir de bunun üzerine meş’aril
haramda, Kur’an daki ismi Meş’ar dır. Ama örfteki ismi ile Müzdelife de. Ne
demek; Muhterem bir şuur merkezi demek. Saygın bir şuur merkezi. Meş’ar.
Şiarların merkezi. Şiar yeri. Onun için şuur ile şiar aynı köktendir. Orada da
şuura kavuşursun, bilince kavuşur, Allah bnilincine. Allah’a karşı
sorumluluğunun şuuruna varırsa, yani takva mahalli. Daha ne menfaat olsun. İşte
bu kadar menfaat yetmez mi? Liyeşhedu menafia lehüm işte bu ayetin kısaca
tefsiri bu olsa gerek. Bunun kendilerine sağlayacağı yararlara tanık olsunlar.
ve yezkürusmellahi fiy eyyamin ma'lumatin alâ
ma razekahüm min behiymetil en'am bir de belirlenen günlerde onun
kendilerine rızk olarak sunduğu hayvanlar üzerine Allah’ın adını ansınlar.
Burada ki fiy eyyamin ma'lumat zilhiccenin 10 günü olarak, sahabenin
çoğunluğu tarafından, yine imamların çoğu tarafından öyle anlaşılmış. Yani hac
günleri. Ama Süfyan-ı Servi, Ata ve onların çizgisinde ki bazı alimler
tarafından bayramın üç günü olarak, yani kurban günleri olarak anlaşılmış. Yani
her halükarda zaten o bayram günleri de, o zilhicce’nin 10 gününe dahil. Yani
onun içinde. Bu 3 gün mü, 10 gün mü. Ki 10 gün diyenler belki de Kur’an da ki
kendisine yemin edilen 10 günle bu ayeti karşılaştırıyorlar. Onun için, Yani bu
ihtilaf öze ilişkin bir ihtilaf değil.
Neden burada hayvanların kesimine
getirdi sözü? Çünkü Kurban hacca özgü bir ibadettir. Bu ayetlerde de ifade
edildiği gibi açıkça, Kurban; Hacca özgü bir vecibedir. Hayvan keserken
Allah’ın adını anmak hayvan da olsa can almanın ancak Allah adına, Allah adıyla
meşru olabileceği gerçeğini vurgulamak içindir. Kur’an Helal olacak bir kesimi
bu şarta bağlar. Allah’tan başkası adına anılmama, kesilmeme şartına. Yani
Allah’ın adının anılması da, Allah’tan başkasının adının anılmaması şartını
getirir.
Onun için ayrı ayrı ayetlerin
ifade ettiği, Allah’tan başkası adına kesilmesi durumunda hayvanın yenilmemesi
gerektiği açıktır. Ama ille de Allah adına kesilmeli mi denilecek olursa bu
konuda her ne kadar müçtehit imamlar farklı sonuçlara varmışlarsa da, Allah’tan
başkası adına kesilmemiş olması yenilmesi için yeterlidir. Allah adına ille de
kesilme şartı aranmayabilir, fakat Allah’tan başkası adına, yani üzerine
herhangi bir isim anılmamışsa, o Allah adına kesilmiş kabul edilir. Dolayısıyla
burada söylenen şey; Hayvan dahi olsa bir can, ancak Allah adına alınabilir.
Yani canın önemine, hayatın önemine bir atıftır bu ayet. Hayvan hayatı dahi
olsa. Kaldı ki insan hayatı.
Evet, tabii burada aynı zamanda
adama şuuru dile getirmektedir. Biliyorsunuz kurban’ın başlangıcı Hz.
İbrahim’in oğlu İsmail’i, rüyasında kurban ettiğini görmesi üzerine, bu rüyayı
gerçekleştirmek için yola çıktığı ve bu yolun sonucunda kendisine Allah
tarafından onun yerine niyabeten, insanoğlunun emrine amade kılınan hayvanlardan
kurban kesilmesini emretmesiyle haddi zatında manen insanın Allah’a adanmışlığı
dile getirilmektedir. Kurbanın insana verdiği manevi ders budur. Yani haddi
zatında o rüya da bir sembolmüş. Fakat Hz. İbrahim sembolik boyutu ile değil,
rüyayı hakiki boyutu ile anlamış ve hakikate, daha doğrusu literal anlamıyla
amele kalkıştığında, rabbimi onun sembolik olduğunu böyle ima buyurmuş ve
sonunda sembolik anlamına geri dönmüştür. Onun için haccın içinde bunun
anılması haddi zatında haccın da sembolik olduğu, sembollerle dolu olduğu
uyarısına bir atıftır.
Şike yok tabii. Hz. İbrahim
yavrusunun boğazına bıçağı çektiğinde şike yapmamıştı. Yani ben çekeceğim, emir
gelecek, dur denilecek ve hayır onu değil, onun yerine Allah’ın insanoğlunun
emrine amade kıldığı, onun hizmetine verdiği hayvanlardan kurban edin denilecek
diye değil. Kesinlikle yavrum gitti. Diye bunu yapmıştı. Ama sonuç bu
samimiyetin Allah tarafından kabulü. Malla değil canla sınanmıştı. Candan bir
parça. Maldan bir parça değil. Bu az bir şey değildi. Onun için rabbimiz onu?
vettehazAllahu
İbrahiyme haliyla (Nisa/125)
Allah İbrahim’i dost edinmişti rabbimiz. Allah’a dost olmak öyle kolay değildi.
fekülu minha ve et'ımül baisel fekıyr
işte bunlardan siz de yiyin, ihtiyaç sahiplerine de yedirin. Kurbanın sosyal
boyutuna bir atıf bu ibare. Paylaşma ve fayda aslında. Ama müşriklerin
yaptığına da bir itiraz. Çünkü müşrikler putlarına sundukları kurbanları kesip
öylece bırakırlardı. Ya onu bir kuş, ya da bir yırtıcı hayvan gelecek
parçalayıp götürecek. Tabii kalıntıları kokuşur, etrafa tehlike saçar. Aksine
insanlar öbür tarafta açlıktan ölürler. Açtırlar, et bulamazlar. Böylesine ters
dönmüş bir mantığın saçma uygulaması. Bununla da yetinmezler, dahası var,
kurban etmeye karar verdikleri hayvanların ne etinden ne sütünden ne yününden
istifade etmezler daha sağken.
Tabii bu hayvana ayrıca eziyet
olur. Sütü sağılmayan hayvan o yüzden acı çeker. Yine o hayvan Allah onu insan
için yaratmış, Allah’ın yarattığı şeyi, yarattığı yerden etme anlamına geliyor.
Yarattığı amaca kullanmama, amaç dışı. Tabii bu kadarla da kalmazlar. Kurban
olması için niyetlendikleri hayvan aynen Hinduların ineği gibi kutsal ve
dokunulmaz hayvan haline gelir.
Dahası üst üste iki batımda ikiz
doğuran hayvan, Dahası 5 kez ard arda doğuran hayvan. Bunları da isimler
vererek, işte hamm. Kur’an da maide suresinde 3. ayet olsa gerek, bu hayvanları
da kutsal sayarlar. İşte vasile adını koyarlar bunlardan birine. Yani Allah’a
kendisi aracılığı ile ulaşacağımız, vasıl olacağımız araç düşünün.
Bunları kutsal kıldıktan sonra
sürerler, kimse dokunamaz. Ona Allah’ın devesi derler. Oysa ki Allah deveyi
insan için yarattı. Allah ineği insan için yaratmıştır. Yani bir şeyi Allah’ın
koyduğu yerden alırlar, onu bir başka yere yerleştirirler. İşte ters dönmüş bu
mantığın nasıl çelişkili bir mantık olduğunu bu ayetlerle rabbimiz gün yüzüne
çıkarıyor.
[Ek bilgi; Allah tavaf eden hangi
durumda olursa olsun her tavaf sahibine yazıp kendisinde meydana gelen hataları
silerken, hükümleri dış organlar vasıtasıyla duyu aleminde görünmediği sürece
kötü düşünceleri de siler. (İbn. Arabi – F. Mekkiye)]
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
105.
videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/07/13/islamoglu-tef-ders-hacc-025-048105/
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder