14 Mart 2013 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. YASİYN (57-69) (139-D)



C sayfasından devam

57-) Lehüm fiyha fâkihetün ve lehüm ma yedde'un;

Onlar için orada meyveler vardır... Onlar için keyif alacakları şeyler vardır. (A. Hulûsi)

57 - Onlara orada bir meyve var: hem onlara orada ne iddia ederlerse var. (Elmalı)


Lehüm fiyha fâkihetün ve lehüm ma yedde'un orada her tür refaha sahip olacaklar, ve arzuladıkları her şey onlara sunulacaktır. Yedde’un, burada şöyle bir ima içeriyor bu kelime, istemeye bile gerek kalmadan, yani gönüllerinden istemeleri yeterli, geçirmeleri yeterli. O bile kafi. İstediklerine, arzu ettiklerine ulaşacaklar.


58-) Selâmün kavlen min Rabbin Rahıym;

Rahıym Rab'den "Selâm" sözü ulaşır (Selâm ismi özelliğini yaşarlar)! (A. Hulûsi)

58 - Bir selâm, rahîm bir rabden kelâm. (Elmalı)


Selâmün kavlen min Rabbin Rahıym rahmeti sonsuz rabbin sözüyle gelen tarifsiz bir mutluluktur bu. Ya da rahim olan rabden bir selam almışlardır.

Evet, belki de cennetin tacı bu olacak, yani cennetin güzelliğini örten bir güzellik bu olacak. Allah Tealadan doğrudan selam almak. ..‘Ahsenül Hüsna ve ziyadeh (Yunus/26) de ki güzelliğin daha güzeli ve bir de artısı var diyen Kur’an i ibarede ki o artı bu olsa gerek. Selam; mutluluk ve güven garantisidir. Kurtuluş, rahat, iç barışı anlamına gelir. Onun için rabbimizden alınan selam; Ne mutlu size, artık garantidesiniz, artık güzelliğin üretildiği merkezdesiniz. Güzelsiniz, güzele layık bir hayat yaşadınız ve güzel bir akıbete kavuştunuz. Onun için selam olsun size. İşte belki asıl mutluluk Allah ile barış içinde, Allah ile bilişik, tanışık ve barışık bir hayat yaşamak ve sonunda selamı hak etmek. Selamı hak edenler selameti hak ederler. Selameti hak etmek içinde teslim olur İslam olurlar.


59-) Vemtazul yevme eyyühel mücrimun;

"Ey suçlular! Bugün ayrılın!" (A. Hulûsi)

59 - Ve haydin ayrılın bu gün ey mücrimler! (Elmalı)


Vemtazul yevme eyyühel mücrimun ama suçlulara gelince, onlara denilir ki; siz ey mücrimler bugün şöyle ayrı durun seçilip ayrılın bakayım. Mücrimun; suçu tabiat haline getirmiş kişiler, yani suç isim olmuş onlara. Onun için isim olarak geliyor.


60-) Elem a'had ileyküm ya beniy Ademe en lâ ta'budüş şeytan* innehu leküm 'adüvvün mubiyn;

"Ey Âdemoğulları... Size ahdetmedim (bildirip bilgilendirmedim) mi şeytana (bedene - hakikatinden habersiz bilince) kulluk etmeyin, muhakkak ki o sizin için apaçık bir düşmandır?" (A. Hulûsi)

60 - And vermedim mi size? «Ey adem oğulları! Şeytana kulluk etmeyin, o size açık bir düşmandır» diye. (Elmalı)


Elem a'had ileyküm ya beniy Ademe en lâ ta'budüş şeytan* innehu leküm 'adüvvün mubiyn imdi ben size buyurmadım mı ey Ademoğulları, söylemedim mi ki şeytana kulluk etmeyin çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır diye.

Şeytana kulluk etmek, Es şatanu; çok uzun ip, halat kökünden türetilmiş. Tek anlamı bu. Hatta ibikli yılana da es şatanu deniyor. Özelliği ne bunun? Çok çevik, hızlı ve anında gözden kaybolan. Dahası özel bir zevki var bu yılanın uyuyan insanların açık duran ağızlarından girmek. Şimdi şeytanın neden şeytan denildiğinin çok ilginç bir iması da var. Uykuya gelmez şeytan, uyumaya hiç gelmez. Eğer bir anlık gaflet gösterirseniz hemen ağzınızdan giren bir yılan gibi giriverir. Damarlarınıza giriverir. Dolayısıyla uyumayan bir düşmandır. Su uyur, şeytan uyumaz onun için mü’minin imanı da uyumamak zorundadır. Uyumayan bir iman geliştirmek zorundadır. İşte buna karşı uyarılıyor.

Şeytan, insan, cin, somut, soyut her şeyden olabilir. Onun için de Kur’an da insan içinde kullanılır. Yani şeytanlık yapan insan, şeytana asker olmuş olan insanlar için. Hatta bazı insanlar, şeytana pabucu ters giydirebilir. Onun için şeytana besmele çekilir, onun için şeytan da bazı tiplere besmele çekerek yanaşır. Öyle insanlar da olabilir.

Yılana zehir veren diye bir sürüngen türü vardır. Yani yılan zehirlidir, yılan zehrini aldığı daha zehirli biri daha varmış demek. Onun için şeytan her tür insanın ebedi mutluluğuna düşmanlığı temsil eder. İnsanın negatif iç benliği de bir tür şeytandır. Yani insanı Allah’tan koparan her şey.

Günahı tabiat haline getirmek, şeytana tapmaktır. Düşman, dost tasavvurunu inşa ediyor bu ayet. Yani ey insan şeytan o kadar sinsi ki senin ebedi düşmanın olduğu halde sana dost gibi yaklaşır, atan Adem’e yaklaştığı gibi. ..en teküna melekeyni ev teküna minel halidiyn. (A’raf/20) iki melek olmak istemez misiniz ya da ebedileşmek? Kim istemez, Şu tumturaklı gerekçelere bakınız.

Onun için şeytan insana yaklaşırken mutlaka itlaf ekibi gibi yaklaşır. Nedir itlaf ekibinin yaptığı? İtlaf ekibinin yaptığı kuduz köpeği telef edecekken verilen köftenin içine zehir koymak. Yani zehri zehir olarak vermez. Köftenin, hem de çok kaliteli bir köftenin içine koyar. Onun için zehri altın tas içre sunmak, altın kupayla sunmak. Kupaya bakarsanız zehri içersiniz.

İşte bu noktada düşman ve dost tasavvurumuzu iyi geliştirirseniz, inşa ederseniz yutmazsınız demeye getiriliyor. Ve kula kul olmayın. Belki burada bu. Şeytana kul olmak, kula kul olmaktır. Eşyaya kul olmak, hatta düşmana kul olmaktır şeytana kul olmak. Şeytana kulluk etmeyin.


61-) Ve enı'buduniy* hazâ sıratun müstekıym;

"Bana kulluk edin (hakikatin gereğini hissedip yaşayın)! Sırat-ı müstakim budur" (diye?). (A. Hulûsi)

61 – “Ve bana kulluk edin doğru yol budur» diye. (Elmalı)


Ve enı'buduniy* hazâ sıratun müstekıym ve yalnız bana kulluk edin, dosdoğru yol budur.


62-) Ve lekad edalle minküm cibillen kesiyra* efelem tekûnu ta'kılun;

"Andolsun ki (kendinizi yok olup gidecek beden zannınız) sizden pek çok cemaatleri saptırdı! Aklınızı kullanmadınız mı?" (A. Hulûsi)

62 - Böyle iken celâlime karşı o içinizden bir çok cibilletleri yoldan çıkardı, ya o vakit sizin akıllarınız yok muydu? (Elmalı)


Ve lekad edalle minküm cibillen kesiyra doğrusu o şeytan sizden bir çok nesli yoldan çıkarmıştı. efelem tekûnu ta'kılun o zaman aklınız başınızda değil miydi?


63-) Hazihi cehennemülletiy küntüm tu'adun;

"İşte bu vadolunduğunuz cehennemdir!" (A. Hulûsi)

63 - Bu işte o Cehennem ki vaad olunur dururdunuz. (Elmalı)


Hazihi cehennemülletiy küntüm tu'adun işte size vaad olunan cehennem budur.

Önceki ayetin sonu ile birlikte düşünelim hemen bir önceki ayetin; efelem tekûnu ta'kılun ile birlikte o zaman ne çıkıyor? Akletmemenin kendisi cehennemdir.


64-) Islevhel yevme Bima küntüm tekfürûn;

"Hakikatinizi inkârınızın karşılığı olarak şimdi yaşayın sonucunu!" (A. Hulûsi)

64 - Bu gün yaslanın ona bakalım küfrettiğiniz için. (Elmalı)


Islevhel yevme Bima küntüm tekfürûn ısrarla inkar etmenizin bir sonucu olarak bugün orayı boylayın.

Islavha; ateşi alevlendirmek için yakıt atmak, yani odun atmak, ateşe odun atmaktan mülhem bir kelime es sılâ bu manaya geliyor. Ateşin alevini artırmak için yakıt atmak, odun atmak. Bu ne demek? Bu yanma sonuçta kendi kendisinin yakıtı olan bir yanmadır. Yani insan bir başka şeyle yansın diye değil. kendi kendisini yaksın. Evet, kendi yanıp kendi yakan bir yanma. Yani insanın ateşi kendisi. Kendi ateşini kendisi hazırlıyor.

Hud/101. ayetini hatırlayın; Ve ma zalemnahüm ve lâkin zalemu enfüsehüm fema ağnet anhüm alihetühümül letiy yed'une min dûnillâhi min şey'in lemma cae emru Rabbik. (Hud/101) onlara biz zulmetmedik, asıl onlar kendi kendilerine zulmettiler. Bu bir yürek yangını dostlar, bu bir yürek yangını. Yürek yangını dıştaki bir ateşten daha ferî dir. daha acı yakar.

Düşünün bir anneyi kendisini hayata bağlayan tüm bağlar kopmuş bütün evladını bir anda vermiş, kaybetmiş. Eşini, çocuklarını, sahip olduğu her şeyi. Böyle birini düşünün. Bu insanın içinde ki içine düşmüş ateşi düşünün. Ölüm cana minnettir denilen acıları düşünün. Ey ölüm nerdesin. Böyle diyen çok insan görürsünüz. Bu tip yürek yangınları yaşayan insanlar ki bizim yaşamayacağımız dair de bir garanti yok. Böyle bir yürek yangınıyla kıyaslanamaz bile. Çünkü nihayetinde sizi dışarıdan yakan bir şey, derinizde ki sinir uçlarını yakıncaya kadar acıdır. Onun için yüksek dereceli yanıklarda acı biter. Acıma deride ki sinir uçları algılayıncaya kadardır. Onlar yandığında biter.

Ama yürek yangınları, içe düşmüş kor ateşler. İşte bu nedir? Siz en büyük değerinizi kaybettiğinizde, Ya Allah’ı kaybettiğinizi anladığınızda? Allah’ın sevgisini kaybettiğinizi kıyamet günü, mahşer günü, hesap günü anlarsınız. Artık yüzünüze bakılmadığını görüyorsunuz. Yani her şeyiniz aslında. Onu görünce insanın içine düşen yürek yangınını hesap edelim diyeceğim ama, sanırım hesapta edemeyeceğiz. Bunu kavramak bile mümkün değil. Bunun verdiği acıyı, acının kat sayısını anlamak ve anlatmakta mümkün değil.

Lâ ted'ul yevme süburen vahıden ved'u süburen kesiyra. (Furkan/14) bugün bir tek ölümü çağırmayın size bir yok oluş yetmez, ölümleri, bir çok ölümü çağırın diyordu ya ayet. İşte öyle bir yürek yangını.


65-) Elyevme nahtimü alâ efvahihim ve tükellimüna eydiyhim ve teşhedü ercülühüm Bimâ kânu yeksibûn;

O süreçte ağızlarını mühürleriz; yaptıkları hakkında elleri konuşur ve ayakları şahitlik eder bize. (A. Hulûsi)

65 - Bu gün ağızlarını mühürleriz de bize elleri söyler ve ayakları şahadet eyler: neler kesp ediyorlardı. (Elmalı)


Elyevme nahtimü alâ efvahihim ve tükellimüna eydiyhim ve teşhedü ercülühüm Bimâ kânu yeksibûn o gün onların ağızlarına mühür vururuz ve bize onların elleri konuşur, ayakları yaptıklarına şahitlik eder.

İkra' Kitabek* kefa Bi nefsikel yevme aleyke Hasiyba. (İsra/14) diyordu ya bir başka ayette Kur’an. Oku kitabını, oku sicilini, seyret hayat filmini. Zira bugün hesap görücü olarak sen sana yetersin. Yani bir başka muhasibe gerek yok. Onun için bir başka şahide de gerek yok, senin şahidin sensin.


66-) Velev neşâu letamesna alâ a'yünihim festebekussırata feenna yubsırun;

Dileseydik gözlerini silme kör ederdik de yolda (öylece) koşuşurlardı... Fakat nasıl görebilecekler (bu gerçeği)? (A. Hulûsi)

66 - Hem dilersek gözlerini üzerinden silme kör ediverdik de yola dökülürlerdi, fakat nereden görecekler? (Elmalı)


Velev neşâu letamesna alâ a'yünihim eğer Ademoğlunu iradesiz yaratmak isteseydik, onun görüp anlama yeteneğini yok ederdik. festebekussırata feenna yubsırun de, akılsız canlılar gibi yolda itişip kakışırlardı. O takdirde doğruyu nereden ve nasıl görecekti. Feenna yubsirun, eğer böyle yapsaydık doğruyu nasıl seçecek ayırt edeceklerdi. Yani akılsız hayvanlar gibi yoldan çıkmak için birbiri ile yarışırlardı. Eğer insana irade vermek istemeseydik.

Peki irade verdikte ne oldu? Akıl verdikte ne oldu? onu da bu ayet söylüyor.


67-) Velev neşau lemesahnahüm alâ mekanetihim femesteta'u mudıyyen ve lâ yerci'ûn;

Dileseydik mekânları üzere onları mesh ederdik (bulundukları anlayış üzere onları sâbitlerdik) de artık ne ileri gitmeye güçleri yeterdi ve ne de eski hâllerine dönebilirlerdi. (A. Hulûsi)

67 - Daha dilesek kendilerini oldukları yerde mesh ediverdik de ne ileri gidebilirlerdi ne dönebilirlerdi. (Elmalı)


Velev neşau lemesahnahüm alâ mekanetihim eğer böyle olmalarını dileseydik mutlaka onları kendi konumlarına göre başka bir hale dönüştürürdük. Alâ mekanetihim, kendi konumları manası verdim. Doğrusu da bu. Çünkü bu manada Kur’an ın başka yerlerinde de gelir. Kendi konumuna göre. Mesela bir insan hayatı, bir hayvanın algıladığı gibi algılıyor. Yeme, içme, yatma, uyuma, çiftleşme. Şimdi böyle bir insanın suretini de hayvana dönüştürebilirdik diyor. Ama bunu yapmadık. Bu nerede olacak. Bu için dışa döndüğü o gün olacak. İnsan hayatı nasıl algılamışsa ahirette algıladığı bir surette haşr olunacak. Peygamberimizin açıklamalarından da anladığımız bu .

femesteta'u mudıyyen ve lâ yerci'ûn o takdirde ne savuşturabilirler, ne de geri dönebilirler.


68-) Ve men nu'ammirhu nünekkishü fiylhalk* efelâ ya'kılun;

Kimi uzun ömürlü yaparsak onu yaratılışı itibarıyla zayıflatırız. Hâlâ akıllarını kullanmazlar mı? (A. Hulûsi)

68 - Bununla beraber her kimin ömrünü uzatıyorsak hilkatte onu tersine çeviriyoruz, hâlâ da akıllanmayacaklar mı? (Elmalı)


Ve men nu'ammirhu nünekkishü fiylhalk ve kimin ömrünü uzatırsak onun doğuştan gelen yeteneklerinde de eskitmeye gideriz, eskitme yaparız kısaltırız yani. efelâ ya'kılun hala akıllanmayacaklar mı?

Burada söylenmek istenen şu; Ey insan ahlaki sorumluluklarını erteleyip durma. Yani ilerde yaparım diyorsan eğer, bu bir Kabil kompleksidir. Nedir Kabil kompleksi? Sahip olduğunun en değersizini Allah’a adamak. Öyle değil mi. Ömrünün en değerli yıllarını günaha ayıracaksın, en zayıf yıllarını zaten istesen de günah işleyemeyeceğin ihtiyarlık yıllarını Allah’a. Bu Kabil’in sahip olduğu malının en kötüsünü sadaka vermesinden ne farkı var bunun.


69-) Ve ma allemnahüş şi're ve ma yenbeğıy leh* in huve illâ zikrun ve Kur'ânun mubiyn;

O'na şiir öğretmedik! O'na yakışmaz da! O ancak bir hatırlatma ve apaçık bir Kurân'dır! (A. Hulûsi)

69 - Biz ona şiir öğretmedik, ona yaraşmaz da, o sâde bir zikir ve parlak bir Kur'an dır. (Elmalı)


Ve ma allemnahüş şi're ve ma yenbeğıy leh şimdi biz ona şiir yeteneği vermedik. Bu onun için asla gerekli de değil.

Nebi’ye şair, Kur’an a şiir denilmesini ret. Vahyin ilk muhatapları arasından birçok inkarcı peygambere şair iftirasını, Kur’an a da şiir diyorlardı. Aslında burada şaire ve şiire bir tariz yok. Bunu söyleyince Şu’ara’ suresinin son üç ayeti aklımıza geliyor hemen. O zaman neden Şu’ara’ suresinin son ayetlerinde şairler yeriliyor. Yine o ayetlerin içinde iman eden şairlerin övüldüğünü de unutmayalım.

Yerilen burada şair ve şiir değil. O günün şairine yüklenen misyon. O günün şairi şaman koltuğunda oturuyordu. Şiir, kehanet, şair de kâhin gibi görülüyordu. Cahiliye insanı Allah ile cinler arasında nesep bağı kuruyordu, bunu biz biliyoruz Kur’an dan Saffat/158. ayeti buna delil. Şiir, şairin cin ile ilişkisinin bir ürünü olarak görülüyordu. Şairler de bunu körüklüyorlardı bu duyguyu, bu anlayışı. Yani işlerine geliyordu. Herkes şair olamazdı, ancak cinleriniz varsa şair olursunuz. Vahyi şiir, peygamberi şair olarak algıladı işte o günün insanı u yüzden. Yani veyahut ta algılamadı kafirler, böyle algılamaya kalktılar.

Aslında biz bunun kendilerinin de inanmadığı bir şey olduğunu çok iyi biliyoruz. Çünkü itirafları var. Mesela Ebu Zer, kardeşi Uneys’i Mekke’ye gönderiyor. Git dinle, dinlediklerini de al bana getir. Gidiyor Resulallah’ın okuduğu Kur’an ı dinliyor ve geliyor Kardeşi Ebu Zer, ne gördün diyor. Okuyor. Peki bu şiir mi diyor. Vallahi ben şiir söylerim, şiirin hasını da bilirim, bu şiir değil. Ben böyle şiir görmedim.

Aynı şeyi Mekke’de ki müşrik şairler de söylüyorlar. Yine diğer müşrikler de söylüyorlar. Ümeyye Bin Halef’in de böyle bir itirafı var. Utbe ve Şeybe’nin de böyle bir itirafı var. Yani bu şiir değil, o da şair değil. Zaten daha önce şiire benzer bir şey söylediği hiç duyulmamış. Yani şiirle ilgilendiği duyulmamış Resulallah’ın.

Onun için peygamber şiiri reddetmedi. Şairin şaman koltuğuna oturtulmasını reddetti. Şiiri reddetseydi insanlık tarihi boyunca şiire verilmiş en büyük ödül olan hırkayı saadetini bir şairin sırtına giydirir miydi. Aslında Kaab Bin Züheyr Baned suad kasidesini söylediğinde Resulallah’ın sırtından çıkarıp ta onun sırtına giydirdiği hırka dünya tarihinde şiire verilmiş en büyük ödüldür. Şiirin başına kondurulmuş bir taç idi o. Onun içindir ki efendimiz şiir dinlerdi. Hatta Cahiliyenin en büyük şairlerinden biri olan Ümeyye Bin ebis Salt’ın şiirlerini, yüzlerce beyit tutan uzun destan ve gazellerini okutturur dinler, ve bir kezinde de dinledikten sonra. Onun şiiri Müslüman oldu demişti. Yani kendisi Müslüman olmayan bir insanın şiirinin Müslüman olduğunu ifade edebilmişti.

in huve illâ zikrun ve Kur'ânun mubiyn o vahiy sadece bir uyarı ve öğüttür. Dahası açık ve açıklayıcı bir hitaptır.

Devam ediyor E sayfasına geçiniz.
139. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder