C sayfasından devam
57-) Lehüm fiyha fâkihetün ve lehüm ma
yedde'un;
Onlar
için orada meyveler vardır... Onlar için keyif alacakları şeyler vardır. (A.
Hulûsi)
57 -
Onlara orada bir meyve var: hem onlara orada ne iddia ederlerse var. (Elmalı)
Lehüm fiyha fâkihetün ve lehüm ma yedde'un
orada her tür refaha sahip olacaklar, ve arzuladıkları her şey onlara
sunulacaktır. Yedde’un, burada şöyle bir ima içeriyor bu kelime, istemeye bile
gerek kalmadan, yani gönüllerinden istemeleri yeterli, geçirmeleri yeterli. O
bile kafi. İstediklerine, arzu ettiklerine ulaşacaklar.
58-) Selâmün kavlen min Rabbin Rahıym;
Rahıym
Rab'den "Selâm" sözü ulaşır (Selâm
ismi özelliğini yaşarlar)! (A. Hulûsi)
58 -
Bir selâm, rahîm bir rabden kelâm. (Elmalı)
Selâmün kavlen min Rabbin Rahıym
rahmeti sonsuz rabbin sözüyle gelen tarifsiz bir mutluluktur bu. Ya da rahim
olan rabden bir selam almışlardır.
Evet, belki de cennetin tacı bu
olacak, yani cennetin güzelliğini örten bir güzellik bu olacak. Allah Tealadan
doğrudan selam almak. ..‘Ahsenül Hüsna ve ziyadeh (Yunus/26) de ki
güzelliğin daha güzeli ve bir de artısı var diyen Kur’an i ibarede ki o artı bu
olsa gerek. Selam; mutluluk ve güven garantisidir. Kurtuluş, rahat, iç barışı
anlamına gelir. Onun için rabbimizden alınan selam; Ne mutlu size, artık
garantidesiniz, artık güzelliğin üretildiği merkezdesiniz. Güzelsiniz, güzele
layık bir hayat yaşadınız ve güzel bir akıbete kavuştunuz. Onun için selam
olsun size. İşte belki asıl mutluluk Allah ile barış içinde, Allah ile bilişik,
tanışık ve barışık bir hayat yaşamak ve sonunda selamı hak etmek. Selamı hak
edenler selameti hak ederler. Selameti hak etmek içinde teslim olur İslam
olurlar.
59-) Vemtazul yevme eyyühel mücrimun;
"Ey
suçlular! Bugün ayrılın!" (A. Hulûsi)
59 -
Ve haydin ayrılın bu gün ey mücrimler! (Elmalı)
Vemtazul yevme eyyühel mücrimun ama
suçlulara gelince, onlara denilir ki; siz ey mücrimler bugün şöyle ayrı durun
seçilip ayrılın bakayım. Mücrimun; suçu tabiat haline getirmiş kişiler, yani
suç isim olmuş onlara. Onun için isim olarak geliyor.
60-) Elem a'had ileyküm ya beniy Ademe en lâ
ta'budüş şeytan* innehu leküm 'adüvvün mubiyn;
"Ey
Âdemoğulları... Size ahdetmedim (bildirip bilgilendirmedim) mi şeytana (bedene -
hakikatinden habersiz bilince) kulluk etmeyin,
muhakkak ki o sizin için apaçık bir düşmandır?" (A. Hulûsi)
60 -
And vermedim mi size? «Ey adem oğulları! Şeytana kulluk etmeyin, o size açık
bir düşmandır» diye. (Elmalı)
Elem a'had ileyküm ya beniy Ademe en lâ
ta'budüş şeytan* innehu leküm 'adüvvün mubiyn imdi ben size
buyurmadım mı ey Ademoğulları, söylemedim mi ki şeytana kulluk etmeyin çünkü o
sizin apaçık düşmanınızdır diye.
Şeytana kulluk etmek, Es şatanu;
çok uzun ip, halat kökünden türetilmiş. Tek anlamı bu. Hatta ibikli yılana da
es şatanu deniyor. Özelliği ne bunun? Çok çevik, hızlı ve anında gözden
kaybolan. Dahası özel bir zevki var bu yılanın uyuyan insanların açık duran
ağızlarından girmek. Şimdi şeytanın neden şeytan denildiğinin çok ilginç bir
iması da var. Uykuya gelmez şeytan, uyumaya hiç gelmez. Eğer bir anlık gaflet
gösterirseniz hemen ağzınızdan giren bir yılan gibi giriverir. Damarlarınıza
giriverir. Dolayısıyla uyumayan bir düşmandır. Su uyur, şeytan uyumaz onun için
mü’minin imanı da uyumamak zorundadır. Uyumayan bir iman geliştirmek
zorundadır. İşte buna karşı uyarılıyor.
Şeytan, insan, cin, somut, soyut
her şeyden olabilir. Onun için de Kur’an da insan içinde kullanılır. Yani
şeytanlık yapan insan, şeytana asker olmuş olan insanlar için. Hatta bazı
insanlar, şeytana pabucu ters giydirebilir. Onun için şeytana besmele çekilir,
onun için şeytan da bazı tiplere besmele çekerek yanaşır. Öyle insanlar da
olabilir.
Yılana zehir veren diye bir
sürüngen türü vardır. Yani yılan zehirlidir, yılan zehrini aldığı daha zehirli
biri daha varmış demek. Onun için şeytan her tür insanın ebedi mutluluğuna
düşmanlığı temsil eder. İnsanın negatif iç benliği de bir tür şeytandır. Yani
insanı Allah’tan koparan her şey.
Günahı tabiat haline getirmek,
şeytana tapmaktır. Düşman, dost tasavvurunu inşa ediyor bu ayet. Yani ey insan
şeytan o kadar sinsi ki senin ebedi düşmanın olduğu halde sana dost gibi
yaklaşır, atan Adem’e yaklaştığı gibi. ..en teküna melekeyni ev teküna
minel halidiyn. (A’raf/20) iki
melek olmak istemez misiniz ya da ebedileşmek? Kim istemez, Şu tumturaklı
gerekçelere bakınız.
Onun için şeytan insana
yaklaşırken mutlaka itlaf ekibi gibi yaklaşır. Nedir itlaf ekibinin yaptığı?
İtlaf ekibinin yaptığı kuduz köpeği telef edecekken verilen köftenin içine
zehir koymak. Yani zehri zehir olarak vermez. Köftenin, hem de çok kaliteli bir
köftenin içine koyar. Onun için zehri altın tas içre sunmak, altın kupayla
sunmak. Kupaya bakarsanız zehri içersiniz.
İşte bu noktada düşman ve dost
tasavvurumuzu iyi geliştirirseniz, inşa ederseniz yutmazsınız demeye
getiriliyor. Ve kula kul olmayın. Belki burada bu. Şeytana kul olmak, kula kul
olmaktır. Eşyaya kul olmak, hatta düşmana kul olmaktır şeytana kul olmak.
Şeytana kulluk etmeyin.
61-) Ve enı'buduniy* hazâ sıratun müstekıym;
"Bana
kulluk edin (hakikatin gereğini hissedip
yaşayın)! Sırat-ı müstakim budur" (diye?). (A. Hulûsi)
61 –
“Ve bana kulluk edin doğru yol budur» diye. (Elmalı)
Ve enı'buduniy* hazâ sıratun müstekıym
ve yalnız bana kulluk edin, dosdoğru yol budur.
62-) Ve lekad edalle minküm cibillen kesiyra*
efelem tekûnu ta'kılun;
"Andolsun
ki (kendinizi yok olup gidecek beden zannınız) sizden pek çok cemaatleri saptırdı! Aklınızı
kullanmadınız mı?" (A. Hulûsi)
62 -
Böyle iken celâlime karşı o içinizden bir çok cibilletleri yoldan çıkardı, ya o
vakit sizin akıllarınız yok muydu? (Elmalı)
Ve lekad edalle minküm cibillen kesiyra
doğrusu o şeytan sizden bir çok nesli yoldan çıkarmıştı. efelem tekûnu ta'kılun o zaman
aklınız başınızda değil miydi?
63-) Hazihi cehennemülletiy küntüm tu'adun;
"İşte
bu vadolunduğunuz cehennemdir!" (A. Hulûsi)
63 -
Bu işte o Cehennem ki vaad olunur dururdunuz. (Elmalı)
Hazihi cehennemülletiy küntüm tu'adun
işte size vaad olunan cehennem budur.
Önceki ayetin sonu ile birlikte
düşünelim hemen bir önceki ayetin; efelem tekûnu ta'kılun
ile birlikte o zaman ne çıkıyor? Akletmemenin kendisi cehennemdir.
64-) Islevhel yevme Bima küntüm tekfürûn;
"Hakikatinizi
inkârınızın karşılığı olarak şimdi yaşayın sonucunu!" (A. Hulûsi)
64 -
Bu gün yaslanın ona bakalım küfrettiğiniz için. (Elmalı)
Islevhel yevme Bima küntüm tekfürûn
ısrarla inkar etmenizin bir sonucu olarak bugün orayı boylayın.
Islavha; ateşi alevlendirmek için yakıt atmak, yani odun atmak,
ateşe odun atmaktan mülhem bir kelime es
sılâ bu manaya geliyor. Ateşin alevini artırmak için yakıt atmak, odun
atmak. Bu ne demek? Bu yanma sonuçta kendi kendisinin yakıtı olan bir yanmadır.
Yani insan bir başka şeyle yansın diye değil. kendi kendisini yaksın. Evet,
kendi yanıp kendi yakan bir yanma. Yani insanın ateşi kendisi. Kendi ateşini
kendisi hazırlıyor.
Hud/101. ayetini hatırlayın; Ve ma
zalemnahüm ve lâkin zalemu enfüsehüm fema ağnet anhüm alihetühümül letiy
yed'une min dûnillâhi min şey'in lemma cae emru Rabbik. (Hud/101)
onlara biz zulmetmedik, asıl onlar kendi kendilerine zulmettiler. Bu bir yürek
yangını dostlar, bu bir yürek yangını. Yürek yangını dıştaki bir ateşten daha
ferî dir. daha acı yakar.
Düşünün bir anneyi kendisini
hayata bağlayan tüm bağlar kopmuş bütün evladını bir anda vermiş, kaybetmiş.
Eşini, çocuklarını, sahip olduğu her şeyi. Böyle birini düşünün. Bu insanın
içinde ki içine düşmüş ateşi düşünün. Ölüm cana minnettir denilen acıları
düşünün. Ey ölüm nerdesin. Böyle diyen çok insan görürsünüz. Bu tip yürek
yangınları yaşayan insanlar ki bizim yaşamayacağımız dair de bir garanti yok.
Böyle bir yürek yangınıyla kıyaslanamaz bile. Çünkü nihayetinde sizi dışarıdan
yakan bir şey, derinizde ki sinir uçlarını yakıncaya kadar acıdır. Onun için
yüksek dereceli yanıklarda acı biter. Acıma deride ki sinir uçları
algılayıncaya kadardır. Onlar yandığında biter.
Ama yürek yangınları, içe düşmüş
kor ateşler. İşte bu nedir? Siz en büyük değerinizi kaybettiğinizde, Ya Allah’ı
kaybettiğinizi anladığınızda? Allah’ın sevgisini kaybettiğinizi kıyamet günü,
mahşer günü, hesap günü anlarsınız. Artık yüzünüze bakılmadığını görüyorsunuz.
Yani her şeyiniz aslında. Onu görünce insanın içine düşen yürek yangınını hesap
edelim diyeceğim ama, sanırım hesapta edemeyeceğiz. Bunu kavramak bile mümkün
değil. Bunun verdiği acıyı, acının kat sayısını anlamak ve anlatmakta mümkün
değil.
Lâ ted'ul yevme süburen vahıden ved'u
süburen kesiyra. (Furkan/14) bugün bir tek ölümü çağırmayın size bir
yok oluş yetmez, ölümleri, bir çok ölümü çağırın diyordu ya ayet. İşte öyle bir
yürek yangını.
65-) Elyevme nahtimü alâ efvahihim ve
tükellimüna eydiyhim ve teşhedü ercülühüm Bimâ kânu yeksibûn;
O
süreçte ağızlarını mühürleriz; yaptıkları hakkında elleri konuşur ve ayakları
şahitlik eder bize. (A. Hulûsi)
65 -
Bu gün ağızlarını mühürleriz de bize elleri söyler ve ayakları şahadet eyler:
neler kesp ediyorlardı. (Elmalı)
Elyevme nahtimü alâ efvahihim ve tükellimüna
eydiyhim ve teşhedü ercülühüm Bimâ kânu yeksibûn o gün onların
ağızlarına mühür vururuz ve bize onların elleri konuşur, ayakları yaptıklarına
şahitlik eder.
İkra' Kitabek* kefa Bi nefsikel yevme
aleyke Hasiyba. (İsra/14) diyordu ya bir başka ayette Kur’an. Oku
kitabını, oku sicilini, seyret hayat filmini. Zira bugün hesap görücü olarak
sen sana yetersin. Yani bir başka muhasibe gerek yok. Onun için bir başka
şahide de gerek yok, senin şahidin sensin.
66-) Velev neşâu letamesna alâ a'yünihim
festebekussırata feenna yubsırun;
Dileseydik
gözlerini silme kör ederdik de yolda (öylece) koşuşurlardı... Fakat nasıl görebilecekler (bu gerçeği)? (A. Hulûsi)
66 -
Hem dilersek gözlerini üzerinden silme kör ediverdik de yola dökülürlerdi,
fakat nereden görecekler? (Elmalı)
Velev neşâu letamesna alâ a'yünihim
eğer Ademoğlunu iradesiz yaratmak isteseydik, onun görüp anlama yeteneğini yok
ederdik. festebekussırata
feenna yubsırun de, akılsız canlılar gibi yolda itişip kakışırlardı.
O takdirde doğruyu nereden ve nasıl görecekti. Feenna yubsirun, eğer böyle yapsaydık doğruyu nasıl seçecek ayırt
edeceklerdi. Yani akılsız hayvanlar gibi yoldan
çıkmak için birbiri ile yarışırlardı. Eğer insana irade vermek istemeseydik.
Peki
irade verdikte ne oldu? Akıl verdikte ne oldu? onu da bu ayet söylüyor.
67-) Velev neşau lemesahnahüm alâ mekanetihim
femesteta'u mudıyyen ve lâ yerci'ûn;
Dileseydik
mekânları üzere onları mesh ederdik (bulundukları
anlayış üzere onları sâbitlerdik) de artık ne
ileri gitmeye güçleri yeterdi ve ne de eski hâllerine dönebilirlerdi. (A. Hulûsi)
67 -
Daha dilesek kendilerini oldukları yerde mesh ediverdik de ne ileri
gidebilirlerdi ne dönebilirlerdi. (Elmalı)
Velev neşau lemesahnahüm alâ mekanetihim
eğer böyle olmalarını dileseydik mutlaka onları kendi konumlarına göre başka
bir hale dönüştürürdük. Alâ mekanetihim, kendi konumları manası verdim. Doğrusu
da bu. Çünkü bu manada Kur’an ın başka yerlerinde de gelir. Kendi konumuna
göre. Mesela bir insan hayatı, bir hayvanın algıladığı gibi algılıyor. Yeme,
içme, yatma, uyuma, çiftleşme. Şimdi böyle bir insanın suretini de hayvana
dönüştürebilirdik diyor. Ama bunu yapmadık. Bu nerede olacak. Bu için dışa
döndüğü o gün olacak. İnsan hayatı nasıl algılamışsa ahirette algıladığı bir
surette haşr olunacak. Peygamberimizin açıklamalarından da anladığımız bu .
femesteta'u mudıyyen ve lâ yerci'ûn
o takdirde ne savuşturabilirler, ne de geri dönebilirler.
68-) Ve men nu'ammirhu nünekkishü fiylhalk*
efelâ ya'kılun;
Kimi
uzun ömürlü yaparsak onu yaratılışı itibarıyla zayıflatırız. Hâlâ akıllarını
kullanmazlar mı? (A. Hulûsi)
68 -
Bununla beraber her kimin ömrünü uzatıyorsak hilkatte onu tersine çeviriyoruz,
hâlâ da akıllanmayacaklar mı? (Elmalı)
Ve men nu'ammirhu nünekkishü fiylhalk
ve kimin ömrünü uzatırsak onun doğuştan gelen yeteneklerinde de eskitmeye
gideriz, eskitme yaparız kısaltırız yani. efelâ ya'kılun hala akıllanmayacaklar mı?
Burada söylenmek istenen şu; Ey
insan ahlaki sorumluluklarını erteleyip durma. Yani ilerde yaparım diyorsan
eğer, bu bir Kabil kompleksidir. Nedir Kabil
kompleksi? Sahip olduğunun en değersizini Allah’a adamak. Öyle değil mi.
Ömrünün en değerli yıllarını günaha ayıracaksın, en zayıf yıllarını zaten
istesen de günah işleyemeyeceğin ihtiyarlık yıllarını Allah’a. Bu Kabil’in
sahip olduğu malının en kötüsünü sadaka vermesinden ne farkı var bunun.
69-) Ve ma allemnahüş şi're ve ma yenbeğıy leh*
in huve illâ zikrun ve Kur'ânun mubiyn;
O'na
şiir öğretmedik! O'na yakışmaz da! O ancak bir hatırlatma ve apaçık bir
Kurân'dır! (A. Hulûsi)
69 -
Biz ona şiir öğretmedik, ona yaraşmaz da, o sâde bir zikir ve parlak bir Kur'an
dır. (Elmalı)
Ve ma allemnahüş şi're ve ma yenbeğıy leh
şimdi biz ona şiir yeteneği vermedik. Bu onun için asla gerekli de değil.
Nebi’ye şair, Kur’an a şiir
denilmesini ret. Vahyin ilk muhatapları arasından birçok inkarcı peygambere
şair iftirasını, Kur’an a da şiir diyorlardı. Aslında burada şaire ve şiire bir
tariz yok. Bunu söyleyince Şu’ara’ suresinin son üç ayeti aklımıza geliyor
hemen. O zaman neden Şu’ara’ suresinin son ayetlerinde şairler yeriliyor. Yine
o ayetlerin içinde iman eden şairlerin övüldüğünü de unutmayalım.
Yerilen burada şair ve şiir
değil. O günün şairine yüklenen misyon. O günün şairi şaman koltuğunda
oturuyordu. Şiir, kehanet, şair de kâhin gibi görülüyordu. Cahiliye insanı
Allah ile cinler arasında nesep bağı kuruyordu, bunu biz biliyoruz Kur’an dan
Saffat/158. ayeti buna delil. Şiir, şairin cin ile ilişkisinin bir ürünü olarak
görülüyordu. Şairler de bunu körüklüyorlardı bu duyguyu, bu anlayışı. Yani
işlerine geliyordu. Herkes şair olamazdı, ancak cinleriniz varsa şair
olursunuz. Vahyi şiir, peygamberi şair olarak algıladı işte o günün insanı u
yüzden. Yani veyahut ta algılamadı kafirler, böyle algılamaya kalktılar.
Aslında biz bunun kendilerinin de
inanmadığı bir şey olduğunu çok iyi biliyoruz. Çünkü itirafları var. Mesela Ebu
Zer, kardeşi Uneys’i Mekke’ye gönderiyor. Git dinle, dinlediklerini de al bana
getir. Gidiyor Resulallah’ın okuduğu Kur’an ı dinliyor ve geliyor Kardeşi Ebu
Zer, ne gördün diyor. Okuyor. Peki bu şiir mi diyor. Vallahi ben şiir söylerim,
şiirin hasını da bilirim, bu şiir değil. Ben böyle şiir görmedim.
Aynı şeyi Mekke’de ki müşrik
şairler de söylüyorlar. Yine diğer müşrikler de söylüyorlar. Ümeyye Bin
Halef’in de böyle bir itirafı var. Utbe ve Şeybe’nin de böyle bir itirafı var.
Yani bu şiir değil, o da şair değil. Zaten daha önce şiire benzer bir şey
söylediği hiç duyulmamış. Yani şiirle ilgilendiği duyulmamış Resulallah’ın.
Onun için peygamber şiiri
reddetmedi. Şairin şaman koltuğuna oturtulmasını reddetti. Şiiri reddetseydi
insanlık tarihi boyunca şiire verilmiş en büyük ödül olan hırkayı saadetini bir
şairin sırtına giydirir miydi. Aslında Kaab Bin Züheyr Baned suad kasidesini
söylediğinde Resulallah’ın sırtından çıkarıp ta onun sırtına giydirdiği hırka dünya
tarihinde şiire verilmiş en büyük ödüldür. Şiirin başına kondurulmuş bir taç
idi o. Onun içindir ki efendimiz şiir dinlerdi. Hatta Cahiliyenin en büyük
şairlerinden biri olan Ümeyye Bin ebis Salt’ın şiirlerini, yüzlerce beyit tutan
uzun destan ve gazellerini okutturur dinler, ve bir kezinde de dinledikten
sonra. Onun şiiri Müslüman oldu
demişti. Yani kendisi Müslüman olmayan bir insanın şiirinin Müslüman olduğunu
ifade edebilmişti.
in huve illâ zikrun ve Kur'ânun mubiyn
o vahiy sadece bir uyarı ve öğüttür. Dahası açık ve açıklayıcı bir hitaptır.
Devam ediyor E sayfasına geçiniz.
139. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder