B sayfasından devam
51-) Ve nüfiha fiysSuri feizâhüm minel'ecdasi
ilâ Rabbihim yensilun;
Sur'a
nefholunmuştur! Bir de bakarsın ki onlar kabirleri hükmünde olan bedenlerinden
çıkmış, Rablerine (hakikatlerini fark etme
aşamasına) koşuyorlar! (A. Hulûsi)
51 -
Bir de sur üfürülmüştür ne baksınlar kabirlerinden rablerine doğru akın
ediyorlardır. (Elmalı)
Ve nüfiha fiysSuri feizâhüm minel'ecdasi ilâ
Rabbihim yensilun derken sura üflenmiştir. Aslında fiysSuri
okunuşunu Katade, -ilk otoritelerden- fiys suveriy okumuş. Buna göre suretlere
ruh üflenmiştir manasına gelir. Ama biz bu okuyuşa göre mana verdik. Sure
üflenmiştir. Ve işte o zaman hemen mevzilerinden çıkıp ilâ Rabbihim yensilun rablerine doğru süratle koşarlar.
Yukarıdaki ayetler son saatten
söz ediyor. Bu ayet işte kıyametten söz ediyor. Bu haberi de ancak Allah verir.
Ve burada insanoğlunun kaçmak istese dahi kaçamayacağı bir saati haber veriyor Allah. Hani ..eynelmeferr,
(Kıyamet/10) nereye kaçmalı ibaresi vardı ya Kur’an da, hatta cevabını da yine
Kur’an dan bulabiliriz bunun. Fefirrû ilAllâh. Zariyat/50) Allah’a kaçın. İnsanoğlu istese de
istemese de Allah’tan kaçamayacak. Kaçamayacak ama kaçmak istemesi en büyük
cinayetini oluşturacak. Kaçamayacağı halde kaçmak istemesi. Kaçamayacağı halde
Allah’ı unutması insanoğlunun kendine yapabileceği en büyük kötülük olacak.
52-) Kalu ya veylena men beasena min merkadinâ*
hazâ ma ve'ader Rahmânu ve sadekalmurselun;
(O vakit) dediler ki:
"Vay bize! (Dünya) uykumuzdan kim bizi yeni bir yaşam boyutuna geçirdi? Bu,
Rahmân'ın vadettiğidir ve Rasûller doğru söylemiştir." (Hadis: İnsanlar uykudadır, ölümü tadınca uyanırlar!) (A. Hulûsi)
52 -
Eyvah, başımıza gelenlere derler: kim kaldırdı bizi uyuduğumuz yerden? Bu işte,
o Rahmanın vaat buyurduğu, doğru imiş o gönderilen Resuller. (Elmalı)
Kalu ya veylena men beasena min merkadinâ
eyvah..! yazıklar olsun bize, bizi yattığımız yerden kim kaldırdı diyecek ve
tabii cevabı yine kendisi verecek. hazâ ma ve'ader Rahmânu ve sadekalmurselun
rahmanın vaad ettiği bu olsa gerek. Demek ki gönderilen elçiler doğru
söylemişler diyecek. Evet, demek ki doğru söylemişler diyecek ama hiçbir işe
yaramayacak. Yani bunu tasdik etmenin işe yaramayacağı yerde tasdik edecek.
Bu noktada İmam Cafer’in ahireti
inkar eden bir mülhitle, bir kafirle diyalogu geldi aklıma. İmam Cafer ahireti
ısrarla inkar eden karşısında ki inkarcıya şöyle der. Kıpti farzı muhal bu
dünyayı gördüğümden daha fazla ahirete iman ediyorum. Ama tut ki senin dediğin
haydi haklı, farzı muhal değil ya, öyle kabul edelim bir an için. Haklısın
diyelim. Ben Allah’ın emirlerine uygun olarak bir hayat yaşamakla ne
kaybederim? Disiplinli, özverili, ahlaklı, erdemli bir hayat yaşamakla ne
kaybederim. Zaten dünyamı da mamur etmiş oluyorum. Çünkü Allah emir ve
nehiylerinde beni kolluyor, beni gözetiyor. Fakat yine senin zihnine göre tut
ki senin inkar ettiğin ahirete bir ihtimal var ve bu ihtimal de gerçekleşti.
Sen ne kaybedersin? Yani imam Cafer’in ahireti inkar eden bu kafirle olan
diyalogumda alacağımız çok dersler var ve tabii ahiret münkirlerinin alacağı
çok fazla dersler var.
53-) İn kânet illâ sayhaten vahıdeten feizâhüm
cemiy'un ledeyNA muhdarun;
Sadece
tek bir sayha (İsrafil'in sur'u) oldu... Bir de bakarsın ki onlar toptan huzurumuzda hazır
kılınmıştır. (A. Hulûsi)
53 -
Başka değil, sâde bir tek sayha olmuş, derhal hepsi toplanmış huzurumuza ihzar
edilmişlerdir. (Elmalı)
İn kânet illâ sayhaten vahıdeten feizâhüm
cemiy'un ledeyNA muhdarun sadece bir tek bela çığlığı, olanın hepsi
bu. Ve hemen ardından herkes huzurumuzda sıra sıra dizilecek, boy gösterecek.
54-) Felyevme lâ tuzlemü nefsün şey'en ve lâ
tüczevne illâ ma küntüm ta'melun;
O
süreçte hiçbir nefse en ufak bir şey zulmedilmez... Yaptıklarınızdan başkası
ile cezalandırılmazsınız. (yaptıklarınızın
sonuçlarını yaşarsınız)! (A. Hulûsi)
54 -
Artık bu gün hiç kimseye zerrece zulmedilmez, ancak yaptıklarınızın cezasını
çekeceksiniz. (Elmalı)
Felyevme lâ tuzlemü nefsün şey'en ve lâ
tüczevne illâ ma küntüm ta'melun artık bugün hiçbir kimseye zerre
kadar haksızlık yapılmayacak ve sadece yaptıklarınızda edip eylediklerinizden,
işlediklerinizden sorumlu tutulacaksınız.
55-) İnne ashâbel cennetil yevme fiy şüğulin
fâkihun;
Gerçek
ki o süreçte, cennet ehli cennet nimetleriyle meşgul ve bunun keyfini
çıkarmaktadırlar. (A. Hulûsi)
55 -
Cidden ashabı Cennet bu gün bir şuğl içinde zevk etmektedirler. (Elmalı)
İnne ashâbel cennetil yevme fiy şüğulin fâkihun
evet, yepyeni bir bölüme girdik. Ama bir önceki bölümün de bir devamı
niteliğinde. Cennetten bahsediyor bu ayetler.
Cennet; güzelliğin üretildiği
merkez. Cennet deyince insanoğlunun aklının alamayacağı güzellik merkezi
gelmeli. Onun için cennette insanoğlunu bekleyen sürprizleri insanın aklının
alamayacağını daha önce Kur’an söylemiş biz de tefsir etmiştik. Gerçekten akıl
almaz sürprizler bekliyor insanı diyordu. Akıl almaz, çünkü dünyada gördüğümüz
füzelikler, güzelliğin birer kopyası. Onların asılları cennette. Dünya da
gördüğümüz güzellikler güzelliğin geçici olanı cennet güzelliğin kalıcı
olanlarına verilen ad. Onun içindir ki Cennetü adn, güzelliğin madeni olarak
geçer Kur’an da. Maden, adn güzelliğin gözü, güzelliğin üretildiği merkez.
Cennet bedel değil, bu niteliği
ile bedel değil, olamaz da zaten. Yer yüzünde bir ömür çalışıp didinip de boğaz
manzaralı bir evlik yer alamayan insanın, şu geçici hayatta güzelliğin
üretildiği ve yüz ölçümü kilometrelerle ölçülemeyen, yerler ve gökler kadar
olan, -Kur’an ın ifadesi ile- cenneti bir bedel olarak değil, bir ödül olarak
alacak. Yani bu Allah; Allah kadar verir. Bu bunun göstergesinden başka bir şey
değil.
[Ek bilgi; CENNET
….Bunlar benim kişisel
yorumlarımdır. Yorumlarımı diler değerlendirirsiniz; dilerseniz güvenilmez
bulur; böyle de düşünen varmış deyip, bir yana koyar; fırsat bulunca da doğru
bildiğinizi bize yazarsınız. Elbette bu konuda soracaklarımızı da kabullenmek
kaydıyla.
Önce şu tasnifi yapalım.
Dünya yaşamının cennet kavramı
var; kendi şartları içinde.
Kabir âleminin cenneti var;
kendi şartları içinde.
Mutlak mânâda cennet var.
Kendi şartları içinde.
Bazıları "Cennet"
kavramını, bunlardan yalnızca biri için kullanınca, olayın anlaşılmasında çok
güçlükler yaşanıyor.
"Dünya Cenneti"
denince, bundan kişinin tabiatına uygun gelen, zevklerini tatmin edebildiği bir
ortam anlaşılıyor genelde. Yanı sıra, içinde bulunduğu manevî âlemdeki huzur da
anlaşılabiliyor. Tabii, bu kısa süreli de olabiliyor; uzun süreli de.
"Kabir âlemi
cenneti" ise, bir hayli farklı "Dünya cenneti"nden! Kişi mezarda
yaşanan maddesel algılamalı boyuttan, kabir âlemine geçtikten sonra. Eğer,
âkıbeti cennet olacak ise, yaşamı "Kabir Cenneti" denen bir biçimde
gelişme gösteriyor.
Kişi, kabir âlemine geçtiği
andan itibaren, cehennem ve cennet boyutlarını algılamaya başlıyor, ruhanî
algılama sistemiyle! Burada, beş duyu yok artık. Onun yerine, kendisine ulaşan
dalga boylarını Dünya'da edindiği kapasiteye göre algılayıp, değerlendiren bir
ruhî algılama sistemi var. İsterseniz buna, "ruhun beyni" adını
verelim, anlatımda kolaylık olsun diye.
Kabir âleminde yaşamakta olan
kimse, bir yandan cehennem boyutunu seyrederken ve bundan büyük korku duyarken;
diğer yandan da, cennet boyutunu seyretmekte; bunun özlemini çekmekte; bu arada
kendi türünden ve boyutundan ruhanî varlıkları ve ruh
boyutuna tenezzül etmiş melâikeyi de algılamaktadır.
Rüyada, nasıl belli duygular
ve düşünceler belirli sembollere bürünerek kişi tarafından seyredilmekte ise,
kabir âleminde de kişi, bir tür rüya gibi, Dünya'da edindiklerinin getirisini
otomatik olarak seyretmekte ve yaşamaktadırlar. Bazen zevkle, bazen kabûslar
şeklinde!
Artık Dünya ile iletişimi
kesilmiştir. Yalnızca, dünya'dakilerin kendisi hakkındaki yönlendirilen
düşüncelerini ve dualarını, anladığı kadarıyla Kurânsal mesajlarını almaktadır.
Fakat bütün bunlar onu uzun süreli meşgûl etmemektedir. Bu tıpkı, tek yönlü
çalışan bir receiver (alıcı) gibi olmaktadır. Ruhun beyninde oluşan dalgalar,
bizim beynimizin alma kapasitesinin çok üstünde olan yüksek frekanslı dalgalar
olduğu için, onların alınması insanlar tarafından mümkün olmamaktadır. İnsan
beyinleri bazı şartlarda, en fazla Cin boyutundakilerin dalgalarını
değerlendirebilmektedirler.
Kabir âlemi yaşamında, uykuda
yaşadığınız duyguları, çok daha fazlasıyla ve çok daha yoğunluklu olarak
yaşayacaksınız.
Bu durum "Sistemin kıyameti" dediğimiz,
Dünya'nın Güneş tarafından yutulması evresine kadar devam edecektir. Güneş,
Dünya'yı yutmaya başladığında; Dünya'nın manyetik alanı ortadan kalktığında,
bütün insan ruhları, otomatik olarak kendilerini bizim anlayışımıza ve yapımıza
göre "Cehennem" olarak tanımlanan Güneş'in, dalga boyutlu yapısı
içinde bulacaklardır.
Bu evre, "insanların
kabirlerinden çıkması" olarak tanımlanmıştır.
Dünya'da "ibadet"
adı verilen (hakikatleri olan Allâh'a ait özelliklerin kendilerinde açığa
çıkması) çalışmalara gereken önemi vermiş olanlar; bu çalışmalar sonucu
edindikleri NÛR ile, enerji ile, kendilerini cehennemin ve içinde yaşamakta
olan canlılarının ortamından kurtarıp, cennet boyutuna geçiş yapacaklardır.
Sahip oldukları NÛR oranının getirdiği hız nispetinde.
Cehennemden kaçış; Ruh
bedenlerin cehennem ortamında terk edilmesi ve NÛR bedenle yeni bir boyuta
geçilmesi suretinde olacaktır!
Nasıl madde beden, Dünya'da
bırakılıp, ruh bedenle kabir âlemi ve cehennem boyutuna geçildiyse; ruh beden
de cehennem boyutunda terk edilerek, NÛR bedenle cennet boyutuna geçilecektir!
Esasen âlemdeki her yapıda,
ruh ve nûr boyutları mevcuttur! Mesela Güneş'in dahi ruh ve nûr boyutu vardır.
Gözümüzün algıladığı ise, Güneş'in madde-gaz boyutudur. Bu yüzden de Güneş
içinde yaşamakta olan "ruh boyutu ve nûr boyutu canlıları"nı
algılayamamaktayız!
Ruh gözü ile görenler o
boyutu; Nûr boyutunu algılayabilenler ise, elbette ki, o boyuta dair
algılamaları yapmaktadırlar.
Nûr boyutunda, ruh boyutunda
olduğu gibi bir sâbit beden görüntüsü, şekil yoktur! Burası salt bilinç boyutu
olup, bilinç tahayyül ettiğini canlı olarak anında yaşar! Rüyada algılanan
maddemsi yaşam duygusuyla!
Cennetteki kişinin kudreti,
kendindeki vehim kuvvesini kullanabildiği miktardadır. Bu esasen Dünya'da dahi
böyledir!
Ruh boyutundaki beden görüntüsü, şekli genelde; kişinin
Dünya'dan ayrıldığı andaki son görüntüsü üzerinedir.
Nûr yapılı birimler ise bir beden veya şekille bağımlı
olmayıp, dilediği beden şekline bürünebilir.
Nûr boyutundaki cennette
yaşayanların tümü, gerçekte nûr yapılı, şekilden berî bilinç varlıklardır;
algılayanın veritabanına göre görüntü verirler. Kabir âlemindeki sorgu
meleklerinin, herkese değişik gelmesinin de nedeni budur.
Cennet boyutunda, o kişinin
ilmiyle sınırlı olmak şartıyla, Allâh isimlerinin özellikleri açığa çıkacak; o
boyutta yaşayanlar; Allâh'ın kuvvet-kudret ve yaratıcılığıyla, diledikleri her
şeyi istedikleri anda, istedikleri şekilde yaşayabileceklerdir! (Ahmed
Hulusi) http://www.ahmedhulusi.org/yazi/cennet.htm
]
İşte sözün bittiği ve artık
aslında insanın havsalasının almayacağı için sadece bildiğimiz güzellikten
teşbih yaparak, atıf yaparak bize izah edilen o mutlak güzellik merkezini, güzelliğin
üretildiği o merkezi tarif eden ayetlere girdik.
İnne ashâbel cennetil yevme fiy şüğulin fâkihun
şüphe yok ki cennet ehli o gün sevinç ve huzur veren bir meşguliyet içinde
olacaklar.
İlginç, fiy şüğulin fâkihun şüğun; meşgale,
iş. Cennette iş te mi var? ama yok dersek bu sefer de bu akıl biliyorum aa..!
canım sıkılır benim. Boşluktan canım sıkılır. Bu kadar güzelliğin içinde de
insan. Oturur, yer, içer, oturur, canı sıkılır diyecek. İşte bu ikisini de
dedirtmiyor Kur’an. Fatır/35. ayetini hatırlasanıza, yine bundan bir önceki
surenin tefsir ettiğimiz ayeti.
lâ yemessünâ fiyhâ nesabün ve lâ yemessünâ
fiyhâ luğûb. (fatır/35) öyle diyordu. Ne yorgunluk, ne de can
sıkıntısı ve usanç olacak orada. Yani yorulacak bir iş değil. Nasıl bir iş
peki. İşte bu ayette o “nasıl” geldi. fiy
şüğulin fâkihun neş’e sürur ve huzur veren bir meşgale. Evet, yani yaptıkça
yorulduğun değil, yaptıkça huzur bulduğun, yaptıkça sürur bulduğun, yaptıkça
haz aldığın bir meşgale. Fâkihun; sevinç, sürur, neşe, hatta refah anlamındaki
fekihten türetilmiş.
Onun içinde Arapça’da meyveye
fakihe derler. Fakihe neden meyveye verilmiş? Çünkü meyve refahın en yüksek
düzeyini, daha doğrusu bir sofranın son halkasını oluşturur. Sofrada asli
olanlar ekmek ve su. İşte gerekli olanlar ettir, süttür.. İşte, hatta
arkasından tatlıdır, tuzludur. Ama mükemmeli olsun istiyorsanız, yani bir de
üstüne taç kondurulsun istiyorsanız meyvedir. Onun için tacı olan refah.
Refahın maksimum derecesi onun için fakihe denilmiştir meyveye. Burada da
fakihun, ya da fekihun, iki şekilde de okunur, sürur veren bir meşgale,
mutluluk veren bir meşguliyet.
56-) Hüm ve ezvacühüm fiy zılâlin alel'erâiki
müttekiun;
Onlar
ve eşleri gölgeler içinde tahtlar üzerinde yaslanmışlardır. (A. Hulûsi)
56 -
Kendileri ve zevceleri erîkeler üzerine kurulmuşlardır. (Elmalı)
Hüm ve ezvacühüm fiy zılâlin alel'erâiki
müttekiun onlar ve eşleri bu huzurun, bu mutluluğun gölgesi altında,
zıl; Arapçada mecaz olarak kullanıldığında yine huzur ve mutluluğa denk gelir.
Bu huzurun gölgesi altında, kuş tüyü yataklar üzerinde uzanmışlardır. İç
dinginliğe ve manevi doygunluğa bir işaret bu.
Cennet; insan tekamülünün
zirvesidir. İnsan maddi olarak tekamül ettikten sonra hatırlayın anne karnında
cenin tekamül eder, dünyaya gelir. Aslında ceninin ahiretidir dünya. Dünyası
anne karnıdır. Dünyaya gelir. Dünyaya geldiğinde başlar ağlamaya. Korkar, çünkü
oraya alışmıştır. Orada sadece tüketmektedir. Orada sıfır riskle yaşamaktadır
hesapta değildir tabii. Dünyaya geldiğinde ağlar. Çünkü artık bir başka aleme
gelmiştir. Ama nedense dünyadan giderken de ağlar. Bilmemektedir ama, bilmediği
aleme güvenemediği için ağlar.
Yer yüzünde büyür, akil ve baliğ
olur, tekamül eder, gelişir. Çünkü hayatın yasasıdır bu. Kemikleri gelişir,
yirmi küsur yaşında kemik gelişimi tamamlanır. Dahası bu gelişme hep bir
şeylerle sürer. Akıl gelişimi tamamlanır 30 yaşlarında ve 40 lı yaşlara
geldiğinde ruh gelişimi tamamlanır. Tamamlanmışsa tabii.
Bazen de yarım kalır. Kemik
gelişimi yarım kalırsa kemik hastalığı, akıl gelişimi yarım kalırsa akıl
hastalığı, ruh gelişimi yarım kalırsa ya, yani bizim bildiğimiz manada,
psikiyatrik manada bir ruh hastalığı değil, işte tam da Kur’an ın söylediği
manada bir iman hastalığına yakalanır. Eğer bu gelişim devam ederse, bu tekamül
devam ederse, ki etmek zorunda, nereye kadar eder? Cennete kadar.
İşte cennet insan tekamülünün
sonudur. Cennet dediğimiz şey insanın kemal halidir. Kemale ulaşmış insan
mükemmel bir mekanda konuk edilmelidir. Onun için kemale ulaşmış insanla,
güzelliğin kemale ulaşmış halinin buluşmasıdır. Cennet ehlinin cennete
kavuşması.
Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
139. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder