El Hamdu Lillahi
Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi
ve ashabihi ecmaiyn.
Rabbişrah liy sadriy;
Ve yessirliy emriy;
Vahlül ukdeten min lisaniy;
Yefkahu kavliy;
(Tâhâ 25-26-27-28)
Rabbim, göğsüme genişlik ver,
kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden, ki anlasınlar beni. Amin!
Değerli Kur’an dostları Kur’an lı
bir hayat, Kur’an lı bir memat dileyerek, rabbim Kur’an ı bize aç, bizi Kur’an
a aç niyazında bulunarak Kur’an ın gölgesi altında yaşanmış bir hayatı bize
lütfet duasıyla bugünkü dersimize giriyoruz.
Bugün Kur’an ülkemizin yepyeni
bir sitesine daha yelken açacağız. Görmediğimiz nice sularda birlikte seyahat
edeceğiz. İnşallah o derin suların , nefesimiz derinliklerine inmeye ne kadar
yeterse dalışlar gerçekleştirip inciler, mercanlar, mücevherler çıkartacağız ve
onları ömrümüz boyunca dünyamız ve ukbamızda göğsümüze taktığımız yüreğimiz
kadar pirupak tutacağız ve yolumuza ışık yapacağız.
Bu sitenin adı Sâffât. Elimizde
ki mushafta 37. sure. Sure adını 1. ayetinden alıyor. Saf saf dizilenler, sıra
sıra olanlar, hizaya gelenler, ya da dizenler, getirenler, sıra sıra edenler
anlamına gelir. Surenin tek meşhur adı bu tüm kaynaklarımızda.
Surenin iniş dönemi, öncelikle
söyleyeyim ki Mekki bir sure. Mekke döneminin 3 periyodundan orta periyoduna
denk geliyor. Habeş hicretinden sonra olduğu açık. Sure hangi dönemde indiğine
dair bize içinde bir takım işaretler de vermiş. Mesela bu surenin 62. ayetine,
İsra suresinin 60. ayeti atıfta bulunur. Bunun anlamı şu Bu sure İsra’dan sonra
inmiş olamaz. Yine aynı ayet Duhan/43 e yapılan itiraza cevaptır. Yani bu
surenin 62. ayeti, Duhan/43 ayetine yapılan itiraza bir cevap olarak inmiş.
Bunun anlamı da şu; Bu sure Duhan suresinden önce inmiş olamaz. Yani en son ve
en ön aralığı tespit etmiş bulunuyoruz. En’am, lokman sureleri arasına yerleştirmiş
ilk otoritelerimiz.
Surenin konusu bir önceki sure
olan Yasin suresi gibi ahiret, yani hesap günü. İlk ayetler, 1. ayetten 11.
ayete kadar dikkati manaya önceleyen Mekki üslubun en güzel örneklerinden.
Aslında bu surenin tamamında Mekki üslup çarpıcı bir biçimde kendini
gösteriyor.
Mekki Üslup kısaca şu; Kur’an ın
üslubunu ikiye ayırabiliriz dönemsel olarak. Mekki ayetler kendine has bir
üslup taşırlar, medeni ayetler de kendine has bir üslup taşırlar. Bu iki üslup
arasında ki fark ta şu. Mekke de inen ayetler anlamdan daha çok muhatabın
dikkatini çekmeyi önceler. Medine de inen ayetler ise anlamı önceler. Onun için
Mekki ayetler kısa, veciz, çarpıcı ve “ses düzeni olan, akustik ve şiirsel”
dir. Şiirle alakalıdır demiyorum. Yani içinde böyle dip akıntısı gibi akan bi4r
şiirsellik var, bir ses uyumu vardır. Medeni ayetler ise nispeten uzun, daima
bir açılım taşıyan, adeta Mekki ayetlerin tefsiri niteliğindedir. Bu da Kur’an
ın iniş süreci, ile alakalıdır.
Birine bir söz anlatacaksanız,
önce onun dikkatini çekmek zorundasınız. Dikkatini çekmek, dikkatini toplamak,
bana bakar mısın demek, beni dinler misin demek, bana kulak ver demek ve kulak
verdiğine kani olduktan sonra söyleyeceğini, söylemek.
Yasa belli, iyiler
ödüllendirilir, kötüler cezalandırılır. Sure de bundan söz ediyor. Kendilerine
atalar yolunu mazeret kılan vahyin ilk muhatapları, ve daha sonra ve çağdaş
modern muhatapları kim olursa olsun onların hepsine birden modeller veriyor. 9
peygamber özelinde modeller sunuyor. Ama özellikle vahyin ilk muhatabı olan
inkarcılara Hz. İbrahim modelini biraz ayrıntılı sunuyor. Yani bununla şunu
söylüyor;
Atalarımızın yolunu mu izliyoruz
diyorsunuz? Peki siz atalarda da mı ayırımcılık yapıyorsunuz. İbrahim de
atanız. Niçin iyi atalar dururken kötü ataları izliyorsunuz. Kötü örnek olmaz,
kötü misal olmaz. O zaman siz samimi değilsiniz. Aslında atalarınızı mazeret
gösteriyorsunuz fakat kötü olan sizsiniz. Çünkü iyiyi örnek almanız gerekirken
geçmişin içinden kötüyü seçip örnek alıyorsunuz. Bunu da açıkça söylüyor.
İnnehüm elfev abaehüm dâlliyn
(69) Onlar atalarını sapık olarak buldular. Devam ediyor; Fehüm alâ
asârihim yühre'un (70) Bu çok ilginç fakat diyor onların ardından
öylesine körü körüne seğirtiyorlar ki anlayana aşk olsun. Yani hem sapık olarak
buldular hem de onların ardından yetişelim diye tabana kuvvet koşuyorlar. Yühre’un, aslında bu kelime hre’, körü körüne birini izlemek, körü
körüne, şaşkınca ona yetişeyim de ne olursa olsun diye ona yetişmeye çabalamak.
Hz. İbrahim ve kurbanlık oğlunun
sınavı ele alınıyor surede. Hem de ayrıntılı olarak. 100 ve 105. ayetler
arasında ve sonunda iyilik bedelsiz değildir diyor sure. inna kezâlike neczil muhsiniyn
(105) işte biz iyileri böyle ödüllendiririz. Yani 4.500 yıl önce gök kubbeye
koy verilmiş bir çığlık hala bugün kendisine aşıklar topluyorsa, hala
yüreklerimizde yankı buluyorsa, Allah sadece ahirette değil, burada da
ödüllendiriyor demektir. İşte İbrahim ve İsmail (A.S.) örneğinden yola çıkarak
İnananların, mü’minlerin alması gereken ders bu.
Ve sure, en büyük sapma Allah ile
insan arasında ki doğrudan iletişimi kesen şirktir diyor. Bunu da 149 – 166.
ayetleri arasında uzun uzun işliyor. Şirk İnsanın Allah karşısında haddini
bilmemesi. Tanrı tayinine kalkışması, Allah’a ait mükemmel bir niteliği onun dışında
bir varlığa yakıştırıp, yakıştırdığı varlık karşısında da nesneleşmesidir. Ama
bundan da öte şirkin İnsana yaptığı en büyük kötülük doğrudan iletişimi
kesmesidir. Rabbi ile doğrudan iletişim kurmak. İnsana yakışan bu. Eğer dolaylı
iletişim kurmaya kalkarsanız anlam kayba uğrar, mesaj kayba uğrar. Sizin
mesajını da kayba uğrar, alacağınız karşılıkta kayba uğrar. Onun için
rabbinizle doğrudan bağlantı kurun. Dolaysız iletişim kurun mesajıdır şirki
reddeden her ayet.
Bu kısa özetten sonra şimdi
Sâffât suresinin tefsirine geçebiliriz.
1-) VesSaaaffati saffâ;
And
olsun o saflar olarak dizilenlere (boyutları
oluşturan kuvvelere). (A.Hulusi)
01 - Kasem
olsun ol kuvvetlere: o saf dizip de duranlara. (Elmalı)
VesSaaaffati saffân düşün, Fikret,
aklet, teemmül et, üzerinde uzun uzun dur. Sıra sıra dizilenlerin ve sıra sıra
dizenlerin.
Bu manayı vermem boşuna değil,
gerekçesini izah edeceğim. Sâffât, tekili sâffe. İnsan, melek, kuş gibi hareket
yeteneği olan varlıklarla ilgili kullanılan bir kelime. Kur’an da hareket
yeteneği olan tüm varlıklara atfedilir. İlk 3 ayette kim kastediliyor sorusu
farklı cevaplar bulmuş. Klasik müfessirlerimiz burada hemen bir çoğu melekler
cevabını vermişler ki, ben tevakkuf ediyorum bu cevap üzerinde, yani
duraksıyorum. Tereddüdüm var. Çünkü bu surenin 165. ayetinde şöyle buyruluyor;
Ve inna le nahnus saffun (165)
işte o saf saf olanlar, o sıra sıra dizilenler bizleriz. O ayetin bağlamına
baktığımızda Allah’ın has kulları olduğunu görüyoruz. Yani surenin içinde
burada ki saf saf dizilenlerin kimliğine dair bir delil var. Buradan yola
çıkarak burada saf saf dizilenler Allah’ın has kulları, müminler, ona teslim
olanlar diyebiliriz.
Tabii daha ötesi de var. Burada
bazı müfessirler, ki başta Razi, burada ki sıra sıra dizilenler vahiydir,
bununla kasıt vahiydir demiş. Ki aslında 3. surede ki tâliyat harflerin sıra
sıra dizilerek anlamlı kelime, kelimelerin sıra sıra dizilerek anlamlı cümle,
cümlelerin sıra sıra dizilerek anlamlı metin oluşturması anlamına gelir. O
halde ilk 3 ayetten bahsettiğimize göre acaba sâffât’a da böyle bir anlam
yüklenebilir mi sorusu önemli.
Vahiy eğer bu yorumu kabul
edersek ki güzel bir yorum, bu durumda sıra sıra dizilen vahiy sanki canlı,
kanlı özne gibi takdim edilmiş. Bu mühim, bunun altı çizilmesi gerek. Zaten
Kur’an da vahye özne muamelesi yapmamızı isteyen bir çok işaret var.
Unutmayınız bundan önce Yasiyn, VelKur'ânilHakiym. (1-2) Hakiym’i tefsir ederken ısrarla vurgulamıştım. Hakiym mübalağa ile
ismi faildir, özne formudur. Yani özne olan biri için kullanılır. Muhatabı
üzerinde öznelik yapacak, Hakiym, ismi fail, yani failin ismi. O halde Kur’an
ismi faildir. Hakiym olan Kur’an. Unutmayın bu Allah’ın da sıfatı aynı zamanda.
Kendi sıfatından bir pay vermiş vahye ve vahiy muhatabı üzerinde bir inşada
bulunuyor. Muhteşem bir inşada. İşte burada da onu görmek mümkün. Bu ikinci
yoruma göre.
Acaba 1. yorumla 2. yorumu, yani
Sâffât; hem samimi mü’minleri hem de vahyi, ikisini birden içermez mi? Diye bir
soru sorabiliriz haklı olarak. Cevabını da çok güzel alıyoruz. Merhum büyük
müfessirimiz, bu toprakların yetiştirdiği Ebus Suud; Evet diyor. Bu kelime sarf
olarak 2 manayı birden içerir. Yani hem fail, hem mef’ul manasını. Hem dizen,
hem dizilen manasını. O halde ben de ikisini birden içermek yerine neden bir
tanesini tercih edip diğerini atalım ki. Zaten usulse böyle bir kural vardır.
Eğer delillerin arasını cem etmek, birleştirmek, te’lif etmek mükinse iki
delilden biri atılmaz. İşte bu noktada;
VesSaaaffati saffân sıra sıra
dizilenleri düşün, onları sıra sıra dizenleri düşün. Hizaya dizilenler
Mü’minler, onları hizaya sokan da vahiy. Saf saf olan mü’minler, onları saf saf
eden kurşunla berkitilmiş bir duvar gibi, hani Hucurat suresinde ifade
buyruluyor ya; (hayır Saff/4 olacak) ..saffen keennehüm
bünyanun mersus. (Saff/4)
kurşunla birbirine berkitilmiş tuğlalardan yapılmış muhteşem bir duvar gibi
omuz omuza, saf saf çelik gibi, yani dağılmış yürekleri kurşundan bir duvar
gibi birleştirdik.
İşte bunu kim yaptı sorusunun
cevabı da ilk ayetin içinde vahiy yaptı. Vahiy parçayı bütünler, dağınığı
toplar, bölünmüşü bütünleştirir, parçalanışı, parçayı bütünün içine koyar.
Sizin parça olarak gördüğünüz şeyi bütün içinde görmenizi sağlar ve parçayı
bütün içinde değerlendirme yeteneği kazandığınızda parça da kökü duran, kötü
gibi gelenin bütünde çok güzel olduğunu görürsünüz. O zaman uçağa yetişmek için
gaza basıp ta kaza yapmanızı çok kötü olarak nitelendireceğiniz yerde, 1 saat
sonra o uçağın düştüğü haberini aldığınızda. Bu bana ne büyük bir iyilik oldu
deme ihtimalinizi hep aklınızda tutturur. İşte parça bütün ilişkisini Kur’an
inşa ettiği akılla, tasavvurla böyle kurar.
2-) Fezzacirati zecra;
O (Allâh'tan engelleyici - perdeleyici faktörleri) şiddetle defedenlere. (A.Hulusi)
02 - O
haykırıp da sürenlere. (Elmalı)
Fezzacirati zecran vazgeçirip set
çekenleri.
Vahyin nehiyleri, ikili anlamı
tercih ettiğimize göre vahiy ve mü’minler. Yani set çeken ve vazgeçiren, geri
durduran, bazı şeylerde tutan sizi. Yürüme diyen, dur diyen, buraya girme
diyen. Bu vahye yönelik olarak anladığımızda vahyin nehiyleri, vahyin
yasakları. Çünkü vahiy; içinde zehir olan köftelere el uzatmamızı engeller
Çünkü vahiy zakkum’u yememizi engeller. Güzel kokar, albenilidir, güzel
görüntüsü vardır, ama yemeye kalktığınızda zehirlidir, öldürebilir. Zaten bu
surenin içinde de zakkum gelecek. Onun için günah öyledir, Zakkuma benzer.
Dışardan albenilidir, caziptir. Ama yemeye kalktığınızda zehirler. İşte vahiy
ona karşı sizi uyarır ve engeller.
Mü’minler için aldığımızda nehy i
anil münker, kötülükten sakındırma, vazgeçirme. Mü’minin böyle bir görevi var.
Ona tekabül eder bu ayet.
3-) Fettaliyati zikra;
O zikir
(hatırlatıcıyı)
okuyanlara. (A.Hulusi)
03 - Ve
o yolda zikir okuyanlara. (Elmalı)
Fettaliyati zikra uyarmak için peş
peşe gelenleri.
Evet, uyarmak için peş peşe
gelenler. Yine vahiy eksenli düşündüğümüzde vahyin uyarmak için ardı ardı sıra
gelmesi. Saf, hareketli varlıklar için değil mi. Tilavette harfler için kullanılır.
Yani harfler yan yana gelince anlamlı kelime, kelimeler yan yana gelince
anlamlı cümle, cümleler yan yana gelince metin oluşturur. Burada saf, bir amaca
ulaşmak için sıraya dizilmekse, tilavette bir anlama ulaşmak için sıraya
dizilmektir. Onun her ikisini de birden ilk 3 ayette birden görüyoruz. Nasıl ki
harfler bir manaya, ilahi manayı içine almak için sıra sıra dizilmeleri
gerekiyorsa ey mü’minler, sizi de ilahi misyonu üstlenmeniz için sıra sıra
dizilmeniz gerek, saf saf olmanız, disipline girmeniz gerekiyor. Biz bu mesajı
alıyoruz.
4-) İnne ilâheküm le Vâhıd;
Muhakkak
ki sizin tanrınız (olarak düşündüğünüz) Vâhid'dir! (A.Hulusi)
04 - Ki
ilâhınız birdir sizin. (Elmalı)
İnne ilâheküm le Vâhıd şüphe yok ki
ilahınız elbette bir tektir.
5-) Rabbüs Semâvati vel Ardı ve ma beynehüma ve
Rabbül meşarık;
Semâların,
arzın ve ikisi arasında olanların Rabbidir (Esmâ'sıyla
açığa çıkaranı) ve doğu(ş)ların (açığa çıkacakların) da
Rabbidir! (A.Hulusi)
05 - Hep
o Göklerin Yerin ve aralarındakilerin rabbi ve bütün müşriklerin rabbi.
(Elmalı)
Rabbüs Semâvati vel Ardı ve ma beynehüma ve
Rabbül meşarık göklerin, yerin ve onlar arasında ki her şeyin rabbi
ve bütün doğuların rabbi.
İlginç, bütün doğuların rabbi.
Güneşin doğum yerleri, meşarık. Güneş iki gün aynı yerden doğmaz. Daima derece
derece kayar. Ama burada güneşle, ayla, geceyle gündüzle, yerle gökle, yağmurla
ilgili bir şey söylendiği zaman, tabiatla ilgili bir şey söylüyor olmaktan daha
çok, onun aracılığı ile manevi bir şey söyler Kur’an. Çünkü Kur’an fizik
kitabı, coğrafya kitabı değil. Bu manada hep bize, bizi biz eden, bizi biz
kılan, bizi ebedi kılan insani tarafımızı onarır.
İşte o noktada ne söylüyor manevi
güneşlerin farklı farklı doğum merkezlerine işaret ediyor. Mesela peygamberler.
Her biri bir güneşti, her biri farklı doğdu. Ama güneş olmalarını engellemedi.
Her biri bir güzelliği temsil etti, ama ortak güzellikleri de hep oldu. Her
biri farklı coğrafya da geldi. Ama hepsi de güneşti. Farklı dilleri konuştu,
ama hepside güneşti.
Dahası her vahiy farklı farklı
yerden doğan güneşin doğuşuna benzer. Her vahiy aynı güneşin farklı yerlerden
doğuşuydu. Kökü aynı idi. Allah’tan geliyordu, ama farklı farklı yerlerden
doğuyordu. Güneş farklı yerden doğar ama, güneş aynı güneştir. Çünkü ışık kaynağı
olan bir şeydir, karanlığın tersine. Karanlıksa kaynaksız bir şeydir. Onun için
karanlık bir başına var olan bir şey değildir. Karanlık, ışığın yok olduğu
halidir. Işık olmadan karanlığı tarif edemeyiz, tanımlayamayız. Çünkü karanlık
kendi başına bizatihi var olan bir şey değil.
Batıl budur işte. Aslında batıl
yoktur, “mış” gibi görünür. Varmış gibi. Yoktur aslında. Çünkü bir temeli
yoktur. Bir gerçekliği yoktur, yalana dayanır. Bakınız tüm batıllar yalana
dayanırlar. Hakikatse tektir. Kaynağı tektir, fakat hakikatin geliş yolları
farklı farklıdır. Tıpkı güneşin geliş yolları gibi.
İşte bu farklılıklar arasındaki
uyumu gör. Bu farklılıklara düşman olma. Bu farklılıkları algıla, bu
farklılıklar hayatın doğasında vardır. Olanca farklılığına rağmen muhteşem bir
uyumu sergiler. Ey insanoğlu sen de farklı mizaçlara, farklı huylara, farklı
yapılara, farklı dillere, farklı renklere sahip olmana rağmen güneş gibi tek
bir hakikate yönelmelisin. Farklı yerlerden doğabilir sana hakikat ama unutma
ki kaynağı tektir.
Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
140.
videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder