Değerli Kur’an dostları geçen
dersimizde Yasin suresinin 40. ayetine kadar işlemiştik. Geçen ders tefsirini
yaptığımız ayetleri hatırlayacak olursak ve ayetüh lehüm (41) serisi idi. Yani onlar
için belgeler, ayetler, işaretler, dersler vardır. Kim onlar? Elbette bizler,
Kur’an ın tüm muhatapları. Ders alacak aklı, görecek gözü, çalışan yüreği,
düşünecek zihni ve Akleden kalbi olanlar için. Varlık kitabını Akleden kalp
sahipleri okurlar. Varlığa bir kitap gibi bakarlar. Varlık kitabını okumayanın
ilahi kitabı tek başına okumuş olması çok büyük bir anlam ifade etmez. Çünkü
ilahi hitap bu varlık kitabının bir şerhi, bir tefsiri, bir açıklamasıdır.
İşte bugün de 41. ayetle devam
edeceğimiz dersimiz, ilgili seriye ait varlık kitabına atıfla başlıyor.
41-) Ve ayetün lehüm enna hamelna zürriyyetehüm
fiyl fülkil meşhun;
Bizim
onların zürriyetlerini o dopdolu gemilerde yüklenip taşımamız da onlar için bir
işarettir! (A. Hulûsi)
41 -
Bir âyet de onlara o dolu gemide zürriyetlerini taşımamız. (Elmalı)
Ve ayetün lehüm enna hamelna zürriyyetehüm fiyl
fülkil meşhun bizim, onların nesillerini, zürriyetlerini dolu
gemilerle taşımamızda da onlar için bir ders vardır, bir öğüt vardır. Yani bu
da bir ayettir ve bu ayette okunmalı, anlaşılmalı, tefsir edilmeli, te’vil
edilmeli, teşrih edilmelidir. Suya kaldırma kuvveti veren ilahi yasaya bir atıf,
bu ayet o.
Ve ayetün lehüm onlar için dersler
vardır, ayetler vardır diyen her ayet biraz önce de değindiğim gibi muhatabına
hitap eder. Yani varlığa gören, sadece bakan değil, baktığını gören bir gözle
bakan herkes varlığı okunacak bir kitap gibi görür. Dahası varlığı bir parmak
gibi görür, işaret eden bir parmak, işaret parmağı. Neye işaret ediyor, neyi
gösteriyor diye sorar.
Her gösterge bir şeyi gösterir,
peki bu neyi gösteriyor? İşte bu soruyu sorduğu anda var edenle var edilen
arasında ki bağ kuruluverir. O illiyet bağı keşfedilir. Bu bağ keşfedildiğinde
var edileni bilmek ilme dönüşür. İşte ilim o zaman ilim olur. Yani bilgi, veri,
data o zaman ilim olur, alamet olur, işaret olur ve alem Allah’ı gösteren bir
parmağa dönüşür.
İşte burada da bize suyun
kaldırma gücünün, o kaldırma gücünden istifade ile yüzen gemilerin neye işaret
ettiğini, yani bu suya kaldırma gücü vermeseydi Allah bu yolculuğun yapılıp
yapılamayacağını, tabii sadece bu değil, daha da arka planda suya bile insana
hizmet etsin diye yasa koyan Allah’ın insan için hiçbir yasa koymadığını
düşünmenin abes olduğunu ima ve işaret ediyor aslında. O nedenle suyu boş
bırakmadı Allah ta sizi boş mu bırakacak. Suya bir amaç koydu da sizin için,
yani suyu kendisi için yarattığı insanoğlu için bir amaç belirlemesin mi? Onu
amaçsız mı bıraksın.
42-) Ve halaknâ lehüm min mislihi ma yerkebun;
Onlar
için onun misli, binecekleri şeyleri yaratmış olmamız! (A. Hulûsi)
42 -
Ve kendilerine o misilliden binecekleri şeyler yaratmamızdır. (Elmalı)
Ve halaknâ lehüm min mislihi ma yerkebun
ve onları benzer nitelikte taşıma araçları (yapabilecek kabiliyette)
yaratmamızda da onlar için ayetler vardır. Yani, min mislihi ma yerkebun her türlü taşıta atıftır. Bugün füzeye
kadar, uçağa kadar, arabaya kadar, ne kadar taşıma aracı var bunları
yapabilecek kapasiteyi insana veren Allah’tır.
Buradan belki yine bu parmağa
bakarken bu işaret parmağına aslında çok görmezden geldiğimiz, unuttuğumuz bir
hakikati hatırlatıyor. İnsanoğlu Hayran hayran uçağa bakar da, o uçağı yapan,
icat eden insana hayran hayran bakmaz. Peki aslında hiçbir sanat eseri
sanatkarsız olmayacağına göre, sanata hayran olup ta sanatkara hayran olmamak
nasıl bir kafa. Esere hayran olup ta müessire hayran olmamak nasıl bir kafa.
Füzeye, uzay araçlarına hayran hayran bakıp ta o aracı tasarlayacak, o aracı
icat edecek bir varlık olan insana sıradan muamelesi yapmak. Hele o insanı
tasarlayan Allah’ı unutmak, onu yok saymak. İşte bu, bu işaret parmağının
gösterdiği, bu ayetin gösterdiği yer o.
43-) Ve in neşe' nuğrıkhüm felâ sariyha lehüm
ve lâ hüm yünkazûn;
Eğer
dilesek onları suda boğarız da, ne imdatlarına yetişen olur ve ne de
kurtarılırlar! (A. Hulûsi)
43 -
Dilersek onları gark da ederiz o vakit ne onlara feryatçı vardır, ne de onlar
kurtarılırlar. (Elmalı)
Ve in neşe' nuğrıkhüm eğer dilersek
biz onları suda boğabiliriz. Ya da boğarız. Bu hem suyun kaldırma yasasına bir
atıf. Eğer biz o yasayı koymazsak suda boğulurlardı. Hem de mevcut yasasıyla
birlikte yine de suda yüzen taşıtların Allah’ın hıfz-ı emanına muhtaç olduğuna
bir atıf. Yani istersek kaldırma yasasına rağmen yine boğarız. Onun için suya
böyle bir yasa koyduk diye Allah’a muhtaç olmadıklarını düşünmesinler,
sanmasınlar. Yine Allah’a muhtaçlar. Çünkü o yasayı koyanın elindedir onların
kaderi.
felâ sariyha lehüm ve lâ hüm yünkazûn
Bu takdirde imdatlarına kimse koşamaz, yetişemez ve onlar kurtarılamazlar da.
Gerçekten Bu ayetin hatırlattığı tarihte çok büyük kazalar var. Yani Allah’a
baş kaldırmış, Allah’a kafa tutmuş insanların, bunu Artık Allah bile batıramaz
diye yaptıkları gemilerin mesela Titanic’in Kalat meşhuruyla, batması, onu
yapan insanların duyguları. Tarihi verilere göre Titanic i kızağa oturtan, yani
bu projenin sahibi olan kişi, böylesine muhteşem bir taşıtı denize indirdikten
sonra bunu tanrı bile batıramaz demiş.
Bilmiyorum, Allah’la ayaklaşan
her insanın başına gelecek olan aynı şeydir. Burada da zaten bu ayetler
bağlamında verilmek istenen ders bu. Allah’ın koyduğu yasaları kullanarak bir
takım kolaylıklar sağlıyorsunuz kendiniz için. Bir takım icatlar
gerçekleştiriyorsunuz, bir takım tasarımlar yapıyorsunuz. Fakat bütün bunlar
yine sizi Allah’tan müstağni kılmaz. Yani yine Allah’a mahkum ve mecbursunuz.
Nasıl mecbur olmazsınız ki, Allah’ın verdiği kabiliyeti ve kapasiteyi
kullanarak yapıyorsunuz onları. Ama bu gerçeği unuttuğunuz anda bu kapasite
başınıza bela olur. Yani sizi yaşatsın rahat ettirsin, size huzur versin diye
yaptığınız her şey size bela getirir, size mezar olur, sizin huzursuzluğunuzu
artırır. Onun için ne yapıyor olursanız olun Allah ile bağlantıyı koparmayın,
irtibatı kesmeyin. Allah ile irtibatı kestiğiniz anda ortaya koyduğunuz her şey
amacının tam tersi bir işleve bürünüverir.
Tabiat alışılmış davranışların
dışında davranmaya başlarsa eğer, düşünsenize bizler tabiatın alışılmış
davranışlarla sonsuza kadar tekrar edeceğini, kendisinin tekrar edeceğini
düşünüyoruz. Fakat alışılmış davranışları göstermemeye başlarsa bu bizim için
alışılmamış. Çünkü insan oğlunun şu tabiatta ki, şu dünya misafirhanesinde ki
misafirliği çok kısa. Şu evrenin yaşına göre insanoğlunun soyunun yaşı nedir
ki, ne kıymeti var ki birkaç milyon yılın 15 milyar yıl karşısında. Dolayısıyla
bu kısacık misafirlikte ne gördü ki insanoğlu? Ama insanoğlunun görmediğini
gören biri var, bilmediğini bilen biri var. Tabiatın hep alışılmış davranışlar
göstermeyeceğini bilen biri var. Daha doğrusu alışılmışın dışında davranışlar
gösterme yeteneği veren biri var.
Düşünün, su hep alışıldık
davranışın dışına çıkıp ta kaldırma gücünü bir an için geri çekiverirse. Rüzgar
hep alışıldık davranışın dışına çıkıp ta maksimum esiş birimini ikiye
katlayıverirse, 200 mil hızla değil de bir gün 500 mil hızla esmeye başlarsa.
Deprem hep alışılmış davranışı olan 8 e kadar güçle sallama davranışını 12 ye
katlayıverirse yeryüzünün şekli değişir. Bunu hiç hesap etmiyor insanoğlu.
Daha ötesi var insanoğlunun
yeryüzü misafir hanesinde güvenliği nasıl saplanacak. İnsanoğlu güvenlik
deyince çok küçük toprak birimlerinde aldığı tedbirleri aklına getiriyor. Peki
kürenin güvenliğini kim sağlayacak, yer kürenin güvenliğini. Yer küre bir yığın
kozmik kazaya açık, peki bu güvenliği kim sağlayacak. Allah’tan başka bir
ihtimal var mı? Yer kürenin güvenliğini sağlayacak biri var mı. İşte bütün
bunları düşünmemiz ve nihayetinde Allah’a iltica etmemiz, Allah’a yönelmemiz
isteniyor.
Tabii bunun tersi insanoğlunun
tabiatı hoyratça kullanması. Yani suyu çürütmesi,i suyu kokutması, havayı
çürütmesi, kokutması. Toprağı çürütmesi, kokutması. Elini değdiği her şeyi
berbat etmesi. Üstelik kendisi için yaratılmış ve kendisine emanet edilmiş bu
şeylere ihanet etmesi.
Sonuç? Bu sorumsuzluktur.
Sorumsuzluk bir zincirleme günah galerisidir. En düşüğü varlığın en aşağısına,
en yükseği varlığın zirvesine karşı sorumsuzluk. Toprağa karşı sorumsuzluk
başlamışsa, Allah’a karşı sorumsuzluğa kadar gider. Onun için takva sadece İnsan Allah ilişkisinde değil, insan toprak
ilişkisinde de geçerli. İnsan – tabiat ilişkisinde de geçerli. Sorumluluk
bilincinin kaybolması. Bunun temelinde ahiret inancının zafiyeti yatar. Bir
insan ahireti gözden kaçırdığında, kulak ardı ettiğinde, göz ardı ettiğinde
ancak sorumsuz olabilir. İşte ayette aslında oraya getiriyor sözü.
44-) İllâ rahmeten minNA ve meta'an ilâ hıyn;
Ancak
bizden bir rahmet olarak ve yalnızca belli bir süre nasiplenmeleri için ömür
vermemiz hariç. (A. Hulûsi)
44 -
Ancak tarafımızdan bir rahmet ve bir zamana kadar yaşatmak için başka. (Elmalı)
İllâ rahmeten minNA ve meta'an ilâ hıyn
sadece katımızdan bir rahmet ve geçici bir mühlet tanımamız sayesinde
yaşayabilirler, (ayakta kalabilirler, hayatta kalabilirler.)
45-) Ve izâ kıyle lehümütteku ma beyne eydiyküm
ve ma halfeküm le'alleküm turhamun;
Onlara:
"Önünüzdekinden (karşılaşacaklarınıza
karşı) ve arkanızdakinden (yapmış olduklarınızın sonuçlarından) korunun ki rahmete eresiniz" denildiğinde (yüz çevirirler). (A.
Hulûsi)
45 -
Hal böyle iken onlara önünüzdekini ve arkanızdakini gözetip korunun ki rahmete
şayan olasınız denildiği zaman. (Elmalı)
Ve izâ kıyle lehümütteku ma beyne eydiyküm ve
ma halfeküm le'alleküm turhamun kendilerine sizi bekleyen ahiret ve
geride bıraktığınız dünya hayatından dolayı sorumluluktan titreyin ki, tir tir
titreyin ki, sorumluluğunuzu o kadar içten duyun ki ilahi merhamete
ulaşabilesiniz denildiğinde, (yüz çevirdiler.)
Biraz önce sorumsuzluğun
temelinde ahirete inançtaki zaafın yattığını söylemiştim. İşte o ayet geldi.
Sorumluluktan kaçmak için insanoğlu o kadar büyük bir yanlış işliyor ki insanın
tabiatında ölümsüzlük arzusu vardır, insan böyledir. Çok sever, ister ki 1.000
yıl yaşayım ..lev yu'ammeru elfe sene.. (Bakara/96) diyor ya
Yahudileşmiş İsrail oğullarını ele aldığı bir ayette Kur’an. Tabii bu dünya da
yaşamak. Aslında dünya da yaşamak değil onun kisi, onun tüm yaşamı dünyaya ait
olduğu için dünyevileşmiş bir akıl, tüm hayatı buraya hasrettiği için, teksif
ettiği için burada düşünüyor. İnsanoğlu fıtratı icabı ölümsüzlüğü ister.
Fakat
sorumsuzluk insanın fıtratında ki bu arzuyu bile bastırıyor. Sorumsuz bir hayat
yaşadığında bu dar-ı dünyada, bu geçici hayatta, kalıcı bir ölüm sonrası hayatı
inkar etmeye kalkıyor. Şuna bakınız, yani küçücük hayatı sorumsuzca yaşadım
diye, sonsuz ebedi hayatın üstünü çizmeyi istemek. Nasıl bir şey, işte ahireti
inkar budur. İnsan fıtratında ki bir arzuyu bile sırf sorumsuzluk için feda
edebilmek. Ölümsüzlüğünü sorumsuzluğuna feda etmeyi isteyebiliyor. Ama tabii
bunu beceremiyor, yapamıyor.
46-) Ve ma te'tiyhim min ayetin min âyâti
Rabbihim illâ kânu 'anha mu'ridiyn;
Onlara
Rablerinin işaretlerinden bir delil gelmez ki, ondan yüz çevirmesinler. (A.
Hulûsi)
46 -
Kendilerine rablerinin âyetlerinden her hangi bir âyet de gelse mutlaka ondan
yüz çevire geldiler. (Elmalı)
Ve ma te'tiyhim min ayetin min âyâti Rabbihim
illâ kânu 'anha mu'ridiyn zira onlara ne zaman rablerinden bir mesaj
ulaşmışsa, her seferinde ondan yüz çevirmişlerdir. ‘anha mu’ridiyn. Yüz çevirmişler, ona sırt dönmüşlerdir.
47-) Ve izâ kıyle lehüm enfiku mimma
razekakümullâhu, kalelleziyne keferu lilleziyne amenû enut'ımü men lev
yeşaullahu at'ameh* in entüm illâ fiy dalâlin mubiyn;
Onlara:
"Allâh'ın sizi beslediği yaşam gıdalarınızdan Allâh için karşılıksız
bağışlayın" denildiğinde hakikat bilgisini inkâr edenler, iman edenlere
dedi ki: "Dileseydi Allâh, kendisinin doyuracağı kimseyi mi yedirip doyuralım?
Siz ancak apaçık bir dalâlet içindesiniz." (A. Hulûsi)
47 -
Allahın size merzuk kıldığı şeylerden hayra sarf edin denildiği zaman da onlara
o küfredenler iman edenler için şöyle dediler, biz hiç yedirir miyiz o kişiye
ki Allah dilese ona yiyeceğini verirdi, siz apaçık bir dalâl içinde değil de
nesiniz! (Elmalı)
Ve izâ kıyle lehüm enfiku mimma
razekakümullâhu, kalelleziyne keferu lilleziyne amenû enut'ımü men lev
yeşaullahu at'ameh kendilerine Allah’ın size verdiği rızıktan,
servetten, nimetten Allah yoluna sarf edin denildiğinde küfürde direnenler
tabii ki. İnkarda ısrar edenler, imanda sebat edenlere ne yani derler Allah’ın
istemesi halinde doyuracağı kimseyi biz mi doyuralım. Yani Allah’ın
doyurmadığını biz mi doyuralım derler. in entüm illâ fiy dalâlin mubiyn ve eklerler işte
gördünüz, işte açıkça görülüyor ki siz iyice kaçırmışsınız, iyice
sapıtmışsınız. Yani siz acıklı bire şaşkınlık içinde değil de nesiniz. Derler.
Evet, İnfak önerildiğinde, İnfak
ne demek? Servetten Allah yolunda harcamak. İnfakın bahusus karşılığı bu. Yoksa
Kur’an da sadakat olarak ta gelir, zekat olarak ta gelir. Artma ve arınma
yöntemi. Sadaka, Allah’a sadakati ispatlama yöntemi sadaka. Ama infak özellikle
Allah yolunda, ya da Allah yoluna, ya da Allah rızası için harcama. Burada
infak denilmesinin sebebi nefak kökünden gelmesinin sebebi, çok ince bir nükte
var. Biliyorsunuz münafık ta aynı kökten türetilir. Bu kökten türetilmesinin
sebebi bir tünelin bir ucundan atınca, tünelin ahirette ki çıkışından
alınacağına inanmak. Yani nefak zaten tünel demektir. Köstebek yuvasına da onun
için aynı isim verilir. Yani dünyada ki ucundan atınca, infak edince, ahirette
sizi bekleyen bir yatırıma, bir servete dönüşmesi. Onun için çift dünyalı
olanlar infak ederler. Tek dünyalı olanlar nifak ederler. Çift dünyalı
olanların tek yüzü olur, tek dünyalı olanların çift yüzü olur. İki yüzlülerdir.
İşte infak Allah’a daha fazlasını
almak için vermektir. İnfak Allah’ın verdiğini paylaşmaktır ki daha fazlasını
versin. Dahası Allah’ın verdiği geçici nimeti paylaşarak, Allah’tan kalıcı
nimet almaktır. İnfak budur.
İmanın test edilmesinin
yöntemlerinden biri olarak geçer Kur’an da, iman infakla test edilir.
Karşılığını orada almak için bu dünyada seve seve vermek. İnkarcı tavır
vereceğine takılmış burada. Ama alacağını görmüyor. Sadece vereceğine takılmış.
Onun için de diyor ki, Allah istese doyururdu, biz mi doyuralım. Allah’ın
doyurmadığını biz mi doyuralım. Onun için bunu görmüyor Allah’ın onu doyurmayıp
bunu da doyacağından fazlasıyla rızıklandırmasının sebebini görmüyor. Aslında
onun doyacağını bunun eli ile vermiş ona. Onu görmüyor. Yani emanet verildiğini
görmüyor. Kendisinin doyacağından fazlasının elinde olmasının hikmetini
kavrayamıyor.
Bu Allah’tan bağımsız ve
bağlantısızı düşünmenin acıklı sonucu. Çünkü tek dünyalı dedim ya biraz önce.
Servete hesabı sorulacak bir emanet olarak bakmıyor. Bakmadığı içinde infak
etmeye yanaşmıyor. Dünyevileşmiş bir aklın akıbeti bu.
Devam ediyor B sayfasına geçiniz,
139. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder