B sayfasından devam
10-) Ve sevaün aleyhim eenzertehüm em lem
tünzirhüm lâ yu'minun;
Onları
uyarsan da uyarmasan da birdir; iman etmezler! (A. Hulûsi)
10 -
Ve onlarca müsavidir: ha İnzar etmişin kendilerini ha etmemişin; inanmazlar.
(Elmalı)
Ve sevaün aleyhim eenzertehüm em lem tünzirhüm
lâ yu'minun şu halde sen onları uyarsan da, uyarmasan da onlar için
fark etmez. İman etmezler, dönmezler, asla değişmezler. Çünkü algılamazlar,
çünkü gözlerini güneşe kapatmışlardır yarasalar gibi. Çünkü yüreklerini ve
akıllarını kapatmışlardır. Hiçbir etkisi olmaz. Etkisi olmayacak diye sen
uyarıdan vazgeç manasına gelmiyor bu. Sen uyar çünkü kimin kapalı kimin açık
olduğunu bilemezsin ki. Lem ad’as en aşukka ala kulûbin nas diyordu onun için efendimiz. “Ben insanların kalbini açıp yarmak için
gönderilmedim.” O nedenle de herkesi uyardı, herkesi müjdeledi, herkesi
davet etti. Çünkü kimin kapalı kimin açık olduğu davetten sonra belli olur.
Davet edilmeden nasıl bilinebilirdi.
11-) İnnema tünziru menittebe'azZikre ve
haşiyer Rahmâne Bilğayb* febeşşirhu Bimağfiretin ve ecrin keriym;
Sen
ancak Zikre (hatırlatılan hakikate) tâbi olan ve gaybı olarak Rahmân'dan haşyet duyanı
uyarırsın. Onu bir mağfiret ve kerîm bir bedel ile müjdele! (A. Hulûsi)
11 -
Ancak zikri takip eden ve gayb de rahmana haşyet besleyen kimseyi
sakındırırsın, işte onu hem bir mağrifetle hem bir ecri kerîm ile müjdele.
(Elmalı)
İnnema tünziru menittebe'azZikre ve haşiyer
Rahmâne Bilğayb ne ki sen sadece ilahi uyarıya tabi olan ve idraki
aşan bir hakikat olmasına rağmen o Rahman’a derin bir saygı duyan kimseyi
uyarabilirsin. febeşşirhu
Bimağfiretin ve ecrin keriym o halde bu gibilerini tarifsiz
güzellikte bir güzellikle, bir ödülle, bir mükafatla müjdele.
Tıpkı; Nebbi' ıbadiy
enniy enel Ğafûrur Rahıym. (Hicr/49) kullarıma haber ver,
haber verki ben sonsuzca bağışlayan bir rabbim. Ama; Ve enne azâbiy
hüvel azâbül eliym. (Hicr/50) ama bir de azabım var ki o çok acıdır,
çok acı bir cezalandırmadır ayetini hatırlatıyor.
Kullarıma
haber ver rahman olduğumu, fakat istismar etmeye kalkmasınlar. Rahmetin kaynağı
benim. Eğer bir yerde rahmet görmüşlerse, merhamet görmüşlerse onun kaynağını
izlesinler, orada beni bulacaklar. Onun içinde bana yönelsinler. Bu kaynaktan onlara
da pay ayırayım. Bu kaynağın arıtmayacağı kir yok. Bu kaynağın temizlemeyeceği
günah yok, örtmeyeceği günah yok. Ama yeter ki yönelsinler.
Aslında
ayetin söylediği açık. Allah’a yönelin, bağışlanmayacak hiçbir günah yoktur.
Yeter ki itiraf edin Allah’a yönelin. Rahmetin kaynağının O olduğunu bilin ve
bu bilinçle O’nun kapısına gelin. Bunu söylüyor.
12-) İnna nahnu nuhyilmevta ve nektübü ma
kaddemu ve asârehüm* ve külle şey'in ahsaynâhu fiy imamin mubiyn;
Kesinlikle
biz, evet yalnız biz ölüleri diriltiriz! Onların yaptıklarını ve meydana
getirdikleri eserleri yazarız! Biz her şeyi İmam-ı Mubiyn'de (beyinlerinde ve ruhlarında)
ihsa ettik (tüm özellikleriyle kaydettik)! (A. Hulûsi)
12 -
Hakikat biz biziz, ölüleri diriltiriz ve takdim ettikleri şeyleri ve
bıraktıkları eserleri kitaba geçiririz ve zaten her şey'i açık bir kütükte bir
«İmamı Mübîn» de ıhsa etmişizdir. (Elmalı)
İnna nahnu nuhyilmevta elbette biz,
evet, ölüyü biz dirilteceğiz. ve nektübü ma kaddemu ve asârehüm ve onların önden
yolladıklarını da, arkada bıraktıkları eserleri de mutlaka kayda geçireceğiz.
Burada sadakayı cariyeyi, Resulallah’ın öldükten sonra kişinin defterini şu 3
şey kapamaz haberini hatırlıyoruz. O 3 şey; salih evlat, hayırlı bilgi ve
sadakayı cariye.
Sadakayı cariyeyi biliyoruz,
insanlığa yararlı şeyler. Hayırlı evlat, onu da biliyoruz ve doğru bilgi.
Geriye kalmış doğru bilgi yararlı bilgi. İşte o insanın yaşayan ameli. Yani
insan ölür, fakat ölmeyen bir şey kalırsa geriye o da amelidir, yaşayan
amelidir. Dolayısıyla bu hadiste beyan edilen 3 şey insanın arkasından çalışan
açık bir cari hesap olması çok anlaşılabilir bir durumdur. Çünkü bir başkasının
sevabı değildir o giden, onun kendi sevabıdır. Çünkü kendisi ölmüş ama eylemi
yaşamaktadır, bilgisinde yaşamaktadır, kitap olarak yaşamaktadır. İnsanları
irşad ederek yaşamaktadır. Onu her okuyandan bir pay gitmektedir.
Evladında yaşamaktadır, o evladın
yaptığı her güzellik adeta altına bir karbon konularak bir nüshası da ona
vesile olana gitmektedir. Yine onun geriye bıraktığı kalıcı, faydalı eserler. O
da açık bir hesaptır. İşte bu hadisi hatırlatıyor.
ve külle şey'in ahsaynâhu fiy imamin mubiyn
böylece her şeyi açık seçik gelişmiş bir ana bellekte kayıt altına almış
oluruz.
İmam, en ileri, gelişmiş anlamına
gelir kök anlam itibarıyla, Umm. Bir şeyin türediği asıl, anne de oradan gelir.
Ama hemen bu anlamın yanında önde olan, emam da oradan gelir. Ön taraf
demektir. İmam aynı kökten türetilir. Önde olduğu için, lider olduğu için, en
gelişmiş ve en ileri şekline de bu kelime kullanılır bir şeyin. Yani kayıt
tutmanın en ileri biçimiyle, “en ileri tekniği” neyse onunla kayıt tutacağız.
Gören Allah’a imanı pekiştiren bir ifade bu.
3.000 boyutlu bir kamera düşünün,
3 boyutlu değil. Bugün 3 boyutlu çekilmiş kayıtları izlediğimizde hayran
oluyoruz. 3.000 boyutlu. Bu boyutların içinde o işi yaparken aklından neler
geçiyor, kalbinden neler geçiyor, hafızan ne durumda, seninle görevli
meleklerin yüzü nasıl, yani ona nasıl tepki veriyorlar kayıtta o da var. Ve
nefsin enen, egon nasıl, şeytanın ne durumda. Yani hepsi kayıtta. Bir tek eylem
ama o eylemin arkasında görünen ya da görünmeyen ne kadar unsur varsa,
bilincin, aklın, iraden, kalbin, duygun, düşüncen dahil olmak üzere hepsi de
kayda girmiş.
Bunu insan havsalası almıyor,
aklı düşünemiyor bile böyle bir kayıt sistemini. İşte öylesine en ileri kayırt
tekniğiyle kaydedilmiş olarak hesaba geçecek.
13-) Vadrib lehüm meselen ashabel karyeti,
izcaehel murselun;
Onlara
o şehir halkını örnek ver... Hani oraya Rasûller gelmişti. (A. Hulûsi)
13 -
Ve onlara, o karye sahiplerini temsil getir, o dem ki ona o gönderilen Resuller
varmıştı. (Elmalı)
Vadrib lehüm meselen ashabel karyeti, izcaehel
murselun imdi onlara kendilerine elçilerimizi gönderdiğimiz şehir
halkının hikayesini anlat. Katade ve İkrime, -ki Taberi naklediyor bunu- bu
karyenin, bu şehrin Antakya olduğunu söylerler. Ki aksal Medine, 20. ayette
öyle diyor, şehrin en uzağından, Medine olarak geçiyor. Kur’an bir yer için
Medine diyorsa orada hukuki her türlü alt yapı var demektir. Çünkü bir yerin
Medine olabilmesi deyyana sahip olmasıyla mümkündür. Deyyan orada hukukun
işlediğini gösterir. Onun içinde bura kelimenin tam anlamıyla bir uygarlık
kenti. Ki Antakya buna uyuyor. Orada ki halkında Antakyalılar olduğu yorumunu
yapmış bu otoriteler.
Racülün de ilerde gelecek Habibi
Neccar olduğunu söylemişler Antakya da metfun olan yani Antakya da geçmiş
tarihsel bir hadiseyle bu ayetler arasında bir bağ kurmuşlar. Elçilerin de Hz.
İsa’nın havarileri olduğunu söylemişler.
Bu yorumu eksen alacak olursak el
Mürselun u peygamber manasına elçiler değil, elçinin elçileri anlamına
alabiliriz. Yani davetçiler anlamıyla alabiliriz. Çünkü Hz. İsa göndermişse,
havarilerse; onlara peygamber manasına elçiler demek doğru olmaz.
Hz. Peygamberin Muaz Bin Cebel’i
Yemen’e gönderirken Resuli Resulillah dediği gibi. Allah’ın elçisinin elçisi
manasına belki kullanılabilir.
Murselun edilgen bir kip zaten.
Kıssa boyunca hep bu kiple geçer ilginçtir. Hiç ne isim olarak ne de zamir
olarak Allah’a izafe edilmez. Yani rusülüna gibi bir izafet terkibi
kullanılmaz. Musa ve Harun örneğinde olduğu gibi Kur’an ın anlattığı
peygamberler tarihinde aynı zaman ve aynı yere iki peygamberin birden
gönderildiği enderde olsa vakidir. Fakat üçünün birden aynı anda aynı yere aynı
zamanda gönderildiği Kur’an tarafından nakledilmemiştir. Buradan da yola
çıkarak bunların; elçinin elçileri anlamına olabileceğini, alınabileceğini
söyleyebiliriz.
Fakat burada asıl parmağa değil,
parmak ayı gösterirken aya bakmak lazım. Kur’an ne yerden bahsediyor, ne isim
veriyor, ne mekan veriyor. Bunları vermiyorsa eğer aslında bizin parmağa değil
de aya bakmamız içindir. Zaten buda sadece yorumlardan bir yorumdur ve bu
yorumu ilk nesilden itibaren reddeden büyük otoriteler olmuştur, İbn. Kesir bu
reddi ciddi bir biçimde ele alır ve kendiside bu redde katılır.
Peki camdan bakarsak cama değil
de ne görünür burada görünen aslında her coğrafya da, her mekanda hakikati
ileten her insanın başına gelecek olanlardan bir örnek seçilmiştir burada. Yani
hakikati insanlara ulaştıranlar neleri göze almışlar, nasıl bedeller ödemişler,
bunun örneğine burada bak ve bu örnekten yola çıkarak ey ilk muhatap olan Resul
sen de ibret al ey bu vahyin tüm muhatapları, sizde hakikati insanlığa götürmek
istiyorsanız bu örnek aklınızdan çıkmasın. Aslında verilmek istenen derste
budur ve bu kıssa zamanlar üstü olarak anılmalı ve bunun kıssadan hisse
çıkarmak için burada anlatıldığı unutulmamalıdır.
14-) İz erselna ileyhimüsneyni fekezzebuhüma
fe'azzezna Bisâlisin fekalû inna ileyküm murselun;
Hani
onlara iki (Rasûl) irsâl ettik de o ikisini de yalanladılar... Bunun üzerine bir üçüncüsü
ile güçlendirdik de: "Doğrusu biz size irsâl olunanlarız" dediler. (A.
Hulûsi)
14 - O
sıra ki onlara o ikiyi göndermiştik, bunları tekzip ettiler, biz de bir üçüncü
ile izzet (ve kuvvet) verdik de varıp dediler: haberiniz olsun biz sizlere
gönderilmiş Resulleriz. (Elmalı)
İz erselna ileyhimüsneyn bir
zamanlar onlara iki elçi göndermiştik fekezzebuhüma ama ikisini de yalanladılar. fe'azzezna Bisâlis
bunun üzerine onları bir üçüncüsüyle destekledik. Bu ayet rivayet ve yorumların
ötesinde anlaşıldığında ortaya şu çıkar. Burada ki iki elçi Hz. Musa ve Hz. İsa
ve onlarla yollanan Tevrat ve İncil. Yalanlanmaları onların bıraktığı mirasa
ümmetlerinin ihaneti ve üçüncüsüyle desteklenmesi ise Resulallah’la onların
vahiy mirasının desteklenmesi biçiminde anlaşılabilir. Belki bu yorum en güzel
yorumlardan biridir. Hz. Peygamber ve Kur’an vahyinin Musa ve İsa’yı ve onların
vahyini desteklediği ise zaten Kur’an ın sık sık söylediği bir gerçektir.
fekalû inna ileyküm murselun ve
onlar dediler ki biz size gönderilmiş elçileriz.
[Ek bilgi -1; ANTAKYA HALKINA
GELEN ELÇİLER
En doğru ve en açık olan
görüşe göre bu ifadenin başındaki iz edatının zarf olup, fiillinin ise
kendinden önce geçen câe olmasıdır. Buna göre mana, "O peygamber oraya,
onları gönderdiğimiz zaman gelmiş (gitmiş)lerdi, yani, onlar kendiliklerinden
gitmemişlerdir. Onlar oraya emr
olundukları için gitmişlerdi" şeklindedir.
Burada şöyle bir incelik var: Bu anlatıştan o peygamberin Hz. İsa (a.s)
tarafından Antakya'ya gönderildikleri çıkmaktadır.
İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak
"Hz. İsa'nın göndermesi, bizim göndermemiz sayılır. Allah'ın izni alınarak
gönderilen, Allah'ın elçisinin elçileri, Allah'ın elçileri sayılır. Binâenaleyh
ey Muhammed, aklına, "Bunlar, peygamber olan Hz. İsa'nın elçileriydi, ben
ise Allah'ın elçisiyim" diye bir düşünce gelmesin. Çünkü onları yalanlamak
tıpkı seni yalanlamak gibidir" demiş ve bu teselli, "Göndermiştik de"
ifadesiyle tamamlanmıştır.
Bu, şöyle bir fıkhî meseleyi
destekler: Müvekkilin izni ile tayin edilen vekilin vekili (avukatın avukatı),
vekilin avukatı değil, müvekkilin avukatı sayılır. Binâenaleyh vekilin onu
azletmesiyle, o azlolunma*. O ancak müvekkil azlederse, azlolunmuş olur. Bu
izah, ayetteki "Onlara örnek ver" ifadesinin, Hz. Muhammed (s.a.s)
için getirilmiş bir mesel oluşu, görüşümüz hususunda çok açık bir delildir.
(Faruddin Er Razi-Tefsiri Kebir)]
[Ek bilgi: ANTAKYA HALKINA GELEN
ÜÇ PEYGAMBER
Yüce Halik, putperest olan
Antakya halkına Terman ile Tâlus'u elçi olarak göndermiştir. Onlar Antakya'ya
gelip halkı imana davet ederek «Ey insanlar, siz putlara tapıp şeytana ibadet
etmeyin. Allah'a ibadet edin, O'ndan başka ibadete lâyık yoktur» demişlerdir.
Halk onların davetini kabul etmeyerek, kendilerini yalanlamışlar ve yakalayıp
krallarına götürmüşlerdir.
Onlar kralın yanma girince
putları görmüşler ve «Sizin taptığınız şu putlar bâtıldır. Onları asla ma'bûd
edinmeyiniz. Sizin Ma'bûdunuz yerleri, gökleri yaratan ve her şeye sahip olan
Allah'tır. O'ndan başka ma'bûdunuz yoktur. Kim O'ndan başka ma'bûd edinip
ibadet ederse yeri cehennemdir» demişlerdir. Kral onların böyle konuştuklarını
görünce gadaba gelir, ikisini de sopa ile döver ve zindana attırır.
Bunlar zindana atılınca
Hâlik-ı Mutlak, o kasaba halkına Şemun'u gönderir. Şemun Antakya'ya gelir,
onların zindana atıldığını öğrenir ve hemen bulundukları yere gelir. Zindanın
bekçisinden onlara yemek vereceğini söyleyerek izin ister ve yanlarına girer.
Karınlarını doyurduktan sonra «ben sizi kurtarmak için geldim. Siz işe yanlış
başladınız, onların size itaat edip etmeyeceğini hesap etmediniz, önce onları
yumuşaklıkla davet edecektiniz. Siz ise korkutarak davet ettiniz. Sizin
durumunuz şu kadının durumuna benzer: Genç yaşında çocuğu olmayan, yaşlandığı
zaman bir oğlu olan ve hemen onun bir anda büyümesini isteyen, büyümesi için de
onu aşırı şekilde yediren, fakat çocuk bakımını bilmediği için boğup öldüren
kadın gibidir. Siz de, o kadın gibi acele ettiniz, krala geldiniz, davet vakti
olmadan, hemen onu imana davet ettiniz ve başınıza belâ getirdiniz.» der.
Sonra yanlarından ayrılır,
puthaneye gelip oturur. Halkın gelmesini bekler. Halk puthaneye gelip ibadet
etmeye başlar, Şemun da gönlünü Allah'a yönelterek secdeye kapanır. Halk
Şemun'u kendilerinden zannederler.
Birkaç gün böyle devam eder,
sonunda halk Şemun'un kendilerinden olmadığını anlarlar ve durumu krallarına
bildirirler. Kralları, Şemun'u huzuruna davet eder, o da gider. Kral hangi milletten
olduğunu sorar, o da, Îsrail oğullarından olduğunu, onların işlerini organize
ettiğini, hepsi öldüğü için kendilerine sığındığını söyler. Bunun üzerine kral
ona bir kaç mes'ele sorar, hepsinden olumlu cevap alır, sonra onu yakınlarının
arasına alır.
Bir müddet geçtikten sonra
Şemun, krala cezaevindekileri hatırlatır ve «Ey kral, uzun zamandan beri iki
kişinin hapiste olduğunu öğrendim. Onlar seni başka bir Hâna tapmaya davet
etmişler. Onları getirseniz de ne demek istediklerini ben de Öğrensem ve senin
tarafından onlarla bu hususta mücadele yapsam der.
Bunun üzerine kral iki kişiyi
getirtir. Şemun. bunların kim olduğunu tanımamazlıktan gelir ve «sizin
ilâhınızın kim olduğunu bana söyleyin.» der. Onlar da «bizim ilâhımız
dilsizleri konuşturur, sağırları işittirir, alaca hastalığa yakalananları iyi
eder» derler.
Bunun üzerine Şemun körleri
nasıl gördüreceksiniz gösterin bakalım» der. Sonra bunların huzuruna bir âmâ
getirirler, onlar dua ederler, Allah ü Teâlâ dualarını kabul eder ve anadan
doğma kör olan zat görmeye başlar. Bu defa Şemun «Ben de âmâları gördürürüm»
der ve bîr kör çağırır, gizli dua eder o da görmeye başlar. Şemun onlara ben
de, sizin gibi görmeyeni gördürdüm. Bu bakımdan sizin benden hiçbir farkınız
yok» der.
Sonra bir alacalı hastayı
getirmesini isterler, bunlar onu da iyi ederler. Şemun da aynı şekilde bir
alacalı hastayı iyi eder. Yine onlara «sizin benden bunda da bir üstünlüğünüz
yok, der. Başka yapacağınız bir şey var mı?» diye sorarlar. Onlar da «bizim
Rabbimiz ölüleri diriltir, dirileri de öldürür derler.
Bu defa Şemun «Benim buna gücüm yetmez. Ey kral, putları
getirelim, belki onlar öldürmeye ve diriltmeye muktedir olurlar. Eğer buna
muktedir olurlarsa üstünlük sende kalır bunlara mağlûp olmazsın» der. Kral
«putlar ne körleri gördürür, ne sağırları işittirir, ne alacalıları iyi eder,
ne de Ölüleri diriltir. Onlar cansız şeylerdir, hiçbir şeye malik değillerdir”
der.
Şemun “Ey padişah, bunlara
sor, o söyledikleri şeye güçleri yeter mi bakalım” der. Padişah da «madem ki
sizin Rabbiniz, ölüleri diriltiyor, bizim bir ölümüz var. öleli yedi gün oldu,
babası tarlasına ekin ekmeye gittiği için yedi gündür onu defnetmediler,
babasını bekliyorlar. Haydin bakalım, onu diriltin de sizi görelim, der. Sonra
ölüyü getirirler. Bunlar aşikâr dua ederler, Şemun da gizli dua eder, ölü
dirilir.
Bunun üzerine Şemun «şahitlik
ederim ki, bunların söylediklerinin hepsi doğrudur. Ma'bûdları haktır» der.
Padişah ve adamları Şemun'un da onlardan olduğunu anlarlar ve her üçünü de
öldürürler. Bunlar öldürüldükten sonra, ölünün babası Habibin Neccar gelir,
oğlunun dirildiğini görünce iman eder, kral onu da öldürtür.
Antakya halkı Allah'ın
elçilerine bu işi yapınca Yüce Allah üzerlerine Cebrail'i gönderir. Cebrail
gelip onlara bir sayha atınca hepsi bîr anda helak olur. Böylece inkarcılar ve
zalimler cezalarını görürler. Hâlik-ı Zülcelâl, bunu şöyle beyan ediyor:
«Onlara iki elçi göndermiştik. Onu yalanladıkları için üçüncü biriyle
desteklenmiştik. Onlar 'biz, size gönderildik' demişlerdi. Onlar bu elçilerin
davetini kabul etmeyerek yalanlamışlardı.”
(Ebü'l-Leys Semerkandi
Tefsirü'l-Kur'an)]
[Ek bilgi – 3; İlginç bir makale:
….Hz. İsa kendine ve
inananlara karşı Kudüs’de Yahudilerin ölüm planı hazırladıklarını sezince
Havarilerini çeşitli ülke şehirlerine ilâhi dinin davetçileri olarak gönderdi.
Havarilerden Yahya (Yuhanna) ile Yunus (Pavlos)’u Roma halkını ilâhi dine davet
etmeleri için Antakya şehrine gönderdi.
“Onlara, o şehir halkını misal getir. Hani onlara elçiler gelmişti. Biz onlara iki elçi gönderdiğimizde, o ikisini yalanladılar. Bunun üzerine üçüncü bir elçi gönderdik…. (Devam ediyor).
“Onlara, o şehir halkını misal getir. Hani onlara elçiler gelmişti. Biz onlara iki elçi gönderdiğimizde, o ikisini yalanladılar. Bunun üzerine üçüncü bir elçi gönderdik…. (Devam ediyor).
{Allahû Alem..!}
Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
138. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder