6 Mart 2013 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. YASİYN (10-14) (138-C)



B sayfasından devam

10-) Ve sevaün aleyhim eenzertehüm em lem tünzirhüm lâ yu'minun;

Onları uyarsan da uyarmasan da birdir; iman etmezler! (A. Hulûsi)

10 - Ve onlarca müsavidir: ha İnzar etmişin kendilerini ha etmemişin; inanmazlar. (Elmalı)


Ve sevaün aleyhim eenzertehüm em lem tünzirhüm lâ yu'minun şu halde sen onları uyarsan da, uyarmasan da onlar için fark etmez. İman etmezler, dönmezler, asla değişmezler. Çünkü algılamazlar, çünkü gözlerini güneşe kapatmışlardır yarasalar gibi. Çünkü yüreklerini ve akıllarını kapatmışlardır. Hiçbir etkisi olmaz. Etkisi olmayacak diye sen uyarıdan vazgeç manasına gelmiyor bu. Sen uyar çünkü kimin kapalı kimin açık olduğunu bilemezsin ki. Lem ad’as en aşukka ala kulûbin nas diyordu onun için efendimiz. “Ben insanların kalbini açıp yarmak için gönderilmedim.” O nedenle de herkesi uyardı, herkesi müjdeledi, herkesi davet etti. Çünkü kimin kapalı kimin açık olduğu davetten sonra belli olur. Davet edilmeden nasıl bilinebilirdi.


11-) İnnema tünziru menittebe'azZikre ve haşiyer Rahmâne Bilğayb* febeşşirhu Bimağfiretin ve ecrin keriym;

Sen ancak Zikre (hatırlatılan hakikate) tâbi olan ve gaybı olarak Rahmân'dan haşyet duyanı uyarırsın. Onu bir mağfiret ve kerîm bir bedel ile müjdele! (A. Hulûsi)

11 - Ancak zikri takip eden ve gayb de rahmana haşyet besleyen kimseyi sakındırırsın, işte onu hem bir mağrifetle hem bir ecri kerîm ile müjdele. (Elmalı)


İnnema tünziru menittebe'azZikre ve haşiyer Rahmâne Bilğayb ne ki sen sadece ilahi uyarıya tabi olan ve idraki aşan bir hakikat olmasına rağmen o Rahman’a derin bir saygı duyan kimseyi uyarabilirsin. febeşşirhu Bimağfiretin ve ecrin keriym o halde bu gibilerini tarifsiz güzellikte bir güzellikle, bir ödülle, bir mükafatla müjdele.

Tıpkı; Nebbi' ıbadiy enniy enel Ğafûrur Rahıym. (Hicr/49) kullarıma haber ver, haber verki ben sonsuzca bağışlayan bir rabbim. Ama; Ve enne azâbiy hüvel azâbül eliym. (Hicr/50) ama bir de azabım var ki o çok acıdır, çok acı bir cezalandırmadır ayetini hatırlatıyor.

Kullarıma haber ver rahman olduğumu, fakat istismar etmeye kalkmasınlar. Rahmetin kaynağı benim. Eğer bir yerde rahmet görmüşlerse, merhamet görmüşlerse onun kaynağını izlesinler, orada beni bulacaklar. Onun içinde bana yönelsinler. Bu kaynaktan onlara da pay ayırayım. Bu kaynağın arıtmayacağı kir yok. Bu kaynağın temizlemeyeceği günah yok, örtmeyeceği günah yok. Ama yeter ki yönelsinler.

Aslında ayetin söylediği açık. Allah’a yönelin, bağışlanmayacak hiçbir günah yoktur. Yeter ki itiraf edin Allah’a yönelin. Rahmetin kaynağının O olduğunu bilin ve bu bilinçle O’nun kapısına gelin. Bunu söylüyor.


12-) İnna nahnu nuhyilmevta ve nektübü ma kaddemu ve asârehüm* ve külle şey'in ahsaynâhu fiy imamin mubiyn;

Kesinlikle biz, evet yalnız biz ölüleri diriltiriz! Onların yaptıklarını ve meydana getirdikleri eserleri yazarız! Biz her şeyi İmam-ı Mubiyn'de (beyinlerinde ve ruhlarında) ihsa ettik (tüm özellikleriyle kaydettik)! (A. Hulûsi)

12 - Hakikat biz biziz, ölüleri diriltiriz ve takdim ettikleri şeyleri ve bıraktıkları eserleri kitaba geçiririz ve zaten her şey'i açık bir kütükte bir «İmamı Mübîn» de ıhsa etmişizdir. (Elmalı)


İnna nahnu nuhyilmevta elbette biz, evet, ölüyü biz dirilteceğiz. ve nektübü ma kaddemu ve asârehüm ve onların önden yolladıklarını da, arkada bıraktıkları eserleri de mutlaka kayda geçireceğiz. Burada sadakayı cariyeyi, Resulallah’ın öldükten sonra kişinin defterini şu 3 şey kapamaz haberini hatırlıyoruz. O 3 şey; salih evlat, hayırlı bilgi ve sadakayı cariye.

Sadakayı cariyeyi biliyoruz, insanlığa yararlı şeyler. Hayırlı evlat, onu da biliyoruz ve doğru bilgi. Geriye kalmış doğru bilgi yararlı bilgi. İşte o insanın yaşayan ameli. Yani insan ölür, fakat ölmeyen bir şey kalırsa geriye o da amelidir, yaşayan amelidir. Dolayısıyla bu hadiste beyan edilen 3 şey insanın arkasından çalışan açık bir cari hesap olması çok anlaşılabilir bir durumdur. Çünkü bir başkasının sevabı değildir o giden, onun kendi sevabıdır. Çünkü kendisi ölmüş ama eylemi yaşamaktadır, bilgisinde yaşamaktadır, kitap olarak yaşamaktadır. İnsanları irşad ederek yaşamaktadır. Onu her okuyandan bir pay gitmektedir.

Evladında yaşamaktadır, o evladın yaptığı her güzellik adeta altına bir karbon konularak bir nüshası da ona vesile olana gitmektedir. Yine onun geriye bıraktığı kalıcı, faydalı eserler. O da açık bir hesaptır. İşte bu hadisi hatırlatıyor.

ve külle şey'in ahsaynâhu fiy imamin mubiyn böylece her şeyi açık seçik gelişmiş bir ana bellekte kayıt altına almış oluruz.

İmam, en ileri, gelişmiş anlamına gelir kök anlam itibarıyla, Umm. Bir şeyin türediği asıl, anne de oradan gelir. Ama hemen bu anlamın yanında önde olan, emam da oradan gelir. Ön taraf demektir. İmam aynı kökten türetilir. Önde olduğu için, lider olduğu için, en gelişmiş ve en ileri şekline de bu kelime kullanılır bir şeyin. Yani kayıt tutmanın en ileri biçimiyle, “en ileri tekniği” neyse onunla kayıt tutacağız. Gören Allah’a imanı pekiştiren bir ifade bu.

3.000 boyutlu bir kamera düşünün, 3 boyutlu değil. Bugün 3 boyutlu çekilmiş kayıtları izlediğimizde hayran oluyoruz. 3.000 boyutlu. Bu boyutların içinde o işi yaparken aklından neler geçiyor, kalbinden neler geçiyor, hafızan ne durumda, seninle görevli meleklerin yüzü nasıl, yani ona nasıl tepki veriyorlar kayıtta o da var. Ve nefsin enen, egon nasıl, şeytanın ne durumda. Yani hepsi kayıtta. Bir tek eylem ama o eylemin arkasında görünen ya da görünmeyen ne kadar unsur varsa, bilincin, aklın, iraden, kalbin, duygun, düşüncen dahil olmak üzere hepsi de kayda girmiş.

Bunu insan havsalası almıyor, aklı düşünemiyor bile böyle bir kayıt sistemini. İşte öylesine en ileri kayırt tekniğiyle kaydedilmiş olarak hesaba geçecek.


13-) Vadrib lehüm meselen ashabel karyeti, izcaehel murselun;

Onlara o şehir halkını örnek ver... Hani oraya Rasûller gelmişti. (A. Hulûsi)

13 - Ve onlara, o karye sahiplerini temsil getir, o dem ki ona o gönderilen Resuller varmıştı. (Elmalı)


Vadrib lehüm meselen ashabel karyeti, izcaehel murselun imdi onlara kendilerine elçilerimizi gönderdiğimiz şehir halkının hikayesini anlat. Katade ve İkrime, -ki Taberi naklediyor bunu- bu karyenin, bu şehrin Antakya olduğunu söylerler. Ki aksal Medine, 20. ayette öyle diyor, şehrin en uzağından, Medine olarak geçiyor. Kur’an bir yer için Medine diyorsa orada hukuki her türlü alt yapı var demektir. Çünkü bir yerin Medine olabilmesi deyyana sahip olmasıyla mümkündür. Deyyan orada hukukun işlediğini gösterir. Onun içinde bura kelimenin tam anlamıyla bir uygarlık kenti. Ki Antakya buna uyuyor. Orada ki halkında Antakyalılar olduğu yorumunu yapmış bu otoriteler.

Racülün de ilerde gelecek Habibi Neccar olduğunu söylemişler Antakya da metfun olan yani Antakya da geçmiş tarihsel bir hadiseyle bu ayetler arasında bir bağ kurmuşlar. Elçilerin de Hz. İsa’nın havarileri olduğunu söylemişler.

Bu yorumu eksen alacak olursak el Mürselun u peygamber manasına elçiler değil, elçinin elçileri anlamına alabiliriz. Yani davetçiler anlamıyla alabiliriz. Çünkü Hz. İsa göndermişse, havarilerse; onlara peygamber manasına elçiler demek doğru olmaz.

Hz. Peygamberin Muaz Bin Cebel’i Yemen’e gönderirken Resuli Resulillah dediği gibi. Allah’ın elçisinin elçisi manasına belki kullanılabilir.

Murselun edilgen bir kip zaten. Kıssa boyunca hep bu kiple geçer ilginçtir. Hiç ne isim olarak ne de zamir olarak Allah’a izafe edilmez. Yani rusülüna gibi bir izafet terkibi kullanılmaz. Musa ve Harun örneğinde olduğu gibi Kur’an ın anlattığı peygamberler tarihinde aynı zaman ve aynı yere iki peygamberin birden gönderildiği enderde olsa vakidir. Fakat üçünün birden aynı anda aynı yere aynı zamanda gönderildiği Kur’an tarafından nakledilmemiştir. Buradan da yola çıkarak bunların; elçinin elçileri anlamına olabileceğini, alınabileceğini söyleyebiliriz.

Fakat burada asıl parmağa değil, parmak ayı gösterirken aya bakmak lazım. Kur’an ne yerden bahsediyor, ne isim veriyor, ne mekan veriyor. Bunları vermiyorsa eğer aslında bizin parmağa değil de aya bakmamız içindir. Zaten buda sadece yorumlardan bir yorumdur ve bu yorumu ilk nesilden itibaren reddeden büyük otoriteler olmuştur, İbn. Kesir bu reddi ciddi bir biçimde ele alır ve kendiside bu redde katılır.

Peki camdan bakarsak cama değil de ne görünür burada görünen aslında her coğrafya da, her mekanda hakikati ileten her insanın başına gelecek olanlardan bir örnek seçilmiştir burada. Yani hakikati insanlara ulaştıranlar neleri göze almışlar, nasıl bedeller ödemişler, bunun örneğine burada bak ve bu örnekten yola çıkarak ey ilk muhatap olan Resul sen de ibret al ey bu vahyin tüm muhatapları, sizde hakikati insanlığa götürmek istiyorsanız bu örnek aklınızdan çıkmasın. Aslında verilmek istenen derste budur ve bu kıssa zamanlar üstü olarak anılmalı ve bunun kıssadan hisse çıkarmak için burada anlatıldığı unutulmamalıdır.


14-) İz erselna ileyhimüsneyni fekezzebuhüma fe'azzezna Bisâlisin fekalû inna ileyküm murselun;

Hani onlara iki (Rasûl) irsâl ettik de o ikisini de yalanladılar... Bunun üzerine bir üçüncüsü ile güçlendirdik de: "Doğrusu biz size irsâl olunanlarız" dediler. (A. Hulûsi)

14 - O sıra ki onlara o ikiyi göndermiştik, bunları tekzip ettiler, biz de bir üçüncü ile izzet (ve kuvvet) verdik de varıp dediler: haberiniz olsun biz sizlere gönderilmiş Resulleriz. (Elmalı)


İz erselna ileyhimüsneyn bir zamanlar onlara iki elçi göndermiştik fekezzebuhüma ama ikisini de yalanladılar. fe'azzezna Bisâlis bunun üzerine onları bir üçüncüsüyle destekledik. Bu ayet rivayet ve yorumların ötesinde anlaşıldığında ortaya şu çıkar. Burada ki iki elçi Hz. Musa ve Hz. İsa ve onlarla yollanan Tevrat ve İncil. Yalanlanmaları onların bıraktığı mirasa ümmetlerinin ihaneti ve üçüncüsüyle desteklenmesi ise Resulallah’la onların vahiy mirasının desteklenmesi biçiminde anlaşılabilir. Belki bu yorum en güzel yorumlardan biridir. Hz. Peygamber ve Kur’an vahyinin Musa ve İsa’yı ve onların vahyini desteklediği ise zaten Kur’an ın sık sık söylediği bir gerçektir.

fekalû inna ileyküm murselun ve onlar dediler ki biz size gönderilmiş elçileriz.

[Ek bilgi -1; ANTAKYA HALKINA GELEN ELÇİLER

En doğru ve en açık olan görüşe göre bu ifadenin başındaki iz edatının zarf olup, fiillinin ise kendinden önce geçen câe olmasıdır. Buna göre mana, "O peygamber oraya, onları gönderdiğimiz zaman gelmiş (gitmiş)lerdi, yani, onlar kendiliklerinden gitmemişlerdir.  Onlar oraya emr olundukları  için  gitmişlerdi" şeklindedir.

Burada şöyle bir incelik var: Bu anlatıştan o peygamberin Hz. İsa (a.s) tarafından Antakya'ya gönderildikleri çıkmaktadır.

İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak "Hz. İsa'nın göndermesi, bizim göndermemiz sayılır. Allah'ın izni alınarak gönderilen, Allah'ın elçisinin elçileri, Allah'ın elçileri sayılır. Binâenaleyh ey Muhammed, aklına, "Bunlar, peygamber olan Hz. İsa'nın elçileriydi, ben ise Allah'ın elçisiyim" diye bir düşünce gelmesin. Çünkü onları yalanlamak tıpkı seni yalanlamak gibidir" demiş ve bu teselli, "Göndermiştik de" ifadesiyle tamamlanmıştır.

Bu, şöyle bir fıkhî meseleyi destekler: Müvekkilin izni ile tayin edilen vekilin vekili (avukatın avukatı), vekilin avukatı değil, müvekkilin avukatı sayılır. Binâenaleyh vekilin onu azletmesiyle, o azlolunma*. O ancak müvekkil azlederse, azlolunmuş olur. Bu izah, ayetteki "Onlara örnek ver" ifadesinin, Hz. Muhammed (s.a.s) için getirilmiş bir mesel oluşu, görüşümüz hususunda çok açık bir delildir. (Faruddin Er Razi-Tefsiri Kebir)]

[Ek bilgi: ANTAKYA HALKINA GELEN ÜÇ PEYGAMBER

Yüce Halik, putperest olan Antakya halkına Terman ile Tâlus'u elçi olarak göndermiştir. Onlar Antakya'ya gelip halkı imana davet ederek «Ey insanlar, siz putlara tapıp şeytana ibadet etmeyin. Allah'a ibadet edin, O'ndan başka ibadete lâyık yoktur» demişlerdir. Halk onların davetini kabul etmeyerek, kendilerini yalanlamışlar ve yakalayıp krallarına götürmüşlerdir.

Onlar kralın yanma girince putları görmüşler ve «Sizin taptığınız şu putlar bâtıldır. Onları asla ma'bûd edinmeyiniz. Sizin Ma'bûdunuz yerleri, gökleri yaratan ve her şeye sahip olan Allah'tır. O'ndan başka ma'bûdunuz yoktur. Kim O'ndan başka ma'bûd edinip ibadet ederse yeri cehennemdir» demişlerdir. Kral onların böyle konuştuklarını görünce gadaba gelir, ikisini de sopa ile döver ve zindana attırır.

Bunlar zindana atılınca Hâlik-ı Mutlak, o kasaba halkına Şemun'u gönderir. Şemun Antakya'ya gelir, onların zindana atıldığını öğrenir ve hemen bulundukları yere gelir. Zindanın bekçisinden onlara yemek vereceğini söyleyerek izin ister ve yanlarına girer. Karınlarını doyurduktan sonra «ben sizi kurtarmak için geldim. Siz işe yanlış başladınız, onların size itaat edip etmeyeceğini hesap etmediniz, önce onları yumuşaklıkla davet edecektiniz. Siz ise korkutarak davet ettiniz. Sizin durumunuz şu kadının durumuna benzer: Genç yaşında çocuğu olmayan, yaşlandığı zaman bir oğlu olan ve hemen onun bir anda büyümesini isteyen, büyümesi için de onu aşırı şekilde yediren, fakat çocuk bakımını bilmediği için boğup öldüren kadın gibidir. Siz de, o kadın gibi acele ettiniz, krala geldiniz, davet vakti olmadan, hemen onu imana davet ettiniz ve başınıza belâ getirdiniz.» der.

Sonra yanlarından ayrılır, puthaneye gelip oturur. Halkın gelmesini bekler. Halk puthaneye gelip ibadet etmeye başlar, Şemun da gönlünü Allah'a yönelterek secdeye kapanır. Halk Şemun'u kendilerinden zannederler.

Birkaç gün böyle devam eder, sonunda halk Şemun'un kendilerinden olmadığını anlarlar ve durumu krallarına bildirirler. Kralları, Şemun'u huzuruna davet eder, o da gider. Kral hangi milletten olduğunu sorar, o da, Îsrail oğullarından olduğunu, onların işlerini organize ettiğini, hepsi öldüğü için kendilerine sığındığını söyler. Bunun üzerine kral ona bir kaç mes'ele sorar, hepsinden olumlu cevap alır, sonra onu yakınlarının arasına alır.

Bir müddet geçtikten sonra Şemun, krala cezaevindekileri hatırlatır ve «Ey kral, uzun zamandan beri iki kişinin hapiste olduğunu öğrendim. Onlar seni başka bir Hâna tapmaya davet etmişler. Onları getirseniz de ne demek istediklerini ben de Öğrensem ve senin tarafından onlarla bu hususta mücadele yapsam der.

Bunun üzerine kral iki kişiyi getirtir. Şemun. bunların kim olduğunu tanımamazlıktan gelir ve «sizin ilâhınızın kim olduğunu bana söyleyin.» der. Onlar da «bizim ilâhımız dilsizleri konuşturur, sağırları işittirir, alaca hastalığa yakalananları iyi eder» derler.

Bunun üzerine Şemun körleri nasıl gördüreceksiniz gösterin bakalım» der. Sonra bunların huzuruna bir âmâ getirirler, onlar dua ederler, Allah ü Teâlâ dualarını kabul eder ve anadan doğma kör olan zat görmeye başlar. Bu defa Şemun «Ben de âmâları gördürürüm» der ve bîr kör çağırır, gizli dua eder o da görmeye başlar. Şemun onlara ben de, sizin gibi görmeyeni gördürdüm. Bu bakımdan sizin benden hiçbir farkınız yok» der.

Sonra bir alacalı hastayı getirmesini isterler, bunlar onu da iyi ederler. Şemun da aynı şekilde bir alacalı hastayı iyi eder. Yine onlara «sizin benden bunda da bir üstünlüğünüz yok, der. Başka yapacağınız bir şey var mı?» diye sorarlar. Onlar da «bizim Rabbimiz ölüleri diriltir, dirileri de öldürür derler.
Bu defa Şemun «Benim buna gücüm yetmez. Ey kral, putları getirelim, belki onlar öldürmeye ve diriltmeye muktedir olurlar. Eğer buna muktedir olurlarsa üstünlük sende kalır bunlara mağlûp olmazsın» der. Kral «putlar ne körleri gördürür, ne sağırları işittirir, ne alacalıları iyi eder, ne de Ölüleri diriltir. Onlar cansız şeylerdir, hiçbir şeye malik değillerdir” der.

Şemun “Ey padişah, bunlara sor, o söyledikleri şeye güçleri yeter mi bakalım” der. Padişah da «madem ki sizin Rabbiniz, ölüleri diriltiyor, bizim bir ölümüz var. öleli yedi gün oldu, babası tarlasına ekin ekmeye gittiği için yedi gündür onu defnetmediler, babasını bekliyorlar. Haydin bakalım, onu diriltin de sizi görelim, der. Sonra ölüyü getirirler. Bunlar aşikâr dua ederler, Şemun da gizli dua eder, ölü dirilir.

Bunun üzerine Şemun «şahitlik ederim ki, bunların söylediklerinin hepsi doğrudur. Ma'bûdları haktır» der. Padişah ve adamları Şemun'un da onlardan olduğunu anlarlar ve her üçünü de öldürürler. Bunlar öldürüldükten sonra, ölünün babası Habibin Neccar gelir, oğlunun dirildiğini görünce iman eder, kral onu da öldürtür.

Antakya halkı Allah'ın elçilerine bu işi yapınca Yüce Allah üzerlerine Cebrail'i gönderir. Cebrail gelip onlara bir sayha atınca hepsi bîr anda helak olur. Böylece inkarcılar ve zalimler cezalarını görürler. Hâlik-ı Zülcelâl, bunu şöyle beyan ediyor: «Onlara iki elçi göndermiştik. Onu yalanladıkları için üçüncü biriyle desteklenmiştik. Onlar 'biz, size gönderildik' demişlerdi. Onlar bu elçilerin davetini kabul etmeyerek yalanlamışlardı.”

(Ebü'l-Leys Semerkandi Tefsirü'l-Kur'an)]

[Ek bilgi – 3; İlginç bir makale:

….Hz. İsa kendine ve inananlara karşı Kudüs’de Yahudilerin ölüm planı hazırladıklarını sezince Havarilerini çeşitli ülke şehirlerine ilâhi dinin davetçileri olarak gönderdi. Havarilerden Yahya (Yuhanna) ile Yunus (Pavlos)’u Roma halkını ilâhi dine davet etmeleri için Antakya şehrine gönderdi.
“Onlara, o şehir halkını misal getir. Hani onlara elçiler gelmişti. Biz onlara iki elçi gönderdiğimizde, o ikisini yalanladılar. Bunun üzerine üçüncü bir elçi gönderdik…. (Devam ediyor).


{Allahû Alem..!}


Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
138. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder