A sayfasından devam
45-) VAllâhu
haleka külle dabbetin min ma'* feminhüm men yemşiy alâ batnih* ve minhüm men
yemşiy alâ ricleyn* ve minhüm men yemşiy alâ erba'* yahlükullahu ma yeşa'*
innAllâhe alâ külli şey'in Kadiyr;
Allâh
her DABBE'yi (canlı - hareketliyi) sudan yarattı... Onlardan kimi karnı üzerinde yürür,
onlardan kimi iki ayak üzerinde yürür ve onlardan kimi de dört ayak üzerinde
yürür... Allâh (bunlarda) dilediğini halk eder... Muhakkak ki Allâh her şey üzerine
Kaadir'dir. (A.Hulusi)
45 - Hem
Allah her hayvanı bir sudan yarattı, öyle iken kimisi karnı üstü yürüyor,
kimisi iki ayak üzerine yürüyor, kimisi de dört ayak üzeri yürüyor, Allah, ne
dilerse yaratır, hakikat Allah, her şeye kadir, çok kadir. (Elmalı)
VAllâhu
haleka külle dabbetin min ma' yine bütün canlıları sudan yaratan da
Allah’tır. feminhüm men yemşiy alâ batnihi
onlardan kimi karnı üzerinde sürünmektedir. ve
minhüm men yemşiy alâ ricleyn* ve minhüm men yemşiy alâ erba'in kimi
iki ayağı kimi de 4 ayağı üzerinde yürümektedir.
Yukarıda yaptığım açıklamayla birebir
örtüşen bir ayet. Yani varlığı doğru okursanız tıpkı gece ve gündüz gibi iman
ve küfrün varlığı da Allah’ın yasası gereğidir. Bunlardan herhangi biri yok
olmayacak. İmanın tümden silindiği bir zaman gelmeyecek, küfrün de tümden
kalktığı, batılın da tümden kalktığı bir zaman gelmeyecek. Tıpkı insanoğlunun,
tıpkı yaratılmışların çeşitliliği gibi yaratılmışların tercihleri de çeşitli
olacaktır. Bu çeşitlilik Allah’ın yasası gereğidir. Bu çeşitliliği yok etmeye,
ya da yok saymaya kalkmak Allah’ın yasasını anlamamaktır.
Bunun tabiatını anlayan, Allah’ın
yasasını anlayan bir insan, düşüncenin, duygunun ve inancın çeşitliliğini hedef
alıp onunla savaşmak yerine doğrunun ikamesini doğrunun yaygınlaşmasını,
doğrunun çoğalmasını, hakkın batıla galebe çalmasını, hakikatin daha fazla
yaygınlaşmasını ister ve bu yönde çaba gösterir. Yani yapamayacağı bir şeye
karşı savaşmak yerine, yapabileceği bir alanda çaba gösterir.
Yine bu ayetin hatırlattığı bir
şey de, kökü aynı olduğu halde ileriki süreçlerde farklılaşan canlı
varlıklardan yola çıkarak şu sorunun cevabını veriyor aslında. İnsanoğlunun da
kökü aynı idi, peygamberin nesli idi, kökü Hakk tı. Fakat süreç içinde bir
yasaya bağlı olarak farklılaştı. O nedenle burada adeta tüm canlı varlıkların
kökeninin sudan olduğu, ama daha sonra bu varlıkların çeşitlendiği gösterilerek
insanoğlu da özü itibarıyla, ilk yaratılışı itibarıyla Hakk üzerinde olduğu
fakat ondan sonra çeşitlenerek farklı farklı yollar, yöntemler, inançlar
benimsediğine bir atıf olabilir.
yahlükullahu
ma yeşa' Allah dilediğini yaratır. innAllâhe
alâ külli şey'in Kadiyr şüphesiz Allah her şeye güç yetirendir.
46-)
Lekad enzelna âyâtin mübeyyinat* vAllâhu yehdiy men yeşau ila sıratın
müstekıym;
Andolsun ki açıklayıcı işaretler inzâl ettik. Allâh dilediğini sırat-ı müstakime hidâyet eder. (A.Hulusi)
46 - Kasem
olsun ki cidden beyan edici âyetler indirdik ve kimi dilerse Allah, doğru bir
caddeye hidayet eyler. (Elmalı)
Lekad
enzelna âyâtin mübeyyinat doğrusu biz hakikati bütünüyle ortaya
koyan ayetler indirmişizdir. Yani açık olan hakikati, mübeyyinat
açıklayan ayetler. Allah zaten varlığı bir ayet olarak yarattı. Gök bir ayet,
yer bir ayet, ay bir ayet, güneş bir ayet, insan bir ayet, varlığın tamamı bir
kitap. Bu kitabı okuyamayan ya da okumakta zorlananlara bir de tefsir etti
vahiyle. Bu varlık ayetini vahiyle tefsir edip insana al oku dedi. Bir de
tefsir ettiği bu ayeti, tefsir edecek akıl verdi. Yani onu daha da
ayrıntılandıracak bir de akıl verdi. Yani bundan sonra da hala anlamamakta
direnen insanın ne mazereti vardır.
vAllâhu
yehdiy men yeşau ila sıratın müstekıym bununla Allah isteyen kimseyi
dosdoğru bir yola yöneltmeyi diler.
Vahiy Allah’ın doğru yola
yöneltme iradesinin bir ifadesidir işte.
Allah bununla insanı dosdoğru yola yöneltir. Yöneltmeyi diler dedik, öyle
çevirdik. İsteyeni, yöneltmeyi ister. Eğer yöneltmek istemeseydi dosdoğru yola,
insana vahyi göndermezdi. İnsana aklı vermezdi, insana doğru yol gösteren
peygamberleri göndermezdi. O halde bütün bunlar Allah’ın insana doğru yolu göstermesi,
oraya yöneltmesidir. Allah’ın arzusu budur. Fakat yönelmek istemeyene, görmek
istemeyene kim gösterebilir. Uymak istemeyene kim duyurabilir. Bilmek
istemeyene kim bildirebilir. Evet, her şey görene. Köre ne?
47-)
Ve yekulune amenna Billâhi ve Bir Rasûli ve eta'na sümme yetevella feriykun
minhüm min ba'di zâlik* ve ma ülaike Bil mu'miniyn;
"Esmâ'sıyla
hakikatimiz olan Allâh'a ve Bir-Rasûl'e (Rasûlü
olarak hükmüne) iman ettik, itaat ettik"
diyorlar; ama onlardan bir grup bunu dedikten sonra geri dönüyor! Onlar imanlı
değillerdir! (A.Hulusi)
47 - Bir
de Allaha ve Resulüne inandık ve itaat ettik diyorlar da sonra bunun arkasından
yan çiziyorlar, bunlar mümin değillerdir. (Elmalı)
Ve
yekulune amenna Billâhi ve Bir Rasûli ve eta'na sümme yetevella feriykun minhüm
min ba'di zâlik ama birileri, biz Allah’a ve Resule hem inandık, hem
de itaat ettik derler. Yani biz samimi olarak Allah’a güveniyoruz. Buradaki
iman ahlaki anlamı öncelikli bir iman yani güven anlamına. Biz Allah’a ve
resulüne güveniyoruz derler. Sonrada onlardan bir kısmı bunca taahhüdün
ardından sözlerinden cayarlar, dönerler.
ve ma
ülaike Bil mu'miniyn şu halde bu gibiler gerçek mümin değiller. Yani
gerçekten Allah’a güvenmiyorlar. Çünkü Allah’a güvenen, güvendiği Allah’ın
kendisini koruyup kolladığına, kendisine gönderdiği vahyin en iyi olduğuna,
emir ve talimatlarının kendisinin yararına olduğuna, Allah’ın kendisi için
biçtiği hayatın kendisi için en hayırlı hayat olduğuna inanan insandır. Hem
iman ettiğini söylüyor, hem de ilahi vahye güvenmiyorsa onun kendisi için en
iyiyi temsil ettiğine inanmıyorsa bu nasıl bir iman olacaktır. İşte burada
söylenen de bu.
Ayette amenna Billâhi ve Bir
Rasûl Allah ve Resulüne imandan söz ediliyor. Allah ve Resul iki ayrı
otorite değil. Öyle anlaşılmamalı. Burada ki “vav” iki ayrı unsuru birbirine
birleştiren, bitiştiren bir atıf, sıradan düz bir atıf değil. Burada ki “vav”
hiyerarşi bildiren bir içeriğe de sahip aynı zamanda. Elçinin otoritesi
göndereni temsil etmez mi. Ondan kaynaklanır. Yani bir elçinin sahip olduğu tüm
otorite, tüm saygınlık onu elçi tayin eden makam tarafından verilir.
Dolayısıyla Allah’ın resulünün
burada anılıyor olması, işte resul, elçi oluşundan dolayı. O nedenle de
buradaki “vav” ı belki dolayısıyla diye anlamak, çevirmek daha doğru olur.
Yani; Biz Allah’a iman ettik, dolayısıyla Resulüne iman ettik şeklinde. Tabii ki burada teslimiyet, iman
teslimiyettir. Teslimiyet İslam’dır. İslam ise nedir? Tamamen inkıyaptır,
ittibadır. Allah ile Resulünün getirdiği şeye ittibadır. Yani Allah’ın Resulü
aracılığı ile, elçisi aracılığı ile gönderdiği vahye uymaktır, tabi olmaktır.
48-)
Ve izâ du'û ilAllâhi ve RasûliHİ liyahküme beynehüm izâ feriykün minhüm
mu'ridun;
Aralarında
hükmetsin diye Allâh'a ve O'nun Rasûlü'ne çağırıldıklarında, bir de bakarsın ki
onlardan bir bölümü yüz çeviriyor. (A.Hulusi)
48 - Aralarında
hükmetmesi için Resulü ile Allaha davet olundukları vakit da bakarsın bunlardan
bir kısmı çekinirler. (Elmalı)
Ve izâ
du'û ilAllâhi ve RasûliHİ liyahküme beynehüm izâ feriykün minhüm mu'ridun
zira onlar aralarında hüküm versin diye Allah’a ve O’nun resulüne
çağrıldıklarında hiç değilse bir kısmı hemen yüz çeviriverirler.
49-)
Ve in yekün lehümül Hakku ye'tu ileyhi müz'ıniyn;
Eğer
gerçek kendi lehlerine ise, sürat ve itaat ile ona gelirler! (A.Hulusi)
49 - Ve
eğer hak kendilerinin olur ise münkad olarak ona gelirler. (Elmalı)
Ve in
yekün lehümül Hakku ye'tu ileyhi müz'ıniyn fakat, eğer kendileri
haklı çıkacak olursa, yani kendilerinin haklı çıkacağından emin olurlarsa teslim
olmuş bir eda ile koşa koşa gelirler.
Tam bir pazarlıklı iman
manzarası. Ebu Leheb imanı yani. Nasıl bir şey bu? Bunu kaynaklarımızdan
öğreniyoruz. Ebu Leheb birgün kardeşi Ebu Talib’in ardından, örfen yeğeninin
koruması kendisine geçtiğinde yeğenini çağırmış, Resulallah’ı çağırmış ve şöyle
sormuştu; “Ben iman edersem bana ne var?” Yani pazarlık yapıyor. Resulallah ile
pazarlığa oturuyor. Onun için Ebu Leheb’in küfrü hiçbir zaman “samimi” bir
küfür olmadı, o “samimi bir kafir olmadı. Yani Ebu Cehil kadar değildi küfründe.
Onun için Bedr’e gelmedi, gelemedi. Lejyoner gönderdi, paralı asker yerine.
Resulallah’tan aldığı cevap şuydu; “Herkese ne varsa sana da o var.” Oysa ki
Ebu Lehep ayrıcalıklıydı, ayrıcalık beklerdi. “Beni herkesle bir tutan dinin
olmaz olsun.” Demişti en sonunda.
Evet, pazarlıklı iman işte bu.
Peki pazarlıksız iman nasıl? Onu da Kur’an ın çeşitli surelerinde bize o yürek
yakan öyküsü anlatılan, Firavun’un sihirbazlarını pazarlıksız imanın örneği
olarak görüyoruz. Firavun onları ölümle tehdit ediyordu onlar bilgi ile Hz.
Musa’nın gerçek bir peygamber olduğunu kavramışlardı. Çünkü sihri iyi
biliyorlardı, büyüyü iyi biliyorlardı. Bilgileri onları imana götürmüştü.
Büyüyü, büyü olmayan şeyden, mucizeden ayıracak bilgiye sahip olmaları onları
imanın eşiğine getirmişti ve işte o noktada tüm ümidini onlara bağlayan ve
onlara büyük şeyler vaat eden Mısır Firavunu şöyle tehdit etmişti;
“Le
ukattı'anne eydiyeküm ve ercüleküm min hılafin sümme le usallibenneküm ecme'ıyn.
(A’raf/124) sizin bu muhalefetiniz, bu ayrılışınızdan dolayı ben ellerinizi ve
ayaklarınızı keseceğim. Oradaki min hilafin çaprazlama şeklinde de
anlaşılabilir. Ama muhalefetinizden dolayı, yaptığınız bu muhalefetten dolayı
şeklinde de anlaşılabilir. Ellerinizi ve ayaklarınızı keseceğim, topunuzu
asacağım. Demişti.
Onların cevabı ne mi oldu? İşte
pazarlıksız imanın, tarihte yaşanmış en büyük örneklerinden biri olan bu
insanlar Firavunun bu ölüm tehdidine karşı şöyle diyorlardı;
..inna ila Rabbina münkalibun.
(A’raf/125)nasıl olsa biz erinde geçinde rabbimize dönecek değil miyiz, olsun.
İşte
pazarlıksız iman buydu. Hz. Musa’nın gözüne bakıp ta; hadi bakalım göster
mucizeni demediler. Musa, bir çıkış yolu bul demediler.Biz iman edeceğiz ama
hayatımızı garantiye al demediler. Çünkü onlar ebedi bir hayatın önlerine
açıldığına iman ettiler. İşte pazarlıksız iman buydu. Yani sinekler ve arılar
bu iki ayette aslında arıların içine karışmış sineklerden söz ediliyor.
Arıların içine sanki bal yapıyormuş gibi karışıp ta aslında arıların yaptığı
balı yiyen, onların sırtından geçinen sineklerden söz ediyor bu ayetler.
Devam ediyor
C sayfasına geçiniz.
112. videoyu
toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/08/31/islamoglu-tef-ders-nur-41-64112/ bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder