18 Eylül 2012 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. FURKAN (40-47)(114-B)



A sayfasından devam

        40-) Ve lekad etev alel karyetilletiy ümtırat metares sev'* efelem yekûnu yeravneha* bel kânu lâ yercune nüşura;

        Andolsun ki belâ yağmuruna tutulmuş o şehre (Lût kavminin helâk olduğu yere) uğradılar... Acaba onu görmediler mi? Hayır! Onlar ölüm sonrasında dirilişi, aslına dönüşü ummuyorlardı! (A.Hulusi)

 40 - Celâlim hakkı için o fenalık yağmuruna tutulan karyeye de vardılar, artık onu görüyor değiller miydi? Doğrusu nüşur arzu etmiyorlar, uyanmak istemiyorlardı. (Elmalı)


Ve lekad etev alel karyetilletiy ümtırat metares sev' doğrusu bu vahyin muhatapları bela sağanağına yakalanan kente uğramış olmalılar.

Kim bunlar? Mekke nin sakinleri. Onlar ticaret kervanlarını bela mahalli olan Lût kavminin, Lût gölünün hemen yanı başındaki yoldan geçirirlerdi. Filistin’e, Mısır’a, Akdeniz bölgesine sevk ettikleri mallar ve oradan alıp ta iç Arabistan’a götürdükleri mallar yüklü kervanların yolu oradan geçerdi. Onun için her gün adeta gördükleri bu ibret mahallinden ibret almamalarına dikkat çekiliyor burada. Gözünüzle görüyorsunuz. Bugün bile gidenler görürler. Lut gölü eski bir göldür. Fakat bu gölün bir kenarı lisan denilen bir ucu vardır. O uçta gölün derinliği aslında 400 metre, o uçta 50-60 metrelik cetvelle çizilmiş gibi tektonik bir kırık vardır. Biyosfer tabakasında. O kırık besbellidir ki bir yer hareketi sonucunda kırılmıştır. Yani ondan ötesi yer üzerinde iken Sodom kentinin yerleşim mahallidir orası. Daha sonra 60 metre suyun altına batmıştır ve bugün aslında yeni yapılan kazılarla ve bulgularla bu da tespit edilmiş durumdadır.

İşte o mahalli gören bu insanların gördüklerinden ibret almayışları dile getiriliyor.

efelem yekûnu yeravneha şimdi orada olup bitenin iç yüzünü görmediler öyle mi? Yani görmüyorlar mı orada olup bitmiş olan bu belayı. bel kânu lâ yercune nüşura yo..! onlar asıl öldükten sonra yeniden dirilerek hesap vermeyi istemiyorlar.

Evet değerli Kur’an dostları. İşte püf noktası burası. Eğer bir anahtar varsa bütün bu pasajlarda o anahtarlardan bir burada yatıyor. Yani inkarcı mantığı aslında deşifre ediyor. İnkarcı mantığın psikolojisini, daha doğrusu psikanalizini yapıyor. Psiko analiz yapıyor. Nasıl bir temele dayanıyor inkarcı mantığın inkarı? Ahirette hesap vermemek üzerine dayanıyor. Yani sorumluluktan kaçıyor. Sorumlu bir hayat yaşamak istemiyor. Hesabı verilmiş bir hayattan kaçıyor İnkarcı. Aslında inkarcının derdi bu. hesabını vermeyeceği bir hayat yaşamak, hesapsız bir hayat yaşamak. Sınırsız ve sorumsuz bir hayat yaşamak.

Ama insan sınırlı, ama insan sorumlu. İşte bunun için ahireti inkar eder. Bunun için vahye sırt döner. Bunun için insanlığın ufku olan peygamberlere sırt döner, onların mesajlarına sırt döner. Çünkü sorumsuz davranmak istiyor. Çünkü hesap vermek istemiyor, çünkü işine gelmiyor. Yoksa varlığın, yaratılmışların şerefli bir unsuru olarak, Allah’ın bir şah eseri olarak kendi varlığını nasıl bir sineğin varlığı ile eşitler ki insan. Bu revamıdır, aslında bu insanın kendisine yapabileceği en büyük hakaret değil midir. İşte bunu sadece böyle bir güdüsel yöneliş sonucu yapar. O da hazcılık ve zevkin peşine düşerek hesap vermeyeceği bir hayata tutsak olmak, yani hesaptan kaçmak, işte bu.


        41-) Ve izâ raevke in yettehızûneke illâ hüzüva* ehazelleziy beasâllahu Rasûla;

        Seni gördüklerinde, "Allâh'ın Rasûl olarak bâ's ettiği bu mudur yani!" diyerek seni alaya almaktan başka bir şey edinmezler! (A.Hulusi)

41 - Senide gördükleri vakit sırf bir eğlence yerine tutuyorlar, bumu o Allahın Peygamber diye gönderdiği? Diyorlar. (Elmalı)


Ve izâ raevke in yettehızûneke illâ hüzüva bir de ne zaman seni görseler, sırf seninle alay etmek amacıyla diyorlar ki ehazelleziy beasâllahu Rasûla ne yani Allah elçi olarak bula bula bunu mu buldu da gönderdi diyorlar. Aslında burada ki bu ibareyi o günkü sosyal gerçeklikle nasıl bağdaştırabiliriz. Yine bu insanlar sevgili efendimize gençliğinde emiyn ismini vermişlerdi. Muhammedül Emiyn diyorlardı. Güvenilir Muhammed diyorlardı ve güveniyorlardı.

Peki o zaman bu vakıayla bu ayette ki ifadeyi nasıl uzlaştıracağız? Aslında burada onların itirazı Resulallah’ın insaniyetine değil, insan türünü küçümsüyorlardı. Melek olmalı değil miydi deyişleri bu yüzdendi. Yani Allah’a elçi olsa olsa melekler olur, insanlar Allah’a elçi olamaz demek aslında insan Allah’a muhatap olamaz demekti. Bu insanı küçümsemektir. Bu insanın kadrini kıymetini bilmemektir. Allah’ın yanındaki insanın değerini yok saymaktır. Onun için inkarcı akıl aslında insana hakaret ediyordu. İnsan türünün şerefine onuruna, Allah katındaki saygın konumunu reddediyordu. Peygamberliğin insana gelişini reddetmek bu anlama geliyordu. Resulallah’a yönelttikleri bu hakaret vari sorular da bunun ifadesi idi.


        42-) İn kâde leyudıllüna 'an alihetina levla en saberna aleyha* ve sevfe ya'lemune hıyne yeravnel azâbe men edallü sebiyla;

        "Eğer onlar (ilâhlarımız) üzerine dirençli olmasaydık, (
Rasûl) neredeyse bizi tanrılarımızdan saptıracaktı"... Azabı gördüklerinde, kimin yolunun sapmış olduğunu anlayacaklar. (A.Hulusi)

42 - Sahih be! Az kaldı bizi mabutlarımdan sapıtacaktı, eğer üzerlerine sebat etmeseydik! diyorlar, fakat ileride bilecekler, azâbı görecekleri gün: kimmiş o yolu daha sapık olan? (Elmalı)


İn kâde leyudıllüna 'an alihetina levla en saberna aleyha belli ki diyorlardı eğer onlar üzerinde ısrar etmeseymişiz az kalsın bizi tanrılarımızın yolundan saptıracaklarmış. Öyle diyorlardı. Yani eğer ısrar etmeseydik, sabır göstermeseydik bizi tanrılarımızın yolundan saptıracaklardı. Muhammedi davetin etkisine de bir itiraf var burada. Yani o öyle etkili davet ediyor ki az kalsın sapıyorduk.

Görüyorsunuz değerli dostlar. Tasavvur ters dönerse hidayet sapma, sapma hidayet anlamına gelir. Eğer bir insan ters bakarsa; Hakk batıl, batıl Hakk. Siyah beyaz, beyaz siyah gibi görünür. İşte burada ifade edilen şey aslında ters dönmüş bir tasavvurun eşyayı ters görmesi, hakikati ters görmesi yoksa nasıl direnebilirler. Aslında direnç önce insanın iç dünyasının ters dönmesiyle başlıyor. Yani inkar önce tasavvurda, akılda başlıyor. Orada başlayan inkar eyleme yansıyor o kadar.

ve sevfe ya'lemune hıyne yeravnel azâbe men edallü sebiyla ama zaman gelecek azabı gördüklerinde kimin daha çok yoldan sapmış olduğunu öğrenecekler. Yani azabı gördüklerinde akılları başlarına gelecek. Amuda kalkarak bakıyorlardı varlığa ve hakikate, o zaman ayakları üzerine dikilecekler. Yani tasavvurları yerine gelecek fakat tabii iş işten geçmiş olacak.


        43-) Eraeyte menittehaze ilâhehu hevahu, efeente tekûnü aleyhi vekiyla;

        Hevâsını (
içgüdüsel dürtülerini - bedenselliğini - kuruntuladığını) Tanrı edineni gördün mü? (Mu'minûn: 91, Bakara: 21)... Sen mi ona vekîl olacaksın? (A.Hulusi)

43 – Gördün mü o ilâhını hevâsı ittihaz edeni? Artık ona sen mi vekîl olacaksın. (Elmalı)


Eraeyte menittehaze ilâhehu heva Bu ayetlerin ardından da böyle muhteşem bir ibare gelmeliydi zaten ve o geldi; Hevasını, arzu ve tutkusunu tanrı edinen kimsenin durumunu göz önüne getirsene bir. Yani ey bu vahyin muhatabı olan müminler neden böylesine muhteşem bir imkanı ayaklarıyla tepiyorlar diyorsanız eğer inkarcı mantık, sen bu insanın hevasını, tutkusunu, arzusunu tanrısı edindiğini göz önüne getir.

Bir insan düşün ki tanrısı tutkusu olsun, tutkusuna tapıyor, arzusuna tapıyor o insan. Ona kul olmuş, onun önünde eğiliyor sadece. Böyle bir insan ne yapmazdı ki. Böyle bir insan Allah’a isyan etmez mi? Böyle bir insan vahyi reddetmez mi, böyle bir insan bu ilahi imkanı elinin tersiyle itmez mi? İşte bu tip böyle bir tip.

Heva, hakikate ne doğrudan ne dolaylı hiçbir nispeti olmayan referans demek. Tutku ve arzuyu hakikatin makamına oturtmak. Eşyanın aslında ters döndürülmesidir bu. Çünkü insan kendi egosunu putlaştırmıştır. Egosantrik, ben ben merkezci bir dünya kurmuş, merkezine de kendi egosunu oturtmuştur, ona tapınmaktadır. Yani şu ben Ateistim, ben inkarcıyım, ben varlığın bir yaratanı olduğunu inkar ediyorum diyen insanların aslında siz tanrısız olduğunu sanmayın. Onların sahte bir tanrısı var. Bu ayetten biz bunu istidlalen çıkarıyoruz.

Nedir o? Kendi tutkuları, kendi arzuları Yani özetle sahici bir Allah’a iman etmeyenler uğruna kul olacakları sahte bir tanrı mutlaka bulurlar. Eğer dışarıdan bulmazlarsa kendi içlerinden egolarını tanrı edinirler. Artık arzuları emreder onlar yaparlar. Niçin yaptın dediğinizde arzusunu referans verir. Canım istedi. Canım öyle istedi. Canı istemiş yapmıştır.

Düşünebiliyor musunuz her insanın tutkusunu arzusunu tanrı edindiği bir dünya nasıl bir dünya olur. Yaşanabilir bir dünya olabilir mi? Düşünün arzusunu tanrı edinmiş neyi emrederse arzusu kendisine onu yapıyor ve niçin yaptığını sorduğunuzda doğru olduğu için değil, iyi olduğu için değil, güzel olduğu için değil; canı istediği için, arzusu öyle emrettiği için, keyfi öyle istediği için diye cevap veriyor. Referansı hevası, tutkusu. İşte onun tanrısı tutkusu olmuştur. Ve o tipi gözümüzün önüne getirmemizi istiyor.

efeente tekûnü aleyhi vekiyla şimdi böyle birinin sorumluluğunu sen üstlenebilir misin.

Soru gerçekten insanın tüylerini diken diken eden bir soru. Böyle birinin sorumluluğunu kim üstlenebilir ki. Tutkusunun kölesi kulu olmuş birine kimse vekil ve kefil olamaz. Çünkü böyle birinin ilkesi olmaz. Böyle biri yüz karasıdır. İsterse böyle biri insanın en yakını olsun yine vekiyl olamaz, kefil olamaz. Çünkü o ilkesiz. O Allah’a ihanet etmiştir. O hakikate gerçeğe ihanet etmiştir. İnsana ihanet etmesi içten bile değildir.

[Ek bilgi; Orijinal bir yazı: “..Yüzyıl evvel, kıt zekalı insanoğlunun uygulamaya koyarak kendisini zihnen köleleştirdiği bir dünyada; korkunç zekasından şüphe duyamadığımız şeytan, halâ karşımıza kil putlar, güneş, ay ya da bereket tanrısı heykelcikleri çıkararak “Bunlara Tapın” diyeceğini mi sanıyorsunuz?   http://ekabirweb.blogspot.com/2012/07/modern-tanrilar.html )]


        44-) Em tahsebü enne ekserehüm yesme'une ev ya'kılun* in hüm illâ kel en'ami belhüm edallü sebiyla;

        Yoksa sen onların çoğunluğunun, işittiklerini yahut akıllarını kullandıklarını mı sanıyorsun? Onlar ancak en'am (
koyun - sığır - deve) gibidirler; belki onlar tuttukları yol itibarıyla daha sapmışlardır (insan olmaktan)! (A.Hulusi)

44 - Yoksa onların ekserîsini işitirler veya akıl ederler mi zannediyorsun? Onlar sırf hayvan gibi hattâ gidişçe daha sapkındırlar. (Elmalı)


Em tahsebü enne ekserehüm yesme'une ev ya'kılun ya da sanır mısın ki onların çoğu ilahi mesajı işitir veya hakikati akleder. A’raf suresinin 179. ayetini hatırlıyoruz;

lehüm kulubün lâ yefkahune Biha. ve lehüm a'yünün lâ yubsırune Biha, (A’raf/179) onların kalpleri var fakat onunla hükmetmezler, yani akıl etmezler, düşünmezler. Akıl etmeyen bir kalpleri var. Onların gözleri var fakat görmeye yaramıyor, sadece bakıyor, ama hakikati görmüyorlar. Onun için gözün olması yetmez ışıkta olacak. Işık yoksa gören göz kör olur. Işık; vahiydir.

in hüm illâ kel en'ami belhüm edallü sebiyla hayır onlar sürü içgüdüsüyle davranan hayvanlar gibidirler. Hatta yoldan sapmak konusunda daha da beterdirler.

Evet dostlar vahiy, iç güdüleriyle hareket edenlerin akli ve kalbi yetilerinin köreleceğini ve sonuçta bunun da insanlıktan çıkma anlamına geleceğini ifade ediyor. Yani akli ve kalbi yetenekleri körelenler nihayetinde diğer canlıların durumuna düşerler. Hayvanlaşırlar diyor.

Bu ayet bir önceki ayetle birlikte mütalaa edilmeli mutlaka. Yani iç güdüsünü tutkusunu tanrı edinen tip aslında aklını ve yüreğini devre dışı bırakmış, kendini insan eden taraflarını kendi öz elleriyle yok etmiş ve kendisini sürüleştirmiş, sürü güdüsüne teslim olmuş, yığınların içine, arasına teslim olmuş bir tiptir. Bu tip sürü güdüsüyle hareket eder. Yani koyun gibi. Bir tutam otun arkasına bin koyunluk bir sürüyü çekmek mümkindir. Hiç sormazlar nereye gidiyoruz, nereden geliyoruz, kimin ardına düştük, bu bir tutam ot bize yeter mi? Bunun arkasından çok ucuz değil mi diye sormazlar. Bunu sorabilecek akıl zaten vahye teslim olur.

Aslında burada referans sistemimize de bir atıf var. Sem’iyyat ve Akliyat. Sem’iyyat; vahiy, Akliyat; o vahyi algılayan aklımız. Yani iki temel referans. Hakikate götüren iki temel referans. Adeta bir lokomotifin iki rayı gibi. İlahi vahiy, seliym akıl. Bunların ikisi de aynı yere doğru götürür insanı, eğer insan ikisi üzerinde hareket eden bir lokomotif olursanız hakikate doğru yolculuğunuz istikametle devam eder.


        45-) Elem tera ila Rabbike keyfe meddezzıll* velev şâe lecealehu sakina* sümme ce'alneşŞemse aleyhi deliyla;

        Görmedin mi Rabbini, (
Hakikat güneşi tam yükselmemişken) gölgeyi (benliği) nasıl uzattı? Eğer dileseydi onu elbette sakin (hareketsiz, sürekli) kılardı... Sonra, Güneş'i (hakikatin farkındalığını) ona delil kıldık. (A.Hulusi)

45 - Bakmaz mısın rabbine? Gölgeyi nasıl uzatmakta? Dilese idi elbet onu sâkin de kılardı, sonra nasıl Güneşi, ona delil kılmışız? (Elmalı)


Elem tera ila Rabbike keyfe meddezzıll ey insan görmez misin rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını velev şâe lecealehu sakina ama eğer isteseydi onu hareketsiz kılardı. Yani gölgeyi.

Burada kıssadan hisse almamız isteniyor. Gölge olması için bir asıl olması lazım değil mi. Bir şeyin gölgesi olur. O şey olmadan gölgesi de olmaz. O şeyi kaldırın gölgesi de kalkmış olur. Bu alemi bir gölge bil, asla, kaynağa bak yani. Lafzı mananın gölgesi bil. Lafızdan manaya git. Eserden müessire git. Sanattan sanatkara git, görünen den görünmeyene git. Mamulden ustaya git. İşte burada böyle bir nükte var gibi geliyor bana.

Bizim eskimez dilimizde daha doğrusu, gölge; saye dir. sayenle sayeban olduk cümlesinde geçen. Yani gölgende gölgelendik. Gölgesinde geçinsin derler deyimsel olarak Anadolu da. Gölgesinde geçinmek. İşte bu manadadır Seyit Kutup’un tefsirine verdiği isim.Fizilalil Kur’an. Kur’an ın gölgesinde. Yani o gölge aşırı sıcak bir ortamda insana sunulmuş bir merhamet, bir rahmet sığınağıdır. İşte belki bu nükteye de bir atıf olsa gerek.

sümme ce'alneşŞemse aleyhi deliyla fakat biz güneşi gölgeye kılavuz yapmışızdır.


46-) Sümme kabadnahü ileyna kabdan yesiyra;

Sonra onu (o uzatılmış gölge benliği) kolay bir kabzediş (el koyuş) ile kendimize kabzettik (Hakikat farkındalığıyla "yok"luğunu hissettirdik). (A.Hulusi)

46 - Sonra nasıl tutup onu azar azar kendimize almaktayız? (Elmalı)


Sümme kabadnahü ileyna kabdan yesiyra ardından da onu kendi katımızdan konulmuş bir yasaya bağlı olarak usul usul çekip almaktayız.

Afaki, kozmik ayetleri, göstergeleri doğru okumamızı işaret eden ayetler bunlar. Doğru okuyarak gösterilene ulaşabiliriz. Göstergeyi doğru okursak gösterileni görürüz. İşte burada da gölgeden, güneşten söz edilmesi aslında kevni ayetleri, tabiat ayetlerini doğru okursan ey insan, indirilmiş Kur’an ayetlerinin götürdüğü yere götürürsün. Aynı hakikatleri ifade eder. İbrahim gözü ile bakarsan yıldıza, aya, güneşe Allah’ı görürsün. Nereden baktığın önemli. Doğru yerden bakanlar doğru görürler. Allah’ın gör dediği yerden bakanlar hakikati görürler. Şeytanın gör dediği yerden bakanlarsa elbette şeytanın gösterdiğini görürler.


        47-) Ve "HU"velleziy ce'ale lekümülleyle libasen vennevme sübaten ve ce'alen nehare nüşura;

        Geceyi sizin için örtü, uykuyu ölüm kılan... Gündüzü de Nüşur (
uykudan kalkma, diriliş misali) kıldı. (A.Hulusi)

47 - Odur o ki size geceyi bir gaygı (Örtü) yaptı, uykuyu bir tatil de, gündüzü bir nüşur kıldı (yeni bir hayat ) (Elmalı)


Ve "HU"velleziy ce'ale lekümülleyle libasen vennevme sübaten ve ce'alen nehare nüşura hem sizin için geceyi bir tür örtü yapan, istirahat yapan, gündüzü de uyanıp kalkış vakti yapan o dur.

Neden gece gündüz sabah geldi burada, çünkü her 24 saat hayat ölüm ve kıyamete bir atıftır. Gündüz hayata, gece ölüme ertesi sabah ise yeniden dirilişe bir atıf. Eğer aklı başında ise insanın her 24 saatte hayatı ölümü ve kıyameti görür ve ibret alır.


Devam ediyor C sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder