A sayfasından devam
40-) Ve lekad etev alel karyetilletiy ümtırat metares sev'*
efelem yekûnu yeravneha* bel kânu lâ yercune nüşura;
Andolsun ki belâ yağmuruna tutulmuş o şehre (Lût kavminin helâk olduğu yere) uğradılar... Acaba onu görmediler mi? Hayır! Onlar ölüm sonrasında dirilişi, aslına dönüşü ummuyorlardı! (A.Hulusi)
40 - Celâlim hakkı
için o fenalık yağmuruna tutulan karyeye de vardılar, artık onu görüyor
değiller miydi? Doğrusu nüşur arzu etmiyorlar, uyanmak istemiyorlardı. (Elmalı)
Ve
lekad etev alel karyetilletiy ümtırat metares sev' doğrusu bu vahyin
muhatapları bela sağanağına yakalanan kente uğramış olmalılar.
Kim bunlar? Mekke nin sakinleri.
Onlar ticaret kervanlarını bela mahalli olan Lût kavminin, Lût gölünün hemen
yanı başındaki yoldan geçirirlerdi. Filistin’e, Mısır’a, Akdeniz bölgesine sevk
ettikleri mallar ve oradan alıp ta iç Arabistan’a götürdükleri mallar yüklü
kervanların yolu oradan geçerdi. Onun için her gün adeta gördükleri bu ibret
mahallinden ibret almamalarına dikkat çekiliyor burada. Gözünüzle görüyorsunuz.
Bugün bile gidenler görürler. Lut gölü eski bir göldür. Fakat bu gölün bir
kenarı lisan denilen bir ucu vardır. O uçta gölün derinliği aslında 400 metre,
o uçta 50-60 metrelik cetvelle çizilmiş gibi tektonik bir kırık vardır.
Biyosfer tabakasında. O kırık besbellidir ki bir yer hareketi sonucunda
kırılmıştır. Yani ondan ötesi yer üzerinde iken Sodom kentinin yerleşim
mahallidir orası. Daha sonra 60 metre suyun altına batmıştır ve bugün aslında
yeni yapılan kazılarla ve bulgularla bu da tespit edilmiş durumdadır.
İşte o mahalli gören bu
insanların gördüklerinden ibret almayışları dile getiriliyor.
efelem
yekûnu yeravneha şimdi orada olup bitenin iç yüzünü görmediler öyle
mi? Yani görmüyorlar mı orada olup bitmiş olan bu belayı. bel kânu lâ yercune nüşura yo..! onlar asıl
öldükten sonra yeniden dirilerek hesap vermeyi istemiyorlar.
Evet değerli Kur’an dostları.
İşte püf noktası burası. Eğer bir anahtar varsa bütün bu pasajlarda o
anahtarlardan bir burada yatıyor. Yani inkarcı mantığı aslında deşifre ediyor.
İnkarcı mantığın psikolojisini, daha doğrusu psikanalizini yapıyor. Psiko
analiz yapıyor. Nasıl bir temele dayanıyor inkarcı mantığın inkarı? Ahirette
hesap vermemek üzerine dayanıyor. Yani sorumluluktan kaçıyor. Sorumlu bir hayat
yaşamak istemiyor. Hesabı verilmiş bir hayattan kaçıyor İnkarcı. Aslında
inkarcının derdi bu. hesabını vermeyeceği bir hayat yaşamak, hesapsız bir hayat
yaşamak. Sınırsız ve sorumsuz bir hayat yaşamak.
Ama insan sınırlı, ama insan
sorumlu. İşte bunun için ahireti inkar eder. Bunun için vahye sırt döner. Bunun
için insanlığın ufku olan peygamberlere sırt döner, onların mesajlarına sırt
döner. Çünkü sorumsuz davranmak istiyor. Çünkü hesap vermek istemiyor, çünkü
işine gelmiyor. Yoksa varlığın, yaratılmışların şerefli bir unsuru olarak,
Allah’ın bir şah eseri olarak kendi varlığını nasıl bir sineğin varlığı ile
eşitler ki insan. Bu revamıdır, aslında bu insanın kendisine yapabileceği en
büyük hakaret değil midir. İşte bunu sadece böyle bir güdüsel yöneliş sonucu yapar.
O da hazcılık ve zevkin peşine düşerek hesap vermeyeceği bir hayata tutsak
olmak, yani hesaptan kaçmak, işte bu.
41-)
Ve izâ raevke in yettehızûneke illâ hüzüva* ehazelleziy beasâllahu Rasûla;
Seni gördüklerinde, "Allâh'ın Rasûl olarak bâ's ettiği bu mudur yani!" diyerek seni alaya almaktan başka bir şey edinmezler! (A.Hulusi)
41 - Senide
gördükleri vakit sırf bir eğlence yerine tutuyorlar, bumu o Allahın Peygamber
diye gönderdiği? Diyorlar. (Elmalı)
Ve izâ
raevke in yettehızûneke illâ hüzüva bir de ne zaman seni görseler,
sırf seninle alay etmek amacıyla diyorlar ki ehazelleziy
beasâllahu Rasûla ne yani Allah elçi olarak bula bula bunu mu buldu
da gönderdi diyorlar. Aslında burada ki bu ibareyi o günkü sosyal gerçeklikle
nasıl bağdaştırabiliriz. Yine bu insanlar sevgili efendimize gençliğinde emiyn
ismini vermişlerdi. Muhammedül Emiyn diyorlardı. Güvenilir Muhammed diyorlardı
ve güveniyorlardı.
Peki o zaman bu vakıayla bu
ayette ki ifadeyi nasıl uzlaştıracağız? Aslında burada onların itirazı Resulallah’ın
insaniyetine değil, insan türünü küçümsüyorlardı. Melek olmalı değil miydi
deyişleri bu yüzdendi. Yani Allah’a elçi olsa olsa melekler olur, insanlar
Allah’a elçi olamaz demek aslında insan Allah’a muhatap olamaz demekti. Bu
insanı küçümsemektir. Bu insanın kadrini kıymetini bilmemektir. Allah’ın
yanındaki insanın değerini yok saymaktır. Onun için inkarcı akıl aslında insana
hakaret ediyordu. İnsan türünün şerefine onuruna, Allah katındaki saygın
konumunu reddediyordu. Peygamberliğin insana gelişini reddetmek bu anlama
geliyordu. Resulallah’a yönelttikleri bu hakaret vari sorular da bunun ifadesi
idi.
42-) İn kâde leyudıllüna 'an alihetina levla en saberna
aleyha* ve sevfe ya'lemune hıyne yeravnel azâbe men edallü sebiyla;
"Eğer onlar (ilâhlarımız) üzerine dirençli olmasaydık, (Rasûl) neredeyse bizi tanrılarımızdan saptıracaktı"... Azabı gördüklerinde, kimin yolunun sapmış olduğunu anlayacaklar. (A.Hulusi)
42 - Sahih
be! Az kaldı bizi mabutlarımdan sapıtacaktı, eğer üzerlerine sebat etmeseydik!
diyorlar, fakat ileride bilecekler, azâbı görecekleri gün: kimmiş o yolu daha
sapık olan? (Elmalı)
İn
kâde leyudıllüna 'an alihetina levla en saberna aleyha belli ki
diyorlardı eğer onlar üzerinde ısrar etmeseymişiz az kalsın bizi tanrılarımızın
yolundan saptıracaklarmış. Öyle diyorlardı. Yani eğer ısrar etmeseydik, sabır
göstermeseydik bizi tanrılarımızın yolundan saptıracaklardı. Muhammedi davetin
etkisine de bir itiraf var burada. Yani o öyle etkili davet ediyor ki az kalsın
sapıyorduk.
Görüyorsunuz değerli dostlar.
Tasavvur ters dönerse hidayet sapma, sapma hidayet anlamına gelir. Eğer bir
insan ters bakarsa; Hakk batıl, batıl Hakk. Siyah beyaz, beyaz siyah gibi
görünür. İşte burada ifade edilen şey aslında ters dönmüş bir tasavvurun eşyayı
ters görmesi, hakikati ters görmesi yoksa nasıl direnebilirler. Aslında direnç
önce insanın iç dünyasının ters dönmesiyle başlıyor. Yani inkar önce
tasavvurda, akılda başlıyor. Orada başlayan inkar eyleme yansıyor o kadar.
ve
sevfe ya'lemune hıyne yeravnel azâbe men edallü sebiyla ama zaman
gelecek azabı gördüklerinde kimin daha çok yoldan sapmış olduğunu öğrenecekler.
Yani azabı gördüklerinde akılları başlarına gelecek. Amuda kalkarak
bakıyorlardı varlığa ve hakikate, o zaman ayakları üzerine dikilecekler. Yani tasavvurları
yerine gelecek fakat tabii iş işten geçmiş olacak.
43-) Eraeyte menittehaze ilâhehu hevahu, efeente tekûnü
aleyhi vekiyla;
Hevâsını (içgüdüsel dürtülerini - bedenselliğini - kuruntuladığını) Tanrı edineni gördün mü? (Mu'minûn: 91, Bakara: 21)... Sen mi ona vekîl olacaksın? (A.Hulusi)
43 – Gördün
mü o ilâhını hevâsı ittihaz edeni? Artık ona sen mi vekîl olacaksın. (Elmalı)
Eraeyte
menittehaze ilâhehu heva Bu ayetlerin ardından da böyle muhteşem bir
ibare gelmeliydi zaten ve o geldi; Hevasını, arzu ve tutkusunu tanrı edinen
kimsenin durumunu göz önüne getirsene bir. Yani ey bu vahyin muhatabı olan
müminler neden böylesine muhteşem bir imkanı ayaklarıyla tepiyorlar diyorsanız
eğer inkarcı mantık, sen bu insanın hevasını, tutkusunu, arzusunu tanrısı
edindiğini göz önüne getir.
Bir insan düşün ki tanrısı
tutkusu olsun, tutkusuna tapıyor, arzusuna tapıyor o insan. Ona kul olmuş, onun
önünde eğiliyor sadece. Böyle bir insan ne yapmazdı ki. Böyle bir insan Allah’a
isyan etmez mi? Böyle bir insan vahyi reddetmez mi, böyle bir insan bu ilahi
imkanı elinin tersiyle itmez mi? İşte bu tip böyle bir tip.
Heva, hakikate ne doğrudan ne
dolaylı hiçbir nispeti olmayan referans demek. Tutku ve arzuyu hakikatin
makamına oturtmak. Eşyanın aslında ters döndürülmesidir bu. Çünkü insan kendi
egosunu putlaştırmıştır. Egosantrik, ben ben merkezci bir dünya kurmuş,
merkezine de kendi egosunu oturtmuştur, ona tapınmaktadır. Yani şu ben
Ateistim, ben inkarcıyım, ben varlığın bir yaratanı olduğunu inkar ediyorum diyen
insanların aslında siz tanrısız olduğunu sanmayın. Onların sahte bir tanrısı
var. Bu ayetten biz bunu istidlalen çıkarıyoruz.
Nedir o? Kendi tutkuları, kendi
arzuları Yani özetle sahici bir Allah’a iman etmeyenler uğruna kul olacakları
sahte bir tanrı mutlaka bulurlar. Eğer dışarıdan bulmazlarsa kendi içlerinden
egolarını tanrı edinirler. Artık arzuları emreder onlar yaparlar. Niçin yaptın
dediğinizde arzusunu referans verir. Canım istedi. Canım öyle istedi. Canı
istemiş yapmıştır.
Düşünebiliyor musunuz her insanın
tutkusunu arzusunu tanrı edindiği bir dünya nasıl bir dünya olur. Yaşanabilir
bir dünya olabilir mi? Düşünün arzusunu tanrı edinmiş neyi emrederse arzusu
kendisine onu yapıyor ve niçin yaptığını sorduğunuzda doğru olduğu için değil,
iyi olduğu için değil, güzel olduğu için değil; canı istediği için, arzusu öyle
emrettiği için, keyfi öyle istediği için diye cevap veriyor. Referansı hevası,
tutkusu. İşte onun tanrısı tutkusu olmuştur. Ve o tipi gözümüzün önüne
getirmemizi istiyor.
efeente
tekûnü aleyhi vekiyla şimdi böyle birinin sorumluluğunu sen
üstlenebilir misin.
Soru gerçekten insanın tüylerini
diken diken eden bir soru. Böyle birinin sorumluluğunu kim üstlenebilir ki.
Tutkusunun kölesi kulu olmuş birine kimse vekil ve kefil olamaz. Çünkü böyle
birinin ilkesi olmaz. Böyle biri yüz karasıdır. İsterse böyle biri insanın en
yakını olsun yine vekiyl olamaz, kefil olamaz. Çünkü o ilkesiz. O Allah’a
ihanet etmiştir. O hakikate gerçeğe ihanet etmiştir. İnsana ihanet etmesi içten
bile değildir.
[Ek
bilgi; Orijinal bir yazı: “..Yüzyıl evvel, kıt zekalı insanoğlunun
uygulamaya koyarak kendisini zihnen köleleştirdiği bir dünyada; korkunç
zekasından şüphe duyamadığımız şeytan, halâ karşımıza kil putlar, güneş, ay ya
da bereket tanrısı heykelcikleri çıkararak “Bunlara Tapın” diyeceğini mi
sanıyorsunuz?“
http://ekabirweb.blogspot.com/2012/07/modern-tanrilar.html
)]
44-) Em tahsebü enne ekserehüm yesme'une ev ya'kılun* in hüm
illâ kel en'ami belhüm edallü sebiyla;
Yoksa sen onların çoğunluğunun, işittiklerini yahut akıllarını kullandıklarını mı sanıyorsun? Onlar ancak en'am (koyun - sığır - deve) gibidirler; belki onlar tuttukları yol itibarıyla daha sapmışlardır (insan olmaktan)! (A.Hulusi)
44 - Yoksa
onların ekserîsini işitirler veya akıl ederler mi zannediyorsun? Onlar sırf
hayvan gibi hattâ gidişçe daha sapkındırlar. (Elmalı)
Em
tahsebü enne ekserehüm yesme'une ev ya'kılun ya da sanır mısın ki
onların çoğu ilahi mesajı işitir veya hakikati akleder. A’raf suresinin 179.
ayetini hatırlıyoruz;
lehüm
kulubün lâ yefkahune Biha. ve lehüm a'yünün lâ yubsırune Biha,
(A’raf/179) onların kalpleri var fakat onunla hükmetmezler, yani akıl etmezler,
düşünmezler. Akıl etmeyen bir kalpleri var. Onların gözleri var fakat görmeye
yaramıyor, sadece bakıyor, ama hakikati görmüyorlar. Onun için gözün olması
yetmez ışıkta olacak. Işık yoksa gören göz kör olur. Işık; vahiydir.
in hüm
illâ kel en'ami belhüm edallü sebiyla hayır onlar sürü içgüdüsüyle
davranan hayvanlar gibidirler. Hatta yoldan sapmak konusunda daha da
beterdirler.
Evet dostlar vahiy, iç
güdüleriyle hareket edenlerin akli ve kalbi yetilerinin köreleceğini ve sonuçta
bunun da insanlıktan çıkma anlamına geleceğini ifade ediyor. Yani akli ve kalbi
yetenekleri körelenler nihayetinde diğer canlıların durumuna düşerler.
Hayvanlaşırlar diyor.
Bu ayet bir önceki ayetle
birlikte mütalaa edilmeli mutlaka. Yani iç güdüsünü tutkusunu tanrı edinen tip
aslında aklını ve yüreğini devre dışı bırakmış, kendini insan eden taraflarını
kendi öz elleriyle yok etmiş ve kendisini sürüleştirmiş, sürü güdüsüne teslim
olmuş, yığınların içine, arasına teslim olmuş bir tiptir. Bu tip sürü güdüsüyle
hareket eder. Yani koyun gibi. Bir tutam otun arkasına bin koyunluk bir sürüyü
çekmek mümkindir. Hiç sormazlar nereye gidiyoruz, nereden geliyoruz, kimin
ardına düştük, bu bir tutam ot bize yeter mi? Bunun arkasından çok ucuz değil
mi diye sormazlar. Bunu sorabilecek akıl zaten vahye teslim olur.
Aslında burada referans
sistemimize de bir atıf var. Sem’iyyat ve Akliyat. Sem’iyyat; vahiy, Akliyat; o
vahyi algılayan aklımız. Yani iki temel referans. Hakikate götüren iki temel
referans. Adeta bir lokomotifin iki rayı gibi. İlahi vahiy, seliym akıl.
Bunların ikisi de aynı yere doğru götürür insanı, eğer insan ikisi üzerinde
hareket eden bir lokomotif olursanız hakikate doğru yolculuğunuz istikametle
devam eder.
45-) Elem tera ila Rabbike keyfe meddezzıll* velev şâe
lecealehu sakina* sümme ce'alneşŞemse aleyhi deliyla;
Görmedin mi Rabbini, (Hakikat güneşi tam yükselmemişken) gölgeyi (benliği) nasıl uzattı? Eğer dileseydi onu elbette sakin (hareketsiz, sürekli) kılardı... Sonra, Güneş'i (hakikatin farkındalığını) ona delil kıldık. (A.Hulusi)
45 - Bakmaz
mısın rabbine? Gölgeyi nasıl uzatmakta? Dilese idi elbet onu sâkin de kılardı,
sonra nasıl Güneşi, ona delil kılmışız? (Elmalı)
Elem
tera ila Rabbike keyfe meddezzıll ey insan görmez misin rabbinin
gölgeyi nasıl uzattığını velev şâe lecealehu sakina
ama eğer isteseydi onu hareketsiz kılardı. Yani gölgeyi.
Burada kıssadan hisse almamız
isteniyor. Gölge olması için bir asıl olması lazım değil mi. Bir şeyin gölgesi
olur. O şey olmadan gölgesi de olmaz. O şeyi kaldırın gölgesi de kalkmış olur.
Bu alemi bir gölge bil, asla, kaynağa bak yani. Lafzı mananın gölgesi bil.
Lafızdan manaya git. Eserden müessire git. Sanattan sanatkara git, görünen den
görünmeyene git. Mamulden ustaya git. İşte burada böyle bir nükte var gibi
geliyor bana.
Bizim eskimez dilimizde daha doğrusu,
gölge; saye dir. sayenle sayeban olduk cümlesinde geçen. Yani gölgende
gölgelendik. Gölgesinde geçinsin derler deyimsel olarak Anadolu da. Gölgesinde
geçinmek. İşte bu manadadır Seyit Kutup’un tefsirine verdiği isim.Fizilalil Kur’an. Kur’an ın
gölgesinde. Yani o gölge aşırı sıcak bir ortamda insana sunulmuş bir merhamet,
bir rahmet sığınağıdır. İşte belki bu nükteye de bir atıf olsa gerek.
sümme
ce'alneşŞemse aleyhi deliyla fakat biz güneşi gölgeye kılavuz
yapmışızdır.
46-)
Sümme kabadnahü ileyna kabdan yesiyra;
Sonra
onu (o uzatılmış gölge benliği) kolay bir kabzediş (el
koyuş) ile kendimize kabzettik (Hakikat farkındalığıyla "yok"luğunu hissettirdik). (A.Hulusi)
46 - Sonra
nasıl tutup onu azar azar kendimize almaktayız? (Elmalı)
Sümme
kabadnahü ileyna kabdan yesiyra ardından da onu kendi katımızdan
konulmuş bir yasaya bağlı olarak usul usul çekip almaktayız.
Afaki, kozmik ayetleri,
göstergeleri doğru okumamızı işaret eden ayetler bunlar. Doğru okuyarak
gösterilene ulaşabiliriz. Göstergeyi doğru okursak gösterileni görürüz. İşte
burada da gölgeden, güneşten söz edilmesi aslında kevni ayetleri, tabiat
ayetlerini doğru okursan ey insan, indirilmiş Kur’an ayetlerinin götürdüğü yere
götürürsün. Aynı hakikatleri ifade eder. İbrahim gözü ile bakarsan yıldıza,
aya, güneşe Allah’ı görürsün. Nereden baktığın önemli. Doğru yerden bakanlar
doğru görürler. Allah’ın gör dediği yerden bakanlar hakikati görürler. Şeytanın
gör dediği yerden bakanlarsa elbette şeytanın gösterdiğini görürler.
47-) Ve "HU"velleziy ce'ale lekümülleyle libasen
vennevme sübaten ve ce'alen nehare nüşura;
Geceyi sizin için örtü, uykuyu ölüm kılan... Gündüzü de Nüşur (uykudan kalkma, diriliş misali) kıldı. (A.Hulusi)
47 - Odur
o ki size geceyi bir gaygı (Örtü) yaptı, uykuyu bir tatil de, gündüzü bir nüşur
kıldı (yeni bir hayat ) (Elmalı)
Ve
"HU"velleziy ce'ale lekümülleyle libasen vennevme sübaten ve ce'alen
nehare nüşura hem sizin için geceyi bir tür örtü yapan, istirahat
yapan, gündüzü de uyanıp kalkış vakti yapan o dur.
Neden gece gündüz sabah geldi
burada, çünkü her 24 saat hayat ölüm ve kıyamete bir atıftır. Gündüz hayata,
gece ölüme ertesi sabah ise yeniden dirilişe bir atıf. Eğer aklı başında ise
insanın her 24 saatte hayatı ölümü ve kıyameti görür ve ibret alır.
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
114. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/09/14/islamoglu-tef-ders-furkan-32-77114/
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder