11 Eylül 2012 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. FURKAN (03-07)(113-B)



A sayfasından devam


3-) Vettehazu min dûniHİ aliheten lâ yahlükune şey'en ve hüm yuhlekune ve lâ yemlikune li enfüsihim darren ve lâ nef'an ve lâ yemlikûne mevten ve lâ hayaten ve lâ nüşura;

        (
Gerçek böyle iken) O'nun dûnunda, bir şey yaratmayan; kendileri yaratılmış olan; kendi nefslerine bir zarar ve faydası olmayan; ölüme, hayata ve ölümün tadılışından sonraki yaşantıyı oluşturacak bir özelliğe sahip olmayan tanrılar edindiler. (A.Hulusi)

03 - Böyle iken andan başka bir takım mabutlar edindiler ki hiç bir şey halk edemezler, kendileri halk olunup duruyorlar, kendi kendilerine, ne bir zarara ne de bir menfaate malik değiller, ne mevte mâlikler, ne hâyata ne de nüşûre. (Elmalı)


Vettehazu min dûniHİ aliheten lâ yahlükune şey'en ve hüm yuhlekun ne ki yine de onun dışında hiçbir şey yaratamayıp kendileri yaratılmış bulunan bir takım sahte tanrılar peydahladılar. Bu peydahlanan sahte tanrılar her türünü kapsar. Ya hayal ürünü sahte tanrıların putları temsilleri, heykelleri. Ya tabiat güçleri gök, yıldız, ay güneş gibi tanrılaştırılmış tabiat güçleri. Ya tanrılaştırılan insanlar, ister aziyz olsun ister peygamber, ister veliy fark etmez. Ya mücerret tasavvurlar. Yani fiziki bir varlığı olmadığı halde insanın Allah’tan korkar gibi korktuğu şeyler. Ya da Allah’tan umut eder gibi umut ettiği. Ya da Allah’ı sever gibi sevdiği. Bu üçünün bir arada kendisinde toplandığı bir takım tasavvurlar. Bütün bunların hepsi bu ayette kastedilen.

ve lâ yemlikune li enfüsihim darren ve lâ nef'an ve lâ yemlikûne mevten ve lâ hayaten ve lâ nüşura bu sahte tanrıların ne kendilerinden bir zararı def etmeye, ne de bir yararı talep etmeye gücü vardır. Gücü yetmez yani. Ne hayat, ne ölüm, ne de ölümden sonra dirilişe dair bir yetkileri vardır. Yani insanlar Allah’a ait vasıfları Allah dışındaki öyle şeylere yakıştırıyorlar ki, bunlar Allah’ın yetkilerinden hiç birine sahip değil.

İnsana şu söyleniyor; Birine tanrı olarak tapman için onda bu özellikler bulunacak. Bak, yani bizatihi insanın tabi olduğu yasaların koyucusu olacak. Hayat, ölüm ve yeniden diriliş üzerinde mutlak bir takdir yetkisi olacak. Yoksa bu yetkisi olmayan şeyleri tanrı edinmek, insanın kendi zekasıyla dalga geçmesidir. Kendi aklını küçümsemesidir.

Burada ki; lâ yahlükune şey'en ve hüm yuhlekun özellikle ve hüm yuhlekun ibaresi farklı bir şekilde de anlaşılabilir. O da uydurulmuş olan, yani derme çatma düzmece olan biçiminde anlaşılabilir.


        4-) Ve kalelleziyne keferû in hazâ illâ ifkünifterahu ve e'anehu aleyhi kavmün âharun* fekad cau zulmen ve zura;

        Hakikat bilgisini inkâr edenler dediler ki: "Bu (
Kur'ân) ancak O'nun uydurduğu bir yalandır. Başka bir kavim de (Yahudiler) bu konuda O'na yardım etmiştir"... Gerçek ki, büyük haksızlık ve yalancı şahitlik suçu işlediler. (A.Hulusi)

04 - Ve o küfredenler «bu sırf bir iftira onu o, uydurdu, diğer bir kavim de buna karşı ona muavenette bulundu» dediler, doğrusu zulüm-ü tezvire gittiler. (Elmalı)


Ve kalelleziyne keferû in hazâ illâ ifkünifterahu ve e'anehu aleyhi kavmün âharun bir de inkarda ısrar eden o kimseler; Bu onun uydurduğu bir yalandan başkası değildir. Üstelik bu konuda başka bir topluluk ta ona yardım etmiştir dediler.

Evet, bu da vahye yönelik bir başka yamuk yaklaşım. Yani Bu vahyi Resulallah’ın yazabileceğine akılları kesmiyor. Kendi kendileri ile çelişen bir iddia bu. Akılları kesmiyor, bunu bir başkasının ona yazdırdığını, yardım ettiğini düşünüyorlar. Mekke ve civarında bulunan ve hiç biri de ne yüksek kültür ve bilgiye, ne de okuma yazmaya sahip olan birkaç Hıristiyan köleden bahsedildiği söylenir. Fakat bizce hayal mahsulü bir öğretmenden söz ediliyor. Çünkü böyle birileri eğer olsaydı, bunlar kağıda yazılır tele vurulur, Resulallah’a bunu öğretecek kadar üstat olan bir kimse sonuna kadar nasıl gizlenir, nasıl saklanır. Nasıl tarih bunu tespit etmez.

Onun içinde aslında bu itirazın arkasında yatan şey vahyin yüceliğini dolaylı yoldan itiraftır. Yani bu öyle el emiynde olsan sen önceki hayatında senin bile baş edemeyeceğin bir şey. Allah’tan indiğini de kabul etmeyecekseniz eğer, bu sefer geriye hık mık kalıyor tabii. İşte o hık mık bu.

Vahyin bu itirazı aynı zamanda modern müsteşriklerin, ki bunlar o zaman ki kadiym müsteşrikler demek, modern oryantalistlerin vahyin kaynağı olarak Tevrat ve İncil’i göstermelerine de bir cevaptır. Aslında onlar da kadiym oryantalistler gibi, yani doğulu oryantalistler, yani iç Arabistanlı oryantalistler, müşrik oryantalistler gibi kendi içlerinde tutarsızlar. Niye? Eğer bu vahiy muhtevası ile Tevrat ve İncil’în ilkelerine benzediği için kaynağını onlar olarak gösteriyorsanız bu aslında bu vahyin aynı kaynaktan geldiğini gösterir. Bu takdirde bu vahyin onları aşan, onlarda bulunmayıp ta kendisinde bulunan ve onları çok çok kapsayıcı, onları da kapsayan, ama onları çok çok aşan bu muhteşem muhtevasına cevap bulamazsınız. İşte ona da bir cevaptır bu.

fekad cau zulmen ve zura işte ileri sürdükleri bir iddia ile hem bir topluluğa haksızlık etmiş, hem de gerçeği çarpıtmış oldular.


        5-) Ve kalu esatıyrul evveliynektetebeha fehiye tümla aleyhi bükreten ve asıyla;

        Dediler ki: "Bunlar, sabah - akşam okunması için kendisinin yazdırtmış olduğu, eskilerin masallarıdır." (A.Hulusi)

05 - «Ve o evvelkilerin esatıyrı(masalları), onları yazdırtmış da sabah akşam kendisine onlar okunuyor» dediler. (Elmalı)


Ve kalu esatıyrul evveliynektetebeha fehiye tümla aleyhi bükreten ve asıyla ve bir de şöyle dediler. Bu sabah akşam ezberlemesi için kendisine okunan, ya da okunsun diye başkalarına yazdırdığı eskilerin efsaneleridir dediler. Yazdı diyemiyorlar. Çünkü okuma yazma bilmediğini kendilerde biliyorlar. Onun için yazdırdı diyorlar.

Peki kendiliğinden nasıl okuyor, bu kadar büyük kapsamlı bir mesaj onda nasıl yer aldı eksiksiz biçimde sorusunu da kendi içlerine şu iftirayla cevaplamış oluyorlar güya. Yani okuyorlar o da ezberliyor şeklinde. Ama vahyin hemen her zaman Resulallah tek başına iken geldiğini, sadece insanların içinde şehirdeyken değil, dağda, hatta gittiği mağarada, hatta yanında hiçbir insanın olmadığı mekanlarda geldiğini ya biliyorlar iftira ediyorlar, ya da bilmiyorlar.


        6-) Kul enzelehülleziy ya'lemüssirra fiys Semavati vel Ard* inneHU kâne Ğafûran Rahıyma;

        De ki: "O'nu semâlardaki ve arzdaki sırrı bilen inzâl etti! Muhakkak ki O Ğafûr'dur, Rahıym'dir. (A.Hulusi)"

06 - De ki: onu, o göklerde ve Yerde sırrı bilen indirdi, hakikaten o, rahim bir gafûr bulunuyor. (Elmalı)


Kul enzelehülleziy ya'lemüssirra fiys Semavati vel Ard de ki onu göklere ve yere ait bütün sırları bilen Allah indirdi.

Evet cevabı açıkça burada veriyor vahiy. Önceki vahiylerle ilke ve esaslardaki benzerliği delil gösterilerek Kur’an ın kaynağının onlar olduğunu söyleyenler vahyin sahibinin bilgisinden, otoritesinden şüphelenmiş olmaktadırlar. İşte bu ayet, son okuduğun bu 6. ayet onun bilgisinin ve otoritesinin sınırsız olduğunu ifade ediyor.

inneHU kâne Ğafûran Rahıyma çünkü o sınırsız merhametin sahibi olan yüce bir bağışlayıcıdır. Yani bu vahye neden gerek duymuştur gibi bir itirazla eğer bunları söylüyorsanız unutmayın ki Allah’ın rahmeti, mağfireti sınırsızdır. İnsana gönderdiği vahiy onun rahmetinin bir eseridir. Kur’an vahyi de Allah’ın rahmetinin insana nüzulüdür. Allah’ın insana tenezzül buyurmasıdır.

Peki bu vahiy neden son bulmuştur, neden kendisinden sonra bir vahiyle Allah yine rahmetini insana saçmamıştır sorusu sorulacak olursa verilecek cevap bellidir.  İnsanoğlunun kolektif aklı bu vahyin inişine kadar bir süreç içinde aşama aşama gelişti. Bu vahiy artık insan oğlunun  kolektif aklının gelişme yani rüşt çağına erdiğinin bir ifadesi olarak son vahiy oldu. Son vahiyden sonra artık insanlığa yol gösterme işini gönderilen peygamberler değil, insanlığın sonuna kadar geçerli olan bu vahiy üstlenecekti. Yani insandan liderlik mesajın kendisine geçmişti.

Onun için bu vahit Allah tarafından korundu. Onun için bu vahyin anlam imkanı1400 yıldır tüketilemedi. Böylesine sonsuzca 1400 yıl olsa yine de tüketilemeyecek. Onun için bu vahiy sembolik bir dilin zirvesiyle indi. Onun için bu vahiy insanlığın tüm hastalıklarına taşıdığı dermanı kendi eczanesinde barındırdığını, bu geçtiğimiz 1400 yıllık süreç içinde defalarca ispat etti. Onun için bu vahiy inişinden 14 yüz yıl sonra dahi kendisini hiç tanımayan insanlarla bir gün karşılaştığında onların yüreğini bir daha bırakmamacasına kendilerinden aldı. Arkasına milyonlarca kadın ve erkeği hala dökmeyi, onların zihnini, aklını, tasavvurunu, bilincini inşa etmeyi hala sürdürebildi. İşte bu vahyin neden son vahiy olduğunun cevaplarından sadece bir kaçı bunlar.


        7-) Ve kalu mali hazer Rasûli ye'külüt taame ve yemşi fiyl esvak* levla ünzile ileyhi melekün feyekûne maahu neziyra;

        Dediler ki: "Bu nasıl Rasûldür ki, yemek yiyor ve çarşılarda gezip dolaşıyor... O'na, bir melek inzâl edilmesi, beraberinde bir uyarıcı olması gerekmez miydi?" (A.Hulusi)

07 - Bir de «bu Peygambere ne oluyor? dediler: yemek yiyor ve çarşılarda yürüyor, ona bir Melek indirilse de maiyetinde yaver bir savulcu (saldıran atılan) olsa ya! (Elmalı)


Ve kalu mali hazer Rasûli ye'külüt taame ve yemşi fiyl esvak yine bu nasıl peygamber böyle dediler. Yiyip içiyor, çarşıda pazarda dolaşıyor. Yani Melek peygamber istediler. Neden Melek peygamber istediler? Nedeni belli, çünkü uymaya gönülleri yoktu. Melek göndermiş olsaydı uyacaklar mıydı? Uymayacaklarını yine Kur’an da öğreniyoruz. Yine Kur’an onlara bir başka ayetinde diyor ki; Yer yüzünde salına salına dolaşanlar melekler olsaydı, onlara meleklerden peygamber gönderirdik. (İsra/95) Bu aslında onların kurnazlıklarını açık etmek demektir.

Peki, neydi onların içlerinde sakladıkları kurnazlıkları? Şuydu; Eğer melek peygamber gönderseydi bu sefer biz ayrıyız, onlar ayrı. Biz melekleri nasıl izleyelim, Biz meleklerin peşine nasıl düşelim, melek değiliz ki diyeceklerdi.

İnsan peygamber gönderildi. Bununla şu mesajın verildiğini onlar da iyi biliyordu. Bakın hiçbir mazeretiniz yok. Sizden olan bir insan, içinizden bir insan size yol gösteriyor. Sadece öğüt vermiyor, yaşıyor, söylediklerini önce hayatına geçiriyor sonra size de yaşamanızı söylüyor. Yani bahaneniz yok. Bizim üstesinden gelemeyeceğimiz şeyler diyemezsiniz. Eğer insanın yapamayacağı şeyler olsaydı o yapamazdı. Onun içinde bahaneniz yok. İşte onların böylesine bahaneci mantığını iten, reddeden bir ifade, bir ayet bu.

Tabii bu mantık o günde kalmadı, bu mantık daha sonra da geçerliliğini korudu ve tabi farklı formlara büründü geçmişte peygamberleri aşağılayarak hayattan dışlıyorlardı. Ama bu ümmet öyle bir peygamber tasavvuruna sahip oldu ki zaman içinde, peygamber tasavvurunda öyle bir yamulma oldu ki peygamberini yüceltme bahanesi ile hayattan dışladı. İkisi de sonuçta aynı yere geliyordu. Hayattan dışlamak. Yani o kadar yücesin ki, o kadar ulvisin ki nerde.! Seni izleyemem, seni takip edemem. Sen göklerdesin. Önce eli ile göklere çıkardı daha sonra da takip edememe gerekçesi olarak bunu kullandı. Haddi zatında bu bir yüceltme değil, bir saygı da değil. Peygamberi izlememeye karşı verdiği bir rüşvetti, manevi rüşvet.

Neden peygamberi takip etmiyorsun? Neden sana Allah’ın örnek gösterdiği bu hayatı üretmiyorsun, örnek almıyorsun. Sorusuna karşı; O nere, biz nere deyip topu, tabir caizse taca atmaktı. 

Bunun içinde Resulallah hiç izin vermedi.

- La tutruni kema etrıyyetne Meryem..! beni Meryem’in oğlunu yücelttikleri, uçurdukları gibi yüceltip uçurmayın. Demişti.

- Fe innema ena abduh..! şu kesin ki, şunu iyi bilin ki ben sadece bir kulum. Bana;

- Abdullah ve Resuluhu. Allah’ın kulu ve Resulü deyin. Buyurmuştu, emretmişti.

Bir gün bir bedevi Medine de huzuruna gelmiş, adam tir tir titremeye başlamıştı. Resulallah biraz sertleşerek;

- “Ne titriyorsun be adam..!” Dedi. “Ben de senin gibi kuru et yiyen bir kadının oğluyum.”

Onun için Kur’an ona;

Kul innema ene beşerun mislüküm” De ki ben de sizin gibi ölümlü bir insanım. “yuha ileyye ennema ilâhuküm ilâhun vahıd.” (Kehf/110) ne ki bana ilahınızın bir tek ilah olduğu vahiy olunuyor.

Yani ben vahiy alıyorum. Farkımız bu demeye getiriyordu.

levla ünzile ileyhi melekün feyekûne maahu neziyra ona bir melek indirilseydi de onunla birlikte o da uyarıp dursaydı ya dediler.

Devam ediyor C sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder