19 Eylül 2012 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. FURKAN (48-54)(114-C)



B sayfasından devam

        48-) Ve "HU"velleziy erselerriyaha büşran beyne yedey rahmetihi ve enzelna mines Semai maen tahura;

        "HÛ" ki... Rahmetinin (
yağmur) önünde müjdeciler olarak rüzgârları irsâl etti... Biz, semâdan tertemiz bir su inzâl ettik. (A.Hulusi)

48 - Yine odur o ki rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci göndermekte, ve semâdan pampâk bir su (bir mai tahur) indirmekteyiz. (Elmalı)


Ve "HU"velleziy erselerriyaha büşran beyne yedey rahmetih yine rahmetinin önü sıra rüzgarları müjdesi olarak gönderen de odur. Kur’an da rüzgar nerede geçiyorsa, rüzgar, rahmet, yağmur metaforu mutlaka vahye bir ima içerir. Rüzgar yağmurun habercisidir ya, böyle ortalığı kasıp kavuran bir rüzgar geldiğinde arkadan yağmur geleceğini anlarsınız.

Mekke, Medine’nin habercisidir. Özelde Resulallah’a bu acı, bu kasırgalı günler, arkadan gelen yağmurun, Medine’nin habercisidir. Bu elemli, bu kederli günler, yıllar, arkadan gelecek büyük iktidarın, nübüvvet devletinin habercisidir. İşte böyle okuması isteniliyor Resulallah’tan. Belki tüm muhatapların da hayatlarında çektikleri o acılı sıkıntılı ıstıraplı dönemleri eğer Allah’lı çekmişlerse, eğer bir amaç uğruna, ulvi bir gaye uğruna çekmişlerse, bu arkadan gelecek yağmuru haber veren bir kasırga gibidir. Arkadan gelecek yağmurla teselli olun, onu unutmayın demeye getirmektedir.

[Atlanan cümle; ve enzelna mines Semai maen tahura

Biz, semâdan tertemiz bir su inzâl ettik. (A.Hulusi)]


        49-) Linuhyiye Bihi beldeten meyten ve nüskıyehu mimma hâlâkna en'âmen ve enasiyye kesiyra;

        Onunla ölü bir beldeyi diriltelim ve yarattığımız nice hayvanatı ve birçok insanı besleyelim diye. (A.Hulusi)

49 - Diriltelim diye bununla ölü bir beldeyi ve sulayalım diye mahlûkatımızdan nice hayvan sürülerini ve bir çok insan kümelerini. (Elmalı)


Linuhyiye Bihi beldeten meyten ki onunla, yani o yağmurla ölü bir toprağı canlandıralım istiyoruz. Burada da buyrulduğu gibi vahiy ile ölü gönülleri, ölü toplumları, ölü yürekleri canlandırırız. Aslında Kur’an da geçen bir insanı öldürmek tüm insanlığı öldürmüş gibidir.

ve men ahyâhâ fe ke ennemâ ahyen nâse cemîa. (Maide/32) bir kişiyi dirilten de tüm insanlığı.

Peki bir kişiyi diriltmek nasıl olur?Yani ölüyü diriltmek mi anlaşılır buradan. Böyle bir şey mümkün değil bizler için. Nasıl diriltebiliriz? İşte böyle yüreğine vahiy suyunu yürüterek. Ölü gönlüne diriltici ilahi iksiri vererek. Böyle diriltiriz. İşte buradaki diriliş o diriliş.

ve nüskıyehu mimma hâlâkna en'âmen ve enasiyye kesiyra yine onunla yaratmış olduğumuz bir nice canlıyı ve insanı sulayalım diye.


        50-) Ve lekad sarrefnahu beynehüm li yezzekkeru* feeba ekserunNasi illâ küfura;

        Andolsun ki O'nu (
Kurân'ı) onların arasında, tezekkür (hatırlayıp düşünmeleri) için açıkladık da açıkladık... İnsanların çoğunluğu ise hakikati inkâr ettiler. (A.Hulusi)

50 - Celâlim hakkı için onu aranızda evirip çevirmekteyiz düşünsünler ibret alsınlar diye yine de nâsın ekserîsi dayatmakta nankörlükten başkasına yanaşmamakta. (Elmalı)


Ve lekad sarrefnahu beynehüm li yezzekkeru doğrusu biz onu ve bütün bu örnekleri ayrıntılı bir biçimde açıklayarak insanların önüne koyduk ki, li yezzekkeru düşünüp ders alsınlar diye, Allah’ın eşyayı bile amaçsız ve ilkesiz yaratmadığını düşünüp ders alsınlar.

Yukarıdan beri güneşi gölgeyi, yağmuru, rüzgarı hatırlayın. Bütün bunları yan yana koyun. Neden? Allah eşyayı bile amaçsız yaratmadığı diye bir sonuca ulaşırsa insan, arkasından şu cümle gelmeli değil mi? Ya benim gibi mahlukatın, yaratılmışların şereflisi değerlisi bir varlığı amaçsız yaratmış olabilir mi? İşte bu soruyu sormamızı istiyor.

feeba ekserunNasi illâ küfura hal böyle iken insanların çoğu yinede yüz çevirmekte nankörlük etmektedir.


        51-) Velev şi'na lebeasna fiy külli karyetin neziyra;

        Eğer dileseydik her şehirde bir uyarıcı bâ's ederdik. (A.Hulusi)

51 - Dilese idik elbet her köyde bir nezîr gönderirdik. (Elmalı)


Velev şi'na lebeasna fiy külli karyetin neziyra hem eğer dilemiş olsaydık, geçmişte olduğu gibi elbette her topluma ayrı bir uyarıcı gönderirdik. Yani her topluluğa ayrı ayrı peygamber gönderebilirdik. Ama bunu yapmadık. Fahvel hitaptan onu anlıyoruz, sözün gelişinden. Tüm bir insanlığa bir tek peygamber gönderdik, onu açıklıyor ve neden açıklıyor, arkasındaki ayet;


        52-) Fela tutı'ıl kafiriyne ve cahidhüm Bihi cihaden kebiyra;

        Hakikat bilgisini inkâr edenlere itaat etme; onlara karşı bununla (
Kurân'la) büyük savaş ver, tüm gücünle! (A.Hulusi)

52 - Mâdemki yalnız seni gönderdik o halde kâfirlere itaat eyleme de bununla onlara cihad et büyük cihad. (Elmalı)


Fela tutı'ıl kafiriyne ve cahidhüm Bihi cihaden kebiyra madem öyle artık sen de inkarcılara uyma ve onlarla bu vahiy sayesinde, Kur’an sayesinde tüm gayretini sarf ederek büyük bir cihada giriş.

Cihad-ı Kebiyr; Büyük cihad, onlarla büyük cihad et. Bu ayetlerin, Mekke’nin 5 ve3 6. yıllarında indiğini hatırlayınız. Mekke döneminin 5 ve 6. yıllarlında hangi büyük cihad dan söz ediyor olabilir Kur’an? El kaldırmanın dahi yasak olduğu bir dönem düşmana. Hangi büyük cihad.

Elbette bu büyük cihad Kur’an ile yapılan cihad. Orada ki Bihi zamiri “h” zamiri vahye gidiyor tüm ilk otoritelere, ilk müfessirlere göre. Yani vahiyle, vahiy sayesinde cihad et. En büyük cihad vahiyle yapılan cihad mış. Kur’an öyle diyor. Değerli dostlar, duydunuz değil mi, en büyük cihad Kur’an a göre vahiy ile yapılan cihad dır. Vahyi insanların yüreğine götürmek için olanca gücünü sarf etmektir en büyük cihat.

Burada söylenen bir önceki ayetle birlikte düşünüldüğünde nedir, yani her bölgeye ayrı ayrı peygamber göndermedik. Bir peygamber gönderdik, hepsine. Ey Nebi diyor iki ayeti birlikte okursak Ey nebi, ey peygamber, öyle çaba göster ki her kavme ayrı peygamber göndermiş olsaydık bütünü ne kadar çaba gösterecek idiyse sen o kadar çaba göster. Biz sözün gelişinden bunu anlıyoruz. Ve tabii ki bize de, hepimize de bu çağrı; Ey bu vahye muhatap olup ta vahyin hitabını kabul etmiş olan İslam ümmeti, ümmeti Muhammed, siz de öyle çaba gösterin ki yer yüzüne bu çabanız yetsin. Yer yüzünün hidayeti için bu çabanız referans olsun.


        53-) Ve "HU"velleziy merecel bahreyni hazâ azbün füratün ve hazâ milhun ücac* ve ce'ale beynehüma berzehan ve hıcren mahcura;

        "HÛ" ki... İki deryayı (
şuur ve bilinç - beden) birbirine salan; biri tatlı mı tatlı bir su (orijin benlik - insanî mânâ), diğeri ise tuzlu ve acıdır (kendini hayvani beden kabullenmiş oluşmuş benlik - bilinç)! Bu ikisinin arasında da bir berzah (engel, perde); hicrî mehcûr (zıddıyet - düşmanlık); bir engel oluşturdu ('Birbirinize düşman olarak inin' âyetini hatırlayalım. A.H.)! (A.Hulusi)

53 - O odur ki iki deryayı birbirine salmış: şu tatlı, yürek tazeler, şu tuzlu çorak, aralarına da bir berzah ve bir «hıcri mahcûr» koymuştur. (Elmalı)


Ve "HU"velleziy merecel bahreyni hazâ azbün füratün ve hazâ milhun ücac* ve ce'ale beynehüma berzehan ve hıcren mahcura hem iki denizi birbirine salan, hem de biri tatlı, susuzluğu giderici, diğeri tuzlu, acı olduğu halde bu ikisi arasına karışmalarını önleyici görünmez bir perde, aşılmaz bir engel koyan O’dur.

Evet, ırmak, boğaz, körfez gibi büyük su kütlelerinin eklem noktalarında gerçekleşen yüzey gerilimi yasasına bir atıf var burada. Fakat ilginçtir, yüzey gerilimi yasası da daha bu yüzyılda tespit edildi. Ama bu ayet 1400 yıl evvel bu ilahi yasaya bir atıf yapıyor.Aslında Kur’an ın fiziki hadiselere doğa olaylarına yaptığı her atfın arkasında manevi bir, ahlaki bir işaret vardır.

Peki buradaki işaret ne olabilir dersek, şu olabilir. Mekke de olduğu gibi mümin ve kafirler aynı kentte yaşadığı halde birbirine karışmayan iki hayat tarzı. İki tasavvur, iki akıl ve inanç sistemine işaret ediyor. Yani adeta küfür, acı ve tuzlu, yani kandırmayan su. Küfre saplanmış insanlar. Öbür tarafta da iman ehli. Tatlı su gibi insanın yüreğini serinleten, yanmış yüreklere bir merhamet gibi düşen tatlı su. İşte bu ikisi yan yana yaşadığı halde iç içe geçmiyor. İki ayrı akıl, iki ayrı hayat tarzı, iki ayrı bakış açısı. Buna bir işaret olsa gerektir.


54-) Ve "HU"velleziy haleka minelmai beşeran fece'alehu neseben ve sıhra* ve kâne Rabbüke Kadiyra;

        "HÛ" ki, sudan bir beşer (
biyolojik bedenli insan) yarattı da, onunla neseb (kan - gen akrabalığı) ve sıhr (nikâh - evlilik ile hâsıl olan hısım akrabalık) duygusu oluşturdu! Senin Rabbin Kaadir'dir. (A.Hulusi)

54 - Odur o ki sudan bir beşer yarattı da onu bir nesep ve bir sihir kıldı, rabbin kadîr bulunuyor. (Elmalı)


Ve "HU"velleziy haleka minelmai beşeran fece'alehu neseben ve sıhra sudan insanı yaratan ve onun kan bağı ile soy, sop, evlilik bağı ile hısım sahibi olmasını sağlayan da O’dur.

Olanca çeşitliliğine rağmen hayatın kökeninin bir olduğuna bir atıftır bu, ya da hayatın basitten mürekkebe doğru seyreden tekamül yasasına bir atıf. Yani bizden şunu görmemizi istiyor; Hayat olanca renkliliği, olanca çeşitliliğini görüyorsunuz. Ama bütün bunlara rağmen kökenine indiğinizde tek bir kök göreceksiniz. O nedenle eğer  insanları da böyle çok çeşitli, çok farklı tarzlarda, düşünce tarzında, çok faklı akıl seviyelerinde görüyorsanız özüne inin, çok özüne, özünde Adem gibi temiz bir atadan, yani hakikat esastır, batıl arızi, Hakk daimidir, asıl olam Hak’tır batıl ise sonradan olmadır. Belki de dikkatimizi çektiği nokta burası olmalı.

ve kâne Rabbüke Kadiyra zira senin rabbin sınırsız kudret sahibidir. Yani bütün bu çeşitliliği takdir eden rabbindir. Bu çeşitliliği sonsuza kadar yok etmek mümkün değildir. Yani küfür de olacak imanda. Bu hep olacak. Ama aslolan senin tercihini hangisi uğruna kullandığındır.

Devam ediyor D sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder