13 Eylül 2012 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. FURKAN (16-21)(113-D)



C sayfasından devam.

        16-) Lehüm fiyha ma yeşaune halidiyn* kâne alâ Rabbike va'den mes'ula;

        Onlara sonsuza dek diledikleri her şey vardır orada. (
Bu) Rabbinin, kendisini yükümlü tuttuğu vaadidir! (A.Hulusi)

16 - Onlar için orada ne isterlerse var, hem ebedî kalacakları, Rabbinin uhdesinde bu «bir vaadi mes'ul» bulunuyor. (Elmalı)


Lehüm fiyha ma yeşaune halidiyn orada diledikleri her şey kalıcı bir biçimde onların olacaktır. Dünyada diledikleri şeyler geçici. Ama orada kalıcı, halidiyn kalıcı bir biçimde onların olacak. Yani fani değil baki olacak. kâne alâ Rabbike va'den mes'ula bu rabbinin üzerinde kendisinden yerine getirilmesi istenilen bir vaat, bir söz idi. Allah daha önce söz vermişti. Yani beni tercih eden kullarımı ben de tercih edeceğim. Verdiğim emanete sadakat gösteren kullarımı cennetle ödüllendireceğim diye. İşte o vaat yerine gelmiş olacak.


        17-) Ve yevme yahşuruhüm ve ma ya'budune min dûnillâhi feyekulü eentüm adleltüm ıbadiy haülai em hüm dallüs sebiyl;

        Onları ve Allâh dûnundaki tapındıklarını haşredeceği süreçte der ki: "Benim kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa onlar mı (
derûnlarındaki hakikatlerine ulaştıran) yoldan saptılar?" (A.Hulusi)

17 - Hele o gün ki onları Allah dan başka taptıkları şeylerle haşr edip de siz mi saptırdınız kullarımı yoksa kendileri mi yolu gaip ettiler diyeceği gün? (Elmalı)


Ve yevme yahşuruhüm ve ma ya'budune min dûnillâhi feyekul imdi O, bir gün onları ve onların Allah’tan gayri yalvarıp yakardıklarını ir araya getirecek ve soracak. Yani Allah. feyekulü eentüm adleltüm ıbadiy haülai em hüm dallüs sebiyl işte şu kullarımı siz mi yoldan çıkardınız yoksa onlar kendileri mi sapıttılar, yoldan çıktılar.

Burada, ayetin başında Allah’ın toplayacağı ifade buyrulan kimseler aslında taştan yontular falan değil, kendisine Allah’ın sıfatlarından birinin yakıştırıldığı yüce insanlar, değerli insanlar. Başta peygamberler. İşte Hıristiyanların Hz. İsa’ya yaptıkları gibi bir tasavvur. Veliyler, aziyzler, aliymler, şehitler, her kimlerse o güzel insanlar. Onları toplayıp Allah soracak onlara. Bunlara siz mi emrettiniz. Siz mi bize böyle şeyler yakıştırın. Allah’a ait nitelikleri bize yakıştırın dediniz, yoksa kendileri mi sapıttılar.”


        18-) Kalu subhaneKE ma kâne yenbeğıy lena en nettehıze min duniKE min evliyâe ve lâkin metta'tehüm ve abaehüm hatta nesüzZikr* ve kânu kavmen bura;

        (
Tapındıkları nesneler) dediler ki: "Subhansın sen! Senin dûnundan velîler edinmek bizim için mümkün değil! Ne var ki, sen onları ve atalarını yararlandırınca, bedensel zevklere dalıp; nihayet, hakikat bilgisini hatırlamaz oldular! Sonunda mahvoldular!" (A.Hulusi)

18 - Sübhansın, demişlerdir: Senden başka veliler ittihaz etmemiz (olunmamız ) bize yaraşır değildi ve lâkin sen onları ve atalarını zevke daldırdın, o kadar ki nihayet zikri unuttular ve helâke giden bir kavim oldular. (Elmalı)


Kalu onlar cevap verecekler; subhaneKE ma kâne yenbeğıy lena en nettehıze min duniKE min evliyâe aşkın olan zatını tenzih ve tespih ederiz ki, senin dışındakilerden herhangi bir dost bir veli edinmek bize yakışmaz. Yani Allah dostları, Allah’ı dost edinirler. Onun içinde onlar biz bundan sana sığınırız diyecekler. Ki şirk manen en büyük günah. Ahlaken büyük bir sorumsuzluk, mantıken de saçmalıktır. İşte aslında burada biz bunların hepsini birden görüyoruz.

ve lâkin metta'tehüm ve abaehüm hatta nesüzZikr ne var ki onlara ve atalarına dünyevi hazları öylesine tattırdın ki sonunda onlar vahyi unuttular. ve kânu kavmen bura ve yok olmaya mahkum bir kavim olup çıktılar.

NesüzZikr, vahyi unuttular. Zikr bu bağlamda vahiy anlamına gelir. Ki bu ayetin bağlamı hem yukarısı hem aşağısında Furkan olan vahye hep birer atıf yer almakta. Neden vahiy zikir olarak adlandırılmış, vasıflandırılmış? Çünkü insana Allah’ın formatladığı, zaten yapısında bulunan, fıtratında bulunan iyi şeyleri üst yapı ile hatırlattığı için. Alt yapıya kendisini, üst yapıyla hatırlattığı için. Yani vahiy aslında insanda olmayan bir bilgiyi insana vermiyor. İnsanda zaten mevcut olup ta insanın üzerini örttüğü bir bilgiyi açıyor. İnsanın özünde olanı açıyor. İnsanı kendisi ile buluşturuyor. Onun için her vahiy zikirdir, yani bir hatırlatmadır.


        19-) Fekad kezzebuküm Bima tekulune fema testetıy'une sarfen ve lâ nasra* ve men yazlim minküm nüzıkhu azâben kebiyra;

        (
Allâh dûnundakilere tapanlara): "İşte söylediklerinizi gerçekten yalanladılar... Artık ne (azabı) kendinizden savmaya ve ne de yardım bulmaya gücünüz yetmez! Sizden kim zulmederse, ona büyük bir azap tattırırız." (A.Hulusi)

19 - Demek sizi sözünüzde yalancı çıkarmışlardır, artık ne savmağa ne de bir yardıma çare bulamayacaksınız ve içinizden her kim zulmederse ona büyük bir azâb tattıracağız. (Elmalı)


Fekad kezzebuküm Bima tekulun Bunun üzerine Allah şirk koşanlara şöyle demişti. Doğrusu o tanrılık yakıştıklarınız söylediklerinizi tümünde sizin yalan olduğunuzu ortaya çıkarıyorlar, yani onlar sizi yalanlıyorlar. fema testetıy'une sarfen ve lâ nasra artık ne cezayı atlatmaya mecaliniz yeter, ne de yardım almaya. ve men yazlim minküm nüzıkhu azâben kebiyra zira sizden her kim hakikati ters yüz ederse, ve men yazlim, zulmederse, yani hakikati ters çevirirse.

Zulüm bir şeyi yerinden etmektir. Kök manası budur. Hakikati ters çevirmek, hakkı yerinden etmek en büyük zulümdür. Onun için böyle bir mantık aslında varlığa ters bakan bir mantıktır. İnsanın tasavvurunu, bakış açısını yamuklaştırması en büyük zulümlerden biridir. Çünkü küçüğü büyük, büyüğü küçük. Geçiciyi kalıcı, kalıcıyı geçici. Değerliyi değersiz değersizi değerli. Ebediyi fani, faniyi ebedi görür. O zaman dünyaya ahiret muamelesi yapar. Eşyaya ilah muamelesi yapar. Tabii ki ilaha da, haşa, eşya muamelesi yapmaya kalkar. Onun için zulüm aslında bilincin ters dönmesidir.

ve men yazlim minküm nüzıkhu azâben kebiyra sizden her kim hakikati ters yüz ederse ona büyük bir azabı tattıracağız.


        20-) Ve ma erselna kableke minel murseliyne illâ innehüm leye'külunet ta'âme ve yemşune fiyl esvak* ve ce'alna ba'daküm li ba'din fitneten, etasbirun* ve kâne Rabbüke Basıyra;

        Senden önce irsâl ettiğimiz Rasûller de yemek yerler ve çarşılarda gezip dolaşırlardı! Sizleri birbiriniz için bir sınav objesi kıldık... Sabredecek misiniz? Senin Rabbin Basıyr'dir. (A.Hulusi)

20 - Biz senden evvel de Peygamberleri başka türlü göndermedik, şüphesiz onlar hem yemek yiyorlar, hem çarşılarda geziyorlardı (sokaklarda yürüyorlardı) bir de bazınızı diğerine bir fitne kılmışızdır ki bakalım sabredecek misiniz? Mamafih rabbin basîr bulunuyor. (Elmalı)


Ve ma erselna kableke minel murseliyne illâ innehüm leye'külunet ta'âme ve yemşune fiyl esvak şimdi ey Muhammed biz senden önce de yemek yiyen, çarşıda pazarda dolaşan insanlar dışında hiçbir peygamber göndermedik. 7 ve 8. ayetlerdeki çarpık peygamber tasavvuruna bir ret ve cevap geldi burada. Yani sadece sen değil, insanoğluna gelmiş her peygamber ölümlü idi. Burada yeme içme, çarşıda pazarda dolaşma, ölümlülüğün ifadesi.

ve ce'alna ba'daküm li ba'din fitneten, etasbirun bazılarınızı diğerleriniz için sınama vesilesi kıldık ki bakalım sabredebiliyor musunuz. Burada ki fitne Aslında Arap dilinde altının posasını cevherinden ayırmak için potada eritilme işlemine denilir. O nedenle ayrıştırma işlemi yani. Yani bir tür Furkan. Furkan aslında Hakkı batıldan iyiyi kötüden ayırıyordu ya. Böyle bir akıl, böyle bir yaklaşım, böyle bir mesaj. Fitne de eşyanın iyisini kötüsünden ayırmak için potada eritilmesi madenin.

Peygamberlerin görevi insanlık dünyasındaki cevherlerle cürufları birbirinden ayırmaktır. Aslında vahiyler de bunun için gelir. Sadece peygamberler değil herkes, herkesle sınanmaktadır. Bu ayetin verdiği bir öğütte bu aslında. Kimsi peygamber seçilerek öyle sınanıyor, kimisi ümmet seçilerek öyle sınanıyor.

Felenes'elennelleziyne ürsile ileyhim velenes'elennel murseliyn. (A’raf/6) Evet, yani hem ümmetlerden soracağım, hem de ümmetlere gönderilen peygamberlerden soracağız diyor. Hem de and olsun soracağız diyor. Hesap soracağız. Yani hesap vermemek yok. Herkes hesap verecek, peygamberler dahi. İşte onun için herkes herkesle sınanıyor. Kimisi varlıkla sınanıyor, kimisi yoklukla. Kimsi hastalıkla sınanıyor, kimisi sıhhatle. Kimisi yönetmekle sınanıyor, kimisi yönetilmekle. Kimsi şöhretle sınanıyor kimisi izzet ve ikramla sınanıyor kimsi darlık ve sıkıntıyla. Yani herkes herjesle sınanıyor.

ve kâne Rabbüke Basıyra bunu siz öğrenesiniz diye böyle yaptık. Yani biz böyle anlıyoruz. İbare de böyle bir şey yok, ama ibare dışında biz bunu böyle anlamak zorundayız. Neden? Yoksa senin rabbin zaten her şeyi görmektedir. Ey rabbim sen zaten her şeyi görüyorsun, niye böyle yaptın, yani potaya koydun da insanın cürufunu cevherinden ayırdın, bunu biz de öğrenelim diye yapıyor. Zaten sen biliyorsun ey rabbim ama bunu bizimde öğrenmemiz için böyle yaptın dememizi istiyor. İşte onun için ve kâne, burada ki kâne ye bulunabilecek en güzel Türkçe karşılık; zaten dir. Zaten sen bunu, her şeyi görmekteydin. Ama biz de görelim diye böyle yaptın.


        21-) Ve kalelleziyne lâ yercune LıkaeNA levla ünzile aleynel Melaiketü ev nera Rabbena* le kadistekberu fiy enfüsihim ve atev utüvven kebiyra;

        Bize likâyı (
kavuşmayı; varlıklarında Esmâ'mızla açığa çıkışımızı yaşamayı) ummayanlar dedi ki: "Bizim üzerimize melâike inzâl edilmeli yahut Rabbimizi (gözümüzle) görmeli değil miydik?" (Hakikatlerindekini kavrayamayıp dışta tanrı aramakta ısrar!)... Andolsun ki kendi nefslerinde kibre kapıldılar ve büyük bir azgınlık ile haddi aşıp itaatten çıktılar. (A.Hulusi)

21 - Bununla beraber likamızı ümit etmeyenler dediler ki: «o melâike bizim üzerimize indirilse ya, yahut rabbimizi görsek â» celâlime kasem ederim ki doğrusu nefislerinde kendilerini büyüksündüler, büyük azgınlık ettiler. (Elmalı)


Ve kalelleziyne lâ yercune LıkaeNA levla ünzile aleynel Melaiketü ev nera Rabbena bakın, bakın inkarcı mantık kendisine özel bir tabir caizse davranış istiyor. Yani özel davranılmasını istiyor. Herkese gelenle yetinmiyor, çok özel bir takım talepleri oluyor. Nedir o? Ama bizim huzurumuza çıkacak yüzü olmayan kimseler; Bize melekler gönderilseydi ya, veya rabbimizi görseydik ya dediler.

İmanın olduğu yerde gaybi bir hakikatin olması gerektiğini görmezden geliyorlar. İyi de eğer onları görseydiniz iman nerede kalacaktı. Neye iman edecektiniz. Oysa ki sizden iman isteniyor. İman güven demektir. Kişi eli ile tuttuğuna iman etmek durumunda değil ki. Onun için İmanın olduğu yerde mutlaka gaybi bir hakikat vardır. Kur’an gibi bâki bir mucizeyi görmeyenler, yani görüneni görmeyenler, görünmeyeni görmeyenler talip oluyorlar.

İşe bakınız. Mantık ters dönerse yani kişi zulmederse işte böyle görünen mucizeyi görmez de görünmeyeni görmek ister. Görünemeyecek, yani insanın gözlerinin görmeye takat getiremeyeceği, buna müsait olmadığı mutlak hakikatleri görmek ister.

le kadistekberu fiy enfüsihim ve atev utüvven kebiyra doğrusu onlar kendi iç dünyalarında büyüklük tasladılar. Fiy enfüsihim. İç dünyalarında böbürlendiler, büyüklendiler ve hadlerini aşarak utuvven kebiyra kasım kasım kasıldılar diyor. Burunlarını diktiler. Yani rabbimiz vahye yönelik her inkari duruşun aslında Allah’a baş kaldırmak olduğunu ifade buyuruyor.

Devam ediyor E sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder