C sayfasından devam.
16-) Lehüm fiyha ma yeşaune halidiyn* kâne alâ Rabbike va'den
mes'ula;
Onlara sonsuza dek diledikleri her şey vardır orada. (Bu) Rabbinin, kendisini yükümlü tuttuğu vaadidir! (A.Hulusi)
16 - Onlar
için orada ne isterlerse var, hem ebedî kalacakları, Rabbinin uhdesinde bu «bir
vaadi mes'ul» bulunuyor. (Elmalı)
Lehüm
fiyha ma yeşaune halidiyn orada diledikleri her şey kalıcı bir
biçimde onların olacaktır. Dünyada diledikleri şeyler geçici. Ama orada kalıcı,
halidiyn kalıcı bir biçimde onların olacak. Yani fani değil baki olacak. kâne alâ Rabbike va'den mes'ula bu rabbinin
üzerinde kendisinden yerine getirilmesi istenilen bir vaat, bir söz idi. Allah
daha önce söz vermişti. Yani beni tercih eden kullarımı ben de tercih edeceğim.
Verdiğim emanete sadakat gösteren kullarımı cennetle ödüllendireceğim diye.
İşte o vaat yerine gelmiş olacak.
17-) Ve yevme yahşuruhüm ve ma ya'budune min dûnillâhi
feyekulü eentüm adleltüm ıbadiy haülai em hüm dallüs sebiyl;
Onları ve Allâh dûnundaki tapındıklarını haşredeceği süreçte der ki: "Benim kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa onlar mı (derûnlarındaki hakikatlerine ulaştıran) yoldan saptılar?" (A.Hulusi)
17 - Hele
o gün ki onları Allah dan başka taptıkları şeylerle haşr edip de siz mi
saptırdınız kullarımı yoksa kendileri mi yolu gaip ettiler diyeceği gün?
(Elmalı)
Ve
yevme yahşuruhüm ve ma ya'budune min dûnillâhi feyekul imdi O, bir
gün onları ve onların Allah’tan gayri yalvarıp yakardıklarını ir araya
getirecek ve soracak. Yani Allah. feyekulü eentüm
adleltüm ıbadiy haülai em hüm dallüs sebiyl işte şu kullarımı siz mi
yoldan çıkardınız yoksa onlar kendileri mi sapıttılar, yoldan çıktılar.
Burada, ayetin başında Allah’ın
toplayacağı ifade buyrulan kimseler aslında taştan yontular falan değil,
kendisine Allah’ın sıfatlarından birinin yakıştırıldığı yüce insanlar, değerli
insanlar. Başta peygamberler. İşte Hıristiyanların Hz. İsa’ya yaptıkları gibi
bir tasavvur. Veliyler, aziyzler, aliymler, şehitler, her kimlerse o güzel
insanlar. Onları toplayıp Allah soracak onlara. Bunlara siz mi emrettiniz. Siz
mi bize böyle şeyler yakıştırın. Allah’a ait nitelikleri bize yakıştırın
dediniz, yoksa kendileri mi sapıttılar.”
18-) Kalu subhaneKE ma kâne yenbeğıy lena en nettehıze min
duniKE min evliyâe ve lâkin metta'tehüm ve abaehüm hatta nesüzZikr* ve kânu
kavmen bura;
(Tapındıkları nesneler) dediler ki: "Subhansın sen! Senin dûnundan velîler edinmek bizim için mümkün değil! Ne var ki, sen onları ve atalarını yararlandırınca, bedensel zevklere dalıp; nihayet, hakikat bilgisini hatırlamaz oldular! Sonunda mahvoldular!" (A.Hulusi)
18 - Sübhansın,
demişlerdir: Senden başka veliler ittihaz etmemiz (olunmamız ) bize yaraşır
değildi ve lâkin sen onları ve atalarını zevke daldırdın, o kadar ki nihayet
zikri unuttular ve helâke giden bir kavim oldular. (Elmalı)
Kalu
onlar cevap verecekler; subhaneKE ma kâne yenbeğıy
lena en nettehıze min duniKE min evliyâe aşkın olan zatını tenzih ve
tespih ederiz ki, senin dışındakilerden herhangi bir dost bir veli edinmek bize
yakışmaz. Yani Allah dostları, Allah’ı dost edinirler. Onun içinde onlar biz
bundan sana sığınırız diyecekler. Ki şirk manen en büyük günah. Ahlaken büyük
bir sorumsuzluk, mantıken de saçmalıktır. İşte aslında burada biz bunların
hepsini birden görüyoruz.
ve
lâkin metta'tehüm ve abaehüm hatta nesüzZikr ne var ki onlara ve
atalarına dünyevi hazları öylesine tattırdın ki sonunda onlar vahyi unuttular. ve kânu kavmen bura ve yok olmaya mahkum bir kavim
olup çıktılar.
NesüzZikr, vahyi unuttular. Zikr
bu bağlamda vahiy anlamına gelir. Ki bu ayetin bağlamı hem yukarısı hem
aşağısında Furkan olan vahye hep birer atıf yer almakta. Neden vahiy zikir
olarak adlandırılmış, vasıflandırılmış? Çünkü insana Allah’ın formatladığı,
zaten yapısında bulunan, fıtratında bulunan iyi şeyleri üst yapı ile
hatırlattığı için. Alt yapıya kendisini, üst yapıyla hatırlattığı için. Yani
vahiy aslında insanda olmayan bir bilgiyi insana vermiyor. İnsanda zaten mevcut
olup ta insanın üzerini örttüğü bir bilgiyi açıyor. İnsanın özünde olanı
açıyor. İnsanı kendisi ile buluşturuyor. Onun için her vahiy zikirdir, yani bir
hatırlatmadır.
19-) Fekad kezzebuküm Bima tekulune fema testetıy'une sarfen
ve lâ nasra* ve men yazlim minküm nüzıkhu azâben kebiyra;
(Allâh dûnundakilere tapanlara): "İşte söylediklerinizi gerçekten yalanladılar... Artık ne (azabı) kendinizden savmaya ve ne de yardım bulmaya gücünüz yetmez! Sizden kim zulmederse, ona büyük bir azap tattırırız." (A.Hulusi)
19 - Demek
sizi sözünüzde yalancı çıkarmışlardır, artık ne savmağa ne de bir yardıma çare
bulamayacaksınız ve içinizden her kim zulmederse ona büyük bir azâb
tattıracağız. (Elmalı)
Fekad
kezzebuküm Bima tekulun Bunun üzerine Allah şirk koşanlara şöyle
demişti. Doğrusu o tanrılık yakıştıklarınız söylediklerinizi tümünde sizin
yalan olduğunuzu ortaya çıkarıyorlar, yani onlar sizi yalanlıyorlar. fema testetıy'une sarfen ve lâ nasra artık ne
cezayı atlatmaya mecaliniz yeter, ne de yardım almaya. ve men yazlim minküm nüzıkhu azâben kebiyra zira
sizden her kim hakikati ters yüz ederse, ve men yazlim, zulmederse, yani
hakikati ters çevirirse.
Zulüm bir şeyi yerinden etmektir.
Kök manası budur. Hakikati ters çevirmek, hakkı yerinden etmek en büyük
zulümdür. Onun için böyle bir mantık aslında varlığa ters bakan bir mantıktır.
İnsanın tasavvurunu, bakış açısını yamuklaştırması en büyük zulümlerden
biridir. Çünkü küçüğü büyük, büyüğü küçük. Geçiciyi kalıcı, kalıcıyı geçici.
Değerliyi değersiz değersizi değerli. Ebediyi fani, faniyi ebedi görür. O zaman
dünyaya ahiret muamelesi yapar. Eşyaya ilah muamelesi yapar. Tabii ki ilaha da,
haşa, eşya muamelesi yapmaya kalkar. Onun için zulüm aslında bilincin ters
dönmesidir.
ve men
yazlim minküm nüzıkhu azâben kebiyra sizden her kim hakikati ters
yüz ederse ona büyük bir azabı tattıracağız.
20-) Ve ma erselna kableke minel murseliyne illâ innehüm
leye'külunet ta'âme ve yemşune fiyl esvak* ve ce'alna ba'daküm li ba'din
fitneten, etasbirun* ve kâne Rabbüke Basıyra;
Senden önce irsâl ettiğimiz Rasûller de yemek yerler ve çarşılarda gezip dolaşırlardı! Sizleri birbiriniz için bir sınav objesi kıldık... Sabredecek misiniz? Senin Rabbin Basıyr'dir. (A.Hulusi)
20 - Biz
senden evvel de Peygamberleri başka türlü göndermedik, şüphesiz onlar hem yemek
yiyorlar, hem çarşılarda geziyorlardı (sokaklarda yürüyorlardı) bir de bazınızı
diğerine bir fitne kılmışızdır ki bakalım sabredecek misiniz? Mamafih rabbin
basîr bulunuyor. (Elmalı)
Ve ma
erselna kableke minel murseliyne illâ innehüm leye'külunet ta'âme ve yemşune
fiyl esvak şimdi ey Muhammed biz senden önce de yemek yiyen, çarşıda
pazarda dolaşan insanlar dışında hiçbir peygamber göndermedik. 7 ve 8.
ayetlerdeki çarpık peygamber tasavvuruna bir ret ve cevap geldi burada. Yani
sadece sen değil, insanoğluna gelmiş her peygamber ölümlü idi. Burada yeme
içme, çarşıda pazarda dolaşma, ölümlülüğün ifadesi.
ve
ce'alna ba'daküm li ba'din fitneten, etasbirun bazılarınızı
diğerleriniz için sınama vesilesi kıldık ki bakalım sabredebiliyor musunuz.
Burada ki fitne Aslında Arap dilinde altının posasını cevherinden ayırmak için potada
eritilme işlemine denilir. O nedenle ayrıştırma işlemi yani. Yani bir tür
Furkan. Furkan aslında Hakkı batıldan iyiyi kötüden ayırıyordu ya. Böyle bir
akıl, böyle bir yaklaşım, böyle bir mesaj. Fitne de eşyanın iyisini kötüsünden
ayırmak için potada eritilmesi madenin.
Peygamberlerin görevi insanlık
dünyasındaki cevherlerle cürufları birbirinden ayırmaktır. Aslında vahiyler de
bunun için gelir. Sadece peygamberler değil herkes, herkesle sınanmaktadır. Bu
ayetin verdiği bir öğütte bu aslında. Kimsi peygamber seçilerek öyle sınanıyor,
kimisi ümmet seçilerek öyle sınanıyor.
Felenes'elennelleziyne ürsile ileyhim velenes'elennel
murseliyn. (A’raf/6) Evet, yani hem ümmetlerden soracağım, hem de
ümmetlere gönderilen peygamberlerden soracağız diyor. Hem de and olsun
soracağız diyor. Hesap soracağız. Yani hesap vermemek yok. Herkes hesap
verecek, peygamberler dahi. İşte onun için herkes herkesle sınanıyor. Kimisi
varlıkla sınanıyor, kimisi yoklukla. Kimsi hastalıkla sınanıyor, kimisi
sıhhatle. Kimisi yönetmekle sınanıyor, kimisi yönetilmekle. Kimsi şöhretle
sınanıyor kimisi izzet ve ikramla sınanıyor kimsi darlık ve sıkıntıyla. Yani
herkes herjesle sınanıyor.
ve
kâne Rabbüke Basıyra bunu siz öğrenesiniz diye böyle yaptık. Yani
biz böyle anlıyoruz. İbare de böyle bir şey yok, ama ibare dışında biz bunu
böyle anlamak zorundayız. Neden? Yoksa senin rabbin zaten her şeyi görmektedir.
Ey rabbim sen zaten her şeyi görüyorsun, niye böyle yaptın, yani potaya koydun
da insanın cürufunu cevherinden ayırdın, bunu biz de öğrenelim diye yapıyor.
Zaten sen biliyorsun ey rabbim ama bunu bizimde öğrenmemiz için böyle yaptın
dememizi istiyor. İşte onun için ve kâne, burada ki kâne ye
bulunabilecek en güzel Türkçe karşılık; zaten dir. Zaten sen bunu, her şeyi
görmekteydin. Ama biz de görelim diye böyle yaptın.
21-) Ve kalelleziyne lâ yercune LıkaeNA levla ünzile aleynel
Melaiketü ev nera Rabbena* le kadistekberu fiy enfüsihim ve atev utüvven
kebiyra;
Bize likâyı (kavuşmayı; varlıklarında Esmâ'mızla açığa çıkışımızı yaşamayı) ummayanlar dedi ki: "Bizim üzerimize melâike inzâl edilmeli yahut Rabbimizi (gözümüzle) görmeli değil miydik?" (Hakikatlerindekini kavrayamayıp dışta tanrı aramakta ısrar!)... Andolsun ki kendi nefslerinde kibre kapıldılar ve büyük bir azgınlık ile haddi aşıp itaatten çıktılar. (A.Hulusi)
21 - Bununla
beraber likamızı ümit etmeyenler dediler ki: «o melâike bizim üzerimize
indirilse ya, yahut rabbimizi görsek â» celâlime kasem ederim ki doğrusu
nefislerinde kendilerini büyüksündüler, büyük azgınlık ettiler. (Elmalı)
Ve
kalelleziyne lâ yercune LıkaeNA levla ünzile aleynel Melaiketü ev nera Rabbena
bakın, bakın inkarcı mantık kendisine özel bir tabir caizse davranış istiyor.
Yani özel davranılmasını istiyor. Herkese gelenle yetinmiyor, çok özel bir
takım talepleri oluyor. Nedir o? Ama bizim huzurumuza çıkacak yüzü olmayan
kimseler; Bize melekler gönderilseydi ya, veya rabbimizi görseydik ya dediler.
İmanın olduğu yerde gaybi bir
hakikatin olması gerektiğini görmezden geliyorlar. İyi de eğer onları görseydiniz
iman nerede kalacaktı. Neye iman edecektiniz. Oysa ki sizden iman isteniyor.
İman güven demektir. Kişi eli ile tuttuğuna iman etmek durumunda değil ki. Onun
için İmanın olduğu yerde mutlaka gaybi bir hakikat vardır. Kur’an gibi bâki bir
mucizeyi görmeyenler, yani görüneni görmeyenler, görünmeyeni görmeyenler talip
oluyorlar.
İşe bakınız. Mantık ters dönerse
yani kişi zulmederse işte böyle görünen mucizeyi görmez de görünmeyeni görmek
ister. Görünemeyecek, yani insanın gözlerinin görmeye takat getiremeyeceği,
buna müsait olmadığı mutlak hakikatleri görmek ister.
le
kadistekberu fiy enfüsihim ve atev utüvven kebiyra doğrusu onlar
kendi iç dünyalarında büyüklük tasladılar. Fiy enfüsihim. İç
dünyalarında böbürlendiler, büyüklendiler ve hadlerini aşarak utuvven
kebiyra kasım kasım kasıldılar diyor. Burunlarını diktiler. Yani rabbimiz
vahye yönelik her inkari duruşun aslında Allah’a baş kaldırmak olduğunu ifade
buyuruyor.
Devam ediyor E sayfasına geçiniz.
113. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/09/07/islamoglu-tef-ders-furkan-01-31113/
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder