A sayfasından devam.
63-) Kale eraeyte iz eveyna ilesSahreti feinniy
nesiytül hut* ve ma ensaniyhu illeşşeytanu en ezküreh* vettehaze sebiylehu
fiylbahri 'aceba;
(Musa'nın hizmetlisi):
"Gördün mü?" dedi, "Kayanın yanındayken o balığı unuttum ben...
Onu sana hatırlatmamı şeytan unutturdu! O (balık) acayip bir şekilde (canlanıp) denize daldı gitti!" (A.Hulusi)
063 – Gördün
mü? dedi: kayaya sığındığımız vakit doğrusu ben balığı unuttum, ve bana onu söylememi
her halde Şeytan unutturdu, o acayip bir sûrette denizdeki yolunu tutmuştu. (Elmalı)
Kale eraeyte iz eveyna ilesSahreti feinniy
nesiytül hut yardımcısı ona cevap verdi; Bak şu işe dedi. Hani
dibinde dinlendiğimiz kaya vardı ya işte orada balığı unutmuşuz. Baktı ki balık
yok yerinde unutmuşuz dedi. ve ma ensaniyhu illeşşeytanu en ezkürehu bunu
söylemeyi bana unutturan şeytandan başkası olamaz. Yani daha önce balığı
görmedim yerinde fakat size de söylemeyi unutmuşum. Yani iki kere unutmuşuz.
Hem daha önce tembihlendiği halde, balığı kaybettiğimiz yerde duracağımız
bilindiği halde onu unutmuşuz, hem de ona yerinde göremediğimi sana bildirmeyi
unutmuşum. Dedi.
Burada bir de edep veriliyor;
İnsanın kötü şeyleri Allah’a nispet edilmez. Yani şeytanlaşmış iç güdülerine,
yani içindeki negatif kutuplara hamledilir, benim kusurum dercesine. Evet,
aslında şeytana hamledilen şeyler, bir istiğfar vesilesi olarak insana; Bu
senin kusurundur. Çünkü şeytanın insan üzerinde gücü olmadığını söyleyen Kur’an
dı yine.
vettehaze sebiylehu fiylbahri 'aceba
ama o, yani balık şaşırtıcı bir biçimde kendi yoluna koyulup gözden kaybolmuş.
64-) Kale zâlike ma künna nebğ* fertedda alâ
asârihima kasasâ;
(Musa) dedi: "İşte
aradığımız o ya!"... Böylece izlerinin üzerine, geri döndüler. (A.Hulusi)
064 - İşte
dedi: aradığımız o ya, bunun üzerine izlerini takip ederek gerisin geri
döndüler. (Elmalı)
Kale zâlike ma künna nebğıy Musa
dedi ki; İşte aradığımızda orasıydı ya fertedda alâ asârihima kasasâ bunun üzerine hemen
geri dönüp kendi izlerini takip ettiler.
65-) Feveceda 'abden min 'ıbadiNA âteynâhu
rahmeten min 'ındiNÂ ve 'allemnâhu min ledünNÂ 'ılmâ;
Derken
kullarımızdan bir kul buldular ki, biz Ona indîmizden (Hakikatini yaşatan) bir
rahmet vermiş ve yine Onda ledünnümüzden (Tecelli-i
sıfat olarak tahakkuk etme {mardiye} şuuru) ilim açığa
çıkarmıştık. (A.Hulusi)
065 - Derken
kullarımızdan bir kul buldular ki biz ona nezdimizden bir rahmet vermiş ve
ledünnimizden bir ilim öğretmiştik. (Elmalı)
Feveceda 'abden min 'ıbadiNA âteynâhu rahmeten
min 'ındiNÂ ve 'allemnâhu min ledünNÂ 'ılmâ sonunda orada kendisine
katımızdan bir lütufta bulunarak ilmimizden bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan
birini buldular.
Burada ki ledünNÂ i’nde gibi bir
zarf aslında. Fakat irfan ekolü tarih içerisinde tabii vahiyden çok çok sonra
bunu isimleştirmiş. Ledünni ilim biçiminde de kavramlaştırmış. Burada
kullanıldığı anlamla, tarih içerisinde irfan ekolünün dilinde kavramlaşması
arasında herhangi bir benzerlik olmadığını sanırım söylemeye bile gerek yok.
Çünkü burada zarf olarak kullanılıyor. Katımızdan, tarafımızdan anlamına.
Evet, 'abden min 'ıbadiNA kullarımızdan
bir kul diyor. Kur’an da kullardan bir kul diye geçen şahsın adından önce
mahiyeti bilinmemektedir. Yani adı bir tarafa bu insan mı, melek mi, hatta
muhayyel bir varlık mı. Yani temsili , mesel olduğunu dikkate alırsak 54.
ayetten yola çıkarak bu surenin mesellerle dolu olduğunu ve rabbimizin bize
bazı hakikatleri meselleri tüm boyutlarıyla aktararak verdiğini hatırlayacak
olursak bunun temsili bir şahsiyet olması da mümkün. Hatta Saadettin Konevi’nin
tefsirinde dediği gibi misal aleminde beşeri vasfı olmayan bir ruh’ta olabilir
diyor. Yani mahiyeti tartışılmış.
Tabii biz bu tartışmaların
sonunda yine doğrusunu Allah bilir, bunlar bizi hiç ilgilendirmiyor. Bizi
ilgilendiren ne demek istediğidir. Muradı ilahidir. Yani bu ayetler bize ahlaki
bir takım ilkeler, hedefler gösteriyor. O hedefler neler, bu parmağın
gösterdiği yer neresi biz oraya bakarız.
Tefsir edebiyatımız tarafından
menkıbevi bir kişiliğe büründürülen bu kullardan bir kulun adının Hıdr,
Ahtar’dan, yeşil, yeşil adam. Ki bu da zaten bir isim değil, bir nitelik.
Nitelikle isim ayrıdır. Nitelik işlevi verir isimden ayrı olarak. İsim işlevi
vermez. Hatta isim çoğu zaman müsemmasını temsil bile etmez. Osman; Yılan
yavrusu demektir. Hanzala; Ebu cehil karpuzu demektir. Mesela kaya. Yani kaya
isimli bir adamı duyduğumuzda acaba kaya mı diye hiç düşünmeyiz. Dolayısıyla
bunu gibi isimler, isim sahibinin ne iş yaptığını, niteliğini vermezler.
Dolayısıyla burada isim değil nitelikten söz edilebilir. Hıdr, yani hadiste
geçtiği biçimde ki hadiste yer alan isim bu Hıdr bir isim de değil bir
niteliktir.
Peki neye delalet eder yeşil
adam, yeşillik? Canlılığa delalet eder. Burada aslında bu canlılık beklide çok
daha öte bir sembole işaret ediyor ki zaten sembolik olduğu da bellidir bunun.
Bilginin görünmeyen boyutu, eşyanın görünmeyen boyutu. Eşyanın yüzünün
arkasında kalan, görüneninin arkasında kalan tarafı asıl canlı olan tarafı.
Asıl hakikate bizi götüren tarafı. Onun için belki de bu sembol nitelikle bize
verilmek istenen şey Hz. Musa’ya bilgiyi öğretenin haddi zatında Allah’ın her
daim faal olan aktif olan, tıpkı bir yeşillik gibi canlı, tabiat gibi her daim
aktif olan mutlak bilgisidir. O mutlak bilgiden bize verdikleridir,
işaretlerdir.
İşte bu manada bir orman, bir
bahçe, yemyeşil bir kır bize neler söylemez. Mesela insanın ölümlü olduğunu
söylemez mi? Kainatın ölümlü olduğunu söylemez mi. Her başlangıcın bir sonu
olduğunu söylemez mi. Her şeyin, her kuruyanın bir gün yeşilleneceğini, her
yeşilin de bir gün kuruyacağını söylemez mi. İşte bunun gibi bir sembol olması
mümkündür.
Tefsir edebiyatımızda bu zatın
hadiste ki Hıdr isminden yola çıkarak ölümsüz olduğu yönünde bir takım spekülatif
rivayetler ve yorumlar yapılmışsa da Kur’an açıkça; Ve ma ce'alna li beşerin min kablikel huld.
(Enbiya/34) senden önce hiçbir insana ölümsüzlük vermedik diyen Enbiya/34 ayeti
ile uyuşmadığı açıktır.
Aslında burada ki bir kul
bilgeliği temsil eden sembolik bir kişilik. Resulallah bu kıssayı anlatan
hadisinde hani şöyle bir anekdot geçiyordu. Bir kul Hz. Musa’ya demişti ki şu
serçeye bak o denizden ne eksiltirse seninle benim ilmimizin toplamı, Allah’ın
ilminden onu eksiltir. Aslında Resulallah kıssadan hisse çıkarıyordu. Kur’an da
anlatılan bu kıssanın verdiği hisse nedir, insanlara onu anlatıyordu, onu
açıklıyordu ve tabii bize aynı zamanda Kur’an kıssa ve mesellerinin nasıl
okunması gerektiğinin de bir örneğini veriyordu. Onun için cedel yok, polemik yok,
spekülasyon yok. Ya ne var? İbret var, öğüt var, ders var.
[Ek
bilgi; HZ HIZIR AS
İbrahim
aleyhisselamdan sonra yaşamış bir peygamber veya velî. Avrupa ve Asya
kıtalarına hâkim olan Zülkarneyn aleyhisselamın askerinin kumandanı ve
teyzesinin oğludur. İsminin, Belkâ bin Melkan, künyesinin Ebü’l-Abbâs olduğu ve
soyunun Nûh aleyhisselamın Sam isimli oğluna dayandığı bildirilmiştir. Bâzıları
da Hızır aleyhisselamın İsrailoğullarından olduğunu söylemişlerdir.
Hızır
lakabıyla meşhur olmasının sebebi, kuru bir yere oturup kalktığı zaman, oranın
yeşerip yemyeşil olmasından dolayıdır. Sahîh-i Buhârî’de bildirilen bir hadîs-i
şerîfte Peygamber efendimiz; “Hızır (aleyhisselam), otsuz kuru bir yerde
oturduğunda, o yer birdenbire yemyeşil olur, peşi sıra dalgalanırdı.” buyurdu.
Musa aleyhisselamla görüşüp yolculuk yaptı. Fakat vefatından sonra rûhu insan
şeklinde gözüküp, garîblere yardım etmektedir.
Hızır
aleyhisselam, Allahü teâlânın sevgili kullarındandı. Doğdu, büyüdü ve vefat
etti. Ancak Allahü teâlâ onun rûhuna insan şeklinde görünmek ve kıyâmete kadar
yardım isteyen Müslümanların imdâdına yetişmek, yardım etmek, konuşmak, ilim
öğrenmek ve öğretmek özelliklerini verdi. Bâzı âlimler “nebî” (peygamber), bâzı
âlimler de “velî”dir dediler. Hızır aleyhisselamda, yaşayan insanlarda görülen
hâller bulunduğu için yaşıyor zannedilmektedir.
Hızır
aleyhisselam, güzel ahlâk sâhibi, cömert ve insanlara karşı çok şefkatliydi.
Allahü teâlânın izni ile kerâmet ehli olup, kimyâ ilmini bilirdi. Hak teâlânın
bildirmesiyle ledünnî ilme sâhipti.
Hızır
aleyhisselamın Musa aleyhisselam ile buluşması, görüşmesi ve yolculuk yapması
Kur’ân-ı kerîm’de Kehf sûresi 60 ve 80. âyetlerinde ve hadîs-i şerîflerde
bildirilmiştir…(Mahmut Efendi Hz - İlmin fazileti)]
66-) Kale lehu Musa hel ettebiuke alâ en
tuallimeni mimma ullimte rüşda;
Musa
Ona dedi: "Sende açığa çıkarılan ilimden bana öğretmen için, sana tâbi
olmak isterim!" (A.Hulusi)
066 - Musâ,
ona öğretildiğin ilimden bana bir rüşt öğretmen şartıyla sana ittiba edebilir miyim?
Dedi. (Elmalı)
Kale lehu Musa Musa ona dedi ki; hel ettebiuke alâ
en tuallimeni mimma ullimte rüşda doğruyu bulma konusunda sana
öğretilen bilgiden bana da öğretmen için seni takip edebilir miyim, seni
izleyebilir miyim, sana tabi olabilir miyim, öğrenci olabilir miyim dedi.
67-) Kale inneke len testetıy'a me'ıye sabrâ;
(Hızır a.s.) dedi ki:
"Sen benimle beraberliğe kesinlikle dayanamazsın (senin varoluş programın ve işlevin zâhire, göz boyutuna
dönük; bâtın/gayb boyutuna ait hükümleri, işlevinin gereği bakışla
hazmedemezsin)!" (A.Hulusi)
067 - Doğrusu,
dedi: sen benimle sabredemezsin. (Elmalı)
Kale inneke len testetıy'a me'ıye sabrâ
O, korkarım ki sen benimle birlikteliğe sabredemezsin dedi ve ekledi.
68-) Ve keyfe tasbiru alâ ma lem tuhıt Bihi
hubra;
"Hakikatinden
haberin olmayan bir olayı gördüğünde, nasıl dayanabilirsin ki!" (A.Hulusi)
068 - Havsalanın
almadığı şey'e nasıl sabredeceksin? (Elmalı)
Ve keyfe tasbiru alâ ma lem tuhıt Bihi hubra
kaldı ki sen tecrübi bilgi kapsamına tümüyle girmeyen şeye nasıl ve neden
katlanasın ki. Yani insanın tecrübe alanına, algı alanına girmeyen bir şeye
karşı neden katlanasın ki. Yani seni bununla kınamam da. Bana dayanamazsan eğer
senin kapsama alanına girmeyen bir şeyden dolayı sorumlu değilsin ki.
Bu çok önemli bir ibare. Bir
peygamber dahi olsa insan, hakikatin bütününü kavrayamaya bilir, kavrayamaz.
Burada söylenmek istenen bu.
Aslında Resulallah’ın o meşhur
duasını hatırlatmıyor mu bize. “İlahi.” Diyordu değil mi? “İlahi, erinel eşyae kemahi..!” Allah’ım, bize eşyayı iç yüzü ile,
mahiyetiyle, olduğu gibi göster. Evet. Bu Resulallah’ın duasıydı. Çünkü eşyanın
görüneni ile görünmeyeni arasında elbette fark vardı. Yani hareketsiz gibi
gördüğünüz nesne eğer özüne indiğinizde, atomuna kadar indiğinizde bitevi
hareket eden, hiç durmadan hareket eden hareketli bir varlığa dönüşüyordu. Oysa
ki gözünüz onu hareketsiz cansız sabit bir varlık olarak görüyordu. Tıpkı suda
ki değneği kırık olarak gördüğü gibi. Eğer siz gördüğünüzün ötesine
geçemezseniz, sudaki değneğin kırık olduğuna inanmanız lazım. Ama eğer yansıma
yasasını bilirseniz o zaman aslında o değneğin kırık olmadığı halde öyleymiş
gibi göründüğünü de bilirsiniz. İşte o eşyanın yasalarını bilmekten geçiyordu.
Eşyanın yasalarını bilirseniz gözünüz bir sizi aldatamaz. Bu manada belki
eşyanın arkasında kalan boyutu ile önündeki boyutu arasında bir irtibat kurmak
ve bu yasaları öğrenip hakikatine ulaşmak. Gerekiyordu.
Özellikle görünen dünyada
karşılığı olmayan gaybi hakikatler insan tarafından hiçbir zaman kavranamazlar.
Çünkü görünen dünyada karşılığı yok. İşte gayb budur. Cennet, cehennem. O zaman
zorunlu olarak o dünya hakkında ki tüm tasvirler, tüm anlatımlar mecazi olmak durumundadır
ve Kur’an da zaten bize bunu yapar. Mecaz ile anlatır, insan zihnine indirir,
nüzulün ikinci anlamı da budur. Yani sadece vahyin kaynağından hedefine inmesi
değil, aynı zamanda anlamın insan zihnine, insanın algısına, tasavvuruna
indirilmesidir. Kapsama alanına sokulmasıdır.
69-) Kale setecidüniy inşaAllâhu sabiren ve lâ a'sıy leke
emra;
(Musa) dedi: "İnşâAllâh
beni sabreder bulacaksın; herhangi bir işinde sana itiraz etmem."
(A.Hulusi)
069 - İnşallah
dedi: beni sabırlı bulacaksın ve senin hiç bir emrine âsı olmam. (Elmalı)
Kale setecidüniy inşaAllâhu sabire
Musa; İnşallah beni dirençli bulacaksın dedi ve ekledi. ve lâ a'sıy leke emra ben senin
hiçbir emrine karşı gelmeyeceğim.
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
95.
Videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/05/04/islamoglu-tef-ders-kehf-060-11095/
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder