Sevgili Kur’an dostları bugünkü
dersimize Kehf suresinin 60. ayeti ile başlayacağız İnşallah. Bundan önceki
dersimizde gördüğümüz ayetler Kur’an ın en sembolik iki kıssa, mesel ve
temsillerle dolu olan bu suresinde anlatılanlar bize hakikatin çift boyutlu
tabiatını, insan ve onun bıraktıklarının geçiciliğini, fakat ebedi ve kalıcı
olanın Allah olduğunu hatırlatıyordu.
Burada yeni bir kıssaya daha
giriyor Kur’an. Temsil niteliği, mesel niteliği ağır basan bir kıssa bu. Ki 54.
ayette açıkça Kur’an ifade buyurmuştu: Ve lekad sarrefna fiy hazel Kur'âni linNasi min külli
mesel (54) Biz bu Kur’an da her türlü dolaylı anlatım tarzından yola
çıkarak insanlara farklı açılardan hakikati açıkladık, anlattık buyurmuştu ve
arkasından da; ve
kânel İnsanu eksere şey'in cedela (54) fakat şu insan var ya
tartışmaya varlıklar içerisinde en düşkün olandır diyerek de bu mesellerin, bu
temsillerin, bu kıssaların üzerinde polemik yapılacağını, spekülasyon
yapılacağını, bazılarının burada anlatılanları, Hakikate bir atıf değil de bir
polemik konusu olarak algılayacağını adeta bir Kur’an mucizesi olarak gündeme
getirmişti.
İşte Kur’an ın Polemik konusu
yapılmamasını istediği ve hakikate atıf olan, bir parmak olarak görülüp parmağa
değil parmağın gösterdiği yere bakılmasını istediği kıssalardan, mesellerden
birine giriyoruz. Ki tefsir edebiyatımızda Musa, bir kul meseli olarak bilinen
meşhur mesel.
60-) Ve iz kale Musa li fetahu lâ ebrahu hatta
eblüğa mecmeal bahreyni ev emdıye hukuba;
Hani
bir vakit Musa, hizmetindeki gence demişti ki: "Tâ iki denizin cem olduğu
yere varıncaya kadar yoluma devam edeceğim; uzun yıllarıma mal olsa bile."
(A.Hulusi)
060 - Bir
vakit de Musâ fetâsına demişti ki: durmayacağım tâ iki denizin cem olduğu yere
kadar varacağım, yahut senelerce gideceğim. (Elmalı)
Ve iz kale Musa li fetahu lâ ebrahu hatta
eblüğa mecmeal bahreyni ev emdıye hukuba bir zaman da Musa
yardımcısına demişti ki; İki denizin birleştiği yere varıncaya dek
durmayacağım. İsterse oraya varmam çok uzun zamanı Hukuba; ahkab, çok uzun
zamanlar, çağları, yılları alsın yine de oraya varıncaya dek yürümeyi sürdüreceğim.
Demişti.
Doğrusu Kur’an da yer alan Musa,
bir kul kıssası, ki bir kula değinen ayetler ilerde gelecek, tefsir geleneğinde
üzerinde çok uzun durulan bir kıssa. Burada ki Musa’nın kimliği sorulabilir.
Hatta sorulmuştur da. İlk nesiller tarafından başlayarak bu Musa İsrail
oğullarının ünlü peygamberi Hz. Musa mı, yoksa başka bir Musa mı diye sorulmuş,
hatta bunun üzerinde tartışmalar yapılmış, spekülasyon yürütülmüş.
Yine bu kıssada geçen bir kulun
kimliği. Yine burada bu ayette geçen iki deniz, hangi deniz. Bu iki denize
kimileri Akdeniz’le okyanusun birleştiği Cebeli Tarık. Kimileri Marmara ile
kara denizin birleştiği İstanbul boğazı. Hatta kimileri Kara denizle Hazar
denizinin geçmiş çağlarda ikisi arasında bir su yolu olması dolayısıyla bu denizler.
Daha başkaları da beyaz Nil ile devamı olan Mısır Nil’inin Hartum’da birleştiği
noktadır demişler.
Fakat bütün bu, demişler,
söylemişler, etmişler, eylemişler diye naklettiğim şeyler eğer gerekseydi
Kur’an bize açıkça onları da söylerdi. Bu bilgileri Kur’an ın vermemesi aslında
bizim dikkatimizi coğrafyaya, isme, mekâna veya zamana çekmek değil, bizim
dikkatimizi hakikate çekmek. Yani zamanlar üstü, mekânlar üstü, coğrafyalar
üstü, hatta hatta bir zaman bir dönemde yaşamış insanlar üstü, tüm insanlığı ilgilendirecek
ebedi değerlere çekmek istemesidir.
Onun için bu soruların cevabını
Kur’an vermiyor. Kimdi. Bir kul diyor, kimdi. Adı neydi söylemiyor. Ne zaman
onu söylemiyor. Nerede onu söylemiyor. İki deniz diyor, fakat yoruma açık. Yani
bu sorulara cevap vermemesi bir maksadı gözetmesinden dolayı. O maksatta
parmağa değil, parmağın gösterdiği yere bakın, Cama değil, camdan bakın
demesinden kaynaklanıyor.
Hani 54. ayeti bir daha
hatırlatmam gerekecek. Mesel ve cedel arasında bir bağ kuruyordu başlangıçta,
dersime girişte okuduğum ayet. Fakat insan yaratıklar içerisinde en çok
polemiği seven diyordu. ve kânel İnsanu eksere şey'in cedela (54)
meseli gündeme getirdikten biz insanlara hakikatleri evire çevire, tüm
boyutlarıyla, mesellerle Açıkladık dedikten sonra üzerine basa basa insanın
polemikçiliğini gündeme getiriyor aynı ayet.
Meselle polemik arasında ne gibi
bir irtibat kuruyordu Kur’an. Çünkü mesellerin tabiatı belli. Bir hakikati bir
başka şeyle anlatmak. Mecazla anlatmak yani. Mecazı hakikate dönüştürürse işte
o zaman polemiğe yol açar.Yani mecazın kendisini hakikat zannederse. Daha
doğrusu bir yere işaret eden parmağı amaç zannederse ve sürekli ona bakarsa
işte o dur polemiğe yol açacak olan. Oysaki parmağın gösterdiği yeri görür
görmez oraya bakmasını istiyor Kur’an. İşte mesel de budur. Mesel; bir hakikati
onun dışında mecazi bir yolla, bir başka şeyle anlatmaktır, temsil getirmektir,
örneklemektir. Onun üzerinden gönderme yaparak dolaylı anlatım yoludur.
Bu kıssa ve mesellerle anlatılmak
istenen hakikatlerin malumatfuruşluklara, spekülasyonlara ve polemiklere kurban
edilmeme uyarısıydı bu surenin 54. ayeti.
Bu ayette eşyanın çifte
gerçekliğini görüyoruz. Surenin bütününde gördüğümüz gibi. İki deniz, aslında
çok uzun tahliller yapılabilir bu ibare üzerinde. Görünen ve görünmeyen.
Olayların dış yüzü ve içyüzü. Mesel boyutu ağır kaçan bu kıssada anlatılan da
bu aslında. Bilgi ve hikmet. Zarf ve mazruf. Kıssadan hisse. Çıkarılacak hisse
ise açık. Hiçbir kişi, hiçbir insan, isterse peygamber olsun Hakikatin tümünü
sonuna kadar bilemez. Bilemeyebilir. Bu surenin son ayeti olan peygamberin
beşerliğini, ölümlü bir insan olduğunu vurgulayan ayetin de bu hakikate bir
atıf değil mi aslında.
İkincisi eşya ve olaylar hakkında
hüküm verirken temkinli olmak şart.
Üçüncüsü; Allah hikmetsiz iş
yapmaz. İşte bu Musa ve bir kul kıssası tefsir edebiyatımızda Hızır diye
adlandırılan bir kul kıssası bunu veriyor bize.
Kıssa gerçekten de tefsir
edebiyatı tarafından tarih içerisinde üretilerek menkıbeleşmiş. Ben; bir çoğunun
delili bulunmayan bu menkıbevi nakilleri geçerek sadece Buhari, Müslim ve
Tirmizi’nin yer verdiği bir hadisi kısaca özetlemek istiyorum.
Ubey Bin Kaab’tan nakledilen bu
hadise göre Resulallah bu meselimsi kıssayı şöyle açıklar;
Bir gün Musa (AS.) halka hitap
etmektedir. Öyle güzel hitap eder, öyle güzel konuşur ki insanlar onun ilmine
hayran olurlar ve bu hayranlığı görünce kendi kendisine; “Acaba yeryüzünde
benden daha bilgili, benden daha alim biri var mıdır.” der.
Bunun üzerine rabbi; ”Evet yeryüzünde
senden daha alim, daha bilgili biri vardır.” der.
Hz. Musa ısrarla onunla görüşmek
istediğini, onun da bilgisine ulaşmak istediğini, paylaşmak istediğini söyler
ve aldığı vahiy veya ilham, o iki denizin birleştiği yerdedir. Yanına azık
olarak bir balık al, balık nerede denize girerse işte orada onu bulacaksın der.
Bunun üzerine Hz. Musa yanına yardımcısını da alarak yola koyulur. Gerisi
surede anlatıldığı gibi, kıssanın işlediği gibidir. En sonunda suredeki
kıssanın içinde yer almayan ama bu söz konusu hadiste yer alan bazı bölümler
vardır.
Mesela bir kul gemide giderken
Hz. Musa’ya döner derki; “Senin ve benim bilgimizin tamamını toplasak ne kadar
eder bilir misin?” Bak der. “Bir serçe denizden su içmektedir. Bu serçenin
içtiği su denizden ne eksiltir? Hiçbir şey. İşte senin ve benim bilgimizin
toplamı bu serçenin denizden eksilttiği kadar bile değildir.” Diye bir ders
verir. Yani kıssadan anlaşılan ve bu kıssayı Resulallah’ın açıkladığı bu
hadislerden de anlaşılan gerçekten de budur. Yani insanoğlunun bilgisi,
Allah’ın bilgisi yanında bir hiçtir. Peygamber bile olsa kimse her şeyi bildiği
iddiasında bulunamaz ve ondan da öte olayların eşyanın bir görünen boyutu, bir
de görünmeyen boyutu vardır ve hepsinin üzerine makro planda vermek istediği
şey bu kıssanın; Allah hikmetsiz iş yapmaz. Eğer Allah’ın bir işini
anlamamışsanız, bilginizin eksikliğine yorun. Eğer size garip gelmişse, size
ters gelmişse hatta;
Mesela neden bir çocuk sapasağlam
doğarken bir başkası yarım akıllı, ya da spastik, ya da kötürüm olarak
doğabiliyor. Bunun kusuru neydi diye soramazsınız, sormayın. Böyle bir soru
sanki insanın Allah’tan alacağı varmış gibi bir önyargıya dayanır. İnsan hangi
uzvunun, hangi nimetin bedelini ödemiş ki Allah’a gözsüz kör yarattığı bir
insanın Allah’tan; Benim senden iki göz alacağım var diyebilsin. Bunun
karşılığını ne zaman ödemiş ki bunu vermediği için sitem etme hakkını kendinde
görsün. Hayır, insanın sahip olduğu tüm değerler Allah’ın peşinen ona açtığı
bir kredidir. İsterse açmaya da bilir.
Peki açmadıklarını neden açmaz?
Mesela aramızda doğuştan körler neden öyledir. Bunun bir hikmeti var mıdır
diyecek olursak. Hikmetsiz iş yoktur ki. Nedir peki? Doğuştan görme özürlü
herkes insanların arasında dolaşan canlı bir ayettir. Gözü olanlar gözlerinin şükrünü
eda etsinler diye. Görmeyenler onlar için canlı yürüyen birer uyarı levhasıdır.
Akıllılar akıllarının şükrünü eda etsinler, ihanet etmesinler, Allah’tan
aldıkları akılla Allah’a ihanet etmesinler diye deliler dolaşır aramızda. El
ayak sahibi olanlar, bunlara ihanet etmesin Allah’tan aldığı bu nimetlerin
şükrünü ödesin diye aramızda eli, kolu, ayağı, bacağı olmayanlar dolaşır.
Aslında biri diğeri için uyarıcı
bir ayettir ve tabii ki onun da sabrı karşılıksız kalmayacaktır çünkü bu
dünyadan sonra ebedi bir hayat daha gelecektir. Herkese karşılığının verildiği,
herkese sahip olduğu nimetin sorulduğu bir mahkeme gelecektir. Bir sorgu günü
gelecektir. O gün öyle elsiz ayaksız, öyle dilsiz dudaksız, öyle görme ve
işitme duyusu olmayanlar olacaktır ki hesabını çok kolay verecek ve belki
onları gören bir çok eli ayağı, dili dudağı olanlar, gözü kulağı olanlar ben de
bu geçici hayatta böyle olsaydım da bu kalıcı hayatta, ebedi hayatta şimdi bu
hallere düşmeseydim demeyeceğinin garantisinin kim verebilir. İşte bu kıssanın
bize vereceği bir çok hisseden bir kaçı bunlardır.
Bu ayette geçen mecmeal Bahreyn iki denizin kavuştuğu
yer ibaresini Beydavi ve bazı müfessirler farklı yorumlalar. Bu sembolik bir
ifadedir derler. İki denizden kasıt Musa’nın zahiri ilmi, bir kulun hikmet
ilmi. Yani Musa’nın bilgisi, bir kulun hikmetidir derler.
Hz. Musa aslında kimseyi aramadı,
bu ikisinin buluştuğu noktayı aradı. Yani eşyanın görüneni ile görünmezini bir
biri ile buluşturmak istedi. Aradığı buydu. Bir mekan ve bir zamanda değil,
aslında hakikatin iki boyutu olan, iki yarım küresi olan görünen ve görünmeyen,
illet ve gaye. Bilgi ve Hikmet birbiri ile birleştirmek istedi. Aslında Musa ve
bir kulun kavuşması, hakikatin iki boyutunun birleşmesiydi. Eşyanın görünen ve
görünmeyen, bilgi ve hikmet, illet ve gaye boyutlarının birleşmesiydi diye de
tefsir edilmiş, yorumlanmıştır.
Bu açıklamalardan sonra devam
edelim kıssamıza;
61-) Felemma beleğa mecmea beynihima nesiya
hutehüma fettehaze sebiylehu fiyl bahri sereba;
Vaktaki
iki denizin arasının birleştiği yere vardılar, balıklarını unuttular... Bunun
üzerine o (balık) da o denizde yolunu bulup gitmişti! (A.Hulusi)
061 - Bunun
üzerine ikisi bir vaktaki iki deniz arasının cem olduğu yere vardılar
balıklarını unuttular o vakit o, denizde bir deliğe yolunu tutmuştu. (Elmalı)
Felemma beleğa mecmea beynihima nesiya hutehüma
fakat iki denizin birleştiği yere vardıklarında balıklarını unutmuşlardı bile. fettehaze sebiylehu
fiyl bahri serabe nitekim o da kendi yoluna koyulup denizde gözlerden
kayboldu. Yani, yanlarına azık olarak aldıkları balık hadiste geçtiği gibi
gözden kaybolmuştu. Fakat onun kayboluş yerini unutmuşlardı çünkü fark
edememişlerdi.
Burada yine bu ayette bir üstteki
ayeti eğer sembolik olarak yoruma tabi tutarsak, bu ayette o sembolün devamı.
62-) Felemma caveza kale lifetahu atina
ğadaena* lekad lekıyna min seferina hazâ nesabâ;
(Buluşma yerlerini) geçip
gittiklerinden az sonra Musa hizmetlisine: "Öğle yemeğini çıkar bakalım;
gerçekten bu yolculuk bizi yordu..." (A.Hulusi)
062 - Bu
sûretle vakte ki geçtiler fetâsına getir, dedi: Kuşluk yemeğimizi, hakikaten
biz bu seferimizden yorgunluğa giriftar olduk. (Elmalı)
Felemma caveza kale lifetahu atina ğadaena
ve bir miktar uzaklaştıklarında Musa yardımcısına azığımızı çıkar dedi. Getir. feta, aslında genç demek. Yardımcılar,
hizmetçiler genellikle genç olduğu için Arapçada tüm yardımcılara,
hizmetçilere, hizmet görenlere feta denilir. Ki Resulallah’ta; “Abdi (yani
kulum, kölem) demeyin, emeti, cariyem demeyin yardımcılarınıza, bu kelimeyi
kullanın.” diye özel edep tavsiyesinde bulunmuştu. Bu fetanın bazı tefsirlerde
İsraili rivayetlerden yola çıkılarak Yuşa Bin Nun olduğu zikredilir. Tabii bu
da spekülatif bir bilgi ve Yuşa ismi geçtiğinde sanırım İstanbullu olanların bu
isme karşı özel bir aşinalığı da olsa gerek. Çünkü Anadolu kavağında Hz.
Yuşa’ya nispet edilen bir makam, kabir değil, ama bir makam olduğu zaten öteden
beri bilinir.
lekad lekıyna min seferina hazâ nesabâ
doğrusu bu yolculuk bizi Hayri yormuştur dedi Hz. Musa.
Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
95. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/05/04/islamoglu-tef-ders-kehf-060-11095/
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder