28-) Ve "HU"velleziy yünezzilül ğayse
min ba'di ma kanetu ve yenşuru rahmeteHU ve "HU"vel Veliyyül Hamiyd;
O,
onlar (kulları)
ümit kestikten sonra yağmuru indiren ve rahmetini yayandır. O, Veliyy'dir,
Hamiyd'dir. (A.Hulusi)
28 -
Ve lâkin dilediği kadar bir miktar ile indiriyor, şüphesiz ki o kullarına
habîrdir basîrdir. (Elmalı)
Ve "HU"velleziy yünezzilül ğayse min
ba'di ma kanetu ve yenşuru rahmeteH ve o insanlar tam umutlarını
kesmişken, ümitlerini yitirmişken, umutlarından olduktan sonra yağmuru indirir
ve rahmetini yaydıkça yayar.
Tükenen umut ve yağmur. Bu
ayetlerin indiği dönemde ki dünyayı göz önüne getirin. Bu ayetler inmeden önce
bölgede İbrahim’in rabbine iman eden sadece birkaç tane, ki bilinen 3 kişi
vardı. Bunlardan biri de Zeyd Bin Amr Bin Nüfeyl. Peygamberimizin arkasından
rahmet okuduğu bir zat, cennetle müjdelediği bir zat. Ama peygamberlik gelmeden
hayli önce vefat etmiş bir zat. Hz. Ömer’in amcası olurdu. Hz. Ömer’in babası
onu taşlaya taşlaya çöle sürdü, çölde yalnız başına İbrahim’in rabbine sadece
O’na iman ettiği ve ibadet ettiği için ölüme mahkum edildi.
O artık yer yüzünün çivisinin
çıktığını düşünüyordu. Artık yer yüzünden hayır gelmeyeceğini, toprağın altının
toprağın üstünden hayırlı olduğunu düşünüyordu. Zeyd Bin Amr Bin Nüfeyl. O
Resulallah’ın gelişini görmeden giden, hasret giden tek başına yiğit adam.
Fakat karanlığın en koyu anı, sabaha en yakın andır. İşte o öyle düşünüyordu
ama bilemedi, tahmin edemedi göremedi ki, çok değil kısa bir zaman sonra yer
yüzünü aydınlatacak güneş hemen burnunun ucundan, kendini kovan Mekke den
çıkacaktı.
Tıpkı bunun gibi, Kur’an ın
neresinde yağmur geçerse vahye bir imalı göndermedir. Vahyi temsil eder,
simgeler. Bu da öyle, tüm umutlar tükenince Allah gökten yağmurunu indiriverdi.
Vahyi indirdi ve çöle dönmüş yürekleri göle döndürdü.
[Ek bilgi; Zeyd
İbn-i Amr İbn-i Nufeyl hikâyesi
Zeyd şöyle anlatır ;
- Yahudilik ve Hıristiyanlığı
inceledim. Onları kabul etmedim. Çünkü ikisinde de içimi rahatlatacak bir şey
bulamadım. Orada burada İbrahim'in dinini aramaya başladım. Nihayet Şam
diyarına geçtim. Bana kitap dan bilgisi olan bir rahipten söz edildi. Ona gidip
durumu anlattım. O şöyle konuştu:
- Ey Mekke'li! Senin,
İbrahim'in dinini aradığını zannediyorum,
- Evet, onu arıyorum. dedim. Konuşmasına şöyle
devam etti.
- Sen bugün mevcut olmayan bir
dini arıyorsun. Fakat sen memleketine git. Allah senin kavminden İbrahim'in
dinini yenileyecek kimseyi gönderecektir. Eğer yetişirsen, ondan ayrılma.]
Kul ya 'ıbadiyelleziyne esrefu alâ
enfüsihim lâ taknetu min rahmetillâh. (Zümer/53) ey kendilerini
harcayan, hayatlarını israf eden varlıklarını bozuk para gibi tüketen kullarım.
Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. innAllâhe yağfiruzzünube cemiy'a
hiç kuşkunuz olmasın ki Allah günahların tamamını bağışlayabilir. inneHU
"HU"vel ĞafûrurRahıym. (Zümer/53) Çünkü O çok bağışlayan merhamet kaynağıdır.
ve "HU"vel Veliyyül Hamiyd
zira O’dur insanların gerçek velisi. Hamd sadece O’na mahsustur.
Hamd ona mahsustur diyor, öyle
bitiyor ayet. Elhamdülillahi rabbil
alemiyn. Hergün en az 17 kez deriz ya, bunu okumazsak namazımız olmaz ya,
Namazı namaz kılan hamddir ya, fatihadır ya, Fatihayı fatiha kılanda hamddir
ya. Aslında Fatihanın tamamı bir hamddir ya ve hayatın tamamı bir şükürdür ya.
Onun için
Elhamdülillâhi ‘alâ külli hâl, sivel küfri ved dalâl. küfür ve
dalalet dışında, sapıklık dışında başıma gelebilecek her hale hamd olsun demek
mü’minin şiarıdır ya. İşte bunun için.
Allah insanın hasmı değil
dostudur. Her iradeyi ve tasarrufu insanın yararına kullanır. Ne dilerse Allah
insan için iyiyi diler. Bu manada insan bilemeyebilir. Allah’ın kendisinin
lehine dilediğini fark etmeyebilir. Bunu bilmesi için bir tek duruşa sahip
olması lazım. Klas duruşa, esas duruşa. O duruşun adına vahiy İslam diyor,
teslimiyet. Kayıtsız şartsız teslim olan, Allah’ın kendisi için dilediğini,
kendisi de kendisi için dilemeye başlar ve iki irade kenetlenir. Küllü irade
ile cüz’i irade arasında fark kalmaz. İşte bu insanın geçmişten üzüntü,
gelecekten kaygı duymasının önüne geçer ve artık özgürlük ve güvenlik sorununu
temelden halletmiştir.
29-) Ve min âyâtiHİ halkus Semâvati vel Ardı ve
ma besse fiyhima min dabbetin ve HUve alâ cem'ıhim izâ yeşau Kadiyr;
Semâları
ve arzı ve ikisi arasındakileri DABBEden (biyolojik
bedenler) çoğaltıp yaydıklarını yaratması
O'nun işaretlerindendir... "HÛ" dilediğinde, onları birleştirmeye
Kaadir'dir. (A.Hulusi)
29 -
Ve öyledir ki o, ümidi kesmişlerken feyiz indirir ve rahmetini neşreder, o öyle
veli öyle hamîdir. (Elmalı)
Ve min âyâtiHİ halkus Semâvati vel Ardı ve ma
besse fiyhima min dabbeh gökleri ve yeri yaratması, bunlarda yaşayan
bütün canlıları üretmesi O’nun ayetlerinden, delillerinden, belgelerindendir.
Dabbeh, ayette geçen. İnsan için
kullanılır Kur’an da. Ki Enfal/22 de kullanılışı budur. Mücahid, büyük
müfessir, ilk otoritelerimizden Mücahid; Göklerde de canlılar var hükmüne
varıyor bu ayetten yola çıkarak. Yani insanoğlu dışında, bu kainatta iradeli
başka varlıklar da var diyebiliyoruz. Yani bunların iradeli olduğunu
söyleyebilir miyiz? Canlı olabilir de iradeli olmayabilir mi. Hayır bendeniz
ayetin sonundan, hemen bire sonraki cümleden bunların iradeli olması gereğini,
gerektiğini çıkarıyorum.
ve HUve alâ cem'ıhim izâ yeşau Kadiyr
ve O dilediği zaman onları kendi katında toplama gücüne de sahiptir. İşte bu
ibare. Kendi katında hesap sormak için toplar. İradesiz varlıklar, ahirete
sahip olmayan varlıklardır. Hayvanlar gibi, böcekler gibi, kuşlar gibi. Onların
hayatı bu hayatla sınırlıdır. Çünkü iradeleri yoktur. Allah’ın huzurunda
toplanacak varlıklar, seçme yeteneğine sahip varlıklardır. İyiyi ya da kötüyü.
Güzeli ya da çirkini, hakkı ya da batılı, imanı ya da küfrü.
Onun için bu kainatta başka
canlıların da var olduğunu ifade eden bir üstteki cümle aslında bizim dışımızda
iradeli varlıkların, yani görünmeyen varlıkların, ki cin kavramının içine bu da
girer. Sadece mahiyeti itibarıyla görünmeyen değil, gözümüzün önünde olsa da
görünmeyen değil, bizim görmediğimiz varlıkları da kapsar. Onun için cinin
görmediğimiz varlık türlerinin de olduğunu düşünebiliriz.
{[ Atlanan ayet; 30-) Ve ma esabeküm min musıybetin feBima
kesebet eydiyküm ve ya'fu 'an kesiyr;
Size
ne belâ isâbet etmişse, elleriniz ile yaptıklarınızın sonucudur! (Allâh) birçoğunu da
affediyor. (A.Hulusi)
30
- O Göklerin ve Yerin yaradılışı ve onlarda ürettiği her dabbenin üretilişi de
onun âyâtındandır ve o dileyeceği zaman onları toplamağa da kadirdir. (Elmalı)
Ayette geçen “musibet”
sözcüğünü dünya ve ahiretteki musibetlerin tümü olarak anlamak mümkündür.
Ağrılar, acılar, hastalıklar, kıtlıklar, boğulmalar, yıldırım çarpması, kısaca
hoşa gitmeyen her şey dünyadaki musibetlerdendir. Bu musibetlerin insana
amellerinin tam karşılığı olarak verilmiş cezalar olduğu düşünülmemelidir.
Bunlar uyarı amaçlı olarak tattırılmış nahoş durumlardır.
Ayetteki “kendi ellerinizle
kazandıklarınız yüzünden” ifadesi, her musibetin işlenen kötü bir davranışa
karşılık tattırılmış bir ceza olduğu şeklinde değerlendirilebileceği gibi, insan
edimlerinin fiziksel, biyolojik ve toplumsal yasaları harekete geçirdiği;
insana acı veren olayların arkasında da yine bu yasaları harekete geçiren insan
edimlerinin olduğu şeklinde de değerlendirilebilir. Çünkü Rabbimiz bizi
fiziksel, biyolojik ve toplumsal yasalarla çevrelediği bir dünyada
yaşatmaktadır. Bu yasalar, kendilerini harekete geçiren insan edimlerine anında
veya belirli bir süre içinde cevap verecek şekilde düzenlenmiştir.
Mesela hastalık denen musibet,
ille de kula verilmiş bir ceza olarak değil, kulun biyolojik yasaları harekete
geçiren kusurlu yaşam tarzının bir sonucu olarak da değerlendirilebilir. Böyle
değerlendirildiği takdirde, Rabbimizin insanları musibetlerle sınaması,
insanların Rabbimiz tarafından bu musibet türlerini üreten fiziksel, biyolojik
ve toplumsal yasalarla çevrelenmiş olduğu anlamına gelir. Çünkü insana acı
veren musibet nitelikli olay ve olgular Allah’ın yaratışındaki kusurlar
değildir.
Allah dileseydi bütün bu acı
veren musibetlerin gerçekleşmeyeceği bir evrensel düzen de kurabilirdi. Bu
nedenle, “Allah’ın sınaması” olgusunu, O’nun insanı musibetlerle denemeye
elverişli bir dünyada yaşatması olarak da anlayabiliriz. Dolayısıyla, insan bir
iş yapar, bu işin karşılığında da evrensel etki-tepki yasası yürürlüğe girer. Buna
şöyle bir örnek verilebilir: Bir toplum, kendi içindeki yoksulları koruyup
gözetmezse, buna tepki olarak toplumsal yasalar tetiklenir, insanlar arasında
kıskançlık, gerginlik, huzursuzluk başlar. Fuhuş, hırsızlık, derbederlik gibi
olaylar yaygınlaşarak toplumu tehdit eden bir musibete dönüşür. Böylece bir
toplum, kendi elleriyle işlediği bir kusurun karşılığını bir ölçüde tatmış
olur. (Hakkı Yılmaz)]}
31-) Ve ma entüm Bi mu'ciziyne fiyl Ard* ve ma
leküm min dûnillâhi min Veliyyin ve lâ Nasıyr;
Siz,
arzda (Allâh'ı)
âciz bırakamazsınız! Sizin Allâh'tan başka ne bir velîniz ve ne de bir
yardımcınız yoktur. (A.Hulusi)
31 -
Başınıza ne musibet geldi ise kendi ellerinizin kazancı iledir, halbuki bir çoğundan
af ediyor. (Elmalı)
Ve ma entüm Bi mu'ciziyne fiyl Ard
siz daha onu yer yüzünde atlatmaktan acizsiniz. Ey insanlar, ey onu atlatmayı
düşünenler, ey nasıl olsa bu dünyada
gemimi yürüttüğüm gibi, bir ahiret varsa eğer orada da yürütürüm. Yani bu dünya
da ne mahkemelere girdim, hepsini hallettim. Ya birinde dayı buldum, ya
delilleri kararttım, ya efendim hakimi gördüm, cebini doldurdum, avukat tuttum,
olmadı hakim tuttum diyorsanız, siz daha bu dünyada bile Allah’ı atlatmaktan
acizsiniz;
ve ma leküm min dûnillâhi min Veliyyin ve lâ
Nasıyr ahirette ise Allah dışında ne candan bir dost, ne işe yarar
bir yardımcı bulacaksınız. Yani asla bulamayacaksınız.
32-) Ve min âyâtiHİl cevari fiyl bahri kel
a'lam;
Denizde
dağlar gibi akıp gidenler de (gemiler) O'nun işaretlerindendir. (A.Hulusi)
32 -
Hem siz Arzda âciz bırakacak değilsiniz ve size Allah dan başka kurtaracak ne
bir hâmî ne de bir yardımcı yoktur. (Elmalı)
Ve min âyâtiHİl cevari fiyl bahri kel a'lam
yine denizde süzülüp giden dağlar gibi gemiler de onun delillerindendir. Biraz
önce yine O’nun delillerinden, belgelerinden olan göklerin ve yerin
yaratılışını söylemişti. Kozmik ayetler. Şimdi daha yakına getirdi görüntüyü ve
denizde dağlar gibi süzülüp giden gemiler onun ayetlerindendir.
Nasıl ayetlerindendir? Bir kez
O’nun ayeti demek, kainat O’nun kitabıdır. Varlık içinde gördüğünüz her şey
ayettir. Siz de bir okuyucusunuz. Yani siz varlık sınıfında okuyan ebedi bir
talebesiniz. Ömrünüzde bir öğrenciliktir, talebeliktir. Onun için baktığınız her
şeyi Allah’ın ayeti olarak görün ve okuyun. Denize bakarken de böyle okuyun.
Nasıl kainat kitabını okumaya çağırıyor tabii. Eşyanın yasaları insana hayatı
kolaylaştıracak şekilde konulmuş.
Buradan yola çıkarak ne
düşünmeniz gerekiyor? Suya kaldırma gücü konulmuş. Eğer su kaldırma gücüne
sahip olmasaydı. Yani su fiziği kaldırma gücüne sahip olmasaydı suda giden
hiçbir şey gitmezdi, yüzmezdi. Allah’ın suya koyduğu bu yasadan yola çıkarak
suyu siz ulaşım vasıtası için kullanıyorsunuz.
Peki buradan yola çıkarak şunu
düşünmüyor musunuz? Allah suya bile yasa koymuşsa bana koymaz mı? Su gibi bir
esere yasa koyarda benim gibi bir şahesere yasa koymaz mı. Allah suyu bile boş
bırakmamış, ya benim gibi bir şaheseri, baş yapıtı boş bırakır mı? Buradan yola
çıkarak neden bu sonuca varmıyorsunuz ve tabii bu sonuca varırsanız yasanın
sahibine hamd edersiniz.
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
153. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder