C sayfasından devam.
38-) Velleziynestecabu liRabbihim ve ekamus Salâte
ve emruhüm şura beynehüm* ve mimma razaknâhüm yünfikun;
Onlar
ki Rablerine icabet edip salâtı ikame ederler; işleri, aralarında istişare
ederek çözerler... Kendilerini beslediğimiz şeylerden de infak ederler.
(A.Hulusi)
38 -
Ve onlar ki rableri için davete icâbet etmekte ve namazı kılmaktadırlar,
buyrukları da aralarında şurâdır (danışıklıdır), kendilerine kısmet ettiğimiz
rızıklardan onlar masraf da verirler. (Elmalı)
Velleziynestecabu liRabbihim yine
onlar rablerinin davetine koşarlar. ve ekamus Salâh namazı dosdoğru kılarlar, salâtı
ikame ederler. Desteği ayağa kaldırırlar. Dik sürünmezler. Allah’a karşı esas
duruşlarını korurlar. ve emruhüm şura beynehüm toplumsal işlerini
aralarında danışma yoluyla hallederler.
Evet, Kur’an da istişare ve danışma
hakkında gelen ayetlerden biri, belki de bir numaralısı burada. Bu ayetin
içinde ki bu ibarededir. ve emruhüm şura beynehüm toplumsal işleri
aralarında danışma yöntemiyle hallederler. Şûra; arının çiçeklerden bal
almasını ifade eder. El Meşaar, el haliyye demektir. Yani petek. Şevrül asel
dediği zaman bir Arap İki şey kastedilmiş olur. Hem arı çiçeklerden bal aldı,
hem de ben arıdan bal aldım anlamında kullanılır ki illiy ve galiy anlamları
vardır. İlliy anlamı ahr-us şey’ gaiy anlamı izhar-us şey’ dir. yani 1. çıkış
anlamı bir şeyi almak 2. siz aldığı şeyi ortaya koymak. Hedef anlamı. Aldığı
şeyi ortaya koymak, istifadeye açmak, faydaya sunmak.
Öyle ki Kur’an sadece şûra yı
emretmiyor, aynı zamanda yapıcı muhalefeti bile gündeme getiriyor. Ki Nur/62. ayetinde
biz< bunu işlemiştik; ve izâ kânu meahu alâ emrin cami'ın lem yezhebu hattâ
yeste'zinuh. (Nur/62) tolumsal bir işi aralarında halletmek için bir
araya geldiklerinde, ondan yani Allah Resulünden izin almadan muhalefet
etmezler, farlı görüş beyan etmezler. Yani bu yapıcı muhalefeti de istişarenin
bir boyutu olarak gören bir ayet. Bu toplumsal izin ne anlama geliyordu.
Mesela; Hubab Bin Münzir Bedir
savaşının önesinde Resulallah’a; Ya Resulallah burada karargah kurmamızı vahiy
mi emretti yoksa sen mi. diye sorması izin almaktı. Hayır demişti Resulallah,
vahiy değil, bu benim görüşüm. O zaman ya Resulallah bu yanlış şu kuyuları da
düşmana yar etmeyecek şekilde bir düzen alalım deyince Resulallah o görüşün
daha doğru olduğunu gördü. Hubab Bin Münzir önce izin almış, sonra yapıcı
muhalefetini sergilemişti ve görüş onun üzerine değiştirilmişti.
Yine Resulallah işte bu ilkeden
dolayı tüm savaşlarda savaş konseyi oluşturmuş ve onlara danışmıştı. Savaş
konseyinde savaşı istişareye açan kişi vahyin kendinse geldiği bir peygamber
unutmayalım, sıradan biri değil. Uhut savaşına da çıkarken böyle bir istişare
yapmış, konseyde ki yaşlılar savaşı içeride kabul edelim. Gençler ise dışarıda
düşmana karşı çıkalım diye görüş bildirmişler. Gençlerin görüşü daha ağır basınca
Resulallah’ın görüşü tersi olmasına rağmen onların görüşüne istinaden zırhını
giyip çıkmış, gençler; Yahu biz ne yaptık, ağır bir sorumluluk altına girdik
diye pişman olup pişmanlıklarını Resulallah’a ulaştırdıklarında bir peygamber
sırtına giydiği zırhı geri çıkarmaz. Buyurarak istişare sonucuna uyarak Uhud’a
doğru yola çıkmıştı ve Uhud’da istişare sırasında düşmanı göğüs göğse dışarıda
karşılayalım diyenler ilk kaçanlar olmuşlardı. Ve Allah resulü dönüp de onlara
sizin lafınızı tutan işte böyle olur demedi. Bırakınız böyle demesini ayet
indi.
FeBima rahmetin
minAllâhi linte lehüm. (A. İmran/159) Allah’tan bir rahmet sayesinde
onlara yumuşak davrandın, hoş görülü davrandın ve lev künte fazzan ğaliyzal kalbi lenfaddu
min havlik eğer sen set yapsaydın, işte böyle olur sizi dinledik
böyle olduk. Hem buraya getirdiniz, hem de ilk kaçan siz oldunuz gibi sert
yapsaydın onlar etrafından dağılır giderlerdi. fa'fü
anhüm o halde onları yine affet vestağfir lehüm onları affetmekle yetinme bir
de onların bu günahına istiğfar et. Çünkü onlar hem savaşı düşmanla göğüs göğse
yapalım diye seni ikna ya çalıştılar, üstelik tuttular ilk kaçan da kendileri
oldular. Onun için onlar içinde af dile. ve şavirhüm fiyl emr. Dahası bundan
böyle de yine toplumsal işlerini istişare ile yap, onlarla istişareye devam et.
fe izâ
azemte fe tevekkel alAllâh* innAllâhe yuhıbbül mütevekkiliyn (A. İmran/159) eğer bir işe azmettinse, karar verdiniz
ise onun üstüne de yürüyün, artık geriye bakmayın. Allah kendisine dayanan ve
güvenenleri sever. Ayeti inmişti.
ve mimma razaknâhüm yünfikun Evet,
istişare konusunda daha söylenecek çok şey var. Aslında ilginçtir ki İslam
siyaset teorilerini işleme iddiasında ki el Ahkâm-us Sultaniye kitapları bu
ayete yer bile vermez. Yani klasik dönemde İslam siyaset teorisinin yazıldığı
eserlerde, İslam siyasetinin temeli olan bu istişare kuralını taşıyan ayete
rastlayamıyoruz bile. İşte ilginç olan garip olan da budur. Dolayısıyla tarih
içerisinde Müslümanların yaptığı siyaset
bu ayetler çerçevesinde yürümüyor.
Aslında istişare bir hak ve
sorumluluk. İstişare edilen insan elini taşın altına koyuyorsa onunla istişare
edilir ve istişare sonucuna da uyulur. Yok istişare ettiğiniz mevzuda hiçbir
risk almıyorsa karşıda ki onunla istişare edebilirsiniz ama sonucuna uymak
zorunda değilsiniz. Çünkü risk almıyor, hiçbir risk almıyor.
İstişare aslında akılların
cemaatle namaza durmasıdır, akılların saf tutmasıdır. Cemaatle namazın tek
başına namazdan sevabı ve farkı neyse istişarenin de tek aklın kararından farkı
ve bereketi odur, belki daha fazlasıdır.
ve mimma razaknâhüm yünfikun ve kendilerine rızık olarak
verdiklerimizden gönüllü olarak harcarlar.
[Ek bilgi; İSTİŞARE
Bu müminlerin en iyi
özelliklerinden kabul edilir. Öyle ki bu husus Al-i İmran: 159'da
"emir" şeklinde beyan edilmiştir. Dolayısıyla, İslâm toplumunda
istişare önemli bir yer işgal eder. İslâm toplumunda istişare yapmaksızın
işleri yürütmeye çalışmak sadece cahillik değil, Allah'ın nizamına karşı
gelmektir de.
İslâm istişareye niçin önem
vermiştir? Bu soru üç temel nedene dayalı olarak cevaplandırılabilir:
a) Şayet bir mesele iki ya da
ikiden fazla kimseyi ilgilendiriyorsa ve buna rağmen söz konusu mesele hakkında
bir kişi karar verirse, diğerlerine haksızlık etmiş olur. Dolayısıyla ortak
yapılan bu işte hiç kimsenin kendi keyfine göre karar vermeye hakkı yoktur.
İşte bu nedenden ötürü adil bir sonuca varabilmek için, konuyla ilgili tüm
şahıslarla istişarede bulunmak gerekir. Yine bir mesele karara bağlanacaksa ve
karardan çok büyük bir kitle etkileneceği için istişare mümkün değilse, o
insanların seçtikleri ve güvendikleri kimselerle istişare yapılmalı ve sonra
mesele karara bağlanmalıdır.
b) Şayet bir kimse, ortak
çalışmalarda sorunu kendi başına göre halletmeye çalışıyorsa, bilinmelidir ki
onun böyle davranmasının ardındaki neden, ya kendi çıkarlarıdır, ya da o şahıs
kendisini herkesten üstün görerek başkalarını aşağılamaktadır. Oysa, ahlâk
bakımından bu iki neden de kötüdür ve bir mü'min bu iki çirkin özellikten
beridir. Mü'min kişi, başkalarının hakkını meşru olmayan bir yolla ele
geçirerek haksızlık yapmaz. Yine bir mü'min, kendini beğenmiş bir halde
herkesten daha iyi bildiği zannına kapılmaz.
c) Bir iş, şayet başkalarının
hak ve çıkarları ile ilgili ise o iş hakkında karar vermek çok büyük bir
sorumluluğu müdrik olmayı gerektirir. Kalbinde Allah korkusu olan bir kimse, bu
yükü yalnız başına taşımayı katiyetle istemez. Aksi bir davranış, yani,
böylesine bir sorumsuzluk ancak, kalbinde Allah korkusu olmayan ve ahirette
vereceği hesaba aldırmayan kimseler tarafından yapılır. Allah'tan korkan ve
ahiret hesabına iman eden insanlar, kat'î surette herkesi ilgilendiren
meseleler hakkında, kendi başlarına karar vermek istemezler. Onlar söz konusu meseleyle
ilgili olan kimselerle veya onların seçtiği ve ilgilendiği temsilcilerle
istişare eder ve tarafsız bir şekilde karara varırlar. Sonuçta verilen kararda
herhangi bir yanlışlık dahi söz konusu olsa, bir tek kişi sorumlu olmaz.
Bu üç hususa dikkat edecek
olursak şayet, istişarenin İslâm'ın ahlâkî yapısının temel taşı olduğunu ve
ondan (istişareden) kaçınmanın İslâm'ın tahammül edemeyeceği derecede bir
ahlâksızlık olduğunu müşahede ederiz. İslâm, büyük veya küçük her işte istişare
ile karara varmayı emreder. Öyle ki, evdeki işlerin bile evin beyi ile hanımı
arasındaki istişarenin sonucunda karara bağlanmış olmasını ister. Hatta
çocukların yaşı büyükse istişareye katılımının sağlanması gerekir. (Ebu’l Al’â
Mevdudi – Tefhimu’l- Kur’an)]
39-) Velleziyne izâ esabehümülbağyü hüm
yentesırun;
Onlar
ki, zorbalıkla karşılaştıklarında birlikte mücadele ederek galip gelirler!
(A.Hulusi)
39 -
Ve onlar ki kendilerine bağy (haklarına tecavüz) vaki' olduğu vakit yardımlaşır
onlar öcünü alırlar. (Elmalı)
Velleziyne izâ esabehümülbağyü hüm yentesırun
yine onlar haksız bir saldırıya muhatap olduklarında meşru müdafaa için
dayanışma sergilerler. Zulme karşı meşru müdafaa zemininde dayanışma Kur’an ın
sadece izni değil bir mükellefiyetidir. Çünkü zulme rıza zulümdür.
40-) Ve cezaü seyyietin seyyietün mislüha*
femen 'afâ ve asleha feecruhu alAllâh* inneHU lâ yuhıbbuz zâlimiyn;
Bir
kötülüğün karşılığı, onun benzeri bir kötülüktür! Kim affeder ve barışırsa,
onun ecri Allâh'ın üzerinedir... Muhakkak ki O, zâlimleri sevmez. (A.Hulusi)
40 -
Kötülüğün cezası da misli kötülüktür, fakat her kim af edip ıslâh ederse onun
da ecri Allah’adır, her halde o zalimleri sevmez. (Elmalı)
Ve cezaü seyyietin seyyietün mislüha
Ama kötülüğün cezası ona denk bir karşılıktır. Ya da kötülüğü cezalandırmak bir
kötülüğe dönüşmemelidir. Yaklaşık bir ifadeyle böyle de anlayabiliriz. Yani
kötülüğü cezalandırmaya kalkmak hakkınızdır, savunmak hakkınızdır. Fakat
kendinizi savunmayı karşıdakine eziyete, zulme dönüştürmeyin. Kötülüğü
cezalandırmak adil olmalıdır. Eğer adaleti kaybetmişse kötülüğü cezalandırmak
bizzat kötülüğe dönüşebilir. Yani haklıyken haksız duruma düşürecek bir
karşılık yasaktır.
femen 'afâ ve asleha feecruhu alAllâh
ne var ki kim affeder ve barış yaparsa işte onun mükafatı Allah katındadır,
Allah’a düşer. inneHU
lâ yuhıbbuz zâlimiyn şüphesiz Allah zalimleri sevmez.
41-) Ve lemenintesare ba'de zulmihi feülaike ma
'aleyhim min sebiyl;
Kim de
zulme uğramasından sonra zâlime karşılığını verirse, işte onların suçlanacak
tarafı olmaz! (A.Hulusi)
41 -
Ve elbette her kim zulüm olunduktan sonra öcünü alırsa artık onlar üzerine
(ceza için) yol yoktur. (Elmalı)
Ve lemenintesare ba'de zulmihi feülaike ma
'aleyhim min sebiyl haksız bir saldırıya karşı meşru müdafaaya
dayalı dayanışma sergileyenlere gelince onlar asla sorumlu tutulamazlar.
42-) İnnemes sebiylü alelleziyne yazlimunenNase
ve yebğune fiyl Ardı Bi ğayril hakk* ülaike lehüm azâbün eliym;
Ancak
insanlara zulmedenlerin ve haksız olarak arzda azgınlık yapanların aleyhine
suçlama geçerlidir! İşte onlar için feci bir azap vardır. (A.Hulusi)
42 -
Yol ancak haksızlıkla Yer yüzünde bağy ederek nas’a zulüm eyleyenler
üzerinedir, işte onlara elîm bir azâb vardır. (Elmalı)
İnnemes sebiylü alelleziyne yazlimunenNase ve
yebğune fiyl Ardı Bi ğayril hakk sorumlu olanlar, sorumlu tutulacak
olanlar, sadece insanlara zulmeden ve yer yüzünde haksız yere güç kullanıp
saldırganlık yapan kimselerdir. ülaike lehüm azâbün eliym işte onlar acıklı bir
azaba mahkum olacaklar.
43-) Ve lemen sabere ve ğafere inne zâlike
lemin 'azmil umûr;
Kim de
sabreder ve bağışlarsa, muhakkak ki bu, azmi gerektiren işlerdendir. (A.Hulusi)
43 -
Her kim de sabreder suç örterse işte o azmolunacak umurdandır. (Elmalı)
Ve lemen sabere ve ğafere inne zâlike lemin
'azmil umûr yine de kim sabreder ve bağışlarsa, iyi bilsin ki bu
irade gerektiren, çelik gibi bir irade, sağlam bir irade gerektiren iyi
işlerdendir. Min ‘azmin umûr. Yani bu öyle kolay bir şey de değildir.
Dolayısıyla bunu yapabilen insan, yapabiliyorsa bunu tercih etsin anlamına
gelir. Güçlü iken affetsin. Zayıfın affetmesi zaaftır, güçlünün affetmesi
erdemdir. Güçlüyken karşılığını verebiliyorken affetsin.
44-) Ve men yudlililahu fema lehu min Veliyyin
min ba'diHİ, ve teraz zâlimiyne lemma raevül azâbe yekulune hel ila mereddin
min sebiyl;
Allâh
kimi saptırırsa, artık bundan sonra onun için bir velî yoktur... Zâlimlerin,
azabı (ölümü)
gördüklerinde: "(Biyolojik beden yaşamına) geri dönecek bir yol var mı?" dediklerini görürsün.
(A.Hulusi)
44 -
Her kimi de Allah şaşırtırsa artık ondan sonra ona hiç bir veli yoktur ve
göreceksin o zalimleri azâbı gördükleri vakit diyecekler: var mı geri dönmeye
bir yol? (Elmalı)
Ve men yudlililahu fema lehu min Veliyyin min
ba'diH imdi; Allah kimin sapmasına izin verirse artık onun için
candan bir dost bulunmaz. Kimi saptırırsa mot a mot bu. Fakat kimin sapmasına
izin verirse diye çevirdim çünkü ve
ma yudıllu Bihî illel fasikıyn; (Bakara/26) diyordu ya bakara
suresinde; Allah fasıklardan başkasını saptırmaz. Dolayısıyla Allah saptırmaz,
sapanın sapmasına izin verir.
ve teraz zâlimiyne lemma raevül azâbe yekulune
hel ila mereddin min sebiyl ve sen bu zalimlerin azabı gördüklerinde
geri dönüşün bir yolu yok mu diye yalvar yakar olduklarını bir görmeliydin.
Geri dönüşün bir yolu yok mu. Şu hayata bir daha dönüp de onu bir daha
yaşamanın yolu yok mu. Allah’ın huzuruna böyle çıkmamanın bir yolu yok mu. Bir imkan daha tanınsa da
keşke ben bu hayatı pırıl pırıl yaşasam, bunun bir yolu yok mu diye yalvar,
yakar olacaklar. İşte onları böyle derken bir görmeliydin. Yine;
Devam ediyor E sayfasına geçiniz.
153. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder