20 Haziran 2013 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. ŞURA (38 - 44) (153-D)



C sayfasından devam.


38-) Velleziynestecabu liRabbihim ve ekamus Salâte ve emruhüm şura beynehüm* ve mimma razaknâhüm yünfikun;

Onlar ki Rablerine icabet edip salâtı ikame ederler; işleri, aralarında istişare ederek çözerler... Kendilerini beslediğimiz şeylerden de infak ederler. (A.Hulusi)

38 - Ve onlar ki rableri için davete icâbet etmekte ve namazı kılmaktadırlar, buyrukları da aralarında şurâdır (danışıklıdır), kendilerine kısmet ettiğimiz rızıklardan onlar masraf da verirler. (Elmalı)


Velleziynestecabu liRabbihim yine onlar rablerinin davetine koşarlar. ve ekamus Salâh namazı dosdoğru kılarlar, salâtı ikame ederler. Desteği ayağa kaldırırlar. Dik sürünmezler. Allah’a karşı esas duruşlarını korurlar. ve emruhüm şura beynehüm toplumsal işlerini aralarında danışma yoluyla hallederler.

Evet, Kur’an da istişare ve danışma hakkında gelen ayetlerden biri, belki de bir numaralısı burada. Bu ayetin içinde ki bu ibarededir. ve emruhüm şura beynehüm toplumsal işleri aralarında danışma yöntemiyle hallederler. Şûra; arının çiçeklerden bal almasını ifade eder. El Meşaar, el haliyye demektir. Yani petek. Şevrül asel dediği zaman bir Arap İki şey kastedilmiş olur. Hem arı çiçeklerden bal aldı, hem de ben arıdan bal aldım anlamında kullanılır ki illiy ve galiy anlamları vardır. İlliy anlamı ahr-us şey’ gaiy anlamı izhar-us şey’ dir. yani 1. çıkış anlamı bir şeyi almak 2. siz aldığı şeyi ortaya koymak. Hedef anlamı. Aldığı şeyi ortaya koymak, istifadeye açmak, faydaya sunmak.

Öyle ki Kur’an sadece şûra yı emretmiyor, aynı zamanda yapıcı muhalefeti bile gündeme getiriyor. Ki Nur/62. ayetinde biz< bunu işlemiştik; ve izâ kânu meahu alâ emrin cami'ın lem yezhebu hattâ yeste'zinuh. (Nur/62) tolumsal bir işi aralarında halletmek için bir araya geldiklerinde, ondan yani Allah Resulünden izin almadan muhalefet etmezler, farlı görüş beyan etmezler. Yani bu yapıcı muhalefeti de istişarenin bir boyutu olarak gören bir ayet. Bu toplumsal izin ne anlama geliyordu.

Mesela; Hubab Bin Münzir Bedir savaşının önesinde Resulallah’a; Ya Resulallah burada karargah kurmamızı vahiy mi emretti yoksa sen mi. diye sorması izin almaktı. Hayır demişti Resulallah, vahiy değil, bu benim görüşüm. O zaman ya Resulallah bu yanlış şu kuyuları da düşmana yar etmeyecek şekilde bir düzen alalım deyince Resulallah o görüşün daha doğru olduğunu gördü. Hubab Bin Münzir önce izin almış, sonra yapıcı muhalefetini sergilemişti ve görüş onun üzerine değiştirilmişti.

Yine Resulallah işte bu ilkeden dolayı tüm savaşlarda savaş konseyi oluşturmuş ve onlara danışmıştı. Savaş konseyinde savaşı istişareye açan kişi vahyin kendinse geldiği bir peygamber unutmayalım, sıradan biri değil. Uhut savaşına da çıkarken böyle bir istişare yapmış, konseyde ki yaşlılar savaşı içeride kabul edelim. Gençler ise dışarıda düşmana karşı çıkalım diye görüş bildirmişler. Gençlerin görüşü daha ağır basınca Resulallah’ın görüşü tersi olmasına rağmen onların görüşüne istinaden zırhını giyip çıkmış, gençler; Yahu biz ne yaptık, ağır bir sorumluluk altına girdik diye pişman olup pişmanlıklarını Resulallah’a ulaştırdıklarında bir peygamber sırtına giydiği zırhı geri çıkarmaz. Buyurarak istişare sonucuna uyarak Uhud’a doğru yola çıkmıştı ve Uhud’da istişare sırasında düşmanı göğüs göğse dışarıda karşılayalım diyenler ilk kaçanlar olmuşlardı. Ve Allah resulü dönüp de onlara sizin lafınızı tutan işte böyle olur demedi. Bırakınız böyle demesini ayet indi.

FeBima rahmetin minAllâhi linte lehüm. (A. İmran/159) Allah’tan bir rahmet sayesinde onlara yumuşak davrandın, hoş görülü davrandın ve lev künte fazzan ğaliyzal kalbi lenfaddu min havlik eğer sen set yapsaydın, işte böyle olur sizi dinledik böyle olduk. Hem buraya getirdiniz, hem de ilk kaçan siz oldunuz gibi sert yapsaydın onlar etrafından dağılır giderlerdi. fa'fü anhüm o halde onları yine affet vestağfir lehüm onları affetmekle yetinme bir de onların bu günahına istiğfar et. Çünkü onlar hem savaşı düşmanla göğüs göğse yapalım diye seni ikna ya çalıştılar, üstelik tuttular ilk kaçan da kendileri oldular. Onun için onlar içinde af dile. ve şavirhüm fiyl emr. Dahası bundan böyle de yine toplumsal işlerini istişare ile yap, onlarla istişareye devam et. fe izâ azemte fe tevekkel alAllâh* innAllâhe yuhıbbül mütevekkiliyn (A. İmran/159) eğer bir işe azmettinse, karar verdiniz ise onun üstüne de yürüyün, artık geriye bakmayın. Allah kendisine dayanan ve güvenenleri sever. Ayeti inmişti.

ve mimma razaknâhüm yünfikun Evet, istişare konusunda daha söylenecek çok şey var. Aslında ilginçtir ki İslam siyaset teorilerini işleme iddiasında ki el Ahkâm-us Sultaniye kitapları bu ayete yer bile vermez. Yani klasik dönemde İslam siyaset teorisinin yazıldığı eserlerde, İslam siyasetinin temeli olan bu istişare kuralını taşıyan ayete rastlayamıyoruz bile. İşte ilginç olan garip olan da budur. Dolayısıyla tarih içerisinde Müslümanların yaptığı siyaset  bu ayetler çerçevesinde yürümüyor.

Aslında istişare bir hak ve sorumluluk. İstişare edilen insan elini taşın altına koyuyorsa onunla istişare edilir ve istişare sonucuna da uyulur. Yok istişare ettiğiniz mevzuda hiçbir risk almıyorsa karşıda ki onunla istişare edebilirsiniz ama sonucuna uymak zorunda değilsiniz. Çünkü risk almıyor, hiçbir risk almıyor.

İstişare aslında akılların cemaatle namaza durmasıdır, akılların saf tutmasıdır. Cemaatle namazın tek başına namazdan sevabı ve farkı neyse istişarenin de tek aklın kararından farkı ve bereketi odur, belki daha fazlasıdır.

ve mimma razaknâhüm yünfikun ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gönüllü olarak harcarlar.

[Ek bilgi; İSTİŞARE

Bu müminlerin en iyi özelliklerinden kabul edilir. Öyle ki bu husus Al-i İmran: 159'da "emir" şeklinde beyan edilmiştir. Dolayısıyla, İslâm toplumunda istişare önemli bir yer işgal eder. İslâm toplumunda istişare yapmaksızın işleri yürütmeye çalışmak sadece cahillik değil, Allah'ın nizamına karşı gelmektir de.

İslâm istişareye niçin önem vermiştir? Bu soru üç temel nedene dayalı olarak cevaplandırılabilir:

a) Şayet bir mesele iki ya da ikiden fazla kimseyi ilgilendiriyorsa ve buna rağmen söz konusu mesele hakkında bir kişi karar verirse, diğerlerine haksızlık etmiş olur. Dolayısıyla ortak yapılan bu işte hiç kimsenin kendi keyfine göre karar vermeye hakkı yoktur. İşte bu nedenden ötürü adil bir sonuca varabilmek için, konuyla ilgili tüm şahıslarla istişarede bulunmak gerekir. Yine bir mesele karara bağlanacaksa ve karardan çok büyük bir kitle etkileneceği için istişare mümkün değilse, o insanların seçtikleri ve güvendikleri kimselerle istişare yapılmalı ve sonra mesele karara bağlanmalıdır.

b) Şayet bir kimse, ortak çalışmalarda sorunu kendi başına göre halletmeye çalışıyorsa, bilinmelidir ki onun böyle davranmasının ardındaki neden, ya kendi çıkarlarıdır, ya da o şahıs kendisini herkesten üstün görerek başkalarını aşağılamaktadır. Oysa, ahlâk bakımından bu iki neden de kötüdür ve bir mü'min bu iki çirkin özellikten beridir. Mü'min kişi, başkalarının hakkını meşru olmayan bir yolla ele geçirerek haksızlık yapmaz. Yine bir mü'min, kendini beğenmiş bir halde herkesten daha iyi bildiği zannına kapılmaz.

c) Bir iş, şayet başkalarının hak ve çıkarları ile ilgili ise o iş hakkında karar vermek çok büyük bir sorumluluğu müdrik olmayı gerektirir. Kalbinde Allah korkusu olan bir kimse, bu yükü yalnız başına taşımayı katiyetle istemez. Aksi bir davranış, yani, böylesine bir sorumsuzluk ancak, kalbinde Allah korkusu olmayan ve ahirette vereceği hesaba aldırmayan kimseler tarafından yapılır. Allah'tan korkan ve ahiret hesabına iman eden insanlar, kat'î surette herkesi ilgilendiren meseleler hakkında, kendi başlarına karar vermek istemezler. Onlar söz konusu meseleyle ilgili olan kimselerle veya onların seçtiği ve ilgilendiği temsilcilerle istişare eder ve tarafsız bir şekilde karara varırlar. Sonuçta verilen kararda herhangi bir yanlışlık dahi söz konusu olsa, bir tek kişi sorumlu olmaz.

Bu üç hususa dikkat edecek olursak şayet, istişarenin İslâm'ın ahlâkî yapısının temel taşı olduğunu ve ondan (istişareden) kaçınmanın İslâm'ın tahammül edemeyeceği derecede bir ahlâksızlık olduğunu müşahede ederiz. İslâm, büyük veya küçük her işte istişare ile karara varmayı emreder. Öyle ki, evdeki işlerin bile evin beyi ile hanımı arasındaki istişarenin sonucunda karara bağlanmış olmasını ister. Hatta çocukların yaşı büyükse istişareye katılımının sağlanması gerekir. (Ebu’l Al’â Mevdudi – Tefhimu’l- Kur’an)]


39-) Velleziyne izâ esabehümülbağyü hüm yentesırun;

Onlar ki, zorbalıkla karşılaştıklarında birlikte mücadele ederek galip gelirler! (A.Hulusi)

39 - Ve onlar ki kendilerine bağy (haklarına tecavüz) vaki' olduğu vakit yardımlaşır onlar öcünü alırlar. (Elmalı)


Velleziyne izâ esabehümülbağyü hüm yentesırun yine onlar haksız bir saldırıya muhatap olduklarında meşru müdafaa için dayanışma sergilerler. Zulme karşı meşru müdafaa zemininde dayanışma Kur’an ın sadece izni değil bir mükellefiyetidir. Çünkü zulme rıza zulümdür.


40-) Ve cezaü seyyietin seyyietün mislüha* femen 'afâ ve asleha feecruhu alAllâh* inneHU lâ yuhıbbuz zâlimiyn;

Bir kötülüğün karşılığı, onun benzeri bir kötülüktür! Kim affeder ve barışırsa, onun ecri Allâh'ın üzerinedir... Muhakkak ki O, zâlimleri sevmez. (A.Hulusi)

40 - Kötülüğün cezası da misli kötülüktür, fakat her kim af edip ıslâh ederse onun da ecri Allah’adır, her halde o zalimleri sevmez. (Elmalı)


Ve cezaü seyyietin seyyietün mislüha Ama kötülüğün cezası ona denk bir karşılıktır. Ya da kötülüğü cezalandırmak bir kötülüğe dönüşmemelidir. Yaklaşık bir ifadeyle böyle de anlayabiliriz. Yani kötülüğü cezalandırmaya kalkmak hakkınızdır, savunmak hakkınızdır. Fakat kendinizi savunmayı karşıdakine eziyete, zulme dönüştürmeyin. Kötülüğü cezalandırmak adil olmalıdır. Eğer adaleti kaybetmişse kötülüğü cezalandırmak bizzat kötülüğe dönüşebilir. Yani haklıyken haksız duruma düşürecek bir karşılık yasaktır.

femen 'afâ ve asleha feecruhu alAllâh ne var ki kim affeder ve barış yaparsa işte onun mükafatı Allah katındadır, Allah’a düşer. inneHU lâ yuhıbbuz zâlimiyn şüphesiz Allah zalimleri sevmez.


41-) Ve lemenintesare ba'de zulmihi feülaike ma 'aleyhim min sebiyl;

Kim de zulme uğramasından sonra zâlime karşılığını verirse, işte onların suçlanacak tarafı olmaz! (A.Hulusi)

41 - Ve elbette her kim zulüm olunduktan sonra öcünü alırsa artık onlar üzerine (ceza için) yol yoktur. (Elmalı)


Ve lemenintesare ba'de zulmihi feülaike ma 'aleyhim min sebiyl haksız bir saldırıya karşı meşru müdafaaya dayalı dayanışma sergileyenlere gelince onlar asla sorumlu tutulamazlar.


42-) İnnemes sebiylü alelleziyne yazlimunenNase ve yebğune fiyl Ardı Bi ğayril hakk* ülaike lehüm azâbün eliym;

Ancak insanlara zulmedenlerin ve haksız olarak arzda azgınlık yapanların aleyhine suçlama geçerlidir! İşte onlar için feci bir azap vardır. (A.Hulusi)

42 - Yol ancak haksızlıkla Yer yüzünde bağy ederek nas’a zulüm eyleyenler üzerinedir, işte onlara elîm bir azâb vardır. (Elmalı)


İnnemes sebiylü alelleziyne yazlimunenNase ve yebğune fiyl Ardı Bi ğayril hakk sorumlu olanlar, sorumlu tutulacak olanlar, sadece insanlara zulmeden ve yer yüzünde haksız yere güç kullanıp saldırganlık yapan kimselerdir. ülaike lehüm azâbün eliym işte onlar acıklı bir azaba mahkum olacaklar.


43-) Ve lemen sabere ve ğafere inne zâlike lemin 'azmil umûr;

Kim de sabreder ve bağışlarsa, muhakkak ki bu, azmi gerektiren işlerdendir. (A.Hulusi)

43 - Her kim de sabreder suç örterse işte o azmolunacak umurdandır. (Elmalı)


Ve lemen sabere ve ğafere inne zâlike lemin 'azmil umûr yine de kim sabreder ve bağışlarsa, iyi bilsin ki bu irade gerektiren, çelik gibi bir irade, sağlam bir irade gerektiren iyi işlerdendir. Min ‘azmin umûr. Yani bu öyle kolay bir şey de değildir. Dolayısıyla bunu yapabilen insan, yapabiliyorsa bunu tercih etsin anlamına gelir. Güçlü iken affetsin. Zayıfın affetmesi zaaftır, güçlünün affetmesi erdemdir. Güçlüyken karşılığını verebiliyorken affetsin.


44-) Ve men yudlililahu fema lehu min Veliyyin min ba'diHİ, ve teraz zâlimiyne lemma raevül azâbe yekulune hel ila mereddin min sebiyl;

Allâh kimi saptırırsa, artık bundan sonra onun için bir velî yoktur... Zâlimlerin, azabı (ölümü) gördüklerinde: "(Biyolojik beden yaşamına) geri dönecek bir yol var mı?" dediklerini görürsün. (A.Hulusi)

44 - Her kimi de Allah şaşırtırsa artık ondan sonra ona hiç bir veli yoktur ve göreceksin o zalimleri azâbı gördükleri vakit diyecekler: var mı geri dönmeye bir yol? (Elmalı)


Ve men yudlililahu fema lehu min Veliyyin min ba'diH imdi; Allah kimin sapmasına izin verirse artık onun için candan bir dost bulunmaz. Kimi saptırırsa mot a mot bu. Fakat kimin sapmasına izin verirse diye çevirdim çünkü  ve ma yudıllu Bihî illel fasikıyn; (Bakara/26) diyordu ya bakara suresinde; Allah fasıklardan başkasını saptırmaz. Dolayısıyla Allah saptırmaz, sapanın sapmasına izin verir.

ve teraz zâlimiyne lemma raevül azâbe yekulune hel ila mereddin min sebiyl ve sen bu zalimlerin azabı gördüklerinde geri dönüşün bir yolu yok mu diye yalvar yakar olduklarını bir görmeliydin. Geri dönüşün bir yolu yok mu. Şu hayata bir daha dönüp de onu bir daha yaşamanın yolu yok mu. Allah’ın huzuruna böyle çıkmamanın  bir yolu yok mu. Bir imkan daha tanınsa da keşke ben bu hayatı pırıl pırıl yaşasam, bunun bir yolu yok mu diye yalvar, yakar olacaklar. İşte onları böyle derken bir görmeliydin. Yine;

Devam ediyor E sayfasına geçiniz.
153. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder