C
sayfasından devam
14-)
Ve ma teferreku illâ min ba'di ma caehümül ılmü bağyen beynehüm* ve levla
kelimetün sebekat min Rabbike ila ecelin müsemmen lekudiye beynehüm* ve
innelleziyne urisülKitabe min ba'dihim lefiy şekkin minhu muriyb;
İlim (Hakikat ilmi) kendilerine
geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık yüzünden tefrikaya düştüler! Eğer
Rabbinden, belirlenmiş bir zamana kadar yaşamaları hükmolunmamış olsaydı; onlar
arasında elbette işleri bitirilirdi! Onlardan sonra BİLGİye vâris kılınanlara (ehl-i kitaba) gelince;
muhakkak ki Ondan (Kurân'dan) kuşkulu bir tereddüt içindedirler. (A.Hulusi)
14 -
Tefrikaya düşmeleri ise kendilerine ilim geldikten sonra sırf aralarında Bagy-ü
ihtirastan dolayıdır, ve eğer rabbinden müsemmâ bir ecele kadar diye bir kelime
geçmiş olmasa idi, aralarında hükmi kaza mutlak icra edilir bitirilirdi,
arkalarından kitâba vâris kılınanlar da ondan işkilli bir şekk içindedirler.
(Elmalı)
Ve ma
teferreku illâ min ba'di ma caehümül ılmü bağyen beynehüm onlar hakikatin bilgisi kendilerine geldikten sonra
sırf aralarında ki kıskançlık yüzünden bağyen beynehüm, birbirlerine
düştüler. İşte geldi. Biraz önce de söyledim vahiy gelinceye kadar birbirleri
ile tefrikaya düşmediler. Aslında literal manayı böyle verebiliriz. Vahiy
gelinceye kadar birbirleri ile iyi geçiniyorlardı. Ama ne zaman ki vahiy geldi
birbirlerine düştüler. Yani vahiy mi azdırdı (haşa) Hayır, hakikat turnusol
kağıdı gibidir de ondan. Omum için hakikat gelince turnusol kağıdı gibi içleri
dışlarına çıktı. İç yüzleri ortaya çıktı maskeleri düştü. Yani zımnen vahyin,
insan iradesinin aktifleştiren bir unsur olduğunu söylüyorum. Vahiy insan
iradesini aktifleştirir. İrade aktifleşince de ya iyiyi seçer, ya da kötüyü.
Dolayısıyla burada bağyen beynehüm; hakikati kıskanmaya bir atıf. Ki her
tür hakikat kıskançlığı insanı sapmaya götürür.
ve
levla kelimetün sebekat min Rabbike ila ecelin müsemmen lekudiye beynehüm ve eğer rabbin tarafından daha önceden belirli bir
vadeye kadar ertelendiğine ilişkin bir yasa olmamış olsaydı, evet olsaydı? Lekudiye
beynehüm; haklarında ki hüküm hemen infaz edilirdi. Evet, Allah ihmal
etmez, imhal eder, müddet verir, süre tanır. Ama unutmaz, ihmal etmez. Onu
söylüyor.
ve
innelleziyne urisülKitabe min ba'dihim lefiy şekkin minhu muriyb işte onların ardından gelen eski vahyin, yani kitap
ehlinin son varisleri de bu vahiyden dolayı kaygı dolu bir şüphe içindedirler.
lefiy
şekkin minhu muriyb şek ve muriyb bir
arada geldiğinde; Kuşku içinde, ama kaygılı da. Ya öyleyse, ya gerçekse, ya
doğruysa, ya peygamberse. Hatta peygamber olduğu kuvvetle muhtemel. Ama yine de
şüphe duyuyorum. Böyle karma karışık bir zihin dünyası, karma karışık bir iç
dünyası, onu veriyor bize.
15-)
Feli zâlike fed'u, vestekım kema ümirte ve lâ tettebı' ehvaehüm ve kul amentü
Bima enzelAllâhu min Kitab* ve ümirtü lia'dile beyneküm* Allâhu Rabbüna ve
Rabbüküm* lena a'malüna ve leküm a'malüküm* lâ huccete beynena ve beyneküm*
Allâhu yecme'u beynena* ve ileyHİl masıyr;
İşte
bunun için sen davet et! Hükmolunduğun gibi fıtratın istikametinde ol! Onların
hevâlarına (boş arzu ve fikirlerine) uyma! De ki: "Allâh'ın inzâl ettiği BİLGİ'ye iman
ettim! Aranızda adaletli olmamla hükmolundum! Allâh bizim de Rabbimizdir sizin
de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız bizedir, sizin yaptıklarınız da sizindir.
Bizimle sizin aranızda deliller savaşına gerek yoktur! Allâh aramızı cem eder!
O'nadır dönüş." (A.Hulusi)
15 -
Onun için sen durma davet et ve emr olunduğun gibi doğru git, onların
hevalarına tâbi' olma ve de ki: ben Allahın indirdiği her kitaba iman getirdim
ve emr olundum ki aranızda adalet yapayım, Allah bizim rabbimiz sizin de
rabbiniz, bize amellerimiz, size de amelleriniz, sizinle aramızda hüccet yok,
Allah hepimizi bir araya getirecek ve hep ona gidilecektir. (Elmalı)
Feli
zâlike fed'u işte bu yüzden durup
dinlenmeden hakikate çağır. vestekım kema
ümirt ve emr olunduğun gibi dosdoğru
ol. Yani duygularını işe karıştırma. Bu ayetlerin geldiği zaman diliminin
Mekke’de ki 8. yılın sonu olduğunu, yani Resulallah’ın ömrünün en zor dönemi
olduğunu hatırlayacak olursak, yine de sana yapılanlara bakarak duygularını işe
karıştırma. Davetini sürdür, durup dinlenmeden davet etmeye bak. Duygularını
işe karıştırırsan bu işin içinden çıkılmaz. Onlar hakaretler ediyorlar,
küfürler ediyorlar, dikenler döşüyorlar, işkembeler koyuyorlar sırtına,
öldürmeye teşebbüs ediyorlar, zulümler yapıyorlar. Fakat sen yine de
duygularının işin içine karıştırmadan Allah’ın emrettiği yolda yürümeye devam
et.
Bu
muazzam bir şey. Gerçekten muhteşem bir şey. İstikamet şu demek zaten; İç ve dış
tahriklere kapılmadan gösterilen yolda dosdoğru yürümek demek. Tahriklere
kapılma diyor rabbimiz zımnen.
ve lâ
tettebı' ehvaehüm onların keyfi
taleplerine de uyma yani keyiflerine uyma. Onların keyifleri şöyle istiyor diye
onların keyiflerine uyacak değilsin, sen; sana gösterilmiş olan yolda yürü.
Yani kervan yürüsün, kim ürüse ürüsün, ama kervan yürüsün. Burada tavsiye bu.
ve kul
amentü Bima enzelAllâhu min Kitab ve
de ki; Ben Allah tarafından indirilen her tür vahye inanmışım, inandım. Burada
ki her tür vahiy diye çevirdiğim min kitabin in belirsiz formu. Burada
ki nev anlamına gelir, her tür vahyi kapsar ki zaten bir sonraki ayet ve bağlam
da bunu veriyor;
ve
ümirtü lia'dile beyneküm ben aranızda dengeyi sağlamakla emr
olundum. Burada ki ben aranızda adaleti sağlamakla emr olundum diye de
çevrilebilir, fakat bendeniz burada ki a’dile yi denge olarak anlıyorum.
Çünkü en adil olmak değil bizce en dengeli olmayı ifade ediyor. Yahudileşme ve
Hıristiyanlaşma arsında, yani ne Yahudileşin, ne dini törene mahkum edin, ne
vicdana mahkum edin. Ne peygamber taşlayın Yahudiler gibi, ne peygamberi
melekleştirin, tanrılaştırın Hıristiyanlar gibi. Ne dinin formunu yok edip dini
zahirinden bozun Hıristiyanlar gibi, ne de dini forma havale edip dinin ruhunu
öldürün Yahudiler gibi. Yani dengeli olun. Burada ki denge her iki sapmanın
dışında adil ve mutedil bir inanç yöntemini ifade ediyor. Onun için;
Ve
kezâlike cealnâküm ümmeten vesetan litekûnû şühedâe alenNâs..
(Bakara/143) ayetini hatırlatıyor bana. İşte böylece sizi dengeli bir ümmet
kıldık. Yani ne Yahudileşen, ne Hıristiyanlaşan dengeli bir ümmet kıldık ki
şahit olasınız diye, insanlığa şahit olasınız diye ve Resulde size şahit olsun
diye. Resul size model olsun, siz de tüm insanlara model olun diye böyle yaptık
buyuruyor.
Allâhu Rabbüna ve
Rabbüküm Allah bizim de rabbimiz,
sizin de rabbinizdir. İfadenin ihtişamına bakın sevgili dostlar. İkna için
kullanılan şu güzel ifadelere bakın. Allah sadece bizim Allah’ımız değil, sizin
de rabbiniz. Yani bana rahmet edecekse sana da edecektir. Neden böyle
davranıyorsunuz. Benim değil senin de rabbin olan Allah indirdi bu vahyi. Bu
vahye hakaret ederken aslında sen kendi rabbine hakaret ediyorsun, yani kendine
hakaret ediyorsun. Sırt dönerken aslında sen, sana Allah ın indirdiği merhamete
sırt dönüyorsun.
lena
a'malüna ve leküm a'malüküm bizim
yaptığımız güzellikler bize, ya da bizim yaptığımızın sonuçları bize, sizin
yaptığınızın sonuçları da size aittir. lâ
huccete beynena ve beyneküm bizimle
sizin aranızda tartışmanın bir yararı yok, çekişmenin bir faydası yok.
lâ
huccete beynena ve beyneküm Burada
şöyle bir ikinci tercüme de yapılabilir. Bizimle sizin aranızda ortak bir delil
yok. Hüccet; delil manasına da gelir. Ama bizim tercihimiz ikisini de kapsıyor.
Müşterek delilleri kullanmıyoruz. Yani bu anlama geliyor. Ortak bir dil
konuşmuyoruz. Dolayısıyla tartışmanın da hiçbir yararı yok. Ortak dili
konuşsaydık tartışmak bir yarar sağlardı. Bize de aynı zamanda tartışma adabı
öğretiyor.
[Ek bilgi; Bir
tartışma;
Hatırı
sayılır bilginlerden biri ile bir dinsiz arasında tartışma oldu. Bilgin
getirdiği kanıtlarla onu kandıramadı. Aciz kalıp vazgeçti. Biri;
-
Bu kadar ilmin, edebin, üstünlüğün, bilgeliğin varken bir dinsizin hakkından
gelemedin mi? diye sordu. Bilgin;
-
Benim ilmim Kur’an dır, hadistir, şeyhlerin sözleridir. O ise bunlara
inanmıyor, kulak vermiyor. Bu durumda onun küfrünü dinlemek benim neme yarar.
“Kur’an
la hadisle baş edemediğin kimseye verilecek cevap, cevap vermemektir.” (Sadi –
GÜLİSTAN/141)]
Allâhu
yecme'u beynena* ve ileyHİl masıyr
Allah hepimizi bir araya getirecektir. Zira yolların sonu hep O’na varır. Tüm
yollar O’na varır.
16-)
Vellezine yuhaccune fiyllahi min ba'di mestüciybe lehu huccetühüm dahıdatün
'ınde Rabbihim ve aleyhim ğadabün ve lehüm azâbün şediyd;
Ona
icabet edilmesinden sonra hâlâ Allâh hakkında tartışanların delilleri, Rableri
indînde geçersizdir... Onların üzerine öfke ve şiddetli bir azap vardır.
(A.Hulusi)
16 -
Bu kabul olunduktan sonra Allah hakkında ıhtıcaca (Delil, vesika, şahit göstermek) kalkışacakların rableri huzurunda hüccetleri sakıttır,
üzerlerine bir gazap ve kendilerine şedit bir azâb vardır. (Elmalı)
Vellezine
yuhaccune fiyllahi min ba'di mestüciybe leh
bir de O’nun çağrısını kabul ettikten sonra hala Allah hakkında tartışanlar
var. Allah hakkında tartışmak ha? Allah hakkında polemik yapmak yuhaccune
fiyllah, dehşet bir şey. Allah’ın varlığını ve birliğini kabulden sonra
O’nun hakkında açılacak her tür tartışma ve polemiği ifade eder bu.
huccetühüm
dahıdatün 'ınde Rabbihim Onların
itirazları rablerinin katında tümden geçersizdir, işlevsizdir. ve aleyhim ğadabün ve lehüm azâbün şediyd O’ndan bir gazap başlarına çökecektir ve onları
şiddetli bir azab bekleyecektir.
17-)
Allâhulleziy enzelel Kitabe Bil Hakkı vel miyzan* ve ma yüdriyke lealles saate
kariyb;
Allâh (O'dur) ki, Hak olarak
Hakikat ve Sünnetullâh BİLGİsini ve Mîzanı (muhakeme
kuvvesini) inzâl etti... Ne bilirsin, belki O
Saat (ölümü tadacakları an) yakındır! (A.Hulusi)
17 - O
Allah dır ki hakka dâir kitab ve mîzan indirdi ve ne bilirsin belki saat
yakındır. (Elmalı)
Allâhulleziy
enzelel Kitabe Bil Hakkı vel miyzan O
Allah ki, indirdiği vahiylerle hem hakikati ortaya sermiş, hem de doğru ölçüp
tartacak bir tasavvur inşa etmiştir, miyzan vermiştir.
Miyzan;
Tartı aleti demektir aslında. Şu terazilerin Arapçada ki adı miyzandır. Vezn
tartmak. Aynı zamanda terazinin iki kefesinin eşit halde oluşuna da miyzan
denir, denge haline. Biraz önce lia'dile ifadesini denge olarak
çevirmiştim. Adalet değil de en adil olan şekilde denge olarak çevirmiştim.
Şimdi burada dengenin tam kendi kelimesi geldi; Miyzan. Yani dengeli bir
tasavvur.
Allah
vahit ile tasavvurumuza denge veriyor. Ne dengesi bu? Dünya ve Ahiret. Ne
dengesi bu? Duygu ve düşünce. Ne dengesi bu? Beden ve Ruh. Ne dengesi? Fizik ve
metafizik, bura ve öte. Aşkın ve içkin. Evet, sayın gitsin. Denge, Yarın
ölecekmiş gibi ve hiç ölmeyecekmiş gibi. Denge. Yani bu denge alındığında sevgi
de insanın başına bela olur, öfke de insanın başına bela olur. Bu denge
verildiğinde sevgi de insan için büyük bir sermaye olur, öfke de insanı
tehlikelere karşı koruyan büyük bir savunmaya dönüşür. Evet, denge, altın
kelime.
ve ma
yüdriyke lealles saate kariybun hem
sen ey muhatap nereden bileceksin belki de son saat çok yakındır.
Böyle
bir ayetin son cümlesi neden böyle son saatle ilgili geldi? Bu dünyada adil
ölçünün öznesi olmazsan ey insan, Ahirette ilahi ölçünün nesnesi olursun demek
istedi. Yani ya bu dünyada adil ölçersin, yoksa ahirette ilahi ölçünün nesnesi
olursun ve ıskartaya çıkarsın dengesizliğinle. Bunu söylüyor.
Devam
ediyor E sayfasına geçiniz.
152.
videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder