C sayfasından devam
21-) Em ateynahüm Kitaben min kablihi fehüm
Bihi müstemsikûn;
Yoksa
bundan önce onlara bir Bilgi (kitap) verdik de onlar Ona sarılarak mı bu iddiadalar?
(A.Hulusi)
21 -
Yoksa biz onlara bundan evvel bir kitab vermişiz de ona mı tutunuyorlar?
(Elmalı)
Em ateynahüm Kitaben min kablihi fehüm Bihi
müstemsikûn yoksa biz bundan önce onlara bir kitap göndermişiz de bu
tavırlarıyla ona sımsıkı sarıldıklarını mı iddia ediyorlar. Bu dediğim şimdi
gelecek ayeti kerime aslında. Sürü güdüsüyle hareket etmelerini neye
bağlayabiliriz?
22-) Bel kalu inna vecedna abaena alâ ümmetin
ve inna alâ asârihim mühtedun;
Bilakis,
dediler ki: "Biz atalarımızı bu din anlayışında bulduk; biz onların
eserleri (şartlandırmaları - genleri) doğrultusunda doğru yolu bulanlarız." (A.Hulusi)
22 -
Hayır, şöyle dediler: bizler, atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk, biz de
onların izlerince giderek murada ireriz. (Elmalı)
Bel kalu inna vecedna abaena alâ ümmetin
ama hayır, veyahut ta “Bel” i ayrı olarak, edatı ayrı olarak manalandırabiliriz;
Nerde..! öyle değil, onlar atalarımızın geleneksel bir inanç üzere bulduk
atalarımızı, geleneksel bir inanca sahip bulduk ve inna alâ asârihim mühtedun
kesinlikle biz de onların izinden giderek doğru yolu bulabiliriz dediler.
Evet, kader iradeydi değil mi,
seçmek. Onu kullanmayınca ne yaptılar? Saptılar, sapıttılar. Allah’ın koyduğu
kader olan iradeyi kullanmayıp sürü güdüsüyle hareket ettiler ve, biliyorsunuz
sürü güdüsü şudur; Bir tutam ot bin tane koyunu peşimden sürükler. Aslında eğer
yemeye kalksalar iki tanesine bile yetmez. Fakat bin koyun bir tutam otun peşinden
gider mi? Aslında onlar otu bile gördüğü yok. Bir önceki koyunun izinden
giderler bir arkadaki koyun. Sürü güdüsü budur. Onun içinde taklide saptılar,
yani aklı kullanmayan taklide saptı, körü körüne itaat onun arkasından geldi,
atalar dininin peşinden gittiler.
23-) Ve kezâlike ma erselna min kablike fiy
karyetin min neziyrin illâ kale mütrefuha, inna vecedna abaena alâ ümmetin ve
inna alâ asârihim muktedun;
İşte
böyle. Senden önce hangi topluma bir uyarıcı irsâl ettiysek, oranın zengin
ileri gelenleri şöyle dediler: "Biz atalarımızı bu din anlayışı üzere
bulduk ve biz onların eserlerine (şartlanmaları,
genleri) uyanlarız." (A.Hulusi)
23 -
Yine böyle senden evvel hangi memlekette bir nezîr gönderdikse onun refahlı
takımı demişti ki: bizler atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk biz de onların
izlerine uyarız. (Elmalı)
Ve kezâlike ma erselna min kablike fiy karyetin
min neziyrin illâ kale mütrefuha işte böyle Ve kezalik, işte böyle
oldu. Yani her sapan toplum temelde böyle saptı. Biz senden önce hangi beldeye
bir uyarıcı göndermişsek oranın mütrefleri; Refah içinde şımarmış ve
küstahlaşmış seçkinleri hep şunu söylediler;
inna vecedna abaena alâ ümmetin ve inna alâ
asârihim muktedun biz atalarımızı geleneksel bir inanç üzere bulduk,
geleneksel bir din üzere bulduk. Şu halde bize düşen onların izini takip
etmektir. Hep bunu dediler. Aslında bu yeni bir şey değil. Öteden beri sapmış
tüm toplumlar böyle saptılar.
Alâ ümmetin, yani bir ümmet üzere
bulduk, tam literal manası. Ümm kökünden gelir ümmet. Asıl kaynak toplum, din
köklerine atfedilir. Asıl anlamı budur. Asıl kaynak toplum – din. Sonradan boy,
zaman, maksat anlamlarını kazanmış. Bu yolu izleyerek kelime, daha sonra tür,
nesil, çağ anlamlarına ulaşmış. Yani kelimenin uzun bir anlam yolculuğu var.
Burada geleneksel inanç atalar dini olarak görülüyor. Allah’ın dininin karşıtı
atalar dini olarak yer alıyor burada.
Tüm çağlarda ki çatışmanın ana
tarafları bunlar. Bir tarafta Allah’ın dini, öbür tarafta atalar dini. Bir
tarafta tahkik, bir tarafta taklit. Bir tarafta selim akıl öbür tarafta körlük,
kör taklit. İşte aslında burada iki zıt kutbu ele alıyor Kur’an.
24-) Kale evelev ci'tüküm Bi ehda mimma
vecedtüm aleyhi abaeküm* kalu inna Bima ürsiltüm Bihi kâfirun;
(Hz.Rasûlullâh) dedi ki:
"Eğer size, atalarınızı üzerinde bulduğunuzdan daha doğruyu getirmişsem de
mi?" Dediler ki: "İrsâl olunduğun bilgiyi reddederiz!"
(A.Hulusi)
24 -
Ya, dedi: size atalarınızı üzerinde bulunduğunuzdan daha doğrusunu getirdimse
de mi? Ha! dediler: biz o sizin gönderildiğiniz şeylere inanmıyoruz. (Elmalı)
Kale evelev ci'tüküm Bi ehda mimma vecedtüm
aleyhi abaeküm o peygamberler de; Ne yani ben size atalarınızı
bulduğunuz yoldan daha doğrusunu göstersem de mi yine de atalarınızın yolunu
takip edeceksiniz. Dediler.
Bakara/170. ayetini hatırlayalım;
evelev kâne
abâühüm lâ ya'kılune şey'en ve lâ yehtedûn. (Bakara/170)onların
ataları hiçbir şey bilmiyor, akledemiyor, akletmekten aciz ve doğru yolda
değilseler de mi onları takip edeceksiniz. Diyordu.
Müşrik akıl; hakikat sabık
olanındır der. Yani kıdemli. Mü’min akıl ise hakikat sadık olanındır der. Onun
için sabık olanla sadık olan arasında bir çatışma oluşur. Oysa bir şeyin
eskiliği onun değerini artırmaz. Yeniliği de değerini artırmaz. Yani zaman bir
şeyi değerli ya da değersiz yapmaz. O şey değerli ise, eski de olsa değerlidir,
yeni de olsa değerlidir. Onun için onlar atalardan kaldı ise bir hikmeti vardır
mantığıyla hareket ettiler. Oysa yeni gördükleri aslında insanoğlunun ilk
atasına ait imandı ve gök kubbe altında aslında yeni bir şey yok.
Taklit makbul değildir. Taklit
glade kökünden gelir. Glade iki manaya gelir hem zincir ve yular, hem de
gerdanlık. Taklidin iyisi gerdanlığa benzer. Kötüsü yulara. Fakat iyi taklit
bile sadece geçici bir süre ruhsat olarak kullanılabilir. Bunu ifade eden büyük
imamlarımızın her birinden taklit aleyhine söz gelmiştir bize kadar.
Mesela büyük imam Ebu Hanife,
İmamı azam der ki; Benden değil, benim aldığım yerden alın. Yine büyük imam;
İmam Şafi der ki; eğer benim içtihadımı re’ yimi görüşümü Kur’an ve sünnet’e
aykırı buluyorsanız fadrıbu bi kelami ardal haid. Kaldırın sözümü duvara çalın
der. Bütün büyük otoritelerden taklidin aleyhine böyle sözler görmüşüzdür.
Dolayısıyla burada Kur’an ın tahkike çağırması kadar doğal bir şey olamaz.
Kur’an kendisini takip eden, inşa ettiği her akla, taklidi imana değil, tahkiki
imana yönlendirir.
kalu inna Bima ürsiltüm Bihi kâfirun
cevapları şu oldu sizinle, kime? Geçmişte gönderilen peygamberler öyle deyince
onlara şöyle cevap verdiler. Sizinle gönderildiğini iddia ettiğiniz şeylerin
gerçekliğini kabul etmiyoruz, reddediyoruz dediler.
25-) Fentekamna minhum fenzur keyfe kâne
akıbetül mükezzibiyn;
Bunun
üzerine onlardan intikam aldık... Yalanlayanların sonu nasıl oldu bir bak!
(A.Hulusi)
25 - Onun
üzerine biz de onlardan intikamını aldık da bak o tekzip edenlerin akıbeti
nasıl oldu? (Elmalı)
Fentekamna minhum bizde onların
yaptıklarının acısını kendilerine tattırdık. fenzur keyfe kâne akıbetül mükezzibiyn
bakın işte hakikati yalanlayanların sonu ne olurmuş görün. Yani hep kafirlerin
sonu birbirlerine benzedi. Siz de inkar ederseniz sonunuz onlara benzer.
26-) Ve iz kale İbrahiymü liebiyhi ve kavmihi
inneniy beraün mimma ta'budun;
Hani
İbrahim babasına ve kavmine dedi ki: "Muhakkak ki ben tapındıklarınızdan
berîyim." (A.Hulusi)
26 -
Bir vakit da İbrahim babasına ve kavmine dedi: haberiniz olsun ben o sizin
taptıklarınızdan biriyim. (Elmalı)
Ve iz kale İbrahiymü liebiyhi ve kavmihi
hani İbrahim babasına ve kavmine demişti ki; Özellikle babası zikrediliyor.
Özellikle babasına ve kavmine. Aslında kavmine derken babasına da demişti. Ama
ayrıca babasını zikretmesi atalar yolunu kendisine din edinenlere; İbrahim de
sizin atanız, onu model alsanıza. İbrahim’i model alırsanız atalarınızın inancını
sorgulamanız gerekir İbrahim gibi, onu yapmıyorsunuz değil mi diye zımnen
tarizde bulunuyor.
inneniy beraün mimma ta'budun bir
okunuşta beriun bakın sizin
taptıklarınıza, uğruna ibadet ettiklerinize, ilah bildiklerinize tapmak benden
fersah fersah uzak olsun. Yani beraün kelimesinin mübalağa yapısından
kaynaklanan anlamın cümleye katkısı bu. Fersah fersah uzak olsun dedi.
Kur’an muhataplarını yine suçüstü
yakaladı.
1 – İlle de atalar dini ise niçin
İbrahim’im dini değil, o da sizin atanız.
2 – Eğer samimi olsaydınız en
büyük atanızı örnek alır, model alırdınız. İbrahim gibi babanızın inancını
sorgulamakla işe başlardınız, ama samimi değilsiniz. Bu iki şeyi söylüyor.
27-) İllelleziy fetareniy feinneHU seyehdiyn;
"Beni
(fıtratımla - varoluş programımla) yaratan müstesna! Kesinlikle, beni hakikate erdirecek
O'dur!" (A.Hulusi)
27 - O
beni yaratandan başka, zira odur ki beni irdirecektir. (Elmalı)
İllelleziy fetareniy yalnız beni
yaratan hariç. İbrahim’in sözü devam ediyor. Bu şu anlamı veriyor bize her pagan
toplumda, putperest toplumda bile bir büyük tanrı, tanrılar tanrısı inancı
vardır. Hz. İbrahim’in toplumunda da böyle tanrılar tanrısı, bir büyük tanrı
olduğunu buradan anlıyoruz. feinneHU seyehdiyn zaten beni doğru yola iletecek
olan da O’dur.
28-) Ve ce'aleha kelimeten bakıyeten fiy
akıbihi leallehüm yerci'un;
Bu
sözünü kendinden sonra gelecekler için kalıcı bir fikir olarak oluşturdu, belki
o gerçeğe dönerler diye. (A.Hulusi)
28 -
Ve onu ardında (zürriyetin de) kalan bir kelime yaptı gerek ki rücu' edeler.
(Elmalı)
Ve ce'aleha kelimeten bakıyeten fiy akıbihi
leallehüm yerci'un Bunu ardından gelenler arasında baki kılacak bir
söz olarak söyledi. Bunu arkadan gelenlerin tamamında gök kubbede baki kalacak
bir söze dönüştü. Bunun için söyledi. Belki bu Hakk söze dönerler diye. Yani
ayetin sonu leallehüm
yerci'un insanlar sapmaya kalkarlar, daha sonra, fakat bunu hatırlarlar da
belki bu söze dönerler diye.
29-) Bel metta'tü haülai ve abaehüm hatta
caehümül Hakku ve Rasûlün mubiyn;
Bunları
ve onların atalarını, kendilerine Hak ve apaçık bir Rasûl gelinceye kadar
dünyadan yararlandırdım. (A.Hulusi)
29 -
Fakat şunları ve atalarını ta kendilerine Hakk ve bir Resulü mübîn gelinciye
kadar müstefit edip yaşattım. (Elmalı)
Bel ama nerede..! metta'tü haülai ve
abaehüm hatta caehümül Hakku ve Rasûlün mubiyn ben işte şunların ve
atalarının hakikat ve onu apaçık ortaya koyan bir elçi gelinceye kadar safa
sürmelerine izin verdim.
Fetrete bir atıf gibi geldi bu
ayet. Daha derinde dünya nimetlerine boğulmuş olmak tek başına sevinilecek bir
olay değil nüktesini veriyor. İşte bunları da bu arada nimete boğdum. Nimete
boğulmuş bir hayat ile bu güne kadar geldiler. İlk inkarcı muhataplardan söz
ediyor.
30-) Ve lemma caehümül Hakku kalu hazâ sıhrun
ve inna Bihi kâfirun;
Hak
onlara geldiğindeyse dediler: "Bu bir büyüdür... Biz Onu kabul
etmeyiz!" (A.Hulusi)
30 -
Yaşattım da kendilerine Hakk gelince «bu bir sihirdir, biz buna inanmayız»
dediler. (Elmalı)
Ve lemma caehümül Hakku kalu hazâ sıhrun ve
inna Bihi kâfirun ama hakikat ayaklarına kadar gelince ne yaptılar;
Şöyle dediler; Bu bir sihirdir, biz bunu kesinlikle reddediyoruz dediler. Yani
uzun yüz yıllar boyunca nimetin içinde yaşadılar ve bir de hakikat ayaklarına
kadar geldi, ama bu kez de iftira ettiler. Bu bir sihirdir dediler. Yani
karşılaştıkları olayın olağanüstü tabiatını aslında fark ettiler. Yani olağan
üstü bir vahiy ile karşılaştıklarını kendileri de biliyorlardı. Sıradan bir söz
değildi peygamberlerin kendilerine tebliğ ettiği, bunu fark etmelerine rağmen
bu olağan üstülüğü Allah’a atfetmek yerine sihre atfettiler, sihirdir dediler.
Ve daha ne dediler?
Devam ediyor E sayfasına geçiniz.
154.
videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder