A sayfasından devam
30-)
İnnelleziyne kalu RabbunAllâhu sümmestekamu tetenezzelü aleyhimül Melaiketü
ella tehafu ve lâ tahzenu ve ebşiru Bil cennetilletiy küntüm tû'adun;
Muhakkak
ki: "Rabbimiz, Allâh'tır" deyip sonra bilfiil o doğrultuda
yaşayanların üzerine melekler tenezzül eder (ilâhî
sıfatların Cemâl kuvveleri zâhir olur ki, bu şu demektir): "Korkmayın, mahzun olmayın ve vadolunduğunuz
cennetiniz ile sevinin..." (A.Hulusi)
30 - Haberiniz
olsun ki «rabbimiz Allah» deyip de sonra doğru gidenler yok mu onların
üzerlerine şöyle Melekler iner: korkmayın, mahzun olmayın vaad olunup
durduğunuz Cennet ile neş'eyâb olun. (Elmalı)
İnnelleziyne
kalu RabbunAllâhu sümmestekamu öte
yandan rabbimiz Allah’tır diyen, sonra da sümmestekamu, dosdoğru bir
çizgi üzerinde yaşama kararlılığı gösterenlere gelince. Sümme; Burada
terahi ifade eden bir bağlaç edatı. Ama Zemahşeri’nin güzel tespitiyle ikrardan
terahi ve üzerine fadl ifade eder diyor büyük müfessirimiz. Bu, şu anlama
geliyor. İman temeli üzerine yükselecek tüm hayatınız, yani hayatınızın
temeline imanı yerleştireceksiniz.
Sahih
akidenin, sahih hayat tarzının zemini oluşunu ifade ediyor bu edat. İstikamet
sahih duruş, esas duruştur. Allah’a kul olmayan kula kul olur. Kula kul olanın
esas duruşu, omurgası olmaz, değeri olmaz, fiyatı olur. Alınır ve satılır.
Dolayısıyla burada müstakim olan insan, değeri olan insan. Değerini Allah ile
ilişkisinden alan insan anlamına alıyoruz. 25. ayet dostu şeytan olanlardan söz
etmişti hatırlıyorsunuz. Burada dostu Melek, melaike olanlardan da söz
edilecek, işte şimdi oraya geldik.
tetenezzelü
aleyhimül Melaikeh onlara melekler
sürekli inerler, inerler ve derler ki, Yani Allah ile ilişkisini kesmiş bir
insanı şeytanlar yönlendirir. Allah ile ilişkisini kuran bir insanı ise
melekleri, meleke haline gelmiş melekleri yönlendirir. Dolayısıyla burada iki
tip kıyaslanıyor bu surede.
Şeytanın
yörüngesine girenler, meleğin yörüngesine girerler. Aslında şeytan ve melek
tabirleri insanda ahlak haline gelirse, insanda ahlak haline gelen şeytan nefis
olur. İnsanda ahlak haline gelen melek, meleke olur. Dolayısıyla biri günah
üretir, diğeri sevap üretir.
Bu
iki tohum gibidir, insan gönlü toprağa benzer. Bu toprağın bağrında potansiyel
olarak iki tohum gömülüdür. İnsan bu iki tohumdan hangisini sularsa o kabuğunu
yarar ve ağaca dönüşür. Biri cehennem ağacı olur, -ki zakkum diyor Kur’an buna- diğeri ise tûba ağacı
olur, cennet ağacı. Dolayısıyla insan cennet ve cehennemini kendi eli ile
suladığı yüreğinde öncelikle yetiştirir. Yani burada da Meleke haline gelmiş
meleklerden söz ediliyor ve onların sürekli inişinden bahsediliyor.
Muzari,
süreklilik ifade eder, Muzari fiil. Tetenezzelu sürekli, hep inerler, daima
inerler. Burada peygamberlerden söz edilmiyor ki vahiy meleği indiğini
söyleyeyim. Burada müminlerden söz ediliyor. Mü’minlere meleğin sürekli inişini
nasıl izah edeceğiz. Aslında Allah’ın gönüllerine sürekli destek ve takviye
verişiyle izah edeceğiz. Aslında eğer Allahlı düşünüyor ve yaşıyorsak her bir
zerremiz bir meleğe dönüşüyor Eğer Allahlı düşünüyor, Allahlı yaşıyor, Allahlı
görüyor ve işitiyorsak sekinet halinde oluyoruz. Güvenlik ve özgürlük
problemimiz çözülüyor ve içimizde buluyoruz iyiliğin tohumunu ve o tohum
ambarından ha bire hayatımıza serpiyor, etrafımızdakilerim ize dağıtıyoruz.
Sürekli veriyor çünkü. Sürekli inme, aslında sürekli, çıkma, sürekli bitme
halidir.
Eğer
siz melekleri meleke haline çevirmişseniz yürek tarlanızda ki o tohum sürekli
vermektedir. Siz biteviye onun meyvelerini dermektesiniz, derlemektesiniz ve
dağıtmaktasınız. Onun için tetenezzelü aleyhimül Melaikeh sürekli inerde
iner. Yani o toprak sürekli verirde verir. Meleke haline gelmişse melekler
fizik gücün zemini metafizik güçtür. Buradan bunu anlıyoruz. Yani tasavvurunuz
eğer siz tasavvurunuzda cennet ağacını açtırmışsanız, tasavvurunuzda eğer
problemi çözmüşseniz fizik gücünüze yansır. Yani iç potansiyeliniz dış
potansiyelinizi belirler.
Dolayısıyla
iman tasavvurunuzu güçlendirir. Güçlenen tasavvurunuz aklınıza yansır düşünme
biçimi olarak. İyi düşünürsünüz, doğru düşünürsünüz. Doğru düşünürseniz doğru
yaparsınız. Doğru yaptığınızda da sonuç alırsınız. Dolayısıyla burada meleke
haline gelmiş meleklerimizin sizi kuvvetlendirmesi, takviye etmesinden söz
edildiğini düşünebiliriz. Zaten mel - ek eşyayı ayakta tutan kuvvet kök
anlamına dayanır. Dolayısıyla sizin melekleriniz sizi ayakta tutan güç olur.
Hep gözünüz, kulağınız, diliniz, dudağınız, eliniz, ayağınız maksimuma doğru
yükselmeye başlar, daha iyi çalışmaya başlar.
Mesela
göz %400 kapasiteli görür. Yani gözün görme kapasitesi %100 dür. %400; normal
kapasitenin 4 katıdır. %100 de %100 görebilen bir insan bunu 4 katına da
çıkarabilir teorik olarak. Kulak içinde geçerlidir bu. Bu deri içinde
geçerlidir. Mesela çivi üzerine yatan insanlar deri direncini kullanmayı
becerebilen insanlardır. Deri direnci diye bir şey vardır ve eğer bu direnci
kullanabilirse potansiyel olarak, herkeste vardır, ama bunu kinetize ederse
insan deri, bir çiviye dahi direnir. Bir iğneye bile direnir.
İşte
bunun gibi yani insan iç potansiyelini yükseltirse bedeninin potansiyeli de
yükselir. İç potansiyeli ise ancak imanla yükselir. İman insanın tasavvuruna
ilave bir nükleer yakıt gibidir. Bitimsiz bir nükleer yakıt. Oradan yola
çıkarak aklı aydınlatır ve tabii ki aydınlanmış bir akıl da insanın fiziki
potansiyelini yükseltir.
[Ek
bilgi; MELEKLE İLGİLİ
BİLGİ
Varlıktaki tüm nesneler, yani
kesitsel algılama araçları ile algılayabildiğimiz veya algılayamadığımız;
tespit edemediğimiz ama akıl yollu varlığını kabul ettiğimiz bütün varlıklar,
gerçekte hep meleklerin varlığından ibarettir.
Çünkü, evrende var olan her
şey "enerji"den meydana gelmiştir. Yani, "nûr"dan meydana
gelmiştir. Meleklerin varlığı da "nûr"dur; dolayısıyla, meleklerden
meydana gelmemiş hiçbir şey yoktur! "İnsan" denilen varlığın aslı,
orijini de melektir! İnsanlar, cennete melekî yapıya dönüşmüş olarak gireceklerdir.
Maddenin aslı da melektir!
Çünkü melekler, her şeyin varlığını oluşturan "ALLÂH" isimlerinin
anlamlarının, soyut boyuttan somutluk ortamına geçişinde yer alan ilk bilinçli,
kaynak varlıklardır! Bu yüzden "melek", kişinin kendi özünü, hakikatini,
aslını, orijinini tanımada çok önemli bir boyut ve önemli bir katmandır!..
Yapısı itibarıyla
"nûr" diye vasıflandırılan enerji kökenli bu varlıklar;
"ALLÂH" hangi ilâhî isimlerinin mânâlarının ortaya çıkmasını
dilemişse, o mânâlara uygun özelliklerle bezenmiş, o ismin mânâsına uygun
güçlerle güçlenmiş, o ismin mânâsını ortaya koymakla görevlendirilmişlerdir.
"Melek"ler de,
"insan"lar gibi "Esmâ terkipleri"dirler!.. Tek bir ismin
açığa çıktığı birimler değil!Yani, "melek" denilen varlıklar da ana
yapılarının mahiyeti itibarıyla "ALLÂH" isimlerinin bir
bileşimidirler. Ne var ki, bileşimlerinde bir veya birkaç ismin mânâsı büyük
ağırlıklı olarak açığa çıkmaktadır.
{Her insanda, Allâh ismiyle
toplu olarak işaret edilen isimlerin tümü, yani bildiğimiz ve bilemediğimiz pek
çok Allâh ismi bir terkip oluşturur. İşte bu terkibe, biz insan deriz! Allâh,
bu Esmâ terkibine "insan" adını takmıştır. İnsanın Rabbi, kendi
varlığını meydana getiren bu "Allâh" isimlerinin işaret ettiği ilâhî
güçtür!
Her insanın yapısının bir
diğerinden farklı olması, her birinin terkibindeki "Allâh"
isimlerinin farklı güçlerde olmasındandır.
Şimdi siz; "ALLÂH"
ismini zikrettiğiniz zaman; bu ismin zikrinden doğan güç, terkibinizdeki bütün
isimleri eşit oranda güçlendirir... Bunun da neticesinde tüm özellikleriniz
aynı seviyede gelişir.
"ALLÂH İSİMLERİ"
zikri ise, yapınızı meydana getiren isimler terkibi içinde, belirli isimlerin
mânâlarını güçlendirmeye yöneliktir.
Mesela, "ALLÂH"ın
"İRADE" sıfatının adı olan "MÜRİYD" ismini zikrettiğiniz zaman;
terkibinizdeki bu ismin mânâsı güçlenir; beyninizdeki "İRADE"
fonksiyonu daha kapsamlı olarak faaliyete geçer ve eskiden iradeniz zayıf
olduğu için başaramadığınız birçok şeyi rahatlıkla başarabilirsiniz.
Ya da "HAKİYM"
ismini zikretmeniz, sizin bir süre sonra, her şeyin hikmetini, sebebini, neyin
niçin olduğunu anlamanıza yol açar... Eskiden bağlantısız sandığınız, gereksiz
olduğunu düşündüğünüz pek çok şeyin aslında bir sistem içinde birbiriyle
bağlantılı olarak yer aldığını idrak edersiniz.
Yani, "ALLÂH" ismi
zikri; fizikteki bileşik kaplar sistemindeki gibi, bütün isimleri eşit oranda
yükseltirken; "İSİMLER" zikri ise sadece kendi cinsinden olan
terkibinizdeki mânâyı güçlendirir. Ve bu yüzden de kişide çok kısa sürede
önemli gelişmeler fark edilir hâle getirir.
İşte bu sebepledir ki, biz,
kendinde kısa süre içinde gelişme görmeyi arzu edenlere, "İSİMLER"
zikri tavsiye ederiz.}
İslâm Dini'nde, -sadece
Kur'ân-ı Kerîm ve Hadîs-î Şerîf- mevcut olan bütün hükümler, insanın gerek
bugünü ve gerekse ölüm ötesi yaşamı için zorunlu olarak ihtiyaç duyacağı
şeyleri temin gayesiyle gelmiştir. Ayrıca, insanın bu önerilere uyması, onun
gelecekte kendisine zarar verici birçok şeyden korunmasına da vesile olacaktır.
İnsanın yaşamı ise, bilindiği
üzere BEYİN ile düzenlenir. İnsan'da ortaya çıkan her şey, BEYİN
aracılığıyladır. Ölüm ötesi yaşam bedeni olan RUH dahi beyin tarafından
"yüklenir!"
Allâh'ın isimlerinin işaret
ettiği mânâlar, insan beyninde açığa çıkar. İnsan şuuru, Allâh'ı, ancak beyin
kapasitesi kada tanıyıp "yakîn" elde eder.
İşte böyle olunca, ZİKİR
olayının önemini kavrayabilmek için, önce beynin çalışma sistemini kavramak,
sonra da zikir hâlinde beyinde nasıl bir işlem oluştuğunu idrak etmek zorunda
kalırız.
Milyarlarca hücreden oluşan
beyin, esas itibarıyla biyoelektrik enerji üretip, bunu ışınsal enerjiye
çeviren ve kendisinde oluşan mânâları, bir yandan RUH dediğimiz yapıya yükleyen
ve diğer yandan da dışarıya yayan bir organik cihazdır.
Genelde, doğuştan alınan ilk
tesirlerle yüzde beş, yüzde on kapasiteyle çalışan beyin, aldığı çeşitli
etkilerin de aracılığıyla, sıradan bir yaşam türü geçirir, bildiğimiz herkes
gibi.
Oysa beyindeki bu kapasitenin
arttırılması mümkündür!
(Zikrin önemi, bizim bu konuda
yaptığımız açıklamalardan on sene sonra bilim dünyasında ilk defa olarak tespit
edilmiştir. Okuyacağınız metinler bu söylediklerimizin ispatıdır.)
NOKTA 6 Mart 1994 tarih 11.
Sayısında; "Batı, zikri geç keşfetti!" başlığı altında;
John Horgan'ın Bilim
dergisinin (Scientific American) Ocak 1994 sayısında yayımlanan "Dağınık
İşlevler" makalesinde savunduğu görüşlerin, ilk kez 1986 yılında Ahmed
Hulûsi tarafından yazıldığını biliyor muydunuz?
Bilimsel konularda aşağılık
kompleksimizi yenmek zaman alacak. İçimizden birinin yıllar önce savunduğu
görüşleri dikkate almaktansa, o görüşlerin benzerlerinin dışarıda da kabul
edilmeye başlanmasını bekleriz.
Bazen de, aşağıda
anlatacağımız, Ahmed Hulûsi örneğinde olduğu gibi şaşırtıcı tesadüfle
karşılaşabiliriz. Bilim Dergisi'nde yayımlanan "Dağınık İşlevler"
adlı yazıda John Horgan, "Beyinde entegrasyonu sağlayan beyin üstü bir
yapı var mı?" sorusuna yanıt arıyor ve 1993 yılında yapılan deneylerden
yola çıkarak çeşitli tezler öne sürüyor. Ahmed Hulûsi ise, 1986 yılında
yayımladığı "Din ve Bilim Işığında İnsan ve Sırları", "Dua ve
Zikir" adlı kitaplarında bu soruların yanıtını çok daha önceden veriyor.
Sözü edilen makalede, John
Horgan şu deneye yer veriyor: DAĞINIK İŞLEVLER
Deneyde gönüllülere isimler
içeren bir liste veriliyor ve kendilerinden bu isimleri yüksek sesle okumaları
ve her isimle ilişkili bir yüklem söylemeleri isteniyor. Örneğin,
"köpek" sözcüğü okununca "havlamak" gibi bir yüklem
söylenmesi gerekiyor.
Bu deneyde, beynin pek çok
farklı bölgesindeki nöron aktivitesinde artış gözleniyor. Fakat aynı isimleri
içeren listenin sürekli olarak tekrarlanması, nöron aktivitesinin değişik
bölgelere kaymasına yol açıyor. Gönüllülere yeni bir isim listesi verildiğinde
ise nöron aktivitesinin arttığı ve ilk bölgelere döndüğü görülüyor. (Ahmed
Hulusi -İnsan ve sırları)]
[Ek bilgi: Esma zikri yöntemi bizzat ben ve
önerdiğim kişilerce uygulanmış ve bu sayede istenilen başarıya ulaşılmıştır.)]
ella
tehafu ve lâ tahzenu ve ebşiru Bil cennetilletiy küntüm tû'adun gelecekten dolayı, evet onlara melekler sürekli
inerler ve derler ki bir üstteki cümle ile beraber alalım. Ne derler?
Gelecekten dolayı kaygı duymayın ey mü’minler. Geçmişten dolayı da mahzun
olmayın. Haydi sevinin size vaat edilmiş olan cennet derler.
Havf
ve hüznün giderilmesi şu anlama gelir. Özgürlük ve güvenlik sorununun kökten
çözülmesi Çünkü insanın en büyük iki sorunu budur. Özgürlük ve güvenlik sorunu.
Bir insan bütün bir ömrünü bu iki sorunu çözmek için harcar. Fakat bu iki
soruna getirdiği anlam, verdiği anlam nasılsa bu sorunları öyle çözmeye
çalışır.
Mesela
tek dünyalıysa özgürlük ve güvenlik sorununu sadece şu hayatla sınırlı olduğunu
düşünür ve bu hayat içinde çözmeye çalışır. Onun içinde çok kazanır, çok
kazanmak ister, çok parası olunca bu sorunların çözümüne katkısı olduğunu
düşünür. Veya daha fazla çevreye sahip olmak ister. Veya güce sahip olmak
ister, iktidara sahip olmak ister. Veya daha uzun yaşamak ister. Yani bütün
bunlar tek dünyalı bir insanın özgürlük ve güvenlik sorununu şu sınırlı dünya
hayatıyla özdeşleştirmesidir.
Ama
eğer bir insan çift dünyalı ise, yani tasavvuru bu hayatı aşan bir tasavvursa,
özgürlük ve güvenlik sorununu ona göre çözmeye çalışır. İşte o takdirde
Allah’ın kapısına gelir ve durur. O takdirde vahiyle iletişim kurmak zorunda
kalır. O takdirde hakikati aramak için ömrünü harcar. O takdirde küçük şeylerle
yetinmez. Kendisini satın alacak şeylerle yetinmez. Daha doğrusu fiyat biçmez
değer biçer hayatına. Değer biçerse eğer, hayata değer verenin Allah olduğunu
mutlaka fark eder.
İşte
o noktada meleklerin insana müjdesi de anlam kazanır. Geçmişten dolayı hüzün
yok. Hüzn Arap dilinde geçmişe müteallik anlaşılır onun için hep böyle
çevirmişimdir bu kelimeyi. Yine Havf de geleceğe yönelik, zamanlı kelimelerdir
bunlar. Geleceğe yönelik kullanılır. Gelecekten dolayı endişe.
Biri
güvenlik, diğeri özgürlük problemidir ve bu iki problemin kökten çözülmesi
ancak insanın Allah’a tam teslimiyeti ile mümkindir. İnsan Allah’a kul olmayınca,
kul olacağı başka kapılar arar, başka kapılar araması insanda fıtri olarak
özgürlük ve güvenlik arayışının bir gerekçesidir., gereğidir daha doğrusu. Yani
özgürlük ve güvenlik arayışı insanda fıtri olduğu için Allah’ın kapısını
reddeden insan kendisine başka tanrılar bulur. Bir Allah’a kul olmayan kul
olacağı bir çok tanrı icat eder. Bu insanın fıtri olarak özgürlük ve güvenlik
arayışından kaynaklanır. Onun için insan mutlaka tanrı icat eder. Eğer gerçek
Allah’ı, ilahı bulmamışsa.
31-)
Nahnu evliyaüküm fiyl hayatid dünya ve fiyl ahireti, ve leküm fiyha ma teştehiy
enfüsüküm ve leküm fiyha ma tedde'ûn;
"Dünya
hayatında da, sonsuz gelecek yaşamda da biz sizin velîniziz! Orada
bilinçlerinizin arzuladığı her şey vardır... Orada sizin istediğiniz her şey
olacaktır!" (A.Hulusi)
31 - Bizler
sizin hem Dünya hayatta hem Âhirette dostlarınızız ve size orada nefislerinizin
hoşlanacağı var, hem size orada ne isterseniz var. (Elmalı)
Nahnu
evliyaüküm fiyl hayatid dünya yine o melekler devam ederler. Biz bu
dünya hayatında sizin dostunuzuz. Düşünün, 25. ayette dostu şeytan olanlardan
söz ediliyordu. Zuhruf/36. ayeti de 25. ayeti tefsir ediyordu.
Ve
men ya'şü an zikrir Rahmâni nukayyıd lehu şeytanen fehuve lehu kariyn.
(Zuhruf/36)kim rahmanın vahyine, o sınırsız merhamet sahibinin vahyine karşı
tavuk karası bir gözle, yamuk bir bakışla yaklaşırsa onu şeytanın yörüngesine
sokarız. Onu şeytanla ayrılamayacak bir biçimde bağlarız. Ya da şeytanı öteki
kişiliği haline getiririz, ikinci kişiliği olur. Yani kişiliği şeytanlaşır. Onu
öyle bir sararız, öyle bir merkez haline getiririz ki onun için fehuve lehu
kariyn o onun etrafında döner durur. Artık ayrılmaz bir parça olur. Şeytan
eksen olur, ikinci kişiliği, şeytanlaşmış kişiliği: O da onun etrafında bir
uydu olur.
İşte onun tam tersi sizin için
biz bu dünya hayatında dostunuzuz diyor melekler. Meleke haline gelmiş
melekler. Ve fiyl ahireh, ahirette de
öyleyiz. ve leküm fiyha ma teştehiy enfüsüküm ve
leküm fiyha ma tedde'ûn orada siz
canınız ne çekiyorsa o var. Orada siz ne arzu ediyorsanız o sizindir derler.
Bu
ibareyi, ayetin son ibaresini meleklere atfetmemiz onların sözüne atfetmemiz de
mümkin, derler diye anlamamız da mümkin, bağımsız olarak anlamamız da mümkin.
Ama öncelikle ayetin başında ki biz sizin dünya ve ahiret dostunuzuz, yani
dünya ve ahiret kardeşiniziz der gibi. Meleklerden kardeş seçmek, meleklerden
dost seçmek. Bunun zımni olarak anlamı şu. Allah dost olursa eğer bir insana,
kendi sevdiklerini de ona dost eder.
Allah
insan tarafından dost seçilirse, Allah dostunu melekleriyle korur, onu takviye
eder, güçlendirir. Yani melek sözcüğünün kök anlamının takviye güç, bir şeyi
ayakta tutan öz olduğunu unutmazsak insanı ayakta tutan değerler katar ona.
İnsanı takviye eden değerler katar ona anlamını elde edebiliriz.
Ayetin son ibaresi Orada canınız
ne çekiyorsa o var ve neyi arzu ediyorsanız o sizindir diyor. Hani Secde/17
ayetini hatırlıyoruz;
Fela
ta'lemü nefsün ma uhfiye lehüm min kurreti a'yün. (Secde/17)
cennette cenneti hak etmiş bir mü’mini bekleyen göz kamaştırıcı öyle nimetler,
öyle sürprizler var ki, onları siz tasavvur dahi, tahayyül dahi edemezsiniz.
Hiç kimse onu tahayyül dahi edemez diyor ya, işte onlara bir atıf bu.
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
151. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder