Sevgili Kur’an dostları bugün
dersimize Şura suresinin kaldığımız 24. ayeti ile devam ediyoruz.
24-) Em yekuluneftera alAllâhi keziba* fein
yeşeillâhu yahtim alâ kalbik* ve yemhullahul bâtıle ve yuhıkkul hakka Bi
kelimatiHİ, inneHU 'Aliymun Bizatis sudur;
Yoksa
"Allâh hakkında bir yalan uydurdu" mu diyorlar? Eğer Allâh dilerse
senin kalbini (şuurunu) kilitler! Allâh bâtılı mahveder ve kendi kelimeleri
olarak Hakk'ı sâbit kılar! Muhakkak ki O, Esmâ'sıyla Zât'ınız olarak Aliym'dir!
(A.Hulusi)
24 -
Yoksa Allaha iftira etti bir yalanı mı diyorlar? Allah dilerse senin de kalbini
üstünden mühürleyiverir, Allah batılı mahveder de kelimatı ile hakkı ihkak (Hakkı yerine getirmek) eyler, şüphesiz ki o bütün sînelerin
künhünü bilir. (Elmalı)
Em yekuluneftera alAllâhi keziba
yoksa uydurduğu yalanı Allah’a isnat etti mi diyorlar. Tabii böyle bir iftirayı
ancak iman etmeyenler yapabilirler. Allah resulünü Allah’a iftira etmekle
suçlamak. Aslında farkında mısınız bilmiyorum bir dindarlık gösterisi, ya da
sahte dindarlıkla karşı karşıyayız. Yani Allah’ın bunda bir suçu yok, ama tüm
suç Allah’ın seçtiğinde, peygamberde. O uydurup uydurup Allah’a isnat ederek
iftira ediyor şeklinde ki en ağır bühtan ve iftirayı dizip koşan bir zihin, bir
akıl nasıl düşünüyor dersiniz.
Sanırım çıkış noktası şu olsa
gerek; Allah kendine iftira edilmesini engellemekten aciz. Yani kendini
korumaktan aciz. Dolayısıyla biz Allah’ı koruyoruz, biz Allah’ı savunuyoruz.
Böyle bir tanrı inancı, aciz bir tanrı inancı. İşte müşriklerin inancı bu. Yani
olayın arkasında; Allah kendini savunamaz, o bundan acizdir, biz onu savunmuş
oluyoruz Muhammed’e karşı çıkmakla, onun getirdiği mesajı inkar etmekle.
Nasıl? Şeytanda böyle bulmuştu
bahaneyi değil mi? Allah’ın emrine karşı çıkarken. Adem’e itaat etme, secde
etme emrini dinlemezken Allah’ın emrini dinlediğini, daha doğrusu Yalnızca
Allah’a secde ettiği gerekçesini ileri sürüyordu. Onun için tam şeytani bir
yaklaşım. Her tür sahte dindarlıkta böylesine şeytani mazeretler görebiliriz.
fein yeşeillâhu yahtim alâ kalbik
eğer Allah dilerse kalbinin üzerine mührü basar, kalbini mühürleyebilir.
Aslında bu ibare kalbini vahye kapatabilir, kalbinden vahyi silebilir. Ya da
vahiy ile senin aranda ki ilişkiyi kesebilir şeklinde anlaşılacağı gibi
Zeccac’ın yaklaşımıyla vahyi kalbine koyar, kalbinin kapağını kapatır oraya
sabır ve dirençte koyar, artık sana yönelik bu tür iftiraların hiç birisi sana
etki etmez. şeklinde de anlaşılabilmiş.
Ama 1. yorum çok daha metnin ruhuna ve zahirine uygun.
Hatmül kalp, kalbin mühürlenmesi,
fekül kalbin, yani kalbin açılmasının zıddı. Aslında bir şeyi mühürlemekten söz
ettiği zaman Kur’an ayetleri O şeyin suç olduğunu, Allah nezdinde büyük bir
cürüm olduğunu, günah olduğunu peşinen anlıyoruz.
İkincisi ne mühürlenir ve niçin
mühürlenir? Suç aleti bir torbaya konulur ve mühürlenir. Cinayet aleti bir poşete
konulur ve mühürlenir. Ya da ilerde mahkemede delil olması beklenen herhangi
bir delil bir sandığa, bir mahfazaya konulur mühürlenir. Niçin? Bir gün yargı
önünde tekrar mührü açılıp el değmemiş olarak asli haliyle şahitlik yapması
için. O nedenle Kur’an kalbin mühürlenmesinden söz eder. Mühürlenen bir kalp,
hakimi Allah olan büyük mahkemede mührü açılıp şahit kılınacaktır. Sahibi
aleyhine tanık olacaktır. İşte mühürleme genellikle Kur’an da şahit olmak,
şahitlik yapmak, mahkeme de tanık olarak ortaya çıkmak için o güne kadar
Allah’ın mühürlemesi şeklinde anlaşılmalıdır.
ve yemhullahul bâtıle ve yuhıkkul hakka Bi
kelimatiH Evet, Allah batılı siler, hakkı ise kendi sözleriyle,
kendi kelimeleri ile, kendi mesajıyla gerçekleştirir, ortaya koyar. Açıklayıcı
bir ibare, yukarıda ki ibareleri.
..cael Hakku ve
zehekal batıl. Hakk geldi, batıl zaiy
oldu. innel
batıle kâne zehuka. (İsra/81) çünkü batıl zaten yok olmaya, zail
olmaya mahkumdu. Bu ayet bu ibareyi açıklıyor. Batıl aslında daimi bir varlığı
bulunmayan, gerçekte hakikatten bir şey içermeyen demektir.
Peki
hakikatten bir şey içermediği halde, gerçek bir varlığı olmadığı halde batılın
zail olması ne demek? Batıla ayarlı bir bakış, yalanı gerçek görür. Mesela bu
dünyayı ahiretin yerine koyar. Kısayı uzun görür, bu kısa hayatı ebedi hayatın
yerine koyar. Günahı güzel görür, sevabı ve ibadeti çirkin görür. Batıla ayarlı
bir bakış aslında yalanı sahici görür. Yoku var görür. Ednayı ‘alâ görür,
süfliyi ulvi görür. cehennemi cennet görür. Yani bu bakışın gördüğü her şey
sahtedir, yanıltıcıdır. O nedenle batıl bakış serap görür. Çölde serap görmek,
çölde su görmek, aslında çölde su olduğunun delili olmaz. Olmayan bir şeyi
görmektir. Onun olmadığını anladığında iş işten geçecektir.
İşte
vahiyler insanın batılı Hakk, Hakkı batıl görmesini engellemek için ona bir
bakış açısı, bir koordinat, bir rehberlik sunarlar. Allah’ın gör dediği yerden
bakan, Allah’ın gösterdiğini görür, oradan bakan ise Hakkı Hakk bilir, hakkı
Hakk görür. Batılı batıl bilir ve onu da batıl görür.
inneHU 'Aliymun Bizatis sudur
şüphesiz O göğüslerin en mahrem sırlarını bilendir. Neden böyle bitti ayet?
Çünkü insanların hakkı batıl, batılı Hakk görme gerekçeleri çok farklıdır.
Kendilerine çok farklı şekillerde izah ederler. Kendilerini kandırma yöntemleri
farklıdır. Aldatma yöntemleri farklıdır. Herkesin mazereti farklıdır. Allah
herkesin hakikate yönelik mazeretlerini ta ciğerinden bilir.
25-) Ve "HU"velleziy yakbelüt tevbete
'an 'ıbadiHİ ve ya'fu 'anis seyyiati ve ya'lemu ma tef'alun;
O, kullarından
tövbeyi kabul eden, kötülükleri affeden ve yaptıklarınızı bilendir. (A.Hulusi)
25 -
Hem odur ki o, kullarından tevbe yi kabul eder ve kabahatlerden afiv buyurur ve
her ne yaparsanız bilir. (Elmalı)
Ve "HU"velleziy yakbelüt tevbete 'an
'ıbadiHİ ve ya'fu 'anis seyyiati ve ya'lemu ma tef'alun ve O
kullarının tevbelerini, kendisine yönelişini bağış ve af dilenişini kabul eder.
Günahlarını affeder ve yaptıklarınızı da bilir.
Yamuk, yani aciz tanrı
tasavvurundan kaynaklanan günahları bile bağışlar. Açılımı bu. Biraz önce
müşrik aklın kendini dahi savunmaktan aciz tanrı tasavvurunu dile getirmişti.
Sözüm ona onlar Allah’ı savunma adına Allah’ın kelamını inkar ediyor ve
resulüne iftira ediyorlardı. Bunu uydurup Allah’a attı, Allah’a iftira etti
diye. Bunun kendisi bir iftira idi. Yani Allah’ın kendisine yönelik bir
iftirayı engelleyemeyeceğini düşünüyorlardı. Zaten müşrik aklın en büyük
saplantısı Allah’ı inkarı değil (haşa), hatta onlar putları Allah gibi de
görmüyorlar, onun içindir ki müşrik hayatında Allah’ı temsil eden bir tek put
yoktur. Hiçbir put Allah’ı temsil etmez müşrik inancında. Hep Allah’a aracı
koydukları, bir takım melekleri temsil ettiğini düşündükleri, Allah’ın kızları
diye baktıkları, inandıkları bir takım melekleri ya da tabiat güçlerini temsil
ettiğini düşündükleri şekillerden ya da şekilsiz yontulardan müteşekkildi
putları. Allah’ı temsil eden bir tek put yoktur müşriklerin putperestliğinde.
Peki buna rağmen nasıl bir sapma
bu? İşte bu ayette de gördüğümüz gibi, ki bu pasajda gördüğümüz gibi uzak bir
Allah inancı. Hayata müdahil olmayan bir Allah inancı, sizi duymayan, sizi
görmeyen bir Allah inancı. Dolayısıyla ona ulaşmak için aracılar gereken bir
Allah inancı. Vasıtalar ve vesileler gereken bir Allah inancı ve bu aracılarla
ancak kendisine ulaşılabilen bir Allah inancı. İşte bu inançtan kaynaklanan tüm
şeyleri dahi Allah affeder, eğer bu inançtan vazgeçerse. Allah’a yönelirse.
Allah’ın şah damarından yakın olduğuna iman ederse, Allah bunu da affeder,
temizler, siler süpürür, el İslam yeci’bu ma kablehe diyordu ya efendimiz;
İslam kendisinden öncesini silip süpürür, temizler. İşte bunun gibi.
26-) Ve yesteciybülleziyne amenû ve amilus
salihati ve yeziydühüm min fadliHİ, vel kâfirune lehüm azâbün şediyd;
İman
edip imanın gereğini uygulayanlara icabet eden ve kendi lütfuyla onlara
(nimetlerini) arttırandır! Hakikat bilgisini inkâr edenlere gelince, onlar için
şiddetli bir azap vardır. (A.Hulusi)
26 -
Ve iman edip salih ameller yapanlara icabet buyurur, fazlından onlara ziyade de
verir, küfredenlere gelince onlara şiddetli bir azâb var. (Elmalı)
Ve yesteciybülleziyne amenû ve amilus salihati
ve yeziydühüm min fadliH inanan, inancını salih amelle perçinleyen
kimselerin dualarını kabul eder ve kendi lütfünden onların paylarını artırır. vel kâfirune lehüm
azâbün şediyd fakat hakkı inkar edenleri, yani kafirleri çetin bir
azap beklemektedir.
27-) Velev besetAllâhur rizka li ıbadiHİ le
beğav fiyl Ardı ve lâkin yünezzilu Bi kaderin ma yeşa'* inneHU Bi ıbadiHİ
Habiyrun Basıyr;
Eğer
Allâh, kullarının yaşam gıdalarını yayıp genişletseydi, arzda elbette
azarlardı! Ne var ki dilediğini bir ölçü ile indirir... Muhakkak ki O,
kullarında Habiyr'dir, Basıyr'dir. (A.Hulusi)
27 -
Bununla beraber Allah kullarına rızkı bol bol seriverse Arzda azar ve taşkınlık
ederlerdi. (Elmalı)
Velev besetAllâhur rizka li ıbadiHİ le beğav
fiyl Ard Hakkı inkar edenleri şediyd bir azap beklemektedir dedi 26.
ayet. Fakat neden beklemektedir. O azap onları burada kuşatsa, o azap onları
hemen bulsa. Neden onların burada, bu dünya hayatında bir elleri yağda, öbürü
baldadır. Neden bazılarının dişi bile ağrımaz Nemrut gibi. Neden dünyanın tüm
güzelliklerinden hoyratça ve sonsuzca istifade ederler. Neden bin bir türlü
nimet içinde yüzerler. Neden.. neden… neden..! işte o nedenlere harika bir
cevap geldi. Velev
besetAllâhur rizka li ıbadiHİ le beğav fiyl Ard ve eğer Allah
kullarına rızkı bol bol verseydi, rızkın önünü açsaydı, elbet yer yüzünde
azgınlaşırlar, azarlar, saparlardı.
Elâ ya'lemu men
halek. (Mülk/14) yaratan bilmez mi, yaratan yarattığını bilmez mi?
Bilir, eğer Allah insanoğluna rızkı, nimeti sınırsız verseydi yeryüzünde
azgınlık yaparlardı, azdıkça azarlardı diyor. Aslında şöyle bir etrafınıza
başınızı çevirip bakın, bu ayetin tecellisini, ve tezahürünü görürsünüz.
Azgınların sapkınların, firavunlaşanların Nemrut’laşanların, Kabil’leşenlerin (Karun’laşanların)
hep kendilerine sınamak için verilen nimetleri sanki bir emanet değil de bir
mülkmüş gibi görmelerinden kaynaklandığını anlarsınız. O nimetleri kendiliğinden
gelmiş zannetmelerinden, o nimetleri verenin Allah olduğunu unutmalarından
kaynaklandığını görürsünüz.
Tam bir
Karun kompleksi. Bunlar bana benim yeteneklerim sayesinde verildi diyordu
Karun. Yani bunlar benim. Dolayısıyla bunlarda kimin hakkı olabilir ki. Oysa ki
Allah aklımızın, havsalamızın almayacağı bir sır gereği, muhteşem bir düzen
kurmuştu. Kiminin payını kimine veriyor ve onun ona verip vermeyeceğini
gözlüyordu. Kiminin nasibini kiminin üzerinden veriyordu. Yoksulların payını
varsıllara veriyor, hem yoksulları sınıyor, hem de varsılları sınıyordu.
Yoksulları yoklukla sınıyor, varsılları varlıkla sınıyordu. Bakalım yoksullar
yokluğa sabredecek mi; Bakalım varsıllar varlığa sabredecek mi.
Varlığa
sabretmek, yokluğa sabretmekten hep zor oluyordu. Onun içim yokken sabredenler
varken sabredemiyorlar ve yoldan çıkıyorlardı. O nedenle bütünü gören Allah
parçayı görüp de kötü zanneden bizlere; parçanın hep kötü olmadığını, yani
mahrumiyetin bazen bir nimet olduğunu söylüyordu. Mahrumiyet nimettir diyordu
ve mahrumiyetin nasıl nimet olacağını da işte böyle ayetlerle belgeliyordu.
Eğer Allah açtıkça açsaydı önünüze dünya nimetlerini bu kez kendinizi kaybeder,
rabbinizi kaybederdiniz.
Söyleyin,
kendinizi vererek aldığınızdan neden kazançlı çıkarsınız. Kendinizi satarak
aldığınız hangi şey size ait olur ki, çünkü siz yoksunuz. Artık benim diyecek
ben yok ortada. Ben yoksa neyiniz var. O nedenle Allah kendinizi
kaybetmeyesiniz, rabbinizle ilişkinizi bozmayasınız, ebedi mutluluğu 3 günlük
hayata takas etmeyesiniz diye sınırlı verdi. Nimetlerini önünüze sınırlı serdi.
İyi ve
ihtiyaç olanı siz bilmezsiniz. Siz ihtiyacım diye bakarsınız, gerçek
ihtiyacınızı ise istemezsiniz. İstediğiniz ise sizin ihtiyacınız değildir. Siz
iyi diye görürsünüz, aslında sizin için iyi değildir. Bütün içinde gördüğünüzde
onun sizin için kötü olduğunu anlarsınız. Ama siz parçaya yoğunlaşırsınız.
Parçada iyi gibi durur, fakat bütünde sizin belanızdır o. Siz iyiliğini
istiyorum diye ağzınızla belanızı istersiniz. Onun için Allah sizin iyiliğinizi
ister, hayrınızı ister. Vermiyorsa kimi zaman sizin için vermez. Yani
vermemesinden çıkarı olan yine sizsiniz.
ve lâkin yünezzilu Bi kaderin ma yeşa'
lakin o dilediğine akıl ermez bir ölçü ile indirmektedir.
Yünezzilu diyor, sanki vahyi indiriyor gibi rızkı da indirdiğini
ifade buyuruyor. Sanki gökten vahiy gibi rızık iniyor. Adeta bunu anlıyoruz.
Yani dilediğine de ölçüyü açtıkça açar. Neden açar? Neden kısar? Dediğim gibi
ancak özüne Allah’ın vakıf olacağı bir sırdır bu. Dolayısıyla rabbimizin
insanlığa rızkı, nimeti verirken hangi ölçüye göre davrandığı gaybi bir
hakikattir. Bize düşense, mü’mine düşen ise O’nun ölçüsünde adil olduğuna, en
iyiyi bildiğine, bizim için en güzeli yaptığına imandır.
Fakat bu rızkı aramanın önünde
bir engel değildir, çünkü size ayrılan payın ne kadar olduğunu siz asla
bilmiyorsunuz. Size bir pay ayrılmıştır, fakat siz o ayrılan payı almak için el
uzatmaz, çaba göstermez, çalışmaz didinmez, yırtınmazsanız o pay orada durur,
siz de burada bomboş durursunuz, aç bilaç durursunuz ve bunun sorumluluğunu
Allah’a atamazsınız, kendinize atabilirsiniz. Sorumlu sizsiniz. O payı
almadınız için, hatta size ayrılan o payı almamakla da ayrıca sorumlusunuz.
Onun için ki; Ve
en leyse lil İnsani illâ ma se'a. (Necm/39) insan için ancak
çalıştığı kadarı vardır. Çabasının karşılığı vardır der Kur’an.
[Ek bilgi; ALLAH’A YAKINLIK
Bütün hayır haddi bilmekle ve
O’na razı olmaktadır. Bununla beraber başkalarının hiçbir şeyine dikmemektedir.
Başka bir şeye iltifat etmemektedir. Çünkü o baktığın ve arzu ettiğin şey üç
kısma ayrılır.
Birincisi senin nasibin
olmasıdır.
İkincisi başkasının nasibi
olma ihtimali
Üçüncüsü ne senin, ne de
başkasınındır. İhtimal ki Allah’u teala onu bir tecrübe vasıtası olarak
yaratmıştır.
Baktığın şey her ne ise, eğer
o sana nasip olmuşsa ihtirasa düşüp ardından koşsan da gelir, koşmasan da.
İstesen de gelir İstemesen de.
Bu hale göre mutlaka onu elde
etmek için çırpınman ve edebe uymayan bazı hareketler yapman sana yakışmaz. Bu
hal ilim ve akıl ölçüsüne vurulursa hiçte sevilen bir şey olarak meydana
çıkmaz.
Eğer o şey başkasının nasibi
ise çırpınman niçin. Çünkü o şey sana hiçbir zaman gelmez.
Yine o şey ihtimal ki hiç
kimsenin nasibi değildir fitne ve tecrübe için yaratılmıştır. Böyle olduğuna
göre akıllı olan bir kimse nasıl nefsi için öyle bir fitneyi ister ve kendine
celp etmeyi arzu eder.
Bu izahlardan anlaşılıyor ki
selamet ve iyilik manevi hali muhafazada ve haddi tecavüz etmemededir.
(Gavs-ı Azam Ş. Abdülkadir Geylâni
– Fütuh’ül Gayb S/28-29)]
inneHU Bi ıbadiHİ Habiyrun Basıyr
çünkü O kullarının her halinden haberdardır, her şeyi görmektedir. Böyle bir
ayet böyle bitmeliydi değil mi, ilahi hikmettir, imtihan sırrıdır. Zuhruf/33
öyle diyordu ya; Eğer insanlar küfürde birleşmeyecek olsalardı, onların
evlerinin tavanlarını ve merdivenlerini, taraçalarını gümüşten yapardık.
Küfürde birleşmeyecek olsalardı. Küfür üzerinde tek ümmet olmayacak olsalardı.
Bu gerçekten çarpıcı bir ayet,
bizim için iyi olanı Allah’ın bildiğine iman, imanın parçasıdır. Bizi bizden
iyi bildiğine iman imanın cüzüdür.
Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
153.
videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder