19 Haziran 2013 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. ŞURA (33 - 37) (153-C)



B sayfasından devam


33-) İn yeşe' yüskinirriyha feyazlelne revakide alâ zahrih* inne fiy zâlike le âyâtin likülli sabbarin şekûr;

Eğer dilerse, rüzgârı durdurur da (rüzgârın gücü ile akıp gidenler, denizin) üzerinde durup kalırlar... Muhakkak ki bunda çok sabreden ve çok şükreden herkes için elbette işaretler vardır. (A.Hulusi)

33 - Yine onun âyetlerindendir denizde o dağlar gibi akanlar, dilerse o rüzgârı durduruverir de sırtı üzerinde dura kalırlar, şüphesiz ki bunda nice âyetler var: çok sabırlı çok şükredici her kimse için. (Elmalı)


İn yeşe' yüskinirriyha feyazlelne revakide alâ zahrih dilerse rüzgarı kesiverir de o zaman denizin üzerinde hareketsiz kala kalırlar. Allah’ın desteği rüzgar biçiminde ifade edilmiş. Hani Türkçede de vardır rüzgarı arkasına almak, bir yelkenli rüzgarı arkasına alırsa hiçbir çaba göstermeden gider rotasına doğru. Peki tersi nedir? Rüzgarı karşısına almak, Allah’ın desteğini almamak yani. Rüzgara karşı kürek çekmek. Nasıl bir şey, devam edelim o zaman;

inne fiy zâlike le âyâtin likülli sabbarin şekûr şüphesiz bunda da sabır ve şükürle direnen herkes için ibretler vardır. Sabrı ve şükrü hayat tarzı haline getiren diye çevirmek lazım. Sabbar ve şekûr. Normal bir sabır değil, sabrı hayat tarzı haline getirmek. Sadece göğüs germek değil, göğüs gerdiğiniz gibi hamd etmek ve şükretmek. Yani rabbim sadece verince şükretmem, alınca hamd ederim. Çünkü sen vermiştin, sen aldın. Çünkü bir daha verecek olan da sensin. Çünkü daha küçüğünü aldın belki daha büyüğünü vermek için. Onun için hamd ederim. Dolayısıyla nereden bakarsan bakayım sadece verince değil, alınca da hamd ederim.


34-) Ev yubıkhünne Bima kesebu ve ya'fü an kesiyr;

Yahut kazandıkları yüzünden onları helâk eder. (Allâh) birçoğunu da affediyor. (A.Hulusi)

34 - Yahut da onları içindekilerin kazançlarıyla helâke sürükler, bir çoğundan da afiv buyurur. (Elmalı)


Ev yubıkhünne Bima kesebu ya da onları kazançlarıyla birlikte helak ediverir. Bu üçüncüsü. Birincisi rüzgarı arkasına almak, ikincisi rüzgara karşı kürek çekmek, bu üçüncüsü ise felaket, helak olmak, kazandıklarıyla birlikte, son şık bu. Batış, helak anlamına gelir. Yubıkhünne diğer ikisi rüzgarı arkasına almak ve rüzgara karşı kürek çekmek demiştik. Nasıl anlaşılmalı bu üç madde?

1 – İlahi desteği elde etmek.
2 – İlahi destekten mahrum kalmak.
3 – şimdi okuduğum metin ise batmak, tamamen batmak. Allah korusun tabii. İnsan Allah’ın yardımından mahrum kalırsa batmaktan başka gideceği yol yok.

ve ya'fü an kesiyr yine de bir çoğunu affetmekteyiz, affetmektedir daha doğrusu.


35-) Ve ya'lemelleziyne yücadilune fiy âyâtiNA* ma lehüm min mahıys;

Tâ ki işaretlerimiz hakkında mücadele edenler, kendileri için bir kaçış yeri bulunmadığını bilsinler. (A.Hulusi)

35 - Hem bilsinler diye o âyetlerimizde mücadele edenler ki kendileri için kaçacak yer yoktur. (Elmalı)


Ve ya'lemelleziyne yücadilune fiy âyâtiNA* ma lehüm min mahıys ve ayetlerimiz hakkında polemik yapanlar asla sığınacak bir delik bulamayacaklarını iyi bilmelidirler.

Ayetler hakkında polemik yapmak, muğalata yapmak. Bu aynı zamanda ilahi ayetler olan tabii kanunlara riayet etmemizi de ifade ediyor. Ki oradan yola çıkarak hangi sonuca ulaşabiliriz? Eğer dünya da başarılı olmak istiyorsanız dünyada Allah’ın koyduğu ilahi tabii kanunlara uymanız lazım. Eğer denizde gitmek istiyorsanız Allah’ın suya koyduğu yasalara uymanız lazım. Eğer havada uçmak istiyorsanız aerodinamiğin, hava dinamiğinin yasalarına uygun olarak araçlar yapmanız lazım. Yani Allah’ın yasalarına hangi alanda uyarsanız, o alanda başarılı olursunuz. Bir uçak imal etmek için Allah’ın aerodinamik yasalarına. Bir ısı ile giden araç imal etmek için Allah’ın termodinamik yasalarına. Bir su ile giden araç, suda giden araç yapmanız için Allah’ın suya koyduğu su dinamiği yasalarına uygun davranmanız lazım.

Dünya da böyle de ahirette böyle değil mi? Ahirette de cennete kavuşmanız için Allah’ın sizin için koyduğu ahlak yasalarına uymanız lazım. Yani hayatta ne başarı elde edecekseniz dünyevi ya da uhrevi. Teknolojik ya da siyasi. Ekonomik ya da dini hangi alanda başarılı olmak istiyorsanız Allah’ın o alanda koyduğu yasasına uyacaksınız. Mü’min ya da kafir bu yasaya uyduğu kadar başarılı olabiliyor. Dünya da ya da ahirette. Ekonomi alanında ya da teknoloji alanında. Siyasette, ya da ticarette fark etmiyor. Allah’ın koyduğu yasalara uygun davranmıyorsanız, ne kadar uygun davranıyorsanız o kadar başarı sizi buluyor.


36-) Fema utiytüm min şey'in femeta'ul hayatid dünya* ve ma 'indAllâhi hayrun ve ebka lilleziyne amenû ve alâ Rabbihim yetevekkelun;

Size verilmiş olan şeyler, dünya (dünya = en sefil, anlamında) hayatının zenginliğidir! Allâh indîndekiler ise, iman edip Rablerine tevekkül edenler için daha hayırlı ve daha kalıcıdır. (A.Hulusi)

36 - Hasılı size verilmiş bulunan şeyler hep Dünya hayatın geçici metaıdır, Allah yanındaki ise daha hayırlı ve daha bekalıdır fakat o kimseler için ki iman etmişlerdir ve rablerine itimat ederler. (Elmalı)


Fema utiytüm min şey'in femeta'ul hayatid dünya imdi, yeni bir pasaja girdik; size verdiğimiz her şey dünya hayatının kısa vadeli, geçici, tüketilebilen bir hazzıdır. ve ma 'indAllâhi hayrun ve ebka ama Allah katında bulunan daha değerli, daha kalıcıdır.

Bir üstteki ayette yaptığımız yorumları bu ayetle birleştirelim lütfen. Tamam, dünyada hangi alanda başarılı olmak istiyorsanız Allah’ın o alan için koyduğu yasayı uygulayacak, ilahi yasaları keşfedeceksiniz. Ama ey insan öncelik sırasını başarıda ahirete ver. Allah katında ki başarı senin için çok daha hayırlıdır. Allah’ın başarı dediği hususta başarılı olmaya kalk, o alanda çalış. Onun içinde Allah katında ki daha değerlidir diyor.

lilleziyne amenû ve alâ Rabbihim yetevekkelun bu iman eden ve rablerine güvenen kimseler için böyledir. Evet, bir mü’min için başarının tanımı sadece dünya ile sınırlı bir tanım olamaz. Dünya bütün bir hayatın küçük bir parçasıdır. Hatta aşağı bir parçasıdır. Bir bütünün küçük ve aşağı bir parçasına kilitlenerek bütünü unutmak, göz ardı etmek bir mü’minin yapacağı iş değildir. Dolayısıyla mü’minler bir bütünü kendi bütünselliği içinde algılarlar ve başarıya da böyle bir tarif getiriler. Onun için iman eder ve rablerine güvenirler.

Bu ayet Hz. Ali’ye göre malının tümünü tasadduk eden Hz. Ebu Bekir in bu davranışına, etraftaki bu davranışı sindiremeyen, ya da algılayamayan müşriklerin itirazı, ya da onu kınaması üzerine indiğini söyler. Ki, Resulallah Onun bu davranışına engel olmamıştı.

Malının tamamını Allah yolunda harcamak. İşkence gören ilk Müslümanları zayıf ve köle Müslümanları satın alıyorlar ve azad ediyordu Hz. Ebu Bekir. 20 ye yakın böyle köleyi azad ettiğini biliyoruz. Gerçekten de bu asil davranış Hz. Ebu Bekir’i, Hz. Ebu Bekir yapan bu asil davranış Allah tarafından övülmüş ama etraf ve çevre tarafından anlaşılamamıştı. Bir insan elinde ki avucunda kini henüz görmediği bir karşılık için nasıl bu kadar cömertçe verebilirdi. Bunu iman etmemiş insanlar anlayamıyorlar.

Peki bu davranışın temelinde ne yatabilirdi? Tevekkül, yani Allah’a güven. İman güvene dönüşürse, iman ahlaka dönüşürse işte böyle olur. Hatta kendisine; Kendine ve ailene ne bıraktın dediğinde Allah resulü “Allah’ı bıraktım ya Resulallah” demişti Hz. Ebu Bekir. Evet, kendine ve ailesine Allah’ı bırakmak. Tabii bu iman alanında işlenecek muhteşem bir amel. Kişinin ameli imanını geçmemeli. Eğer amel imanı geçerse iman altında kalır ve Allah’a fatura çıkar. Bunu Ebu Bekir’ler yapabilir.

Onun içindir ki Resulallah başkaları bunu yaptığında engel oldu. Mesela Ka’b Bin Malik. Tevbe suresinin inişinden sonra Tebuk seferine mazeretsiz katılmadığı için kendisi Resulallah tarafından haklarında hüküm ininceye kadar tecritle cezalandırılmış, haklarında affedici ayet indiğinde göz yaşları içinde Resulallah’ın yanına gelip; “Ya Resulallah malımın tamamını Allah yolunda tasadduk etmek istiyorum.” Deyince; “Hayır olmaz.” Demişti. O halde yarısı olsun, hayır olmaz. O halde 1/3 olsun deyince ona evet demişti Resulallah. İşte bu.

Aslında burada güven; iman eden ve Allah’a güvenenler diye bitiyor. İman eden ve salih amel işleyen diye biterdi, hatırlayın hep bu ikili gelirdi. Aslında tevekkül salih amelin yerine konmuş burada Yani iman ve salih amel. Salih amel imanın dış göstergesi, tevekkülse imanın iç göstergesi sayılıyor.


37-) Velleziyne yectenibune kebairel ismi velfevahışe ve izâ ma ğadıbuhüm yağfirun;

Onlar ki suçun büyüklerinden (şirk, iftira) ve açık çirkinliklerden kaçınırlar; öfkelendiklerinde bağışlarlar. (A.Hulusi)

37 - Ve onlar ki günahın büyüklerine ve açık çirkinliklere uzak bulunurlar ve her gadablandıkları vakit da onlar kusur örterler. (Elmalı)


Velleziyne yectenibune kebairel ismi velfevahış işte onlar büyük günahlardan ve hayasızca davranışlarından kaçınırlar. Kebair insanın yüzünü Allah’a karşı kızartan günahlar. Fevahiş ise insanın yüzünü insana karşı kızartan günahlar diye anlayabiliriz. ve izâ ma ğadıbuhüm yağfirun dahası öfkelendikleri zaman bile affetme erdem ve yüceliğini gösterirler.

Evet, öfkelenmezler demiyor, İnsan öfkelenir. Öfke tabi ve fıtridir. Fakat iş öfkelendiğinde frene basabilmek, onu tutabilmek. Öfkelendiğinde aklını öfkesine kurban etmemektir. Hani yine bir başka ayette vel kazımiynel ğayza vel afiyne aninNas. (A. İmran/134) buyuruyordu ya. Öfkelendiklerinde öfkelerini yutarlar ve insanları bağışlarlar. Onun için asıl yiğitlik öfkelenmemek değil, öfkelendiğinde öfkesinin aklını bastırmasına izin vermeyendir.


Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
153. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder