B sayfasından devam
32-)
Nüzülen min Ğafûrin Rahıym;
"Rahıym
Ğafûr'dan (Cemâl vasıflarından) bir nüzûl (açığa çıkış) olarak." (A.Hulusi)
32 - Konuklu
olarak, mağrifet-ü rahmetine nihâyet olmayan bir gafuri rahimden. (Elmalı)
Nüzülen
min Ğafûrin Rahıym sınırsız bir bağış
ve rahmet kaynağı tarafından bir ağırlama olarak.
Nüzülen,
ağırlama, uzun yoldan gelmiş ağır bir konuğun önüne çıkarılmış mükellef sofraya
nüzül denir. Kur’an ın inişine de nüzul denir unutmayalım. Kur’an da nüzul
etmiştir. Yani mükellef sofra ziyafet sofrası için kullanılan kelime Kur’an ın
inişi için de kullanılmıştır. Dolayısıyla Kur’an insanlığın önüne indirilmiş
bir gök sofrasıdır, ilahi bir gök sofrası. Yani insanlık vahye davet edilmekle
Allah’ın sofrasına davet edilmiştir, gök sofrasına. Tüm peygamberler insanları
bu ilahi sofraya davet eden, yani sonsuz nimetlerden yemek için, sonsuz
güzelliklere kavuşmak için bu sofranın başına gelmeniz lazım diyen
davetçilerdir.
33-)
Ve men ahsenü kavlen mimmen dea ilAllâhi ve amile salihan ve kale inneniy minel
müslimiyn;
Allâh'a
çağıran, imanın gereğini uygulayan ve: "Muhakkak ki ben mutlak teslimiyeti
yaşayanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kimdir? (A.Hulusi)
33 - Ben
şüphesiz Müslümanlardanım deyip salâh ile çalışarak Allaha davet eden kimseden
daha güzel sözlü de kim olabilir? (Elmalı)
Ve men
ahsenü kavlen mimmen dea ilAllâhi ve amile salihan ve kale inneniy minel
müslimiyn Allah’a davet eden, dürüst
ve erdemli davranan, salih amel işleyen ve elbette ben kayıtsız şartsız Allah’a
teslim olanlardanım diyenden daha güzel sözlü biri olabilir mi? Kim olabilir
ki?
Evet,
burada gerçekten de harika bir ibare ile karşı karşıyayız. Allah’a davet, yani
kendine davet değil. Ve men ahsenü kavlen mimmen dea ilAllâh Allah’a
davet edenden, kendine davet değil, Allah’a davet, iyiye davet belki. Allah’a
davet iyiye davettir, iyiliğe davettir aslında. Güzelliğe davettir. Ki burada,
bu ayette 3 unsur var.
1
- İman,
2
- Nimet ve
3
- davet. Onu görüyoruz.
Allah’a
davet; ve amile salihan salih amel işleyen, amel var. Üçüncüsü de iman
var ve
kale inneniy minel müslimiyn ben
Allah’a kayıtsız şartsız teslim oldum diyen. Bu üç unsur birbirinden ayrılamaz.
Amel iman üzerine inşa edilir, davet amel üzerine inşa edilir. Buradan bunu
görüyoruz. Yani insanın iyi davranışları iman üzerine inşa edilirse iyi olur,
değer bulur. İnsanın daveti salih amel üzerine inşa edilirse etkili olur.
Muhatap üzerinde tesiri olur. Buradan onu anlıyoruz.
34-)
Ve lâ testevil hasenetü ve les seyyietü, idfa' Billetiy hiye ahsenü feizelleziy
beyneke ve beynehu adâvetün keennehu veliyyün hamiym;
İyilik,
kötülük ile eşdeğer olmaz! Sen en güzel olan ile (kötülüğü) uzaklaştır... O
takdirde görürsün ki, seninle düşmanlığı olan kimse, sanki sımsıcak bir
dosttur! (A.Hulusi)
34 - Hem
hasene de müsavi olmaz seyyie de, seyyieyi en güzel olan hasene ile defet o
vakit bakarsın ki seninle arasında bir adâvet bulunan kimse yakılgan bir hısım
gibi olmuştur. (Elmalı)
Ve lâ
testevil hasenetü ve les seyyieh
mademki iyilikle kötülük bir olmaz, aslında tam olarak tercüme edersek;
iyilikte, kötülükte bir olmaz. O halde idfa'
Billetiy hiye Ahsen sen tezini en
güzel biçimde savun. Sen muhatabına karşı en güzel savunmayı tercih et. feizelleziy beyneke ve beynehu adâvetün keennehu veliyyün
hamiym bak gör o zaman seninle
arasında düşmanlık olan biri bile sanki sımsıcak bir dost kesiliverecektir.
Hani buna benzer başka ayetler de
vardı Kur’an da; Ud'u ila sebiyli Rabbike Bil
hikmeti velmev'ızatil haseneti ve cadilhüm Billetiy hiye Ahsen.
(Nahl/125) Rabbimin yoluna hikmetle çağır, ve güzel öğütle çağır ve onlarla en
güzel biçimde mücadele et.
Bu ayetlerin 9. yılda indiğini
hatırlatırım. Nübüvvetin, peygamberliğin 9. yılında inmiş bir ayetle karşı
karşıyayız. 9. Yıl neyi ifade eder? Resulallah’ın hayatının en zor yıllarından
birini ifade eder. Onun için hüzün yılı adı verilmişti bu yıla, unutmayın. En
yakınlarını, em sevdiklerini kaybetmiş ve müşrik Mekke toplumu o yıl
azgınlaştıkça azgınlaşmış, Resulallah’ın artık canına kastedecek kadar
saldırılarını yoğunlaştırmıştı. Böyle bir ortamda Resulallah’a verilen tavsiyeye
öğüde bakın, tezini güzel savun Onlarla en güzel yöntemle mücadele et. Yani
sana düşman dahi olsa dost etmeye bak. Onun dostluğunu kazanmaya çalış.
Buyurun, işte Kur’an i ahlak bu, Bu çok önemli.
35-)
Ve ma yülekkaha illelleziyne saberu* ve ma yülekkaha illâ zü hazzın azıym;
(Bu özelliğe) sadece
sabredenler kavuşturulur... (Bu sabıra da) sadece büyük nasip sahipleri kavuşturulur. (A.Hulusi)
35 - O
rütbeye ise ancak sabredenler kavuşturulur ve o rütbeye ancak büyük bir hazz
sahibi olan kavuşturulur. (Elmalı)
Ve ma
yülekkaha illelleziyne saberu ne ki,
bu meziyete sadece sabrı hayat tarzı bilenler ulaşabilir.. Öyle değil mi ama,
bu kolay bir şey mi. Düşmanların senin canına kastedecekler, ama sen onlarla
acaba içlerinden bir dost daha kazanabilir miyim endişesiyle muhatap olacaksın,
böyle bir üslup geliştireceksin. Yani seni öldürmeye gelen sende dirilsin
diyeceksin ve böyle bir yol benimseyeceksin.
Bu
kolay mı? Bu çok zor, bu çok zor olan şeyi yapmanın iki temel şartı vardır
diyor şu ayet, 35. ayet.
Bunlardan
birincisi sabır, yani direniş. İyi olmanın bedelini ödemede diremiş. Çünkü iyi
olmak bedel ister. Kötü olmak bile bedel isterken iyi olmanın bedeli olmasın
mı. İyide ısrar. Burada sabırdan murat bu. Bu kepsi olandır, yani size düşen,
sizin yapacağınız şey. Ama bu bile yeterli değil. Bu yarısı başarının. Kepsi
olan yani kulun gücünün içinde olan şey. Bir de Vehbi olan var. Yani siz size
düşeni yapınca diğer yarısını da Allah verecek. O neymiş ona geçelim;
ve ma
yülekkaha illâ zü hazzın azıym yine
buna ancak kendisine büyük bir pay ayrılanlar ulaşabilir. Evet, bu da diğer
yarısı. Vehbi olan da bu. İlahi yardım. Bu sekinet, güç, akla güç, tasavvura
güç, şahsiyete güç, kalbe güç imana güç, yani insanın maddi ve manevi nesi
varsa ona takviye. Biraz önce tefsir etmiştik, yani insanın iç dünyasına
yapılan takviye mutlaka bir biçimde fiziki olarak dış dünyasına yansıyor.
İnsanın içinde ki potansiyeli maksimum seviyede harekete geçirmek, kinetize
etmek.
İşte
Allah’ın vereceği pay, daha doğrusu bu pay ekleyeceği paydır. Eğer insan bittim
derse, bittiği noktaya kadar direnirse pay gelir, takviye güç gelir
Allah’tan 35. ayetin ikinci yarısı işte
o haz, o paydan söz ediyor.
Burada
şöyle bir cümleyi artık kurabiliriz. Sabır iradenin şükrü, pay ise şükrün
ödülüdür. İradenin şükrünü eda edene Allah ödül verir, pay verir, takviye
gönderir.
36-)
Ve imma yenzeğanneke mineş şeytani nezğun feste'ız Billâh* inneHU HUves
Semiy'ul 'Aliym;
Eğer
şeytandan bir etki seni tahrik ederse, hemen Esmâ'sıyla nefsinin hakikati olan
Allâh'a sığın (Esmâ'sının, hakikatin olan
kuvvelerini harekete geçir)! Muhakkak ki O,
"HÛ"; Semi'dir, Aliym'dir. (A.Hulusi)
36 - Şayet
seni Şeytandan bir dürtüş dürtecek olursa hemen Allaha sığın (istiaze et) çünkü
odur ancak işiten bilen. (Elmalı)
Ve
imma yenzeğanneke mineş şeytani nezğun feste'ız Billâh ve eğer şeytan tarafından ısrarlı bir ayartmaya maruz
kalırsan hemen Allah’a sığın. Aslında oradaki “vav” biraz açışlım istiyor. Buna
rağmen yine de son şeklini almaz. Yani yine de mutlak güvencede değilsin.
Nedir? Seni ayartmaya çalışan olacaktır, duygular olacaktır. Yani Allah pay
verir, kepsi olanı kazanırsın sabırla, direnişle. Onun arkasından Allah’tan da
pay alırsın, ama tamam, işte artık olduk, bittik, yettik, artık benim sırtım
yere gelmez, artık imanımı güvenceye ve garantiye aldım diyemezsin. Yani
ölmediğin sürece bu anlamda sınırsız bir garanti yok.
Ne
olabilir? Şeytan dürtebilir, şeytan ayartabilir, şeytanın ayartmasına daima
maruz kalacaksın. O zaman ne yapayım dersen cevap şu; feste'ız Billâh Allah’a sığın.
inneHU
HUves Semiy'ul 'Aliym çünkü O her
şeyi işitendir, her şeyi bilendir. Dahası O senin kendisine yalvarıp yakarmanı
işiten, senin zayıf bir insan olduğunu çok iyi bilendir. Elâ ya'lemu men halek.(Mülk/14)
yaratan bilmez mi..!
Yanlışı
yenmenin yolu gösteriliyor burada. Önemli bir nükte var. Neden şeytanla izah
edilir insanın kötülükleri? Neden şeytana atfedilir? Şunun için; kişiyi yaptığı
hata ve günahla özdeşleşmemek için. Çünkü insan yaptığı hata ile aynılaşırsa, özdeşleşirse o hataya karşı
savaşamaz, kendine karşı savaşamaz. Burada soyutlamayı öğretiyor Kur’an. Eğer
hatayı kişi soyutlaya bilirse ona karşı savaşabilir. Yani kendisine karşı savaşmadığını
bilir. Kendisini savunmak için hataya karşı savaşır. Onun için Kur’an şeytan
kavramı ile insanın yaptığı günahları sapmalarını, yozlaşmalarını, hatalarını
daima bunlarla kendini özdeşleştirmemesi, bunları kurtulunacak bir yük olarak
görmesini temin için, böyle bir tasavvur inşa için böyle bir
kavramsallaştırmaya gider. Yani kişi kendisine karşı savaşamaz.
Hatanı
karşına bir vurulacak hedef olarak dik ve ona nişan al ve vur. Ama vurulacak
hedef olarak kendini dikemezsin, kendini kendinle vuramazsın. Dolayısıyla önce
hata ile özdeşleşmemeyi, onu ayıklanması gereken pirincin içine düşmüş bir taş
gibi görmeyi denemelisin, tasavvurun böyle kurulmalı. İşte şeytana yapılan
vurgular, insanın yanlışlarında, yamukluklarında, hatalarında, günahlarında,
sapmalarında şeytana yapılan vurgu, onun suçu, hatayı, günahı kendisiyle
özdeşleşmemesi için bir tasavvur inşasıdır.
Burada büyük
İslam alimlerinden birinin bu tip ayetlere getirdiği şu güzel yorumu da
hatırlamak gerekir. Şeytan insanın imanına saldıran, saldırgan bir köpek gibi
temsil edilir. Saldırgan bir köpeğe karşı iki şey yapabilirsiniz. 1 – Ya
üzerine yürür onu kovalamaya çalışırsınız, ki bu takdirde köpekle baş
edemeyebilirsiniz. O sizden üstün çıkabilir. Hatta onun saldırganlığını
artırabilirsiniz.
Daha
garantili bir yöntem var. Köpeği sahibine bağlatmak. İşte feste'ız Billâh
köpeği sahibine bağlat, Allah’a sığın. Burada tabii şeytan tasavvurlarımızı da
inşa eden bir yapı var. Çünkü şeytanı Allah’ın negatifi olarak görmemiz nehy
edilmiş. Yani kötülük tanrısı diye bir batıl şeytan tasavvuru şirktir. Şeytan
Allah’ın kuludur. Asi bir kuludur. Yani imtihana aracı kılınmış bir kul.
Dolayısıyla bu noktada da onu isterse bağlar anlamına da gelir.
inneHU
HUves Semiy'ul 'Aliym O her şeyi
işitir ve her şeyi bilir.
37-)
Ve min âyâtiHilleylü ven neharu veşŞemsü vel Kamer* lâ tescüdu lişŞemsi ve lâ
lil Kameri vescüdu Lillâhilleziy halekahünne in küntüm iyyahu ta'budun;
Gece (Bâtın - içsellik) ve gündüz
(zahir - dışsallık), Güneş (akıl) ve Ay (duygusallık) O'nun işaretlerindendir! Güneş'e de Ay'a da secde etmeyin
(tapınmayın);
onları yaratmış olan Allâh için secde edin (Esmâ
boyutunun ilhamı olan sezgilerinize kulak verin. Çünkü daima işin doğrusunun ne
olduğunu size söyleyecek bir ses vardır içinizde, bir şey yapmadan önce); şayet O'na kulluğunuzun bilincine ermişseniz! (37. âyet secde âyetidir.)
(A.Hulusi)
37 - Ve
onun âyetlerindendir leyl-ü nehar, şems-ü kamer; şems-ü kamere secde etmeyin de
onları yaradan Allaha secde edin, gerçek ona ibadet edeceksiniz. (Elmalı)
Ve min
âyâtiHilleylü ven neharu veşŞemsü vel Kamer
ve gece ile gündüz, güneş ile ay O’nun ayetlerindendir. Yani bir üstteki ayetle
irtibatı, Yahu Allah nasıl bağlar diye düşünüyorsanız eğer, Allah güneşi, ayı,
geceyi, gündüzü yerine yerleştirdi. Onlara yörünge tayin etti. Siz böyle bir
Allah’ın gücünün yetmediği bir alan olduğunu mu düşünüyorsunuz. Bu, böyle bir
yamuk düşünceyi ret için, nefy için böyle bir konuya girdi.
lâ
tescüdu lişŞemsi ve lâ lil Kamer şu
halde ne güneşe secde edin, ne de aya vescüdu
Lillâhilleziy halekahünne in küntüm iyyahu ta'budun eğer özellikle O’na kulluk ettiğinizi düşünüyorsanız,
ki böyle çevirmek daha doğru. Biraz serbest bir çeviri oldu bu. Özellikle O’na
kulluk ettiğinizi düşünüyorsanız onları da yaratan Allah’a, sadece Allah’a
secde edin. Yani burada güneşe, aya tapan birilerinin olduğunu anlıyoruz, bu
ayetlerin muhatapları arasında.
Zaten
dünyada geçmişte müstakil olarak güneş tanrısı diye bilip, işte eski Mısır,
işte eski Mezopotamya, işte Sabii inancı, işte Harranlılar. Yani dünyada gök
cisimlerine tapan inanç sistemleri hep olmuş. Ama bölgede de biz olduğunu
biliyoruz . Arap putlarından birisi Güneş mesela. Benu Temim’in putu güneş.
Onun için abduşşems koyuyorlar, güneşin kulu. Aslında Benu Temim’in putunun
kulu olmuş oluyor bu.
Yine
Kinane kabilelerinden bazılarının putu ay. Ay putuna taparlardı. Hatta Ved
dedikleri putun, Kur’an da ved ismi ile geçen putun ay putu olduğu da söylenir.
Yani şu veya bu tarihi malumat bir tarafa, burada muhataplara; Siz eğer Allah’a
doğru bir biçimde kulluk etmek istiyorsanız, Allah’ın yarattıklarına kulluk
etmeyi bırakın. Çünkü müşrikler Allah dışında bir şeyleri tanrı ittihaz
edenler, aracı bilenler, aslında Allah’ı inkar etmiyorlardı. Onları Allah’a
ulaştıran aracılar görüyorlardı.
Onun
içinde bu ayette nasıl yaratanla yaratılanı eş tutarsınız. Sizde yaratıldınız.
Kaldı ki sizden aşağı değerde olanları Allah’la sizin aranıza aracı koyma da
nerden çıktı. Yani değerli biri, değersiz bir şeyi aracı kılıyor. Değerli olan
insan kendisi için yaratılmış olan ayı, Allah ile arasına aracı kılıyor. Oysa
ay senin için yaratıldı, sen ay için değil. Güneş senin için yaratıldı, sen
güneş için değil. Yani belki zımnen sonuç şu; Allah’ın yerleştirdiği yeri
bozmayın. Eşyanın hiyerarşisini bozarsanız, bilmek zaten Allah’ın bir şeyi
koyduğu yeri bilmektir. Eşyanın hiyerarşisini bozarsanız böyle şaşırırsınız,
alt üst olursunuz.
38-)
Feinistekberu felleziyne 'ınde Rabbike yüsebbihune leHU Bil leyli ven nehari ve
hüm lâ yes'emun;
Eğer
benlik - kibir taslamakta devam ederlerse, (bilsinler
ki) Rabbinin indînde (nefslerinin hakikatinin bilincinde) olanlar hiç usanmaksızın gece, gündüz O'nu tespih ederler
(Rablerine kulluk işlevinin farkındalığıyla
yaşayarak)! (A.Hulusi)
38 - Buna
karşı kibr etmek olsun ki rabbinin huzurundakiler gece ve gündüz ona tesbih
ederler, hem onlar usanmazlar. (Elmalı)
Feinistekberu
felleziyne 'ınde Rabbike yüsebbihune leHU Bil leyli ven Nehar fakat küstahça büyüklük taslamaya kalkarlarsa iyi
bilsinler ki rabbinin huzurundakiler gece gündüz O’nun yüceliğini anmaktadırlar. ve hüm lâ yes'emun
hem de hiç bıkıp usanmadan.
Burada
belki hemen yukarıda ki ayetlerle, özellikle 30. ayette ki tetenezzelü
aleyhimül Melaike ibaresinde ki melekler ile bir irtibat kurulabilir.
Rabbinin katında olup O’nun yüceliğini sürekli ananlar var. Ama sadece melekler
değil, O’na mut’i kullarda bunun içine girse gerektir. Ya eyyühen Nasu entümül fukarâu ilAllâh* vAllâhu
"HU"vel Ğaniyy.. (Fatır/15) ey
insanlık, siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise hiçbir şeye muhtaç değildir. Kendi
kendisine yetendir. Fatır/15 ayetini de hatırlayalım bu arada. Yani insandan
Allah’a kul olması beklenirken bundan Allah’ın çıkarı yok, insanın çıkarı var.
İnsan kendi çıkarını astığı için şirk yasaklanmıştır.
Devam ediyor
D sayfasına geçiniz.
151.
videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder