B sayfasından devam
156-) Vektüb lena fiy hazihid dünya haseneten ve fiyl ahireti inna hüdna ileyKE, kale azâbiy usıybu Bihi men eşa'* ve rahmetiY vesiat külle şey'* feseektübüha lilleziyne yettekune ve yü'tunez Zekate velleziyne hüm Bi âyâtina yu'minun;
"Bize hem şu dünyada güzellik yaz hem sonsuz gelecek yaşamında... Doğrusu biz sana yöneldik"... Buyurdu ki: "Azabımı, kime dilersem ona isâbet ettiririm... Rahmetim her şeyi kapsar! Onu, korunanlara, zekâtı verenlere ve işaretlerimizdeki hakikate iman edenlere yazacağım." (A.Hulusi)
156 - Ve bize hem bu Dünyada bir hasene yaz hem Âhirette, biz sana cidden tevbe ile rücua geldik. Buyurdu ki azâbım, onunla dilediğimi musap kılarım, rahmetim ise her şey'e vâsi'dir, ileride onu bilhâssa onlar için yazacağım ki korunurlar ve zekât verirler, hem onlar ki âyetlerimize iman ederler. (Elmalı)
Vektüb lena fiy hazihid dünya haseneten ve fiyl ahireti inna hüdna ileyK Musa devam ediyor, Bizim için bu dünyada da güzellikler yaz, öte dünyada da ki biz pişmanlık içinde sana sığındık, Ya rabbi, bunlar Musa’dan değil bizden, biz söylüyoruz, kabul et. Bunlar bizim niyazımız, bunları bizden kabul et. Biz söylüyoruz, diyoruz ki; Vektüb lena fiy hazihid dünya haseneten ve fiyl ahireti bize dünyada da güzellikleri yaz, ahirette de inna hüdna ileyK Biz yalnız sana sığındık.
kale azâbiy usıybu Bihi men eşa'* ve rahmetiY vesiat külle şey' Biz söyledik Allah’ım, bu cevabı da bize olmuş kabul et. Verdiğin bu cevabı üstümüze alıyoruz. Ve Allah şöyle cevap verdi bu duaya; Buyurdu ki; Dilediğim kimseyi azabıma hedef kılabilirim, fakat rahmetim her şeyi kuşatmıştır.
Elhamdülillah..! Bunu duyduk, biz inandık, iman ettik ya rabbi. İstesen azabınla herkesi silkelersin, biz onu gördük. Dilediğin kimseyi azabına hedef kılabilirsin. Biz iman ettik buna, sana iman ettiğimiz gibi. Ama şuna da iman ettik, rahmetin her şeyi kuşatmıştır.
Musa, kendisi için değil, beyinsizler için dua ediyor. Görüyorsunuz değil mi. Beyinsizler için dua ediyor, tıpkı çobanın sürüsü içinden ayağı kırık keçiyi omzuna aldığı gibi. O da yürüyemeyenler için dua ediyor. Yola yatanlar, geriye kalanlar, yolu satanlar, yolda vur patlasın çal oynasın keyif çatanlar için dua ediyor. Her peygamber ümmetinin geride kalanlarını omzuna alır. Tıpkı;
- Şefaatim bu ümmetin günahkarları içindir.
Buyurduğu nakledilen Hz. Muhammed A.S. gibi. Neden, çünkü her peygamber bir imamdır.
İmam, Um kökünden gelir, anne. Her peygamber ümmetinin annesi gibidir. Şefkati anne şefkatidir. Ümmetini böyle bir ana şefkatiyle kucaklar, bağrına basar.
Her ümmet te bir annedir, çünkü ümmet de tıpkı imam gibi anne kökünden gelir. Ümmetler de insanlığın diğer toplumlarının annesidir. Onlara şefkat kollarını açar, iman adlı mutluluğu onlara taşır kucak kucak, gönül gönül. Allah bu ümmeti İnsanlığın annesi kılsın.
feseektübüha lilleziyne yettekune ve yü'tunez Zekate velleziyne hüm Bi âyâtina yu'minun; en sonundaysa sorumlu davranan ve arınıp yücelmek için ödenmesi gereken bedeli ödeyen kimselere, ki onlar ayetlerimize inanan kişilerdir, onu, yani rahmetimi, mağfiretimi paylaştıracağım. Onlara paylaştıracağım. Kimlere, Muttakilere, sorumlu davrananlara. Arınanlara, arınıp yücelmek için ödemesi gereken bedeli ödeyenlere.
Siz nereden çıkardınız bu metnin içinde arınıp yücelmek için ödenmesi gereken bedeli ödeyenlere? Nerede yazıyor..!
Sahi nerede yazıyor? Ben nereden çıkardım?
Ez zekat oradan çıkardım. Ez zekat, ve yü'tunez Zekate zekatı verirler demedim bakınız. Bu çok kolay olurdu. Bu çok kolay, çok düz bir tercüme olurdu. Doğrusu tercüme bile olmazdı bu. Unutmayın bu ayetler Mekke de iniyor. Unutmayın bu ayetler hicretten yıllar önce iniyor. Hangi zekattan söz ediyorsunuz. Kur’an da ki tüm zekat sözcükleri böyle tercüme edilmeli. Zekatı verin, bu ibarenin ve yü'tunez Zekate ibaresinin sadece araç anlamıdır amaç anlamı değil. İlmi anlamıdır, Ğai anlamı değil. Ğai anlamı, yani amaç, hedef anlamı bunun zekatla hedeflenen şeydir ve zakatta sadece maldan verilmez.
Zekat insanın arınmak için ödemesi gerekli olan bedeldir. Bu bedel kimi zaman maldan, kimi zaman candan, kimi zaman bilgiden, kimi zaman hayattan, kimi zaman evlattan, kimi zaman bizzat insanın en sevdiği şeylerden verilir.
Onun için arınmak için gerekli olan, arınıp yücelmek için gerekli olan şeyi ödemek. Aslında kelimenin kök anlamı ekonomik değildir, ahlakidir. Çünkü kök anlamı; Üreyen, artan anlamına gelen zekat kelimesindendir ve zekat sözcüğü salâh anlamına gelir lügat ta. Salâh, kurtuluş, iyilik, güzellik.
Görüyorsunuz ya, onun için amaç anlamı budur. Yani burada sıkıştırılmış bir ifade vardır zipli bir ifade. Bu sıkışmış ifadeyi zorunlu olarak açtığınızda böyle tercüme etmemiz gerekir. Arayı böyle doldurmak zorundayız. Çünkü Kur’an ın icazı gereği Kur’an eksiltili bir dil kullanır. Sıkışmış bir metindir Kur’an. Bu sıkışmış metni mecburen açmamız gerekir. İşte burada da açtığımızda ve yü'tunez Zekate ibaresinin karşılığı; Arınıp yücelmek için ödenmesi gerekli bedeli ödeyenler çıkar.
Ek bilgi ; ZEKÂTIN HAKİKATİ;
Bu ümmet zekâtı kârdan vergi
diye algılıyor, bu yanlış. Hangi kitapta yazarsa yazsın kim yazarsa yazsın
yanlış bu. Zekât maldan vergidir kârdan değil. Kâr etmedin ne olacak? Fakirin
payı ne olacak, onu kim verecek?
Adam dikiyor devasa bir
gökdelen, “efendim bunun zekâtı yok”. Neyin zekâtı var peki? Bu senin mi
diyorum ona, “benim.” Seninse zekâtı var. “Ama kâr etmedik” Yahu kârdan vergi
değil ki bu maldan vergi maldan. Yani senin neyin varsa o zekâta konudur.
(ayetlerde böyle açık açık geçiyor yani) okuyayım mı ayetleri, ama okuma
diyorsun değil mi?
Bir abimiz vardı bana zekâtla
ilgili bir şey sordu, biraz mal varlığı iyi güçlü bir abi. Neyin var neyin yok
diye sordum ona. Mal varlığının bir bölümünü de biliyorum ben. Baktım bir
kısmını saymıyor, dedim abi şunlar da var ya? Onları sayma diyor. O sayma
dediği koca bir alem yani. Bunların hepsini ortaya koyduk, bir zekât hesabı
çıkardık, şu kadar. Şundan da vereceksin, bundan da vereceksin..! Tam boğaz
köprüsünün üstünden geçiyorduk dedi bana ki; “Şimdi şeytan bana diyor ki burada
arabayı durdur, Mehmet hocayı köprüden at..!
Yahu dedim zorun ne, hem de bunu
sana şeytan diyor, şeytan diyorsa yapmayacaksın, bu şeytandan geliyor. Bu bir.
İkincisi benim dediğime itibar etme sen şimdi falanca filanca yerlere git sor,
onlar sana zekât vermenle alakalı sana bir harita çıkarsınlar. Adam geliyor
soruyor hocaya, diyor ki hocam ben nereden ne kadar zekât vereceğim? Hoca
sayıyor. Şundan şundan yok, evden yok, arabadan yok, arsadan yok, binadan yok.
Adam nereden vereceğim diye soruyor, beyim ona nereden vermeyeceğini anlatıyor.
Nereden vermeyeceğini anlatınca da diyor ki zekât almam lazım benim. Yani öyle
bir din sunumu yapılıyor, korkunç şeyler bunlar.
Ondan sonra ateistlerin de
ekmeğine yağ sürüyoruz tabii, adam diyor ki İslâm dini çağdaş bir din değildir,
bunun ekonomik hayata dair önemli bir çözümü yok diyorlar. Ben bunlarla çok
uğraşıyorum ateistlerle. Bazı günler oluyor saatlerce onlarla yazışıyorum yani.
Adam diyor ki “Sizin dininiz sosyal bir din olsaydı ekonomik paylaşım
noktasında çözümünüz ne? Zekât. Peki bu ümmetin Müslümanları bu kadar zekât
veriyor, dünyanın en fakirleri Müslümanlar mı değil mi?”
Ne diyeceğiz şimdi biz buna,
evet Müslümanlar. “ Bak zekât çözmedi bu işi.” Diyor “Sizin sisteminiz sosyal
hayata dair, ekonomik bir düzen vaad etmiyor”. Diyor. Adam bana ilmihalden
okuyor, nereden zekât verilmez. Bir şeyden verilmiyor zaten ya..! Adam zekât
alacak duruma düşürülüyor.
Bir de ne demezsiniz bir sene
geçecek üzerinden. Öyle mi? tam 9-11. ayda devrediyor malı. Bunlar uyanık, bir
de ne diyorlar? Hile-i şeriyye diyorlar. Hem şeriat hem hile. Yani Allah’ı
by-pas etmek. Yani bir numara uyduracaksın Allah’ı atlatacaksın. Yani Ramazan yanaşınca
malları başkasına devredeceksin, da yeni
aldığı için üzerinden bir yıl geçmediği için o da vermeyecek. Ramazandan sonra
malı gerisin geri alacaksın. Bu defa yeniden senin olacak böylece zekât
vermemiş olacaksın.
Kurban bayramında efendim Kurban
kesmek nedir? Al bakalım nerden kurban olacak. Benim malım var ama hanımın da
altınları var. Şimdi buna da kurban düşmeseyi nasıl yaparız. Çok allame bir
buluş ortaya koyuyor biri, diyor ki, “Tamam bak bunun yolunu ben sana
söyleyeyim, kurban bayramından bir gün önce hanımın altınlarını al, 4. Günün
akşamı ona verirsin kurtulur.” Bak ne kadar güzel.
İşte din dediğin böyle bir şey
yani, komediye dönüştürdük bu işi komediye. Elin alemin adamı onun için diyor
ki; “Müslümanları tanısaydım Müslüman olmazdım, iyi ki önce Kur’an ı tanıdım
diyen şu kadar batılı aydın var yani. Bunu onlara dedirttik, yazık değil mi
ayıp değil mi, böyle miydi, böyle mi bir sunum yapacaktık. Bu kitabın neden
demek istediklerini hiç anlamadık ta 1000 sene önceki fetvaları İslâm’ın Kur’an
ın şaşmaz ilkeleriymiş gibi sattık millete.
(Ama hocam onlar büyük alimlerdi
onlara dil uzatma diyorlar size)
Kimseye dil uzattığım yok daha
çok o alimlerden istifade etmeyen namerttir, yani o çamur bana tutmaz. Yazdığım
her kitabın hemen her sayfasında eski alimlerden dip notlar vardır. Slogan atıp
duruyorlar, varsın atsınlar. Onlarla ilgilenecek halimiz yok, o çirkinlik
minderine girmeyeceğiz, onlar orada tek kalacaklar.
İmam-ı Âzam üzerinden
götürülüyor bu iş. İmam-ı Âzam dedi ki eve zekât yok. Yok doğru. Arsaya? Yok.
Tamam. Bineğe? Yok. Tamam. Değil mi? Çok güzel anlaşılıyor bu.
Peki gelin İmam-ı Âzam’ın
dönemine gidelim. İmam-ı Âzam şu günden 1.250 sene önce yaşadı, insanda biraz
vicdan olur. Onun ev dediği 4 duvardan müteşekkil bir baraka, onun arsa dediği
o evin yanında ki 3-5 tane işte tarım ürünü, fasulye idi, patates idi ektiği küçücük
bir tarlacık. Binek dediği de gebermiş bir eşek, ayakta duramayan bir şey.
Şimdi sen bunu neye evirdin? Sen
bunu ev deyince Triplex villalara, dubleks dairelere, filanca yerde ki lüks
konutlara dönüştürdün. Ona yoksa buna da yok. Onun arsa dediği küçücük bir
bahçeyi sen Beyoğlu’nun, Aksaray’ın, G. Osman Paşa’nın veya Ankara’nın Ulus’un,
Kızılay’ın merkezinde ki bir arsaya evirdin. Onun binek dediği gebermiş bir
eşeği mercedese, Toyota’ya şuna buna çevirdin, utanmadan İmam-ı Âzam böyle dedi
diye o fetfayı bu güne uyarlıyorsun.
İmam-ı Âzam bugün yaşasaydı bunu
diyenlerin yüzüne tükürürdü. Bunlar ayıp bir şey ya..! Yani hepsine, kuruşuna
varıncaya kadar zekât var. Ne demek yani, bu toplum nasıl düzelecek arkadaş.
Mal alıyorsun, mal seninse zekâtı var. Bitti. (Mehmet Okuan/Beyaz TVprogramından)
[Ek bilgi; Bedensel zekat;
Ey insan senin azanın her bir parçasında Allah için vacip olan bir zekat
vardır. Mesela kalbinin zekatı; Allah’ın azameti, hikmeti, kudreti,hücceti,
nimeti, rahmeti… hakkında tefekkürdür.Gözün zekatı kâinata ibretle bakmak ve
onu haramlara karşı kapamaktır. Kulağın zekatı onu kurtuluşa vesilen olan
şeyleri dinlemekte bulunmaktır. Lisanın zekatı onunla Allah’a yaklaştıracak
şeyleri konuşmaktır. Elin zekatı onu şerden çekmek ve hayra karşı serbest tutmaktır.
Ayağın zekatı onunla kalbin ıslahına ve dinin selametine yarayan şeylere
gitmektir. (İ.Gazali- Arifler yolu/46)]
157-) Elleziyne yettebi'uner Rasûlen Nebiyyel Ümmiyyelleziy yecidunehu mektuben 'ındehüm fitTevrati vel' İnciyl* ye'muruhüm Bil ma'rufi ve yenhahüm anil münkeri ve yuhıllu lehümüt tayyibati ve yuharrimu aleyhimül habaise ve yeda'u anhüm ısrahüm vel ağlalelletiy kânet aleyhim* felleziyne amenû Bihi ve azzeruhu ve nasaruhu vettebeunNûralleziy ünzile me'ahu, ülaike hümül müflihun;
Onlar ki ellerindeki Tevrat ve İncil'de belirtilmiş O Rasûl'e, Ümmî (asıl fıtratı bozulmamış - yaratıldığı saflık üzere) Nebi'ye tâbi olurlar... Onlara, Allâh'a göre olumlu olanları emreder ve olumsuz fiilleri yasaklar; onlara temiz şeyleri helal kılar; pis, çirkin şeyleri haram eder; onlardan sırtlarındaki ağır yükü (benliklerinin getirilerini) kaldırır ve üzerlerindeki zincirleri (yüzlerini Allâh'a döndürmelerini engelleyen tüm bağlarını) çözer... İşte O'na iman eden, O'na saygı gösteren (destekleyen), O'na yardım eden ve O'nunla birlikte inzâl olunan Nûr'a (Kur'ân) tâbi olanlar var ya, işte onlardır kurtuluşa erenlerin ta kendileri! (A.Hulusi)
157 - Onlar ki yanlarında Tevrat ve İncil de yazılı bulacakları o Resule o, ümmî Peygambere ittiba' ederler o onlara maruf ile emreder ve onları münkirden nehyeyler, ve temiz hoş şeyleri kendileri için helâl, murdar şeyleri üzerlerine haram kılar, sırtlarından ağır yüklerini ve üzerlerindeki bağları, zincirleri indirir atar, o vakit ona iman eden, ona kuvvetle tazım eyleyen, ona yardımcı olan ve onun nübüvvetiyle beraber indirilen nuru takip eyleyen kimseler, işte o murada iren müflihîn onlar. (Elmalı)
Elleziyne yettebi'uner Rasûlen Nebiyyel Ümmiyy Onlar ki, vasıflar devan ediyor. Allah’ın rahmetini kendi arasında paylaştıracağı kimseler daha hangi özelliklere sahip olmalı? Onlar ki, o elçinin izinden gidecekler, o ümmi habercinin.
Alın muhteşem bir Kur’an i kavram daha en nebiyyel ümmiyy ibaresi Kur’an ın içinde sadece bu iki ayette gelir. Bu ve müteakip ayet. Sadece burada.
Ümmiyy, Ümm e nispettir. Sonundaki y, nispet ya sıdır. Anneye ait demektir. Öz anlamı, anasından doğduğu gibi, saf, pırıl pırıl, tertemiz, bozulmamış, kültürlerin mutaharatına (Zararlar, ziyanlar, hasarlar.) yer vermemiş, yüreği ve kafası kültürlerin çöplüğü olmamış demektir. Öncelikle ilk anlamı budur ümmiyy’in. Kur’an da dediğim gibi sadece bu iki yerde bu ibare kullanılır. Ama burada iki anlama gelme ihtimali vardır.
1 – Ehli kitaba mensup olmayan, ki bu kökten türetilmiş 6 kelime vardır Kur’an da, bu 6 kelimenin hemen hemen altısı da yaklaşık bu anlamı çağrıştırır. Ehli kitaba mensup olmayan. Ehli kitaba mensup olanlardan ayırmak için, ehli kitap olmayan bölgedeki insanlara ümmiyy vasfı veriliyor.
2 - Bu Ümmiyy lafzının ikinci muhtemel anlamı, okur yazar olmayan. Fakat Bakara suresinin 78 ve 79. ayetinde; elerliye yazdığı halde ümmiyy olanlardan söz ediliyor. Demek ki ümmiyy lik, sadece okur yazar olmamakla alakalı bir şey değil. Ümmiyy lik daha başka bir şey. Burada da bu iki anlama birden gelme ihtimali vardır diye düşünüyorum. Ama her şeyden öte Ümmiyy Resulallah için özel olarak kullanıldığında, annesinden doğduğu gibi, pirüpak, terütaze, saf ve mevcut kültürlerden etkilenmemiş anlamına gelmesi gerek diye düşünüyorum.
elleziy yecidunehu mektuben 'ındehüm fitTevrati vel' İnciyl o elçi ki, kendisini ellerindeki Tevrat ve İncil’de tanıtılmış bulacaklardır. Özellikle ehli kitaba yönelik bir ifade bu.
ye'muruhüm Bil ma'rufi ve yenhahüm anil münker elçinin özellikleri devam ediyor. O peygamber onlara iyiliği emredip kötülükten sakındıracak
Burada ki ye'muruhüm emir sözcüğünün bir karşılığı da önermektir. Şöyle de çevirebiliriz. Onlara iyiliği önerip, kötülükten sakındıracaktır.
ve yuhıllu lehümüt tayyibati ve yuharrimu aleyhimül habais temiz ve yararlı şeyleri onlara helal kılıp, pis ve zararlı şeyleri onlara yasaklayacak o Peygamber. Yani Resulün özelliklerinden söz ediliyor.
Özellikle burada tayyibat ve habais sözcükleri var ki, iyi ve güzel, yararlı ve temiz her şey tayyibat, kötü ve çirkin, zararlı ve faydasız her şey de habais sözcüğünün anlam alanına girer.
Resulallah’ın bunları belirleme yetkisi nereye kadardır, ya da bu çerçeve nasıl çizilir gibi bir soru bugün sorulmamış, İslam ilim tarihinin en büyük problemlerinden biri olarak sürekli tartışılmıştır. Ama ben burada böylesine fıkhi bir probleme girmek istemiyorum tabii ki. Bunun ayrıntılarını nakledilecek yer ve bir tefsir dersi olmasa gerek.
Ancak Tayyibat ve Habais’in belirlenmesinde resulallah’ın, yani vahyin ilk muhatabı olan nebinin, vahyin ilk muhatabı olan toplumun genel kültüründen yola çıktığını gösteren işaretler görüyoruz ki, İmam Şafi; El ümm isimli eserinde Resulallah’ın Tayyibat ve Habais’i, iyi yararlı ve güzelle, kötü, zararlı ve güzel olmayan, pis olanı belirlemede mevcut kültürü gözettiği, onu göz ardı etmediğini şu örnekle dile getirir İmam şafi.; Ebbe’hu, yani sırtlan etçildir, etçil bir hayvandır otçul değil. Ama buna rağmen mevcut kültürde bölge halkı bu hayvanın etini yediği için Resulallah’ta ses çıkarmamıştır der. Onun için bu noktada Resulallah’ın belirlediği tayyibat ve habais bir parça tarihsel ve konjoktürel bir hüküm almış olur.
ve yeda'u anhüm ısrahüm vel ağlalelletiy kânet aleyhim
Bu da müthiş. Peygamberin görevi neymiş, peygamberler niçin gelirmiş buyurun. Aslında bu ifadeler peygamberin varisleri için de geçerli. Onlarında görevi bu.
Sırtlarına vurulmuş olan yüklerini indirip, kaldırıp öteden beri özgürlüklerine vurulan zincirleri çözecek. Buyurun.
vel ağlalelletiy kânet aleyhim
Kendilerine öteden beri vurulmuş olan zincirleri, özgürlüklerine vurulmuş zincirleri. -Ağlal, aslına boğaza geçirilen köle halkası demek.- çözecek. Onun çoğuludur. Onun için tüm peygamberler bir özgürlük savaşçısıdır. Aynı zamanda bu ayet buradaki ibarenin 1. kısmı, yani; Onların yüklerini sırtlarından indirecek kısmı dine, kadim vahye sonradan eklenmiş, zam yapılmış yasakları kaldıracak. Aslında Allah’ın yasaklamayıp ta insanların hurafeye dayanarak yasakladıkları şeylerin yasaklıklarını çözecek demektir. Dinin sınırlarını yeniden, Allah’ın söylediği noktaya çekecek demektir.
felleziyne amenû Bihi ve azzeruhu ve nasaruhu vettebeunNûralleziy ünzile me'ah Sonuçta ona inanan, onu el üstünde tutup destekleyen ve ona yücelerden bahşedilen ışığın ardına onunla birlikte düşenler. Ona inanan, bunlar peygamberlerin görevleri. Peygamberlerin görevleri yukarıda sayıldı buraya kadar. Şimdi peygamberlere inananların görevi sayılıyor. Onların hitap ettiği, onların gönderildiği toplumların görevine. Bir O’na inanmak;
felleziyne amenû Bihi ve azzeruhu, tabii Bihi aynı zamanda onunla gönderilene inan eden her şeyi kapsar. ve azzeruhu ve nasaruhu onu el üstünde tutmak, onu yüceltmek azzeruhu Bu bir meşhur okuyuşta azzezuhu da okunmuş, yani aziz kılmak, onu yüceltmek, ikinci görev. 3. Görev, ve nasaruhu onu desteklemek.
Evet, peygamberin ardınca gittiğini söyleyenler, bir ömür boyu salavatı okumaya mahkum ettiler. Oysa ki salavat okunmaz, okunacak bir şey değil. Kur’an açıkça diyordu ki;
İnnAllâhe ve MelâiketeHÛ yusallûne alen Nebiyy.. (Ahzab/56)
Allah ve melekleri Nebiye salat ederler, salavat okurlar değil.
Bir eylem bu. Fiil olarak gelmiş yusallun. Ne demek ve ekımıs Salâte, eda'usSalâte değil ki. Ama biz kuşaklar boyu işin en ucuzuna indirdik bunu.
Allah ve melekleri nebiyi desteklerler, onun ardında dururlar. Onun gücüne güç katarlar. Ey müminler siz de nebiyi destekleyin demekti bu. Ama biz desteği sadece dile indirgedik. İşte burada o söyleniyor. Aslında salavatın tefsiridir buradaki, ve nasaruhu ibaresi. Onu destekleyen.
vettebeunNûralleziy ünzile me'ahu ve ona yücelerden bahşedilen ışığın ardına onunla birlikte düşenler.
Işık diye çevirdim Nur, Türkçeleşmiş olduğu halde ışık diye çevirdim. Nur diye de çevirebilirdim. Işık diye çevirdim ki Kur’an da kullanılan Nurun mecazi çağrışımlarını Türkçeye de taşımak için.
ülaike hümül müflihun; Kurtuluşa erişenler işte onlar olacaktır.
Devam ediyor C sayfasına geçiniz
56. videoyu tolu halde http://kurantefsir.wordpress.com/2011/08/19/islamoglu-tefsir-ders-araf-152-17156/ bulabilirsiniz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder