Sevgili Kur’an dostları geçen dersimizde A’raf suresinin 150. ayetine kadar işlemiştik. İşlediğimiz ayetleri hatırlayacak olursak Mekke döneminin ikinci yarısında indirilen bu ayetlerde, içerisinde hiçbir Yahudi nüfus bulunmayan Mekke de onlarca ayet İsrail oğullarının Yahudileşme serüveninden söz ediyordu. Bu Yahudileşme serüveni içerisinde ana noktalardan temel sapmalardan biri olan İsrail oğullarının kendilerine zulmeden firavunun elinden kurtulduktan sonra nasıl zalim kavmin putu olan ineğe, buzağıya taptıklarını anlatıyor ve bunun arkasından Hz. Musa’nın bu sapmaya karşı tepkisini veriyordu.
Haddi zatında geçen ders işlediğimiz ayetlerden de hatırlayacağınız gibi İsrail oğulları buzağıya tapmıyorlardı. Mısır’ın apis tanrısı, kutsal sığır tanrısı olan apise tapıyorlardı. Ona da tapmıyorlardı, tıpkı Tevrat’ta bir cümle ile geçen Mısır güzel ve görkemli bir inekti. Sözünde olduğu gibi İsrail oğulları özledikleri Mısır’a tapıyorlardı. Toprağa tapıyorlardı.
Onun için Kur’an akide pahasına, iman pahasına, onur pahasına, özgürlük pahasına böylesine bir toprağa bağlılığı reddediyordu.
İşte o ayetlerin ardından Hz. Musa Vahiy almak için gittiği Tûr dan dönünce karşılaştığı bu korkunç, ürpertici manzaraya tepki gösterdi. İlk tepkisini de yerine halef olarak bıraktığı Harun’a göstermişti kardeşi Harun peygambere. Harun peygamber bu işte kendisinin bir dahli olmadığını, kendisini de ezip geçtiklerini, eğer daha da ısrarlı davransaydı canına kastedecekleri haberini verince Hz. Musa bu kez doğrudan Allah’a yönelecek ve şöyle diyecek;
151-) Kale Rabbığfirliy ve liehıy ve edhılna fiy rahmetiKE ve ENTE Erhamür Rahiymiyn;
(Musa) dedi ki: "Rabbim... Beni de kardeşimi de mağfiret et ve bizi rahmetine dâhil et... Sen, Erhamur Rahıymiyn'sin." (A.Hulusi)
151 - Dedi: rabbim bana ve kardeşime mağfiret buyur ve bizi rahmetinin içine koy, sen ki erhamürrahimînsin. (Elmalı)
Kale Rabbığfirliy ve liehıy ve edhılna fiy rahmetiKE ve ENTE Erhamür Rahiymiyn; Musa; Rabbim dedi. Rabbim beni bağışla, sanırım bu beni bağışla duası, özrü, istiğfarı; öfkemi, aceleci öfkemi, verdiğim acele yargıyı, kardeşim Harun için olan suizannımı bağışla anlamına gelse gerek. Beni bağışla, kardeşimi de ve bizi koruyucu şefkatinle kuşat. Çünkü sen merhametlilerin en merhametlisisin.
Bir peygamber son dahlinde insanın istikametinin nereye dönmesi gerektiğini, insanın son yöneleceği merciinin hangi mercii olması gerektiğini işte böyle öğretir insana.
152-) İnnelleziynet tehazül ıcle seyenalühüm ğadabün min Rabbihim ve zilletün fiyl hayatid dünya* ve kezâlike neczil müfteriyn;
Muhakkak ki buzağıyı (tanrı) edinenlere, Rablerinden bir gazap ve dünya hayatında bir aşağılanma ulaşacaktır... Biz iftiracıları böyle cezalandırırız. (A.Hulusi)
152 - Şüphesiz o danayı edinenlere rablerinden bir gadab ve Dünya hayatta bir zillet erişecek ve işte müfterileri böyle cezalandırırız. (Elmalı)
İnnelleziynet tehazül ıcle ve Musa peygamber Harun’a yönelerek; Şu buzağıyı tanrı edinenlere gelince dedi.
seyenalühüm ğadabün min Rabbihim ve zilletün fiyl hayatid dünya sonunda onlar rablerinin gazabı gelip onları bulacak, dünya hayatında ise onursuzluğa, zille, onursuzluğa mahkum olacaklar.
Bu ibareyi Musa peygamberin ağzından naklediyor diye düşünüyorum Kur’an. Ona atfetmek lazım diye düşünüyorum, çünkü ibare, yukarı ile doğrudan bağlantılı. Her ne kadar dinsel bir atıf yoksa da bu ibareyi en doğru olan Hz. Musa’nın ifadesinin bir devamı saymaktır gibi geliyor bana.
Tabii burada sadece şirk değil, aynı zamanda düşmanına tapacak kadar onursuzlaşan bir topluluğa hüküm koyma var. Onun içinde diyor ki;
seyenalühüm ğadabün min Rabbihim sonunda rablerinin gazabı gelip onları bulacak, ama bu Allah’ın hakkına tecavüz etmelerinin karşılığı. Bu o. Fakat şirk, hele onların şirki. Yalnızca Allah’ın hakkına tecavüz değil ki, bir de kendi onurlarına tecavüz. Çünkü düşmanlarına tapıyorlar. Düşmanlarının putuna tapıyorlar. Mısır’a tapıyorlar. Kendilerinin varlığına kastetmiş, kendilerine en büyük zulmü yapmış, soykırım uygulamış bir topluluğun putunu tanrı ediniyorlar.
Bu sadece akidevi bir suç olmaz, aynı zamanda bu insanın kendi kendisine karşı, insanın kendi onuruna karşı işlediği büyük bir suçtur. İşte onun için ayet, 1 ve 2. bölümü veriyor bize, ki o da; ve zilletün fiyl hayatid dünya. dünya hayatındaysa onursuzluğa mahkum olacaklar. Zaten bu onursuzluğun ta kendisi. Bir insan veya insanlar düşmanlarına tapmaya başlamışlarsa bundan büyük onursuzluk mu olur.
Affınıza sığınarak Cemil Meriç’in bir tasviri geldi gözümün önüne. Tam da İsrail oğullarının düşmanlarının tanrısına tapma zilletini güzel ifade eden bir tasvir.
Efendisinin pisliğini şifa niyetine içen aptal uşak..! Der.
Ağır, ama bir o kadar da betimleyici, olayı insanın zihnine kazıyıcı bir tasvir bu. Aynen İsrail oğullarının düştüğü Yahudileşme kompleksi bu idi işte. Onun için tıpkı onlar efendisinin pisliğini şifa niyetine içen aptal uşak rolünü oynuyorlardı. Allah bundan büyük bir zillet verebilir miydi.
ve kezâlike neczil müfteriyn; biz iftiracıları, Allah hakkında, yalan uyduranları, hakikate çamur atanları işte böyle cezalandırırız.
153-) Velleziyne amilüs seyyiati sümme tabu min ba'diha ve amenû* inne Rabbeke min ba'diha le Ğafûrun Rahıym;
Ancak öyleleri (de var) ki, kötülükler yaptıktan sonra, ardından pişman olup tövbe ederek, iman ettiler... Muhakkak ki Rabbin ondan sonra elbette Ğafûr'dur, Rahıym'dir. (A.Hulusi)
153 - O, kötü amelleri işleyip de sonra arkasından tövbekâr olup iman edenler ise şüphe yok ki rabbin ondan sonra elbette gafurdur rahîmdir. (Elmalı)
Velleziyne amilüs seyyiati sümme tabu min ba'diha ve amenû Ne ki, devam ediyor. Ne ki önce kötülük işleyip te ardından pişmanlık duyarak Allah’a güvenle yönelenlere gelince. ve amenû sözcüğünü, güvenle diye çevirmeyi uygun buldum, ve iman edenlere gelince anlamına gelir kelime anlamı. Ama buradaki iman daha çok güvenle ilgili bir iman. Güvene dayalı. Zaten bir iman ki güvene dayanmıyorsa o iman olur mu? Sana iman ettim ama güvenmiyorum diyen bir iman, iman mıdır ve unutmayın bugünkü bir çok insanın Allah’a imanı, işte böylesine çelişkili bir imandır.
Rabbim sana inandım, ama falancaya güveniyorum.
Diyen bir iman..! Böyle bir iman, iman olur mu? Ama böyle binlerce, milyonlarca iman var. İşte onun için ben özellikle güven, yani imanın ahlaki tanımı olan güven boyutunu vurguladım bu çeviride.
Evet, Allah’a güvenle yönelenlere gelince;
inne Rabbeke min ba'diha le Ğafûrun Rahıym; Kuşkusuz senin rabbin, hele de böyle bir tevbeden sonra, böyle bir pişmanlıktan sonra Çok bağışlayıcıdır, merhamet sahibidir. Süpürme yok. Ne yaparlarsa yapsınlar, ne kadar büyük suç işlerse işlesinler, yine kulumsun bana geleceksin dercesine, affederim diyor peşinen. Yeter ki ısrar etme.
Bakınız işlenen günahın büyüklüğüne bakınız, nankörlüğün büyüklüğüne bakınız; Allah’ın rahmetinin büyüklüğüne bakınız. Hiçbir nankörlük Allah’ın rahmetinden büyük olamaz. Hiçbir günah Allah’ın merhametinden büyük olamaz. Hiçbir isyan Allah’ın affından da büyük olamaz.
İşte bu. Onun için Gelin diyor, kurtardım sizi. Siz küfrettiniz, ama gene gelin, gene kurtarırım. Ben size iyilik ettim, siz ihanet ettiniz. Hem kendinize hem bana. Ama ısrar etmeyin, ben gene size iyilik ederim, hem de affederim. İşte Allah’ta bu. Kendisini kendi kelamı ile tanıtıyor.
154-) Ve lemma sekete am Musel ğadabü ahazel elvah* ve fiy nüshatiha hüden ve rahmetün lilleziyne hüm liRabbihim yerhebun;
Musa'nın öfkesi geçince, levhaları aldı... O yazılı metinde, Rablerinden korkanlar için hüda ve rahmet vardır. (A.Hulusi)
154 - Vaktâki Musâ’dan gadab sustu, elvahı aldı ve onlardaki yazıda bir hidayet ve bir rahmet vardı, fakat öyle kimselere ki onlar sırf rableri için hidayet ve rahmet duyarlar. (Elmalı)
Ve lemma sekete am Musel ğadabü ahazel elvaha ve öfkesi yatışınca, Olay örgüsü devam ediyor, tahkiye yöntemi ile, hikaye yöntemi ile Kur’an bize olay mahallinden notlar aktarmaya devam ediyor.
Ve öfkesi yatışınca Musa, Levhaları aldı ve fiy nüshatiha hüden ve rahmetün lilleziyne hüm liRabbihim yerhebun; Onların üzerlerinde Rablerinden korkanlara rehberlik eden ve rahmet vaat eden öğretiler yazılı levhaları aldı. Yani aldığı levhaların üzerinde rablerinden korkanlara rehberlik eden ve rahmet vaad eden öğretiler yazıyordu. Aslında Allah’ın rahmeti bu değil mi, Allah nasıl rahmet eder, vahiy Allah’ın rahmeti değil mi. Vahiy Allah’ın en büyük rahmeti değil mi. Yani yukarıdaki ayet; le Ğafûrun Rahıym; diye biten ayet. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet kaynağıdır diye biten ayet eğer zihninizde oturmadı, Allah nasıl rahmet eder, müşahhas bir örnek olsa diye düşünüyorsanız eğer, hemen aklınıza getirin. Aslında bu ayetlerin kendisi Allah’ın rahmetidir.
İşte Allah böyle rahmet eder. Allah insanla konuşarak rahmet eder, Allah insana tenezzül ederek rahmet eder. Allah insanı muhatap alarak rahmet eder. Allah insanlık tarihinde ki iyi ve kötü olayları insanın önüne serip de ona, aklın varsa göle diyerek rahmet eder. İşte böyle rahmet eder. Onun için rahmetinin en büyük timsali olan vahye dikkat çekti burada
155-) Vahtâre Musa kavmehu seb'ıyne racülen limiykatiNA* felemma ehazethümür recfetü kale Rabbi lev şi'te ehlektehüm min kablü ve iyyaye, etühliküna Bi ma feales süfehaü minna* in hiye illâ fitnetüKE, tudıllü Biha men teşaü ve tehdiy men teşa'*
ENTE Veliyyüna fağfir lena verhamna ve ENTE hayrul Ğafiriyn;
Musa, tövbe etmeleri için kararlaştırılan yere gelmek üzere, halkından yetmiş adam seçti... Ne zaman ki orada onları şiddetli sarsıntı yakaladı, (Musa şöyle) dedi: "Rabbim... Eğer dileseydin (hakikati örtme suçundan dolayı) onları da beni de daha önce helâk ederdin! Aramızdaki anlayışı kıtların yaptığı yüzünden bizi helâk mi edeceksin? O ancak, senin bir fitnendir; kimi dilersen onunla saptırır ve kimi dilersen hidâyet edersin... Sen Veliyy'mizsin; bizi mağfiret et ve bize rahmet kıl... Sen Ğâfir'lerin (bağışlayanların) en hayırlısısın." (A.Hulusi)
155 - Bir de Musâ kavminden mikatımız için yetmiş er seçmişti, vaktâ ki bunları o sarsıntı yakaladı, rabbim, dedi: dilese idin bunları ve beni daha evvel helâk ederdin, şimdi bizi içimizden o süfehanın ettikleriyle helâk mi edeceksin? O sırf senin fitnen, sen bununla dilediğini dalâlete bırakır, dilediğine hidayet kılarsın, sen bizim velimizsin, artık bize mağfiret buyur, merhamet buyur, sen ki hayrülgafirînsin. (Elmalı)
Vahtâre Musa kavmehu seb'ıyne racülen limiykatiNA ve Musa belirlediğimiz bir zaman ve mekanda hazır olmak üzere toplumu arasından 70 kişi seçti.
felemma ehazethümür recfetü kale Rabbi lev şi'te ehlektehüm min kablü ve iyyay
Burada tabii Kur’an ın başka taraflarında anlatılan bu hikayenin, burada anlatılmayıp ta başka taraflarında anlatılan bir takım ayrıntıları var. Bu ayrıntılara niye burada değil de bir başka yerde değiniliyor diye soracak olursanız;
Kur’an tarih kitabı değildir. Tarihi olayları başından sonuna ayrıntıları ile anlatmak gibi bir işlevi yok Kur’an ın. Kur’an o anda söylemek istediği ne ise o söylediğine örnek olmak, delil olmak üzere tarihten bir ana, bir vakte, bir olaya sadece zum yapar. İşaret verir, ona yönlendirir gözlerinizi. Sadece olayın anlatmak istediği ahlaki ilkeyle ilgili olan tarafını verir, ayrıntıyı geçer. Çünkü maksadı olayı anlatmak değil, maksadı size ahlaki ilkeyi, Allah’ın ahlakını, ya da Allah – insan ilişkilerine ilişkin bir yasayı hatırlatmaktır. O yasa çerçevesinde aktardığı için ayrıntıyı geçer.
Burada da ayrıntı geçilmiş, onun için 70 kişi ne yaptı diye sorduğumuzda, onların ne yaptığını Kur’an ın başka tarafından öğreniyoruz.
Ve iz kultüm ya musa len nü'mine leke hatta nerallahe cehraten.. (Bakara/55)
Hani demiştiniz ki ey Musa, Allah’ı biz de, bize vahiy gönderen, bize mesaj gönderen Allah’ı biz de açıkça görmedikçe sana inanmayacağız. Demiştiniz. İşte bu seçilmiş 70 kişinin de böyle bir sapması oldu. Bakınız Allah’ın merhametine adeta onlar günah yarıştırıyor, Allah rahmetini yarıştırıyor tabir caizse. Onun için işte bu boşlukta bu tarihi olay var.
felemma ehazethümür recfetü Böyle deyince onlar ne oldu? kale Rabbi lev şi'te ehlektehüm min kablü ve iyyay O zaman onları derin bir sarsıntı tutunca Musa; Rabbim dedi, tekrar Allah’a, tekrar rabbine yöneldi. Başka neresi var ki..! Rabbim dedi, dileseydin bunları ve beni daha evvel helak ederdin, o suçu işlediklerinde. Düşmanlarının tanrılarına taptıklarında helak ederdin. Beni de helak ederdin, diyor.
İlginç, çok ilginç. Oysa ki o, o suçu işlemedi. Ama sorumluluk hissediyor.
Felenes'elennelleziyne ürsile ileyhim velenes'elennel murseliyn; (A’raf/6)
And olsun toplumlara gönderdiğimiz habercilerden soracağız. Vazifenizi yaptınız mı. ..velenes'elennel murseliyn; onlardan soracağız. Bir de; ürsile ileyhim habercileri gönderdiğimiz toplumlardan soracağız. Bunlar size görevlerini yaptılar mı diye.
İşte bu peygamberlik, yeryüzünün en ağır yükü. Peygamberlik, insanın omuzlarına binen bir dağ. Onun için sorumluluk hissediyor ve böyle diyor.
Racfe, burada sarsıntı anlamına geldiğini daha önce de söylemiştim. Bu sarsıntının fiziki bir deprem, hem de gürültülü bir sarsıntı anlamına geliyor. Yani bir volkanik deprem olma ihtimali çok yüksek. Ama bunun bir yürek sarsıntısı, bir pişmanlığı çağrıştıran, bir iç sarsıntıyı da ima ettiğini gözden ırak tutmamak lazım, insanın içi sarsılır ya; Ne yaptım ben..! Ben ne yaptım..! Ben nasıl isyan ettim. Ben Allah’a karşı nasıl bunu yapabildim der ya, içi sıkılır ya, içinde bir deprem kopar ya, içinde bir volkan çağlar ya. Böyle bir pişmanlık volkanı, işte böyle bir depreme de delalet ediyor olsa gerek.
etühliküna Bi ma feales süfehaü minna Evet, her aklı başında insanın büyük felaketlerde soracağı ilk soru budur. Şimdi, içimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri de helak edecek misin Allah’ım..!
Ne dersiniz, Kasten susuyorum ki bu muhteşem söz ruhunuzda gereken yankıyı uyandırsın diye. İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri de helak eder misin Allah’ım.
Her aklı başında insan büyük felaketlerin ardından, İşte Hz. Musa’nın sorduğu bu soruyu sorar. Bu korkulu bir dua. Bu içinde volkan gibi kaynayan pişmanlık ateşiyle yanan bir yüreğin Allah’a yönelişidir işte. Tevbenin iç depreme dönüşmesidir bu. İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri de helak eder misin Allah’ım..!
in hiye illâ fitnetüK bu senin sınamandan başka bir şey değil. tudıllü Biha men teşaü ve tehdiy men teşa' onunla dilediğini sapıklığa terk eder, dilediğini de doğru yola yöneltirsin. Yani bela bazılarının imanını bazılarının inkarını artırır. Ya da başka bir ifade ile; Bela müminin imanını, kafirin inkarını artırır. Bela bazıları için ebedi belaya dönüşür, bazıları içinde ebedi saadete.
Onun için bu harika ifadeler sadece Hz. Musa’nın çağında geçerli olan bir ilkeyi değil, tüm zamanlar ve zeminlerde, tüm insanlık için geçerli olan ebedi yasaları hatırlatıyor.
ENTE Veliyyüna Devam ediyor Musa. Sensin bizim velimiz, fağfir lena verhamna ve ENTE hayrul Ğafiriyn; O halde bizi bağışla Allah’ım. Bize merhamet et Allah’ım. Çünkü sen bağışlayanların en hayırlısısın. Bağışlayanların en hayırlısı sensin, çünkü sen bağışlar, dönüp de başa kakmazsın. Ben sizi bağışladım demezsin. Çünkü sen bağışlar, bağışlamanı istismar etmez, çünkü sen bağışlar, bin kez bağışlar, bin birinci kez yine yaptığım zaman; Yinemi sen..! Demezsin. Bir kez de; Yinemi sen demezsin. Bin kez bağışlarsın. Onun için sen bağışlayanların en hayırlısısın.
Bir çokları da bağışlayabilir. İnsanlar da bağışlayabilir ama hiç biri senin gibi bağışlayamadı onların. Bağışlarlar, başa kakarlar, bağışlarlar istismar ederler, bir kez bağışlar, iki kez bağışlar, üç kez bağışlar, dördüncüsünde suç olur. Öbürünün de acısını çıkarırlar. Ama sen öyle misin Allah’ım, döner döner bağışlar, bin kez bağışlarsın da bir kez olsun yinemi sen demezsin.
Devam ediyor B sayfasına geçiniz
56. videoyu tolu halde http://kurantefsir.wordpress.com/2011/08/19/islamoglu-tefsir-ders-araf-152-17156/ bulabilirsiniz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder