A sayfasından devam
54-) Kede'bi ali fir'avne velleziyne min kablihim* kezzebu Bi âyâti Rabbihim* fe ehleknahüm Bi zünubihim ve ağrakna ale fir'avn* ve küllün kânu zalimiyn;
Tıpkı Firavun hanedanı ve onlardan öncekilerin vaziyeti gibi (durumları)! (Onlar) Rablerinin işaretlerindeki varlığını (Rabbanî özelliklerini) yalanladılar, (biz de) onları suçları sonucu helâk ettik ve Âl-i Firavun'u da suda boğduk! Hepsi zâlimlerdi. (A.Hulusi)
54 - Tıpkı ali Firavun ve onlardan evvelkilerin gidişi gibi ki rablerinin âyetlerini tekzip ettiler biz de kendilerini günahlarıyla helâk ettik ve ali Firavunu gark eyledik, hepsi de zalimdiler. (Elmalı)
Kede'bi ali fir'avne velleziyne min kablihim o halde onları akıbeti de firavun toplumu ve ondan öncekilerin akıbetine benzeyecek. Yine biraz önceki 52. ayetteki formu aynen kullandı.
kezzebu Bi âyâti Rabbihim Onlar, rablerinin ayetlerini yalanlamışlardı. fe ehleknahüm Bi zünubihim bizde onları günahları yüzünden helak ettik. ve ağrakna ale fir'avn boğulmaya mahkum ettik firavun soyunu.
Bir başka ayet hatırlıyorum, çok daha şiddetli bir ifade.
Felemma asefunentekamna minhüm feağraknâhüm ecme'ıyn; (Zuhruf/55)
Ne zaman bizi kızdırdılar diyor Allah. Müthiş bir ifade. Ne zaman bizi kızdırdılar, gücendirdiler, üzdüler, onlardan intikam aldık. Tam karşılığı bu. Yaptıklarının acısını tattırdık demektir lügat anlamı. İntikamın lügat anlamı, sözlük anlamı bu. Yaptıklarının acısını tattırdık. Boğduk hepsini mahvettik.
fe ehleknahüm Bi zünubihim biz de onları günahları yüzünden helak ettik. ve ağrakna ale fir'avn boğulmaya mahkum ettik firavun soyunu, ve küllün kânu zalimiyn; Niçin yaptık bütün bunları biliyor musunuz, Onlar kimdiler bu belaya mahkum ettiklerimiz hangi özellikleri yüzünden böyle bir akıbete duçar oldular biliyor musunuz, Hepsi de zulümde direniyorlardı. Zalimiyn, Zalim isimdir. İsim dil açısından taşıdığı anlamı kendisinde sabit kılan, yerleşik kılan bir sözcüktür. Onun için zaliym olabilmek için zumlu bir kere yapmak değil, zulmü içselleştirmek, zulmü sabit ve değişken bir özellik olarak almak lazım. Onun için zulüm onların tabiatı haline gelmişti diyor.
55-) İnne şerred devabbi indAllâhilleziyne keferu fehüm lâ yu'minun;
Allâh indînde hareket eden canlıların en şerrlisi, hakikat bilgisini inkâr edenlerdir! Onlar iman etmezler! (A.Hulusi)
55 - Bütün o debelenenlerin Allah indinde en şerlisi şol kimselerdir ki küfretmişlerdir de imana gelmezler. (Elmalı)
İnne şerred devabbi indAllâhilleziyne keferu fehüm lâ yu'minun; Allah katında canlıların en şerlisi her nasılsa “geçmişte küfre saplanmış olup ta daha sonra iman etmemekte ısrarla direnenlerdir.” Allah katında canlıların en şerlisi.
Dikkatinizi çekiyor mu bilmem, en şerli canlı, bilinçsizce, tercihinden dolayı değil, her nasılsa bilinçsiz bir biçimde inkarcı olmuş. Babadan anneden öyle görmüş, toplumdan öyle görmüş. Ondan dolayı değil en şerlisi olması. Ama daha sonra kendisini bilince çağıran bir vahiy bir hakikat iletildiğinde Yani gerçek kendisine ulaştırıldığında bu kez ona karşı bilinçli bir direniş sergilemiş, işte bu ikinci tavrı yüzünden canlıların en şerlisi olarak nitelendiriliyor Kuran tarafından.
56-) Elleziyne ahedte minhüm sümme yenkudune ahdehüm fiy külli merretin ve hüm lâ yettekun;
Onlar (Medine-i Münevvere civarındaki Yahudi kabileler), kendileri ile antlaşma yaptığın kimselerdir... Sonra da her defasında sözlerini bozarlar... Onlar korunmazlar (Allâh'tan sakınmazlar). (A.Hulusi)
56 - Onlar ki kendilerinden muahede almışındır da sonra her defasında ahitlerini nakzederler ve hiç çekinmezler, (Elmalı)
Elleziyne ahedte minhüm sümme yenkudune ahdehüm fiy külli merretin ve hüm lâ yettekun;
Yeni bir pasaja girdi Kuran ve buyuruyor ki; Kendileri ile anlaşma yaptıktan sonra her seferinde sorumsuzca anlaşmalarını bozanlara gelince.
Burada aslında bir çok ilke çıkarabiliriz bu ayetten ve bunun gibi Kuran da bir çok anlaşmayla, gayri Müslimlerle ilgili anlaşmayla ilişkili hususlarda bir çok hüküm çıkarabiliriz.
Birincisi, Müslüman olmayanlarla anlaşmanın cevazına dair, hatta cevazı değil, özendirildiğine dair bir özellik sergiliyor ayetler. Özendiriliyor anlaşma, çünkü diyalog özendiriliyor.
Buradaki anlaşma ne olabilir diye düşündüğümüzde, özellikle bu ayetlerin indiği günler için, Bedir süreci için bu ayetin dile getirdiği; Bozulmuş, birilerinin bozduğu bir anlaşmadan söz ediyor ayet. Bedirde bozulan analaşma kiminle yapılıştı ki diye düşündüğümüzde hemen aklımıza bir şey geliyor. Medine sözleşmesi. Ki büyük bir ihtimalle burada bahsedilen anlaşma Medine de ki Yahudilerle hicretin 1. yılında yapıldığı söylenen, Medine sözleşmesi diye bilinen ünlü analaşmadır ve bu anlaşmaya göre Müslümanlarla Medine de ki Yahudiler, müttefik olmuşlar, bir tevhit federasyonu oluşturmuşlardı. Müslümanlara saldırılırsa eğer onlara olan saldırıyı Yahudiler de karşılayacak, eğer onlara saldırılırsa Müslümanlar onlara destek çıkacaktı. Ehli kitapla yapılan bu tevhit esaslı federatif anlaşma Bedir’in arkasından bozuldu. En azından bazı Yahudi gruplar ve kabileler bozdu, ki bunların başında Ka’b bin Eşref geliyordu.
Bedir savaşında müşrikler kaybettiğinde müfrit bir Yahudi lideri ve hahamı olan Ka’b bin Eşref, “artık benim için yerin altı, yerin üstünden hayırlıdır” demişti. Müslümanların zaferine böylesine içerlemişti. Kendisini müşriklerle böylesine yakın görmüştü.
Bu bir bakış açısı. Peygamberin bakış açısı ki zaten onun bakış açısını çizen, Allah’ın vahyi idi. Onun içinde Medine sözleşmesinde yer alan bir çok madde aslında Kuran da da yer almıştı bir şekilde. Ki maide suresinin 42. ve 50. ayetleri arasındaki ifade edilen hususlar Medine sözleşmesinde yer alıyordu. Ama Ebu Davud’da ki bir hadisten öğreniyoruz ki, anlaşmayı ilk bozan Medine Yahudileri oldu.
İşte bu ayette ifade edilen Allah-u alem tabii ki, büyük bir ihtimalle bozulduğu söylenen anlaşma, Resulallah’ın ya Medineli ehli kitapla yaptığı Medine sözleşmesi, ya da o sözleşme dışında yine ehli kitapla yaptığı bir başka sözleşme olsa gerektir.
57-) Feimma teskafennehüm fiyl harbi feşerrid Bihim men halfehüm leallehüm yezzekkerun;
Eğer onları harpte yakalarsan, onlarla, onların arkalarında bulunanları dağıt ki ibret alsınlar. (A.Hulusi)
57 - Onun için onları ne zaman harp de yakarlarsan kendileriyle arkalarındakileri ürküt gerek ki ibret alırlar. (Elmalı)
Feimma teskafennehüm fiyl harb onlarla savaşta karşılaşırsan, feşerrid Bihim men halfehüm leallehüm yezzekkerun; geriden gelenlere ibret olsun için onları öyle bir darmadağın et ki, berikiler ders alsınlar.
58-) Ve imma tehafenne min kavmin hıyaneten fenbiz ileyhim alâ seva'* innAllâhe lâ yuhıbbül hainiyn;
Şayet bir topluluğun ihanetinden endişen varsa, anlaşmayı geçersiz saydığını önceden onlara bildir! Muhakkak ki Allâh ihanet edenleri sevmez. (A.Hulusi)
58 - Her hangi bir kavimden de bir hıyanet endişe edersen evvel emirde (nebzet) ahitlerini reddettiğini düpe düz kendilerini bildir, çünkü Allah hainleri sevmez. (Elmalı)
Ve imma tehafenne min kavmin hıyaneten fenbiz ileyhim alâ seva'in ve eğer aranızda anlaşma bulunan bir toplumun ihanetinden haklı nedenlerle kaygıya kapıldınsa durumu dengelemek için onlarla yaptığın anlaşmayı geçersiz ilan edebilirsin.
Bakınız, anlaşmaya ihanet etmeyi ahlaki bir zaaf olarak gören Kuran, öncelikle karşı tarafın ihanetinin makul bir biçimde ikna edici sebeplere dayalı olarak iyice hissedilmesi gerektiğini işaret ediyor. Onun için düşmanla dahi olsa ahlaki çerçevenin sınırında bir ilişki istemiyor Kuran. Savaşta dahi olsa bir ahlaki norm getiriyor. Savaşmak, birileri ile düşmanlık yapmak, birileri ile savaş halinde olmak, ahlaksız davranışın gerekçesi, mazereti olamaz diyor.
Bu çok önemli ve bu ayetlerin, sayfalar boyunca, sonuna kadar bu surenin bu ayetlerin dibinde akan dip akıntısı bu. Savaş ahlakı. Barışta herkes ahlakı gözetir. İş ki savaşta gözetebilmektir. Dostuna karşı herkes ahlaki davranır. İşki düşmanına karşı ahlaki davrana bilmektir. Kuran işte o çok az insanın, çok az toplumun, dünyada çok az uygarlığın becerebildiği bu standarda dikkat çekiyor ve çizgi koyuyor.
innAllâhe lâ yuhıbbül hainiyn; Unutma ki Allah hainleri sevmez. Yani öncelikle ihanet etmeyin. Siz ihanet etmeyin, kesinlikle size ihanet edilse dahi etmeyin. Ama anlaşmayı karşı taraf bozmuş ya da bozmaya yatkınsa bu durumda anlaşmayı iptal edin geçersiz sayın. Geçersiz olduğunu da zımnen ilan edin gibi bir talimatta görüyoruz burada. Artık benimle aranızda anlaşma yok şeklinde. Uluslar arası ilişkilerde ahlaki kuralları bundan 1400 yıl önce Kuran işte böylesine sistematik bir biçimde oturtuyordu.
59-) Ve lâ yahsebennelleziyne keferu sebeku* innehüm lâ yu'cizun;
O hakikat bilgisini inkâr edenler, sakın kaçarak kendilerini kurtaracaklarını sanmasınlar... Kesinlikle onlar (Allâh'ı) dilediğini yapmaktan âciz bırakamazlar! (A.Hulusi)
59 - Ve o küfür edenler asla zannetmesinler ki ileri gitmişlerdir çünkü onlar âciz bırakamazlar. (Elmalı)
Ve lâ yahsebennelleziyne keferu sebeku Nitekim küfre saplanan kimseler yakalarını kurtardıklarını sanmasınlar, innehüm lâ yu'cizun; unutmasınlar ki onlar Allah’ı atlatamazlar.
60-) Ve e'ıddu lehüm mesteta'tüm min kuvvetin ve min ribatıl hayli turhibune Bihi adüvvAllâhi ve adüvveküm ve ahariyne min dunihim* lâ ta'lemunehüm*Allâhu ya'lemuhüm* ve ma tünfiku min şey'in fiy sebiylillâhi yuveffe ileyküm ve entüm lâ tuzlemun;
Onlar için gücünüz yettiğince kuvvet toplayın ve (cihad için) bağlanarak beslenmiş atlar hazırlayın ki onunla Allâh düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka, Allâh'ın bilip sizin bilmediğiniz diğerlerini korkutasınız... Allâh uğruna ne bağışlarsanız, mükâfatı size tam ödenir ve hakkınız asla yenmez! (A.Hulusi)
60 - Siz de onlara karşı gücünüzün yettiği her kuvvetten ve cihat için beslenen atlardan hazırlık yapın, onunla hem Allah düşmanını korkutursunuz hem sizin düşmanınızı hem de onlardan başka diğerlerini ki onları verseniz ecri size tamamen ödenir, hiç de ziyan etmezsiniz. (Elmalı)
Ve e'ıddu lehüm mesteta'tüm min kuvvetin ve min ribatıl hayl sizde onlara karşı gücünüz oranında kuvvet ve atlı birlik hazırlayıp, turhibune Bihi adüvvAllâhi ve adüvveküm ve ahariyne min dunihim* lâ ta'lemunehüm*Allâhu ya'lemuhüm bu yolla hem Allah düşmanlarını, hem kendi düşmanlarınızı, hem de bunlar dışında sizin bilmeyip Allah’ın bildiği daha başkalarını yıldırıp caydırabilirsiniz. Yani hazırlıklı olun. Caydırıcılık için hazırlıklı olun. Barışı korumak için savaşa hazır olun. Güçlü olun. Gücünüzü her fırsatta kullanmak için güçlü olmayın, gücünüzü kullanmaya ihtiyaç duyulmamak için güçlü olun. Güçlü olun ve affedin, zayıf olursanız affetmiş olmazsınız, aslında korkmuş olursunuz. Zayıfın affı korkaklık, güçlünün affı merhamet, şeref ve izzettir. Onun için güçlü olun.
ve ma tünfiku min şey'in fiy sebiylillâhi yuveffe ileyküm ve Allah yolunda her ne harcarsanız size tümüyle geri ödenecektir, ve entüm lâ tuzlemun; ve siz asla zulme uğramayacaksınız.
Hemen yukarıda bir ibare geçti, o ibarenin üstünde bir iki cümle ile durmak isterim.
adüvvAllâhi ve adüvveküm bu çok önemli, Allah’ın düşmanları ve sizin düşmanlarınız. Burada bir hakikat dile getiriliyor. Allah’ın düşmanı olan herkes öncelikle tüm müminlerin düşmanıdır. Bir düşman tanımı, bir düşman çerçevesi çiziyor. Sizin düşmanınız, basit menfaatlerinize dokunan değil, Allah’ın düşmanı olanlardır. Çünkü Allah’a karşı savaş açanlar, insanın mutluluğunu yok etmeye çalışanlardır. O sebeple Allah’ın düşmanlarını doğal düşman kabul edeceksiniz. Ayetin zımnen ifade ettiği gerçek bu.
61-) Ve in cenehu lisselmi fecnah leha ve tevekkel alellah* inneHU HUves Semiy'ul 'Aliym;
Eğer barışa yanaşırlar ise, sen de ona (barışa) yanaş! Allâh'a tevekkül et (Allâh'ı vekîl tut = El Vekiyl isminin kuvvesine yönel)! Çünkü O, Semi'dir, Aliym'dir. (A.Hulusi)
61 - Ve eğer selme yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allaha mütevekkil ol, çünkü işiten bilen ancak odur. (Elmalı)
Ve in cenehu lisselmi fecnah leha ve tevekkel alellah Şu var ki, eğer onlar barışa yönelirlerse sen de bu yönelişe uy. Ama yalnızca Allah’a güven.
inneHU HUves Semiy'ul 'Aliym; Unutma ki O duyulmayanı işiten, kimsenin bilmediğini bilendir. Yani daima saldırganlığı cezalandırmak ve meşru savunma amaçlıdır savaş. Burada da ifade edilen hakikat budur. Barış esastır, eğer barışa yanaşırlarsa sende yanaş diyor, sen de barışa uy, esastır.
Neden, Çünkü ebedi risaletin, vahyin amacı insanı ifna etmek değil, insanı ihya etmek, diriltmektir.
İnsanı yok etmek değil, insanı var etmektir.
İnsanı öldürmek değil, insanı diriltmektir.
İnsan ne zaman kendi hayatını zibil etmiş, sebil etmiş, daha doğrusu kendi hayatının masumiyetini kaybetmiş olur, imanla insan arasına bir engel olarak aşılmaz bir engel olarak gelindiğinde. Çünkü insanın varlığı o durumda artık tüm diğer insanlar için bir zarara, bir sete, bir mutluluk setine dönüşmüştür. Engeline dönüşmüştür. Onun için hiç kimsenin tüm insanlığın mutluluğuna engel olmak gibi bir hakkı olamaz.
İman, insan mutluluğunun öbür adıdır. İnsanın mutluluğunun öbür adıyla insanın buluşmasına kimse engel olmamalıdır ve cihad; imanla insan arasındaki engelleri kaldırmaktır.
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
60. videoyu toplu halde http://kurantefsir.wordpress.com/2011/09/02/islamoglu-tef-ders-enfal-49-7560/ bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder