Sevgili Kuran dostları geçtiğimiz ders Enfal suresinin 48. ayetine dek işlemiştik. İşlediğimiz ayetleri hatırlayacak olursak şeytanın insan yüreğine üflemeleri, vaatleri ve bu vaatlere kananların akıbeti ve en sonunda da şeytanın hiçbir vaadini tutmayacağı gerçeğini öğrenmiştik.
Aslında enfal suresi Yevmül Furkan, Hakkın batıldan ayrıldığı gün olan bedir gününü, o süreci, öncesi ve sonrasıyla gözlerimizin önüne seriyor, bu bedrin yüreklerde devam eden iç savaşı, yani iç bedirlerimizi, yüreğimizde ki bedirleri kazanabilmemizin de yöntemini ve yolunu gösteriyordu.
İşte o ayetlerin ardından şimdi, dost ve düşman, mümin ve kafir zümreleri dışında 3. bir zümrenin bedir mihengine vurulduğunda nasıl kendini belli ettiği ve nifakını ortaya koyduğunu şu ayetle öğreniyoruz.
49-) İz yekulül münafikune velleziyne fiy kulubihim meredun ğarre haülai diynühüm* ve men yetevekkel alAllâhi feinnAllâhe Aziyzün Hakiym;
Hani münafıklar ile içlerindeki şüphe dolayısıyla sağlıklı düşünemeyenler: "Bunları dinleri aldatmış" diyor(du)... Kim Allâh'a tevekkül ederse (işe duygularını karıştırmayıp tabiri câiz ise kendini otomatik pilota bırakırsa, yani Allâh Esmâ'sının gereğini kendisinde açığa çıkaracağına iman ederse), muhakkak Allâh Aziyz'dir, Hakiym'dir. (A.Hulusi)
49 - Sizden katiyen beriyim, ben sizin göremeyeceğiniz şeyler görüyorum, ben Allahtan korkarım, öyle ya Allahın ıkabı çok şiddetlidir. (Elmalı)
İz yekulül münafikune velleziyne fiy kulubihim meredun o zaman o yüreklerin sınandığı, imanların sınandığı, yevmül Furkan, Hakkın batıldan ayrıldığı, seçildiği, ak ve karanın ayrıldığı, beyaz ve siyahın ayrıldığı o gün birilerinin, dışarıdan beyaz görünen griler olduğu ortaya çıkıyor ve diyorlardı ki o griler, iki yüzlüler, münafıklar ve hasta yürekliler;
ğarre haülai diynühüm bu adamları dinleri, yanlışa sürüklüyor. Dinleri bu adamlara yanlış yaptırıyor diyorlardı o grinin çocukları. Tabii bununla neyi kastediyorlardı, güçlü ve kalabalık Mekke ordusuna karşı bir avuç müminin sancak açması, baş kaldırması ve üzerine yürümesi, akılla, salt düz mantıkla açıklanabilir bir gerçek değildi. Bir münafık imanıyla da açıklamak gibi bir yola gitmeyeceğine göre geriye kalıyordu böyle bir savaşı mantıksız bulmak. Orantısız bulmak ve onun içinde dinleri bu adamları yanlışa sürüklüyor idiler. Yani imanları, dinlerinden kasıt inanç sistemleri. Ait oldukları hayat görüşleri, hayat düsturları bu adamları, böylesine güçlü bir ordu karşısında savaşa sürükledi dediler.
Aslında bu münafığın nereden baktığını gösteren tipik bir bakış açısı. Sayıların sultasına inanmış, bir imanın bin imkan olduğunu ne bilsin. Onun için sayılara iman etmiş. Bir gri akım; siyaha, gündüzün; gecenin tüm karanlıklarına üstün olduğunu göremez, göremedi. Onun için burada; şeytanın baktığı yerden ya da bak dediği yerden, gör dediği yerden bakan bir bakış açısıyla karşı karşıyayız. Sayılara iman eden, güç dengelerinden yola çıkan, ama imanı hesaba katmayan, bilinci hesaba katmayan, iradeyi hesaba katmayan, direnişi, yani sabrı hesaba katmayan yamuk bir bakış açısı var. İşte bu hastalıklı bir yürekten çıkan bir bakış açısı diyor ayet.
Açık; Fiy kulûbihim maradun, (Bakara/10) yüreği hastalıklı olanlar, hastalıklı kalbi olanlar. Bu bakışı hastalıklı olan demektir. Hastalıklı bakan demektir. Ki yamuk bakan hiçbir şeyi doğru göremeyecektir.
ve men yetevekkel alAllâhi feinnAllâhe Aziyzün Hakiym; Oysa onların, bunu diyenlerin bilmediği bir gerçek var. Allah’a güvenen herkesin bilmesi gereken tek gerçek şudur ki; Allah yüceler yücesi bir iradeye sahiptir ve her yaptığı işi hikmetle yapar. Yani Allah’ı hesaba katmadan bir başarı tasavvuru, şeytani bir tasavvurdur. Yüce Allah’ı; Elde var bir. Demeden yapılacak tüm hesaplar sıfırdır. Onun için, elde var bir. Ben sıfırım. Ama elde bir olunca benim gibi sıfıra o bir değer yükler. Onun için yerimi bileyim, birin önüne geçmeyeyim. Birin arkasına geçeyim tamam. O zaman değer alırım, güç alırım.
Güç ve kuvvet yalnızca Allah’a aittir. Ben de sıfırım ama değerimi ondan alırım eğer yerimi bilirsem. İşte bu bakış açısını veriyor, vermeye çalışıyor Kuran.
50-) Ve lev tera iz yeteveffelleziyne keferul Melaiketü yadribune vucuhehüm ve edbarehüm* ve zûku azâbel harıyk;
Melâikeyi, hakikat bilgisini inkâr edenlerin yüzlerine ve arkalarına vurarak ve "Tadın yakıp kavuran azabı" (diye) öldürürken bir görseydin! (A.Hulusi)
50 - O sıra münafıklar ve kalplerinde bir maraz bulunanlar şöyle diyorlardı: «şunları dinleri aldattı» halbuki her kim Allaha tevekkül ederse şüphe yok ki Allah bir azîz, hakîmdir. (Elmalı)
Ve lev tera iz yeteveffelleziyne keferu ve O, küfre saplanıp kalanlara ölümü tattırdığımda görmeli idin bir. Durumlarını görmeliydin. O, küfre saplananlara ölümü tattırdığında, buradaki; elleziyne keferu’ yu kafirler diye çevirmiyorum. Bağlamın izin verdiği her yerde elleziyne keferu formunun, özellikle mazi sigası, geçmiş sigası olmasından kaynaklanan bir devamlılık, bir eskilik, bir direngenlik taşıdığını, anlamı taşıdığını dikkate alarak kafirler, düz bir kafirler değil, küfre saplanıp kalanlar. Küfürde direnmeye devam edenler biçiminde çeviriyorum bağlam izin verdiği yerlerde. Onun için işte burada da küfre saplanıp kalanlara O ölümü tattırdığında görmeliydin bir hallerini.
El Melaiketü yadribune vucuhehüm ve edbarehüm Melekler onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak diyecekler ki; ve zûku azâbel harıyk; tadın bakalım yakıcı azabı.
Hemen Kuran böyle yamuk bir bakış açısının akıbet ve ahiretine sözü getirdi, bir pencere açtı. Şeytanın gör dediği yerden bakan yalnızca başarıyı kaybetmekle kalmaz, istikbali de kaybeder demeye getirdi işi.
Bu ibarenin dilsel açıdan farklı bir, alternatif bir anlamı da var. O anlam; “Melekler küfre saplanıp kalanların canlarını alırken onların yüzlerine ve sırtlarına vuracaklar ve” diye verilebilir alternatif anlam. Ama benim verdiğim anlam; yeteveffa sözcüğünde ki gizli zamirin Allah’a gittiğini öne alan anlamdır. Ki dilsel olarak yeteveffa zamirinde bir tekil gizli özne var, tekil. Oysa meleklere gitseydi eğer çoğul olması lazımdı. Ki Karilerden biri olan İbn. Amir de teteveffa biçiminde okumuş, o zaman alternatif anlam olabilirdi. Onun için bendeniz “O” dedim, yani zamirin Allah olduğunu işaretle. O küfre saplanıp kalanların canlarını alırken, melekler vuruyorlardı. Biçiminde çevirdim.
51-) Zâlike Bima kaddemet eydiyküm ve ennAllâhe leyse Bi zallamin lil abiyd;
"Bu, yaptıklarınızın getirisidir! Allâh, kullarına zulmedici değildir!" (A.Hulusi)
51 - Bir de görseydin Melekler canlarını alırken o küfür edenlerin yüzlerine ve arkalarına vura vura, tadın bakalım! diyerek: yangın azâbını bu işte sizin kendi ellerinizin takdim ettiği yüzünden ve Allahın kullarına zulüm kar olmadığındandır. (Elmalı)
Zâlike Bima kaddemet eydiyküm bu, öz ellerinizle işlediklerinizin karşılığıdır. Yani bir başkasının size verdiği bir ceza değil. Aslında siz cezayı kendi kendinize veriyorsunuz. Onun için Allah sadece ödüllendiriyor. Cezalandıran, kendi kendinizi, cezalandıran sizsiniz. Onun için Rahman ve rahiym isminin tecellisi işte böyle gerçekleşiyor.
Allah herkese rahmet etmiştir. Kafirlere de. Sadece güllere değil, dikenlere de. Sadece kuzulara değil kurtlara da rahmet etmiştir. Ama insan eğer ceza ve bir belaya uğruyorsa, bu kendi eli ile kazandığının karşılığıdır. Yani onu kendisi, kendisine karşı yapmıştır.
ve ennAllâhe leyse Bi zallamin lil abiyd; İşte bu, geldi, değilse Allah kullarına haksızlık yapma ihtimali asla yoktur.
Niye böyle çevirdim, İhtimali nereden çıkardım; Ben demedim, bu bir tasarruf ta değil, metin diyor. Eğer nehy’in olumsuzun haberi “da” harfi cerri ile gelirse bu; Ya o işin imkansızlığına, ya da o ihtimalin yokluğuna delalet eder. Arap dilinde bu bir kuraldır. Onun için ayette; ve ennAllâhe leyse Bi zallamin lil abiyd; Allah’ın kullarına zulmetme ihtimali yoktur. Diyor.
52-) Kede'bi ali fir'avne velleziyne min kablihim* keferu Bi âyâtillâhi fe ehazehümullâhu Bi zünubihim* innAllâhe Kaviyyün şediyd'ül 'ıkab;
(Bunların durumu) Firavun hanedanı ve onlardan öncekilerin gidişatı gibi... (Onlar) Allâh'ın işaretlerindeki varlığını (Esmâ'sının açığa çıkışı olan işaretleri) inkâr ettiler, Allâh da onları kendi suçlarıyla yakaladı... Muhakkak ki Allâh Kaviyy'dir, "Şediyd'ül Ikab"dır (suçun sonucunu şiddetle yaşatandır). (A.Hulusi)
52 - Tıpkı Âli Firavun ve onlardan evvelkilerin gidişi gibi Allahın âyetlerini tanımadılar da Allah kendilerini günahlarıyla tuttu alıverdi, çünkü Allah çok kuvvetli ve ıkabı pek şiddetlidir. (Elmalı)
Kede'bi ali fir'avne velleziyne min kablihim
ve Kuran olayı geçmişte yaşanmış tarihi bir hadiseye benzetiyor ve tarihsel bir pencere açıp muhataplarına seyredin diyor. Akıbetinizin geçmişteki kimlerin akıbeti ile örtüştüğünü görmek için izleyin.
Onların gidişatı da tıpkı firavun toplumu ve ondan öncekilerin gidişatı gibi.
Kuran sık sık yapıyor bunu Firavunla müşrikleri, İsrail oğulları ile Müslümanları kıyaslıyor. Kuran ın mesajına direnen insanlara dönüp diyor ki; Firavunun akıbetine bakın, Allah’ın vahyine karşı direnenlerin sonu ne olmuş görün. Müslümanlara da dönüp diyor ki; İsrail oğullarının başından geçen Yahudileşme sürecini aklınızdan çıkarmayın, zalim Allah’ın kılıcıdır. Onunla intikam alır. Ama döner ondan da intikam alır. Evvali mu seyfullah yente kulu bihi sümme yente kımu bih. Onun için Yahudileşmeyin mesajını veriyor. Mesaja direnenlere firavunu, mesaja inanıp ta mesajı bulandıran, inancını tam uygulamayan, mesaja karşı ihanet edenlere de Yahudileşen İsrail oğullarını. Kuran sürekli örnek gösteriyor, ibret gösteriyor.
keferu Bi âyâtillâhi fe ehazehümullâhu Bi zünubihim
Ne yapmıştılar onlar, Allah’ın mesajlarını ısrarla yalanlamışlardı. Ardından Allah’ta onları günahları nedeniyle kıskıvrak yakalayıverdi.
innAllâhe Kaviyyün şediyd'ül 'ıkab; Elbette Allah işinde kuvvetli, azabında şiddetlidir.
53-) Zâlike Bi ennAllâhe lem yekü müğayyiren nı'meten en'ameha alâ kavmin hatta yüğayyiru ma Bi enfüsihim ve ennAllâhe Semiy'un 'Aliym;
İşte bu böyledir... Bir topluluk nefislerindekini değiştirmedikçe, Allâh onlara (hakikatlerinden) olan nimetini değiştirmez! Allâh Semi'dir, Aliym'dir. (A.Hulusi)
53 - Bu, şundan: bir kere Allah bir kavme in'am ettiği bir nimeti onlar nefislerindeki sebebi değiştirinceye kadar değiştirmiş değildir, bir de Allah işitir, bilir. (Elmalı)
Zâlike Bi ennAllâhe lem yekü müğayyiren nı'meten en'ameha alâ kavmin hatta yüğayyiru ma Bi enfüsihim
Toplumsal değişmenin yasasını getirdi Kuran. Sosyal değişmenin, toplumsal dönüşümün, tüm insanlık tarihi boyunca değişmeyen yasası bu ayet. Bu Şu yasa gereğidir ki; Allah bir topluma bahşettiği nimeti, o toplum öz benliğine yabancılaşmadıkça asla değiştirmez.
Aynen Rad suresini, 13. surenin 11. ayetinde olduğu gibi. Aslında ayette geçen hatta yüğayyiru ma Bi enfüsihim anahtar ibare budur.
hatta yüğayyiru ma Bi enfüsihim, kendilerinde bulunanı değiştirmedikçe anlamına gelir literal olarak, mot a mot. Nötr bir anlamı var. Yani kendilerinde olanı değiştirmedikçe. Müspete ya da menfiye, olumluya ya da olumsuza değiştirmeyi içerir. Fakat bu ayette nimetin delaletiyle olumlu anlama kullanıldığını görüyoruz. Yani nimet kelimesinden yola çıkarak bu ayette olumlu bir değişime işaret var. Yani olumludan, olumsuza doğru bir değişim. Ayette nimet sözcüğünün delaleti ile bunu anlıyoruz.
O halde benim çevirimde ki kendisine yabancılaşmada ortaya çıkıyor. Ben, kendine yabancılaşmadıkça diye çevirmiştim, ki aslında öz benliğinin değiştirilmesi, kendine yabancılaşmaktır. Eline bahşedilen, verilen nimetin, kendisinden öz benliğini değiştirdiği için alınması ne demektir, yabancılaşmadır. Kendine yabancılaşan, Allah’a yabancılaşır. Allah’a yabancılaşan, eşyaya yabancılaşır. Her şeye yabancılaşır.
Burada sosyal ve bireysel değişmenin yasası dile getiriliyor. Sebep sonuç ilişkisi içerisinde açıklanıyor tüm toplumsal dönüşümler ve deniliyor ki; Toplumu oluşturan temel taş, insan unsuru değişirse toplumda değişir. Onun için insan unsurunun değişmesi de ancak yüreğinin değişimine bağlı. Yani, tüm değişimler yürekte başlıyor diyor ayet.
Dünyayı değiştiremezsiniz, bu kesin. Ama mutlaka değiştirmeniz gerekiyor. Değişim şart. Hayatın yasası. Bu da kesin. Peki ne yapmalı. Dünyayı değiştiremeyiz bu kesin. Ama değişim de olmalı bu da kesin. Peki iki yasa birbiri ile çelişiyor mu? Hayır. Doğru bakarsanız doğru görürsünüz. Değiştirebileceğiniz mutlaka bir kişi olmalı. Size en yakın kişi olmalı. Kim o? Sizsiniz. Kendinizi değiştirebilirsiniz. Ne duruyorsunuz, haydi başlayın diyor Kuran.
ve ennAllâhe Semiy'un 'Aliym; ve Allah her şeyi işitendir, bilendir.
Neden böyle bir ayet böyle iki isimle geldi. Eğer siz kendinizi değiştirmek gibi bir irade sergilerseniz Allah bunu işitir. Onu bilir ve size kendinizi değiştirecek güç verir. Yardımcı olur. Önünüzü açar. Aklınızı açar, kalbinizi açar, ruhunuzu açar.
Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
60. videoyu toplu halde http://kurantefsir.wordpress.com/2011/09/02/islamoglu-tef-ders-enfal-49-7560/ bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder