5 Eylül 2011 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. Araf (173-176)(57-B)

A sayfasından devam



173-) Ev tekulu innema eşreke abaüna min kablü ve künna zürriyyeten min ba'dihim* efetühliküna Bima fealel mubtılun;

Bir de "Daha önce atalarımız yalnızca müşrik olarak yaşarlardı; biz de onların devamı bir zürriyetiz (onların genetik özelliklerinin devamıyız); Hakk'ı inkâr eden atalarımız yüzünden bizi helâk mı edeceksin?" demeyesiniz (için yukarıdaki olayı açıkladık. Zira her insan İslâm fıtratı {programı} üzere yaratılır. Din anlayışı çevresinin şartlandırmasıyla başlar). (A.Hulusi)

173 - Yahut: ancak önceden atalarımız şirk koştular, biz ise onlardan sonra bir zürriyet edik, şimdi o batılı tesis edenlerin yaptıklarıyla bizi helâk mi edeceksin? Demeyesiniz. (Elmalı)


Ev tekulu innema eşreke abaüna min kablü ve künna zürriyyeten min ba'dihim Ya da gerçekte babalarımız bizden önce şirk koşmuştu. Biz ise sadece onların peşinden giden bir kuşağız. efetühliküna Bima fealel mubtılun; Dolayısıyla batılı icat edenlerin yaptıkları yüzünden bizi mi helak edeceksin şeklinde bir gerekçeye sığınmayasınız diye.

Evet, yani böyle bir gerekçe, böyle bir mazeret ileri sürmeyesiniz diye şahit kıldık. Kendinizi, kendinize. Neden, babalarınızdan önce sizin yapınıza yerleştirilmiş imanı inkar ettiniz. Sözleşmeyi inkar ettiniz Allah ile bir fıtrat sözleşmeniz vardı. Bir akıl sözleşmeniz vardı, bir irade sözleşmeniz vardı. Siz eğer önceki bir şeye uymak istiyor idiyseniz, yani ille de şöyle bir mazeret ileri sürecek idiyseniz; Biz çok önceden beri bizim önümüze açılmış yolu takip ederiz diyecek ve bu mazeretinizle de makul karşılanacaksanız, Allah’ın sizin fıtratınıza açtığı iman yolunu takip edeydiniz. Babalarınız fıtratlarına yabancılaştı, babalarınız özüne yabancılaştı, siz babanızı takip etmek için fıtrata ihanet ettiniz. Vicdana ihanet ettiniz, vicdanınızın üzerini kalın bir perde ile örttünüz, doğanıza ihanet ettiniz.

Onun için burada böyle bir mazeretiniz geçersizdir diyor.


174-) Ve kezâlike nufessılul âyâti ve leallehüm yerciun;

Belki (hakikate) rücu ederler diye işte böylece delilleri - işaretleri tafsilâtlandırıyoruz. (A.Hulusi)

174 - Ve işte biz âyetleri böyle tafsil ediyoruz ve gerektir ki rücu' etsinler. (Elmalı)


Ve kezâlike nufessılul âyâti ve leallehüm yerciun; işte biz ayetlerimizi bu şekilde çok boyutlu açıklıyoruz ki belki gerçeğe dönerler.


175-) Vetlü aleyhim nebeelleziy ateynahu âyâtina fenseleha minha feetbe'ahüş şeytanü fekâne minel ğaviyn;

Onlara şu şahsın haberini bildir: Biz ona işaretlerimizi verdiğimiz halde o ilimden sıyrılıp çıktı (hakikati unutup nefsaniyetiyle yaşamaya başladı)... (Derken) şeytan (kendini beden kabulü) onu (kendine) tâbi kıldı ve (nihayet o) azgınlardan oldu. (A.Hulusi)

175 - Onlara o herifin kıssasını da oku: ki ona âyetlerimizi sormuştuk da o, onlardan sıyrıldı çıktı, derken onu Şeytan arkasına taktı da sapkınlardan oldu. (Elmalı)


Vetlü aleyhim nebeelleziy ateynahu âyâtina fenseleha minha feetbe'ahüş şeytanü fekâne minel ğaviyn;

Kur’an yeni bir konuya geçti, tabii ki yukarı ile bağlantılı olarak ve buyurdu ki; bir de onlara mesajlarımızı ulaştırdığımız halde onları elinin tersi ile itip şeytana ve sonunda sapık olup çıkan kimsenin durumunu haber verir.

Kim bu kimse, Allah’ın mesajlarını ulaştırdığı ve onları elinin tersi ile itip en sonunda şeytana uyan kimse. Aslında herkes olabilir. Katade, İkrime, Ebu Müslüm el Isfahani gibi müfessirler, tabiin büyükleri burada herhangi bir özel ismin kastedilmediği sonucuna varmışlar ki, bizce de öyledir. Her çağda bu ayetin muhatapları bulunur. Allah’ın ayetlerini elinin tersi ile itip şeytanın peşine takılan insanlar, sadece belli zamanlara, belli zeminlere hasredilemezler bu bir gerçek.

Ama ilginç değil mi, İbn Abbas, Mücahit, Hz. Ali gibi sahabenin ve tabiinin en önde gelenleri bu ayeti tarihsel olarak bazı isimlere yormuşlar ki bu saydığım isimlerin bu ayete atfettikleri isim; Bel’am bin Baura, Baur oğlu Bel’am diye geçen kitabı Mukaddeste bir şahıs. 

Tabii bu ayetlerin belli bir şahıs için olmayıp genel bir karakteri seslendirdiği, dillendirdiği açık olmakla birlikte, Hz. Ali, İbn Abbas, Mücahit gibi önde gelen isimlerin bu ayetleri tarihsel bir şahsa atfetmelerinin de bir değeri var. Bu şahsın özelliği neydi ki u ayetler ona atfedildi diye sormamız gerekiyor. İşte Bel’am ın onun için özelliğinin araştırılması gerekiyor.

Bu Kitabı Mukaddeste hikayesi uzun uzun anlatılan, Hz. Musa döneminde yaşamış bir ünlü arif ve alim. Gerçekten ilmi ile, irfanı ile, ameli ile döneminde insanların tümünü geçmiş, Hz. Musa’nın getirdiği mesaja iman etmiş ve o mesajı bulunduğu bölgede bir numara olarak temsil etme yetkisine sahip bir zat olduğunu söylüyor Kitabı Mukaddes.

Ama ilginçtir, çok ilginç tarihsel bir olay yaşanmış. Bel’am bu ilmine rağmen Hz. İsa’nın ait olduğu İsrail oğullarına mensup değil. Oradaki Moab kabilesine mensup. Ama Bel’am ın kabilesi yine putperest bir kabile. Bu kabile ile müminler arasında, Hz. Musa arasında bir savaş çıkıyor. Moablılarla. Putperest Moablılarla müminler arasında ve Bel’am işte orada müthiş bir sınava tabi tutuluyor. Bir yanda imandaşları, inanç yoldaşları, iman dostları, öbür yanda ırktaşları. Böyle çok ilginç bir sınav.

Moab Kralı Balak, Bel’am a haber gönderiyor. Savaşı alamayacağını, müminleri hiçbir dönemde yenemeyeceğinin farkında. Çünkü ne kadar savaş yapmışlarsa hep Hz. Musa ve ona iman etmiş müminler tarafından yeniliyorlar. Nasıl alabilirim savaşı. Biliyorum sen bizim putlarımızı inkar ettin, tek Allah’a iman ediyorsun ama neye inanırsan inan biz senin ırkındanız bize yardımcı ol. Bu İslam ordusunu nasıl yenebilirim bana bunun bir yolunu göster. Elebis rivayetlerin anlattığına göre, ahdi kadimde, Tevrat’ta Bel’am;

Onun bir yolu var diyor. Bu İslam ordusuna kötü kadınları musallat et. Onlar fuhuş işlesinler, Allah’ta onlardan destek ve yardımını çeksin. Ondan sonrası kolay, yenersin.

Ve dediğini yapıyorlar. Önce Moablı zaniyelere kapılan Müslüman İsrail oğulları daha sonra onların putlarına tapmaya başlıyorlar. Yani şehvetlerinin esiri olmaları o noktada bırakmıyor, onları esiri oldukları şehvetlerin arkasına döküp putlara tapmaya kadar götürüyor. Ve tamamen fiziki bir takım açıklamaları da mümkündür ki zaten Tevrat bunun da ipuçlarını veriyor. Bu kadınlar aracılığı ile sunulan bir takım mikroplu yiyeceklerle çok büyük kırılmalar, yaygın hastalıklar gerçekleşiyor ve hatta bu kadınların fuhuş yoluyla bulaşıcı hastalık taşıyıp Müslüman İsrail oğulları askerleri arasında onulmaz bir yaygın hastalığa sebep olmaları da gösteriliyor. Tefsirlerde bu gibi malumatlar da alınıyor.

Evet her ne ise, ama ilginç bir durum var ortada, bizden gerekçe ile Hakka sırt dönmesi insanın. İşte Bel’am tipi bu. Sahip olduğu bilgiyi imanın lehine değil de aleyhine kullanmak. Biz ve onlar tanımında bizim içine imanı yerleştirmeyip, ırkı yerleştirmek.

Bu ayetin, ve ayetlerin daha doğrusu 75 ve 76. ayetlerin Kelbi, Abdullah Bin amr ve daha başka müfessirler tarafından bir başka isme atfını da görüyoruz. Ümeyye bin Ebis Salt es-Sakafi.  Bu da ilginç. Ben bu isim üzerinde de birkaç cümle ile durmak isterim. Çünkü bu isimler sadece tarihsel bir şahsiyet değil, her dönemde bulunabilecek vasıfları üzerinde taşıyan insanlar bunlar. Yani bunlar aslında birer isim değil, birer sıfat gibi algılamak lazım. Ve bu sıfatları kendi yaşadığınız çağda mutlaka birilerinin üzerinde görürsünüz. Yani yaşadığınız çağın Bel’am ı da vardır. Yaşadığınız çağın Ümeyye bin Ebis Salt’ı da vardır.

Kim bu Kelbinin, Abdullah Bin Amr gibi önde gelen isimlerin bu ayetleri yorduğu Ümeyye bin Ebis Salt.  Bu Resulallah’la aynı çağı paylaşan ünlü bir şair. Çok ünlü bir şair. Hatta Kur’an da imaen, kendisine peygamber gelseydi şu iki şehrin birinden olan adama gelirdi. Denilen iki insandan biri. Taif’li Ümeyye Sakif kabilesinden. Yalnız ilginç olan bu değil, Ümeyye nin düşünce ve inançlarını biz şiirlerinden öğreniyoruz.

Divanı var, ama ben İbn Kuteybe’nin es şiir ve şuara’sında 3 sayfa ayırmış Ümeyye’nin şiirlerine. Oradan yola çıkarak Ümeyye nin inançlarının ne olduğuna baktım, Ümeyye’yi tanımak istedim. Çok ilginç bir sima ile karşılaştım. Allah’a inanıyor, bir Allah’a. Daha Resulallah gelmeden inanıyor. Peygamberlik yokken inanıyor. Hem de Allah için şiirlerinde İlah ül Alemin diyor. Tüm alemlerin tek ilahı. Yine; Ferdün, Muvahhadun geçiyor bir şiirinde. Yani Allah biriciktir, tektir, ilginç.

Yine Melik üs semavati vel ard diyor Allah için şiirinde. Hala peygamberimiz, peygamberlikle gönderilmemiş, ama Ümeyye böyle şiirler yazıyor.

Göklerin ve yerin melik’i, Malik’i diyor ve cennete inanıyor Ümeyye. Dar u ayşin naiymin geçiyor bir mısraında, şiirinin bir yerinde. Nimetlerin yeri, nimetler diyarı diyor cennet için.

Cehenneme inanıyor. İlginçtir hiç içki koymamıştır o ağzına ve putlara inananlara da aptallar diye sesleniyor şiirinde, ilginç.

Meleklere inanıyor, şiirinden bunu anlıyoruz. Peygamberlere bile inanıyor. Çünkü şiirinde daha önce hakikati getiren nebilerden söz ediyor.

Peki şunu bekliyorsunuz değil mi? Bu kadar şeye inandığına göre bu insan Müslüman ve Resulallah’ı kucaklaması lazım değil mi. Hey hat..! Resulallah gönderilir gönderilmez düşman oluyor ve sahabenin dilinde adı aduvvullah, Allah düşmanı. İlginç.

Hatta daha ilginç bir şey söyleyeyim El ıktül ferid de okuduğumu hatırlıyorum; 8 yıl Resulallah Mekke de iken, 8 yıl Bahreyn de kalıyor Ümeyye. Resulallah’ın peygamberliğinin 8. yılında demek oluyor tabii ki bu, Mekke’ye dönüyor. Döner dönmez Mekke lirler onu bekliyorlar. Ona fikir danışacaklar. Döner dönmez onu yolda karşılıyorlar ve Ebu Süfyan soruyor; Ümeyye, duydun mu; Abdulmuttalip’in yetimi peygamberliğini ilan etti. Yüzü ekşiyor, rengi atıyor. Ne diyorsun diyorlar.

İlginç bir şey söylüyor ilheb fette bi’hu. git ve ona tabi ol. Böyle bir de dürüstlük var. Li melem tette bi’hu? Peki sen niçin gidip de teslim olmadın, sen niçin iman etmedin. İki cevap verdiği nakledilir. Bekleyip onun işinin sonucunu göreceğim. Kazanırsa ondan olacağım, kaybederse öbüründen.

Bakın biraz önce anlatılan örneğe çok benziyor aslında. Bir başka cevabı; Taif kadınlarına ne derim. Sonra Taif kadınlarına ne söylerim. Yani hakikatin hakikat olduğunu biliyor ama kibrinden hakka boyun eğmiyor.

Peygamberliği kendisine beklermiş meğerse bu adam. Biz onu öğreniyoruz ve ilginçtir sahabe buna aduvvullah diyor.

İşte sahabe ve tabii nin müfessirlerinin bu ayetleri böyle iki isme yormaları boşuna değil. Aslında onlarda ki bu sıfatlardan dolayı. Bu sıfatlara yakın insanları siz her çağda görebilirsiniz. Ve ilginçtir, Ümeyye Hanifti. Hanif olmasına rağmen Resulallah’ın nübüvvetini kabullenmedi. İki yeğeni Resulallah’la savaşarak öldü.

Bu Ümeyye düşünebiliyor musunuz, Resulallah’ın; şiirini severek dinlediği bir adam. Şiirini okuttuğu bir adam. Ve hatta Buhari’nin naklettiği bir habere göre; “Onun şiiri Müslüman olmuştu.” buyuruyor Resulallah. Ve şiiri içinden bazı mısraların hadise dönüştüğü bir adam, Resulallah’ın dilinde hadis olduğu bir adam.

Onun için fıtrata yabancılaşmak deyince fıtrattan söz ediliyor bu pasajda. Fıtrata yabancılaşmak deyince görüyorsunuz, insan vicdanının üzerini örtünce bilmesi de bir şey ifade etmiyor. Biliyor ama, bilgi onu hakikate ulaştırmıyor. Bilgiyi kötüye kullanıyor, bilgiyi istismar ediyor. İşte Ümeyye mantığı, işte Bel’am mantığı. Devam ediyoruz.


176-) Ve lev şi'na lerafa'nahu Biha ve lakinnehu ahlede ilel Ardı vettebe'a hevahu, femeseluhu kemeselil kelb* in tahmil aleyhi yelhes ev tetrükhü yelhes* zâlike meselül kavmilleziyne kezzebu Bi âyâtina* faksusıl kasasa leallehüm yetefekkerun;

Eğer dileseydik, onu bu işaretlerle yükseltirdik... Fakat o arza (bedenselliğe) yerleşti ve boş asılsız dürtülerine tabi oldu! Artık onun meseli şu köpeğin meseli gibidir: Üstüne varsan da dilini sarkıtıp solur, terketsen de dilini sarkıtıp solur... İşte işaretlerimizi yalanlayan topluluk, buna benzer! (Sen bu) kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler. (A.Hulusi)

176 - Eğer dilese idik biz, onu o âyetlerle yükseltirdik ve lâkin o, yere (alçaklığa) saplandı ve hevasının ardına düştü, artık onun meseli o köpeğin meseline benzer: üzerine varsan dilini salar solur, bıraksan yine dilini salar solur; bu işte âyetlerimizi tekzip eden o kavmin meseli, kıssayı kendilerine bir nakil eyle, gerektir ki bir düşünürler. (Elmalı)


Ve lev şi'na lerafa'nahu Biha Ki eğer biz isteseydik onu mesajlarımızla yüceltirdik. ve lakinnehu ahlede ilel Ardı vettebe'a hevah ne ki o dünyaya sarıldı. Hatırlayın örnekleri. Dünyaya sarıldı ve ayartıcı arzularının peşine düştü. O kadar. Nereye satılıyorsunuz. Unutmayınız Kur’an ın ifadesi;

..ve men yürid sevabed dünya nü'tihi minha.. Dünyayı isteyene onu veririz. ve men yürid sevabel ahireti nü'tihi minha (Ali -İmran/145) Ahireti isteyene, yani akıbet mutluluğu, büyük mutluluğu isteyene de onu veririz.

Aynı sayfanın altında adeta şu demeye getiriliyor. Dünyayı isteyene dünyayı veririz yalnızca. Ama ahireti isteyene ahireti veririz, dünyayı yanında promosyon olarak veririz. Demeye getiriliyor. Onun için ilginçtir.

femeseluhu kemeselil kelb işte bu yüzden böyle birinin durumu, kışkırtılmış bir köpeğin durumuna benzer. Kur’an ın verdiği en sert örneklerden biri bu.

in tahmil aleyhi yelhes ev tetrükhü yelhes İlginç, örneğe bakın, benzetmeye bakın. Diyor ki; Üzerine varsan da, kendi haline bıraksan da hırlayıp durur. Kışkırtılmış bir köpek. Yani hırlayıp durur. Üzerine var, varma. Sen yoldan yürü. Yani taş atana da hırlar, taşı tutana da hırlar. Üzerine varana da hırlar, kaçana da hırlar. Kışkırtılmış köpeğe benzer.

Bu aslında insanın fıtratına yabancılaşınca nasıl vahşileşeceğinin de göstergesi. İnsan Fıtratıyla,i vicdanıyla, doğasıyla ilişiğini kesince. Doğası, Allah’ı özleyen bir yapıda, Allah’ı arzulayan bir yapıda. O arzunun adresi şaşırtılınca, insan görüyorsunuz iç güdüleriyle davranan ve bir kemiğin peşine saatlerce koşan bir köpeğe benzetiliyor. Burada aslında kemik atarsınız koşar, taş atarsınız yine koşar. Aslında neden taşı yakalar köpekler biliyor musunuz, onun taş olduklarını bilmedikleri için. Onu da kemik sanırlar. Neden ağızlarına alırlar, çünkü kemikle taşı ayırt edemezlerde onun için. Ancak ağızlarına alarak denerler.

O sebeple iç güdüleri ile hareket eden, aklıyla, iradesi ile, fıtratı ile hareket etmeyen bir insanın işte böyle bir köpekten farkı yok deniliyor ki, gerçekten de ortada değil mi, Aklını iradesini, fıtratını bir kenara bırakıp, ayartıcı öz benliği ile, öz benliği ile hareket eden insanlar, ebedi saadetini bir kemiğe satabiliyorlar. Ebedi hayatı geçici zevklere satabiliyorlar. İşte örnekte olduğu gibi.

zâlike meselül kavmilleziyne kezzebu Bi âyâtina Mesajlarımızı yalanlamaya kalkanların durumu işte böyledir. faksusıl kasasa leallehüm yetefekkerun; Şu halde bu kıssaları aktar, belki üzerinde düşünürler de yola gelirler.

Kur’an da olumlu olarak tefekkürün ilk geçtiği yer bu ayetler. Olumsuz manada daha önce bir yerde geçiyor ama ilk olarak, Kur’an ın nüzul sürecinde tefekkürün ilk geçtiği yer ki, tefekkür aslında aklın tüm fonksiyonlarını kapsayan düşünme yöntemlerinin hepsine verilen isimdir. Ve burada da dikkatinizi çekiyor mu, iç güdülerden akla davet var. İç güdü ile hareket ederseniz taşın ve kemiğin arkasına ayırt etmeden gidersiniz. Ama akılla hareket ederseniz, kalıcı olanla geçici olanı değiştirmezsiniz. Yüce olanı adi olanla değiştirmezsiniz. Ebedi mutluluğu geçici hazlara satmazsınız deniliyor.


Devam ediyor C sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder