26 Eylül 2011 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. Tevbe (006-009)(61-C)



B sayfasından devam



6-) Ve in ehadün minel müşrikiynestecarake feecirhu hatta yesme'a kelamAllâhi sümme eblığhu me'meneh* zâlike Bi ennehüm kavmün lâ ya'lemun;

Eğer müşriklerden biri senden pes edip, koruman altına girmek isterse, onu koruman altına al ki (sana yakınlaşarak) Allâh kelâmını işitsin; sonra onu güvende olacağı yere ulaştır... Böyle (yapmalısın), çünkü onlar (Hakikati) bilmeyen bir toplumdur. (A.Hulusi)

006 - Ve eğer müşriklerden biri aman ile yakınına gelmek isterse ona aman ver, ta ki Allahın kelâmını dinlesin, sonra da onun me'menine kadar gönder, çünkü bunlar hakikati bilmez bir kavimdirler. (Elmalı)


Ve in ehadün minel müşrikiynestecarake feecirhu ve eğer müşriklerden biri senden sığınma hakkı isterse ona sığınak ol.

Görüyorsunuz değil mi Kuran dostları, biraz önceki yaptığım tüm yorumları destekleyen bir ayet bu. Eğer müşriklerden biri senden, kendisine sığınak olmasını isterse, ona sığınak ol diyor. Sana sığınırsa kollarını aç.

hatta yesme'a kelamAllâh neden, neden böyle yap; Bakarsın, burada ki hatta, ta..! ki diye de çevrilebilir. Ama bendeniz en uygun karşılığı sözcüğün “bakarsın” olduğunu düşündüğüm için bakarsın Allah’ın kelamına kulak verir.

Bu çok önemli. Asıl olan diriltmektir, kazanmaktır. Savaşın amacı İslam ile insan arasındaki engelin kaldırılmasıdır demiştim, işte o dur. Onu göstermektedir bu ibare. İnsanın İslam ile buluşmasını, bilişmesini, tanışmasını temin etmektir asıl olan. Onun zorla Müslüman edilmesi değildir elbet. Onun İslam’ı, suya yanmış bir yürek gibi, bir ciğer gibi, bir dudak gibi karşılaması ve İslam’ın çeşmesine gönüllü olarak dudaklarını dayamasıdır. Budur asıl olan ve insana düşen, mümine düşen, onun Allah’ın kelamıyla karşı karşıya gelmesini sağlamaktır.

sümme eblığhu me'meneh Bu da çok ilginç bir ibare, sonunda onu kendini güven içinde hissedebileceği bir yere ulaştır. Yani güvenlik içinde hissedebileceği bir yere ulaştır onu. Senin görevinden biri de budur eğer senden sığınma hakkı isterse bir müşrik.

zâlike Bi ennehüm kavmün lâ ya'lemun; Böyle davran çünkü onlar hakikati bilmeyen bir topluluktur.

Evet değerli dostlar, bu ayetin bu son cümlesi bana Uhut’u hatırlattı. Uhut’tan bir manzarayı hatırlattı. Etrafında sadece, sadece bir avuç yiğit insan kalmış olan ve müşriklerin kılıçları eteğine değecek kadar kendine yaklaşmış olan, var olmak ya da olmamak anını yaşayan sevgili peygamber, Uhut’ta, özellikle de yara aldığında Hz. Saab’ın;

“Ya Resulallah onlara beddua etmeyecek misin” teklifi karşısında ellerini kaldırıyor ve ne diyordu biliyormusunuz;

- Allahümme mağfirli kavmihi İnnehüm la ya'rifun.

Allah’ım, onları bağışla, onlara doğru yolu göster, onları doğru yola yönelt, hidayet ver. Çünkü onlar bilmiyorlar.

İşte tam da bu ayetin dediğini diyordu. zâlike Bi ennehüm kavmün lâ ya'lemun; böyle davran çünkü onlar hakikati bilmiyorlar. Bilmeyen bir topluluktur.

Hiç kuşkusuz bu bölüm öldürme emrinin dini değil, savunma amacıyla olduğunu açıklıyor. Yukarıda ki özellikle 5. ayette geçen onları öldürün emrinin inançtan kaynaklanmadığını, sadece savunma amaçlı olduğunu ve cezalandırma amaçlı olduğunu, ihaneti cezalandırma amaçlı olduğunu açıkça ifade ediyor.


7-) Keyfe yekûnü lilmüşrikiyne 'ahdün indAllâhi ve 'ınde RasûliHİ illelleziyne 'ahedtüm 'ındel MescidilHaram* fe mestekamu leküm festekıymu lehüm* innAllâhe yuhıbbul müttekıyn;

Müşriklerin, Allâh ve Rasûlünün indînde bir anlaşmaları nasıl olabilir? Mescid-i Haram indînde sözleştikleriniz müstesna... Onlar size sözlerine bağlı olarak davrandıkça, siz de onlara dosdoğru davranın... Muhakkak ki Allâh, hükmüne boyun eğerek azabından korunanları sever. (A.Hulusi)

007 - O müşriklerin Allah yanında, Resulü yanında bir ahdi nasıl olabilir? Ancak mescidi haram yanında muahede yaptıklarınız var ki bunlar size doğru durdukça siz de onlara doğru bulunun, Allah, hıyanetten sakınanları elbette sever. (Elmalı)


Keyfe yekûnü lilmüşrikiyne 'ahdün indAllâhi ve 'ınde RasûliH şirk koşan kimselerin Allah’la ve O’nun elçisiyle anlaşma yapmaları nasıl mümkün olabilir ki.

Burada da ve daha bir çok ayette; ve O’nun elçisine” ibaresi geçiyor ki önceki ayetlerde de aynen bu kalıp geçti. Bu özel vurgu, elçiye zeval olmaz atasözünü hatırlatıyor. Yani O’na ve aracılık ettiği mesaja yönelik her saldırı, bizzat elçiliğini yaptığı Allah’a saldırıdır denilmeye getiriliyor. Yani müşriklerin anlamadığı buydu. “Biz Allah’a inanıyoruz” diyorlardı, putlara inanmakla birlikte. Biz O’nu seviyoruz, biz O’nun beytinin bekçileriyiz, biz O’nu koruyoruz, biz O’nu gözetiyoruz. Bizim Muhammed e karşı savaşımız neden Allah’a karşı çıkmak olsun gibi bir mantık yürütüyorlardı ve bu kalıp, özellikle indAllâhi ve 'ınde RasûliHİ Allah’a ve O’nun elçisine kalıbı, elçiye zeval olmaz ata sözünü hatırlatırcasına, Allah’ın elçisine yapılmış her türlü hakaretin Allah’a hakaret olarak telakki edileceğini ifade etmek içindi.

illelleziyne 'ahedtüm 'ındel MescidilHaram Ne ki sizin mescidi haram yanında kendileriyle anlaşma yaptığınız kimseler müstesna, hariç. Yani burada da süpürmedi, burada da özellikle müşrikler içerisinden bir iki kavimle müminler sözleşme yapmışlardı. Onlar sözleşmelerine sadık kaldılar. İşte o birkaç kavmi bundan istisna tutuyor.

Yine burada da açıkça görüyoruz ki müminlere, saldırı izni verilen kesim müşriklerin tamamı değil, sadece sözleşmelerine ihanet eden kesimdi.

fe mestekamu leküm festekıymu lehüm Onlar, size verdikleri söze sadık kaldıkları sürece, siz de onlara verdiğiniz söze sadık kalın.

Bu ibare de çok anlamlı, yukarıdaki ayetlerde savaşılma talimatının gerekçesinin ihanet olduğunu gösteren en açık ibare burada geldi;

innAllâhe yuhıbbul müttekıyn; Unutmayın ki Allah sorumlu davrananları sever.

Dikkatinizi çekiyor mu Kuran dostları, aziz dostlar, burada, 7. ayetin sonunda da, yine 4. ayetin sonunda da Allah’ın sevmesinden söz ediliyor. Yani sevgiden söz ediliyor. Dikkat buyurunuz sevgi, belirleyici bir öğe olarak geçiyor burada. Neden?

Bu ayetler unutmayınız, nübüvvetin son yıllarında nazil olan, hicretin 9. yılında, peygamberliğin tam 21, 22. yılında nazil olan ayetler sonunda. Bu; Allah – insan ilişkilerinin en rafine halidir. Mekke’de gelen ayetler müminleri muhatap alan ayetler azap ile korkutur idi. Ama Allah’ın terbiyesi içerisinde uzun bir yürüyüşe çıkan bu bir avuç mümin, bu terbiyenin sonlarına yaklaştıklarında artık, Allah yakar, Allah yakmaz, Allah cennete atar, Allah cehenneme atar şeklinde değil, Allah sever, Allah sevmez şeklinde oldu. Burada olduğu gibi.

İşte gördüğünüz bu ayetler nübüvvetin son yılında ya da son yılından bir önceki yılda nazil olan ayetler. Bu haseple bu ayetler İnsan – Allah ilişkisinin zirvesini temsil ediyor. Bu zirve sevgi ile izah edilir. Allah sevmezse neyin var ki, Allah severse neye muhtaçsın ki dercesine. Allah sevmez, ya da Allah sever deyince akan sular duruyor orada her şey bitiyor. Allah seviyorsa problem yok dercesine.


8-) Keyfe ve in yazheru aleyküm lâ yerkubu fiyküm illen ve lâ zimmeten, yurduneküm Bi efvahihim ve te'ba kulubühüm* ve ekseruhüm fasikun;

(Onlarla antlaşma mı) nasıl? Eğer, size üstünlük sağlasalardı sizin hakkınızda ne yemin gözetirlerdi ne de zimmet (sözleşme sorumluluğu)! Lafla sizi razı ederler, ama kalpleri kaçınır! Onların çoğunluğu bozuk inançlıdır! (A.Hulusi)

8 - Evet, nasıl olabilir ki: size bir zafer bulsalar hakkınızda ne bir zimmet gözetirler ne de bir yemin, ağızlarıyla sizi hoşnut etmeğe çalışırlar, kalpleri ise iba eder durur, zaten ekserisi insanlıktan çıkmış fasıklar. (Elmalı)


Keyfe ve in yazheru aleyküm lâ yerkubu fiyküm illen ve lâ zimme düşmanlarınızın size galip gelmeleri halinde size bağlı ne bağlayıcı bir yükümlülük, ne de anlaşmadan doğan bir sorumluluk üstlenmemişken başka basıl olabilirdi ki.

Yukarıdakinin bir devamı olarak geldi ayet. Yani şirk koşan kimselerin, Allah ile ve O’nun elçisi ile anlaşma yapmaları nasıl mümkün olabilir demişti ya 7. ayetin girişi. İşte onu açıklar tarzda diyor ki, herhangi bir yükümlülüğe ve sizinle anlaşmadan doğan bir sorumluluğa sahip olmayan bu insanlarla başka tür nasıl ilişkiye girebileceksiniz ki. Hiçbir sorumluluk taşımıyorlar. Sözleşme yapıyorsunuz sözlerinde durmuyorlar. Antlaşma yapıyorsunuz antlaşmalarına uymuyorlar. Bu insanlarla ilişkiye girmenin zemini nedir, ahlaki bir zemin yok. Başka nasıl olabilir ki diyor ayet.

Ahlaki ilkeler uğruna savaşa bir işaret bu. Savaşı, yüce insani amaca amade kılmaktır. Yani insanı yok eden, insanı öğüten, belki de insanlığın en büyük, en kötü en zaaflı alışkanlığı olan savaş ve çatışmaya, bir ahlaki amaç kazandırıyor.

Ahlaki amaç kazandıracağına savaşı yok etseydi daha iyi olmaz mıydı diye akla gelebilir. Böyle bir soru sorulabilir. Böyle bir soru belki ideal bir taleptir ama, gerçekçi bir talep değildir. Bir rüyadır: İnsanı tanımayan, insanın zaaflarını bilmeyen biri ancak böyle bir talepte bulunabilir. Bu talebin insanla, hayatla, gerçeklikle hiçbir alakası yoktur. Onun için yeryüzündeki insanlık içerisinde ki, insanın tabiatında bulunan o eksi kutbu, o negatif kutbu söküp atmadan insanlar arasında mücadeleyi, kavgayı kaldıramazsınız.

O halde yapacağınız geriye ne kalıyor, bir tek şey. O da insanlar arasındaki bu kavgayı kemik kavgası olmaktan çıkarıp daha değerli, daha yüce, daha ulvi amaçlar uğruna yapılmış ve ilkeleri olan ahlaki zeminde yapılan bir kavgaya dönüştürmek. Yani ilkeler koymak, standartlar koymak, insani bir takım çerçeve getirmek suretiyle insanda var olan ve hiçbir zaman da yol olmayacak olan çatışma boyutunu, insani amaçların hizmetine kullanmak. Bunu yapabilirsiniz. Bu makul olandır, bu insani olandır. Öbürü hayaldir, ütopyadır.

yurduneküm Bi efvahihim ve te'ba kulubühüm sözleri ile sizi hoş tutmaya çalışırken yürekleri onları yalanlamaktadır. ve ekseruhüm fasikun; Zira onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.

Bendeniz burada ki yoldan çıkmayı, dikkatinizi çekerim, müşrikler için fasık dedi ayet. Oysaki fasık ibaresi daha çok, iman edipte günah işleyenler için kullanılır. Fakat müşrikler için de fasık dedi. Burada eğer müşrikler için fasık kullanılıyorsa bu, onlar günah işledi anlamından daha öte, onlar fıtratlarının yolundan çıkmış, yani Allah ile yapmış fıtrat sözleşmesini çiğnemiş insanlardır anlamına alınmak durumundadır. Yani ahlaki davranış standartları bozulmuştu onların manasına gelir.


9-) İşterav Biâyâtillâhi semenen kaliylen fesaddu an sebiyliHİ, innehüm sae ma kânu ya'melun;

(Onlar) Allâh işaretlerini az bir değer (dünyalık zevkler) karşılığında sattılar da O'nun yolundan engellediler. Yapmakta oldukları gerçekten ne kötüdür! (A.Hulusi)

9 - Allahın âyetlerini bir semeni kalile sattılar da Allah yolundan menettiler, hakikat bunlar ne fena şeyler yapmaktalar! (Elmalı)


İşterav Biâyâtillâhi semenen kaliylen fesaddu an sebiyliH Allah’ın ayetlerini az bir menfaat karşılığında değiştiler ve O’nun yoluna engel oldular.

Burada bilinç alaborasından söz ediliyor, yani geçici olanı kalıcı olana, değerli olanı değersiz olana, pahalı olanı ucuz olana tercih etmek, bir zihin ala borası, bir değer alt üst oluşundan söz ediliyor. Eğer insan hayata karşı amuda kalkmışsa, ters bakıyorsa hiçbir şeyi doğru görmesi mümkün değildir demeye getiriyor.

innehüm sae ma kânu ya'melun; Onlar ne berbat şeyler yapıp duruyorlar.



Devam ediyor D sayfasına geçiniz.
61. videoyu toplu olarakhttp://kurantefsir.wordpress.com/2011/09/09/islamoglu-tef-ders-tevbe-001-02361/ bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder