26 Ağustos 2011 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. Araf (127-128)(55-A)




Sevgili Kur’an dostları geçen dersimizde A’raf suresinin 126. ayetine kadar işlemiştik. Hatırlayacak olursanız bu ayetlerde tarihin ender rastladığı bir iman devriminin öyküsü anlatılıyordu. Firavunun, Hz. Musa ile gönderilen ilahi belgelere karşı kendi sihirbazlarıyla meydan okuyuşu fiyaskoyla sonuçlanmış, sihirbazlar imanın ve mucizenin gücü karşısında boyun eğmekten ve Allah’a secde etmekten başka bir yol bulamamışlardı.

Koca bir firavunlar ülkesinin başkentinde, ülkenin kalabalıklarının, halkının gözleri önünde gerçekleşen bu iman devrimi Kur’an tarafından da bize inkılap olarak aktarılmıştı.

İşte bu iman inkılabı, yer yüzünün en büyük inkılabı olan, ki bir insanın gönlündeki şeytan iktidarını devirip de iman iktidarını kurması, yeryüzünün en büyük inkılabıdır. İşte bu anlamda doğrudan bir hidayete mazhar olan, muhatap olan sihirbazların secdeye kapanıp iman etmesi üzerine firavunun tehdidi gelmişti ve onlar da demişlerdi ki; “Olsun, biz nasıl olsa Allah’a dönecek, en sonunda ona kavuşacak değil miydik.” Bir anlık doğrudan iman inkılabı onları işte böylesine derin bir bilinç, böylesine Allah’a yakınlık bilincine kavuşturmuştu. O ayetlerin ardından konu şöyle devam ediyor;


127-) Ve kalel meleü min kavmi fir'avne etezeru Musa ve kavmehu li yüfsidu fiyl Ardı ve yezerake ve alihetek* kale senukattilu ebnaehüm ve nestahyiy nisaehüm* ve inna fevkahüm kahirun;

Firavun çevresindeki ileri gelenler: "Musa'yı ve halkını, yeryüzünde bozgunculuk yapıp, seni ve ilâhlarını terk etsinler diye mi bırakıyorsun?" dediler... (Firavun da): "Oğullarını öldürüp, kadınlarını diri bırakacağız... Biz onların üzerinde kahredici güce sahibiz" dedi. (A.Hulusi)

127 - Firavunun kavminden yine o cemiyet ya, dediler: Musâ’yı ve kavmini bırakacaksın ki seni ve ilâhlarını bıraksın da yer yüzünde fesat çıkârsınlar? Yine, dedi: Oğullarını öldürürüz ve kadınlarını diri tutarız, yine tepelerinde mutlak kahrımızı yürütürüz. (Elmalı)


Ve kalel meleü min kavmi fir'avn firavun toplumunun seçkinleri dediler ki; etezeru Musa ve kavmehu li yüfsidu fiyl Ardı ve yezerake ve alihetek Yani sen şimdi Musa’yı ve halkını, seni ve tanrılarını bırakıp ülkede terör ve anarşi, ülkede kargaşa çıkarsınlar diye mi kendi başlarına bırakacaksın.

Mantığı görüyoruz, görüyorsunuz değerli Kur’an dostları. Firavun ve onun etrafında çıkar şebekesi Hz. Musa’yı anarşistlikle suçluyorlar. Kargaşa çıkarmakla, terörle suçluyorlar.

Suçlayanlar kim, suçlayanlar, ülkenin kanını emenler. Firavun ülkesinin halkını sömürenler, zulmedenler, ahlaksızlık yapanlar, kara servet sahipleri, Musa’yı hakikatin mümessili olan, vahyi, insanlığın değişmez değerlerini ülkeye taşımak isteyen ve o insanların konforunu bozan Hz. Musa’yı, kargaşa çıkarmakla, terörle suçluyorlar. Fesat ve anarşi yaymakla suçluyorlar.

Hani bakara suresinde deniliyor ya;

Ve iza kıyle lehum lâ tüfsidu fiyl Ard.. Kendilerine; yeryüzünü fesada vermeyin, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın, insanların huzurunu kaçırmayın, haksızlık ve zulüm yapmayın denildiği zaman;

kalû innema nahnu muslihûn; (Bakara/11) derler ki utanmadan ne münasebet, biz yeryüzünde düzeni sağlıyoruz. İstikrarın garantisiyiz derler. Biz olmazsak istikrar olur mu derler. Asıl düzeni biz sağlıyoruz. Onun için de hemen arkasından rabbimiz onların maskelerini şöyle sıyırır;

Elâ innehum humulmüfsidûne ve lâkin lâ yeş'urûn; (Bakara/11) işte onlar, hayır, yoo..! asıl onlar anarşisttirler. Asıl onlar terörü körükleyenlerdir. Fakat bunun farkında değiller.

Onun için burada ters dönmüş bir bilinç görüyoruz. Zulme karşı çıkmanın adı anarşi olunca, zulmün adı da istikrar olacaktır. Veya zulmün adı istikrar, düzen nizam olunca, zulme karşı çıkmanın adı da anarşi çıkarmak olacaktır. Firavun istikrarın simgesi olunca Musa kargaşanın simgesi olacaktır. (haşa) Bu tarih boyunca böyledir.

Zalimler zulümlerini meşrulaştırmak için zulümlerine karşı çıkanları gayri meşru gösterme çabası içine girerler. Onların zulümleri olması gerekendir, Onların zulümlerine karşı yapılmış her çıkış terördür, intizamsızlıktır, kargaşadır, anarşidir. Adını öyle koyarlar.

Onun için Musa da firavunun sistemli terörüne karşı çıktığı için anarşistlikle suçlandı ve ayette de aktarıldığı gibi onlar hemen; li yüfsidu fiyl Ard ülkede anarşi çıkarmak için diye bir yafta yapıştırıverdiler Hz. Musa’ya.

Aslında ayeti kerimede; ve alihetek geçiyor. Seni ve senin ilahlarını, senin tanrılarını. Senin tanrıların ifadesi, bildiğimiz firavun portresi ile çelişiyor gibi. Firavun Kur’an da kendi dilinden;

..ene Rabbukümül'a'lâ; (Nâz’iat/24) gibi gerçekten haddini aşan bir iddiada bulunuyor. “Ben sizin en büyük rabbinizim.” Diyor. Ki Nâziat 24. ayette, ondan naklen.

Bununla firavunun tanrılarını nasıl telif edeceğiz, uyuşturacağız diye bir soru gelecek olursa, bir kez firavun ilah olduğunu iddia etmiyor. Rabb olduğunu iddia ediyor. Firavunun taşkınlığı, azgınlığı had bilmezliği, rububiyet alanında, uluhiyet alanında değil. O da biliyor yerleri ve gökleri yaratmadığını. O da biliyor istediği zaman yağmur yağdıramayacağını. O da biliyor istediği zaman istediği insanı diriltemeyeceğini.

Peki onun iddiası ne? Rububiyet alanında iddia olduğu için yeryüzünde benden başka kimse sizin üzerinizde hakimiyet iddiası güdemez. Yeryüzünde benim iktidarımı hiçbir güç paylaşamaz. Yeryüzünde mutlak manada söz sahibi benim. Dolayısıyla insan üzerinde de söz sahibi benim demeye getiriyor. İşte bu rububiyet alanındaki tanrılık iddiasıdır.

Ama buradaki ve alihetek ifadesi, yani senin tanrıların ifadesi firavunun taptığı tanrılar değil de daha çok firavunun taptırdığı, yani halkı uyutmak için taptırdığı, tapılmasına müsaade ettiği, izin verdiği totemler, ikonlar, bir takım canlı, cansız ve soyut, somut tanrılar. İşte bunlar arasında biz Keçi tanrısını görüyoruz. Bunlar arasında biz boğa, kutsal boğa tanrısını görüyoruz ki apis. Eski Mısır da ki çok tanrılı hayatın en ünlü tanrılarından biri, kutsal boğa tanrısı. Daha doğrusu kutsal sığır tanrısı, apis. Daha sonra bu tanrı, serapis adını alacaktır.

Onun için demek ki Mısır da firavunlar kendi dışlarındaki, kendilerinin iktidarına zarar vermeyecek bir takıp totemlere tapılmasına izin veriyorlardı. Bu bir uyuşturucu işlevi görüyordu. Çünkü Boğaya tapsınlar dursunlar, hiçbir boğa firavun iktidarına alternatif olamayacaktır. Firavuna karşı çıkıp ta ben sana muhalifim diyemeyecektir. Keçiye tapsınlar, koyuna tapsınlar, ki biraz önce söylediğim gibi bu tip tanrılarda vardı. Hiçbir koyun, hiçbir keçi firavun iktidarına alternatif çıkaramayacaktır. Yani firavunun hoşgörüsü buraya kadar. Eğer kendi iktidarına dokunmuyorsa, kendi zulmüne dokunmuyorsa, kendi çıkarlarına dokunmuyorsa herkes her şeye inanabilir.

İşte Mekke müşrik toplumunu tanımlıyor aslında Kur’an. Unutmayın ki bu ayetler Mekke döneminin sonlarına doğru, özellikle 10. yıldan sonra, nübüvvetin, peygamberliğin 10. yılından sonra indi. Mekke müşrik toplumu da aynen firavun toplumu gibiydi. Çıkarlarına dokunmadığı sürece her türlü ilaha hoşgörü gösteriyorlardı. Hatta 360 ilah vardı, put vardı. Bunlar içinde unutmayınız Hz. İsa ikonu ve İbrahim ikonu da vardı bu Mekke de ki 360 ikon arasında. Diyorlardı ki Resulallah’a ve Müslümanlara, bir tane de siz koyun. Yani 361 olsun ne çıkar. 360 a ses çıkarmayan 361 e de ses çıkarmaz.

Onlar tüm bölgede ki Kabe’ye gelen, hacca gelen ve bölgeye para bırakan bölgedeki ticarete katkı sağlayan tüm kabilelerin putlarını Kabe’ye koymuşlardı. Çünkü bunlarda çıkarları vardı. Yani mavi boncuk dağıtıyorlardı. Siz de gelin, sen de gel, ne olursan ol sen de gel gibi bir mantığa sahiptiler. Onun için Resulallah eğer bu tekliflerini kabul etseydi, bir ilah daha koyacaklardı Kabe’nin içine. Onlar için çok bir şey değişmeyecekti. Yeter ki iktidarlarına ortak olmasın, yeter ki istikrar adını verdikleri çıkarları sarsılmasın. Problem işte burada başlıyordu.

Onun için Musa peygamberin Mekke sinde olmuş bir olay, Muhammed peygamberin Mekke sinde anlatılıyor. İki Mekke karşılaştırılıyor. Hz. Musa’nın Mekke’si, firavun ülkesinde geçirdiği, verdiği mücadele yılları. Hz. Resulallah’ın Mekke si ise Mekke müşriklerine karşı mücadele ettiği bildiğimiz Mekke.

Burada Mekke ile Firavun başkenti, Mekke müşrik liderleri ile firavun ve etrafında ki çıkar şebekesi ve Hz. Musa ile Resulallah, Ümmeti Muhammed le, daha özelde, Resulallah’a iman eden müminlerle, Hz. Musa’ya iman eden müminler kıyaslanmakta ve burada bir ibretlik bir hadise, tarihi bir olay sunulmakta. Bu olaydan ibret alınması istenmekte. Onun için Resulallah’ın Mekke’sine, Hz. Musa’nın Mekke si ibret olarak takdim ediliyor.

kale senukattilu ebnaehüm ve nestahyiy nisaehüm Firavun, onların oğullarını öldürecek, kadınlarını sağ bırakacağız. Dedi. Etrafında ki çıkar şebekesi bu itirazı yapınca firavun onlara böyle bir vaatte bulundu. Meraklanmayın onlara ceza vereceğim, hem de öyle bir ceza ki, onları korkunç bir soykırıma uğratacağım. Dedi.

Burada; senukattilu ebnaehüm onların oğullarını öldürtecek ve nestahyiy nisaehüm kadınlarını, kızlarını değil. Nisa, kadın anlamına geliyor. Onun için şöyle bir eşleştirme yapılıyor birazda tarihi anlatılara dayanılarak. Oğullarını öldürüp kızlarını bırakacağım gibi. Aslında ayette geçen Kız değil. Ayette geçen kadın, Nisa. Benaat değil. Dolayısıyla buradaki oğullar, Arap dilindeki galibiyet, tağyip ilkesince, çocukların tamamını kapsıyor.

O halde bir açıklama koymak zorundayız. “Neden firavun çocukları öldürüyor da kadınları bırakıyor.” Parantez içinde en makul açıklama bizce şu olmalı; “evlat acısını çeksinler diye.” Kadınları bırakacağız, dokunmayacağız onlara.

Çünkü amacı onlar üzerinde ki baskıyı sürekli tutmak. Amacı onlara acı çektirmek, amacı zulüm ve işkence etmek. Yoksa çocuğun veya nesillerin devam etmesini istemese kadınları öldürmek en kestirme yol. Eğer kadınlar olmayınca çocukta doğmaz. Ama kadınları özellikle bırakıyor. Çünkü amacı acı çektirmek. Bir toplumu baskı altında işkence ile, zulümle baskı altında tutmak. Ki zaten hemen ayetin arkasından bu amaç açıkça söyleniyor.

ve inna fevkahüm kahirun; ve böylece biz onlar üzerindeki ezici baskımızı sürdürmüş olacağız diyor.

Evet, yani firavunun amacı ayetin bitişinde açıkça söyleniyor. Bu amaç onları yeryüzünden kazımak köklerini kazımak değil ki bu mümkün de değil,ü onları baskı altında tutmak. Sürekli bir acıya mahkum etmek.


128-) Kale Musa li kavmihiste'ıynû Billâhi vasbiru* innel Arda Lillâh* yurisüha men yeşaü min ıbadiHİ, vel akıbetü lil müttekıyn;

Musa kavmine dedi ki: "Allâh'tan (Ulûhiyeti dolayısıyla hakikatinizden; benliğinizi oluşturan El Esmâ'sındaki kuvveden) yardım isteyin ve sabredin... Muhakkak ki o yeryüzü, Allâh'ındır... Kullarından dilediğini ona mirasçı kılar... Gelecek, korunanlarındır!" (A.Hulusi)

128 - Musâ kavmi ne siz, dedi: Allahın avn-ü inayetini isteyin ve acıya tahammül edip dayanın, her halde arz Allah’ındır ona kullarından dilediğini varis kılar, akıbet ise muttakilerindir. (Elmalı)


Kale Musa li kavmihi Musa toplumuna dedi ki onların bu tehdidi üzerine. iste'ıynû Billâhi vasbiru Allah’tan yardım isteyin ve dirençli olun. Başka ne denebilir ki..! Bu korkunç tehdit, bu korkunç zulme muhatap olmuş bir topluma başka nasıl bir teselli verilebilir ki. Bir peygamberin ağzından çıkabilecek en güzel teselli çıktı. O da Allah’a dayanın, Allah’a güvenin ve direnin. Vaspiru, vispiru, direnin. Sabredin i bu bağlamda açıkça, direnin anlamında algılamak gerekiyor.

innel Arda Lillâh* yurisüha men yeşaü min ıbadiH unutmayın ki yer yüzü Allah’ındır. Kullarından dilediğini ona mirasçı kılar. vel akıbetü lil müttekıyn; gelecek, sorumlu davrananların olacaktır. Akıbet muttakilere aittir. Geleceğin inşa edicileri mutlaka Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olanlar olacaktır. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır.

Görüyorsunuz bu ümmete hitap eden, doğrudan bu ümmete hitap eden ayeti kerimelerde aynı kalıpla, aynı formla uyarılar kullanılıyor. Oysa bu ibare Hz. Musa’nın ağzından veriliyor. Bu da bu ümmete elbette hitap ediyor. Ama aynı zamanda bir şeyi öğreniyoruz. Demek ki insanlık tarihi boyunca tüm peygamberler aynı şeyle muştuladılar müminleri. Geleceği inşa etme gücü, geleceği inşa etme liyakati mutlaka sorumlu davranan, Allah’a karşı sorumluluğunun şuurunda olan toplumlara verilecektir.

İşte bu müjde sadece bu ümmete inen vahyin bu ümmete verdiği bir müjde değil, bu müjde insanlık tarihi boyunca vahyin temel müjdesidir, esprisidir.



Devam ediyor B sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder