16 Ağustos 2011 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. Araf (55-56)(53-A)






Sevgili Kur’an dostları geçen dersimizde A’raf suresinin 54. ayetine kadar işlemiştik. Geçen ders işlediğimiz ayetleri kısaca hatırlayacak olursak vahiy, yine kendi özelliklerinden bize söz ediyor ve sözü vahyin sahibi olan Allah’a getiriyor ve Allah zatını kendi vahyi ile bize tanıtıyordu.

İşte bu kısa ve öz tanıtımın arkasından şu, 55. ayet geliyor;


55-) Ud'u Rabbeküm tedarru'an ve hufyeten, inneHU lâ yuhıbbul mu'tediyn;

Rabbinize yalvararak ve derûnunuzla dua edin... Muhakkak ki O, haddini aşanları sevmez. (A.Hulusi)

55 - Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin ki her halde o haddi aşanları sevmez. (Elmalı)


Ud'u Rabbeküm tedarru'an ve hufyeten Rabbinize alçak gönüllü olarak, yüreğinizin ta derinliklerinden yalvarın.

Adeta önce “bir kartvizit sunuluyor” ve bu kimliğe, sadece bu kimliğe yalvarılır deniliyor. Allah’ın uluhiyeti karşısında, Allah’ın rububiyyeti karşısında, Allah’ın rahmet ve merhameti karşısında insanın alacağı tek biçim, yalvarış biçimidir. Dua biçimidir deniliyor ve duayı, yani kulun, insanın Allah’a çağrısını, insan Allah ilişkisinin bu zirvesini nasıl yapmamız gerektiği öğretiliyor.

Alçak gönüllü olarak ve ta yürekten, hufyeten içinizin en derinlerinden, yüreğinizin kırkıncı odasından Allah’a doğru sessiz bir çığlık koyvermek, dua..!

Peygamberin dilinde dua Muhl ibade ibadetin iliği, ya da beyni. Hayatın beyni, hayatın merkezi dua. Onun için Kur’an;

Kul ma ya'beü Bi küm Rabbiy levla du'âuküm. (Furkan/77)

De ki; eğer duanız olmasaydı rabbim sizi ne yapsın dı..!

Eğer duanız olmasaydı rabbim sizi ne yapsın dı, ne işe yarardınız. Duanız, işte duanız hürmetine Allah indinde değerlisiniz. Allah’tan istediğiniz kadar değerlisiniz. Onun için dua sadece ibadetin beyni değil, aynı zamanda Allah’tan kula doğru işleyen Allah – kul ilişkisinde, Allah’ın indindeki insanın değerini belirleyen bir ölçü.

tedarru'an , tazarru biçiminde geçmiş dilimize. Aslında kelimenin kökeni, yer bağır, Anadolu’daki ifadesi ile yer bağır, yerlere kadar eğilerek anlamına gelen “dara” kökünden gelir ki “da” aynı zamanda memeli hayvanların memelerine verilen isimdir. Süt oraya indiği ve ne kadar sütlü olursa o kadar o kadar yere yakın olduğu için adeta dua ile sütlü bir meme arasında böyle bir semantik bir ilişki kurulmuştur.

Aynı zamanda bir çöl bitkisi olan Şibrik kuruyup iyice dikenlendiği zaman da’rığ ismini alır. Ki sanırım bu kökenden bir isim verilmesinin sebebi, develeri o dikeni yiyebilmek için başlarını yere kadar eğdirmeleri ve dikenlerinden zarar görmemek için kökünden koparmak için başlarını yere kadar yaslamalarından dolayı bu ismi vermişlerdir.

tedarru'an kelimesi duanın nasıl bir mahviyet içerisinde, nasıl bir iki büklüm yürekle yapılacağını bize ima eder. Tıpkı fetih günü Mekke’ye muzaffer bir komutan olarak giren Resulallah’ın kendi devesinin üzerinde yaptığı dua gibi. İki büklümdü diyor bize olayı aktaranlar. Gözlerinde yaş, sanki başı, devesinin hörgücüne değecek kadar bir mahviyet içerisindeydi. Dudaklarında hep bir kıpırdama..!

Resulallah Mekke’ye bağırarak, haykırarak, naralar atarak, slogan atarak girmedi. İşte bu gözlerindeki yaşla, işte  bu iki büklüm hali ile, bu tazarru hali ile, bu Allah’a karşı mahviyet haliyle girmişti. Gerçek zafer de insanın öz benliğini Allah’ın huzurunda eğdirmesi değil midir. O eğer daha büyük bir savaşı kazanmışsa işte o savaş benliğine karşı, öz benliğine, nefsine karşı verdiği savaştı. Onu  kazanan Mekke’leri elbette fethederdi ve o da etti.

Onun için burada eğer Allah’ı tanıyorsanız O’na dua etmekten başka bir şey yapmazsınız. Aslında dua insan – Allah ilişkisinde insanın Allahtan gelen vahyi Allaha döndürmesidir. Allah insana vahiyle konuşur, insan Allah’a dua ile konuşur. Onun içindir ki namaz dua anlamın a gelen salat kelimesi ile ifade edilmiştir. Salat, yani namaz bir dua. Namaz duanın harekete dönüşmüş biçimi. Namaz duanın ayağa kalkmış biçimi. Namaz kılan bir insan iki ayaklı bir dua kesilmiştir. Onun için Allah zatını tanıttıktan sonra hemen insana, tanıdığınız Allah’a, ne kadar tanıyorsanız o kadar tazarru ve niyaz o kadar dua edersiniz demek istercesine bu ayet geliyor hemen ardından, ve ayet şöyle bitiyor;

inneHU lâ yuhıbbul mu'tediyn; Hiç kuşku yok ki O, haddi aşanları, baş kaldıranları, kendisine karşı caka satanları,tafra satanları, hava atanları sevmez.

İlginçtir, Allah’a dua etmeyen bir insan, haddi aşmış olarak, mu'tediyn olarak niteleniyor. Eğer üzerinde biraz düşünürsek, dua etmeyen, dua etme ihtiyacı duymayan, Allah’a karşı muhtaç olduğunu fark etmiyor, dahası Allah’ı bilmiyor. Allah’ın nasıl bir rahmete, nasıl bir mağfirete sahip olduğunu bilmiyor. Allah’ın rahmet kaynağı oluşundan haberdar değil demektir. Eğer haberdar ise bu kez kabullenmiyor demektir. Haddini aşıyor demektir. Çünkü Allah’ın büyüklüğünü bilen, kendi küçüklüğünü bilir. Dahası, kendi haddini bilen, kendi hududunu bilen, Allah’ın hudutsuzluğunu, sınırsızlığını bilir.

Onun için Allah’ın büyüklüğü bizatihi insan aklı tarafından bilinemez. İnsan aklı değilleme yöntemiyle bilir Allah’ın sınırsız büyüklüğünü. Nasıl, kendi küçüklüğünü, kendi sınırlılığını, kendi yetersizliğini, kendi muhtaçlığını bilerek Allah!’ın rahmetini bilir, mağfiretini bilir, sınırsızlığını bilir.

Onun için ayet haddi aşanlardan söz ederek bitiyor. Hadi aşmak..! Duasızlık haddi aşmaktır. Haddi aşanlar Allah’a yakarmazlar. Çünkü hadlerini bilmezler. Hadlerini bilmeyince de Allah’ın hudutsuz rahmetinin farkına varmazlar, onun için dua etmezler. Dua etmeyende ne hayır vardır. Duayı bilmeyen insan ne işe yarar.

Dua insanın en güzel duruşudur. Dua insanın esas duruşudur. Onun için bir insanın en güzel fotoğrafı, dua edilirken çekilen fotoğrafıdır. Dua ederken ki fotoğrafıdır. Dua eden insan, Allah karşısında esas duruşunu almıştır demektir ve ayet dua etmeyenlerin esas duruşlarını bozduklarını ima ediyor. inneHU lâ yuhıbbul mu'tediyn; derken.


56-) Ve lâ tüfsidu fiyl Ardı ba'de ıslahıha ved'uhu havfen ve tame'an, inne rahmetAllâhi kariybun minel muhsiniyn;

Düzene sokulduktan sonra arzda bozgunculuk yapmayın... Korkarak ve icabet edeceğine inanarak O'na dua edin! Muhakkak ki Allâh Rahmeti muhsinlerden yakındır. (A.Hulusi)

56 - Yer yüzünü ifsat etmeyin ıslahından sonra da hem havf hem şevk ile ona kulluk edin, her halde Allahın rahmeti yakındır Muhsinlere. (Elmalı)


Ve lâ tüfsidu fiyl Ardı ba'de ıslahıha

ilginç, çok ilginç. Duadan söz eden, iki büklüm, yüreğin ta derinliklerinden, alçak gönüllülükle Allah’a duaya çağıran ayetin hemen ardından dua ile toplum arasında çok girift, çok ilginç bir bağlantı kurdu bir sonraki ayet ve dedi ki;

Bu yüzden iyi bir düzene sokulmuşken yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın.

Dua ile yeryüzünde bozgunculuk çıkarma arasındaki bağ ne ola ki Kur’an dostları, sevgili dostlar. Duasızlık, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak gibi bir sonuca doğru götürüyor insanı. Çünkü insanın içindeki düzen bozulunca, insan-Allah ilişkisi bozulunca, insan öte ile ilişki kurmayınca toplumun içerisinde bir virüs bir mikrop haline geliyor ve düzen bozuyor. Toplumsal bir sancıya dönüşüyor. O insanın varlığı bir kanser hücresi gibi bir organa, bir dokuya arız olmuş kanserli bir hücre gibi o organı içten içe yiyip bitiriyor.

Onun içinde Kur’an toplumla dua arasında ilginç bir ilişki kuruyor ve dua etmeyen, haddini bilmeyen, ki haddini bilmezliktir dua etmemek. Haddini bilmeyen Allah’ın da hudutsuzluğunu, hadsizliğini bilmez, büyüklüğünü bilmez.

İşte böyle bir insan, düzeni kurulmuşken yer yüzünün düzenini bozan, ifsat eden biri olarak resmediliyor. Tedebbür ve istiğna. Tekebbür, büyüklenme, kendini büyük sanma. Kendini olduğundan fazla görme ve gösterme. İşte hadsizlik, haddini bilmezlik, haddini aşma. Ve istiğna, kendi kendine yettiğini sanma hastalığı. Dua etmeyen, Allah’a dua etmesi gerektiğinin farkında olmayan her insanda bulunan iki virüstür bunlar. Tekebbür ve istiğna. Kendini büyük sanmak ve kendi kendine yettiğini zannetmek.

İnsan kendi kendine yettiğini nasıl zanneder, yeter mi gerçekten. Yetmediğini aklı başında olan herkes bilir. Herkes bilir ki insan kendi yüreğine dahi söz dinletemez. Dinletseydi, sevdiği insanları belki sevmez, sevemediği, bir türlü sevemediği insanları severdi. Liste yapar öyle severdi. Önce belirler sonra severdi. Dinletseydi yüreğine söz, durmuş olan yüreğini çalıştırır veya yorulan yüreğini dinlendirmek için durdururdu.

Ne fiziğine, ne metafiziğine. Ne duygusal olarak, ne de fiziki olarak insan kendi yüreğine dahi söz geçiremezken nasıl kendi kendisine yeter. Elbette yetmez. İşte istiğna halidir kendi kendisine yettiğini zannetmek. Ki bu şirktir. Şirk budur. İnsanın kendi kendisine yettiğini zannetmesi. Ki bu sosyal bir çözülmeye yol açar. İşte zehirdir onun için.

Görüyorsunuz ya, dua ile toplum arasında, duasızlıkla toplumsal çözülme arasında. Duasız bir insanla içten içe kokuşmuş bir toplum arasında nasıl ilginç ve girift bir ilişki kuruyor Kur’an. Devam ediyoruz:

ved'uhu havfen ve tame'an O halde endişe ve umutla yalvarın O’na.

Beyne'l-havf Ve'r-recaçağrıştırtıyor adeta. Endişe ve umutla. Endişe duygunun bir kutbu, umut karşı kutbu. Adeta dengeye çağırıyor. Korku ile umut arasında diyor. Yalvaracaksanız O’na duygunuzu öyle bir dengeye yerleştirmek zorundasınız ki, cehenneme bakıp korkmak, cennete bakıp umutlanmak. O’nun rahmetine bakıp umutlanmak, gazabına ve azabına bakıp korkmak. Bu sizi dengede tutar. Bu sizi polarizasyondan korur. Aşırı uçlara duygusal olarak aşırı uçlara itilmekten korur. Ruh dengenizi sağlar.
,
Onun için korku ve umut arasında yalvarın O’na. Duygularınızı dengeye oturtun. O’na yalvarırken emin olmayın. Sanki cennetle müjdelenmiş gibi emin olmayın. Bu hoş bir şey değil. O zaman O’na ihtiyacınızın olmadığını düşünebilirsiniz. Ölmeden kimseyi mutlu diye adlandıramazsınız. O’na ihtiyacınızın olduğunu düşünebilmeniz için emin olmamanız gerekiyor. Yani garanti belgesi almış gibi davranmayın. Ölünceye kadar kulluğunuzu sürdürmeniz biraz da buna bağlı.

Va’bud rabbeke hattâ ye’tiyekel yakîn.. (Hicr/99) diye peygamberin şahsında her mümine sesleneni hatta her insana seslenen bu ayet, ölüm gelinceye dek rabbine kulluk et…! İnsanın içini çamaşır gibi sıkmalı. Onun için bu manada garanti belgesi elinizde gibi davranmayın.

Fakat, umutta kesmeyin. Unutmayın umut kesenlerin gideceği ikinci bir kapı yok.

Kul ya 'ıbadiyelleziyne esrefu alâ enfüsihim lâ taknetu min rahmetillâh.. Umut kesmişken amcasının katili Vahşi’ye peygamberin yazıp gönderdiği ayetlerden biri bu idi. De ki; Ey hayatını bozuk para gibi israf etmiş olan kullarım, Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. innAllâhe yağfiruzzünube cemiy'a O isterse eğer günahların tümünü, hataların tamamını affedebilir. inneHU "HU"vel ĞafûrurRahıym; (Zümer/53) Unutmayın, hiç aklınızdan çıkarmayın ki O çok bağışlayandır, merhamet membaıdır, rahmetin kaynağı O’dur. Rahmetin kaynağından uzaklaşırsanız, içiniz çöle döner, kurursunuz, kupkuru olursunuz. Yüreğiniz yeşermez. Bir çölü yüreğinizde, bir taşı yürek diye taşırsınız. Onun için O’na korku ile umut arasında, korku ve umutla yalvarın.

inne rahmetAllâhi kariybun minel muhsiniyn; Çünkü Allah’ın rahmeti erdemli davrananlara pek yakındır. Ya da ihsan’ın peygamber dilindeki tarifi ile meallendirecek olursak;

Allah’ın rahmeti, Allah’ı görür gibi yaşayanlara pek yakındır. Allah’ı görür gibi yaşayanlara..!

En ta’budallahi ke enneke tarahu fe innekünte tarahu fe innehu yerake..! İhsan nedir diye sorana peygamber;

- Allah’ı sanki görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da hiç kuşku yok ki O seni görüyor.

İşte Allah’ı görür gibi yaşayan, Allah’ı görür gibi davrananlara Allah’ın rahmeti çok yakındır.



Devam ediyor B sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder