A sayfasından devam
147-) Fein kezzebuke fekul Rabbüküm zü rahmetin vasiatin, ve la yüreddü be'sühu anil kavmil mücrimiyn;
(Rasûlüm) eğer seni yalanladılar ise de ki: "Rabbiniz, Vasi' rahmet sahibidir... O'nun azabı suçlu toplumdan geri çevrilmez." (A.Hulusi)
147 - Bunun üzerine seni tekzibe yeltenirlerse, de ki rabbiniz bitmez tükenmez bir rahmet sahibi, fakat mücrimler güruhundan be'si de reddedilemez. (Elmalı)
Fein kezzebuke fekul Rabbüküm zü rahmetin vasia ve onlar eğer seni yalancılıkla itham ederlerse De ki; Rabbiniz sınırsız rahmet sahibidir.
Anlaşılmaz gibi duruyor. Yalanlamayı ne de yapıyorlar yaparlarsa, nasıl anlayacağız. Haramlarla ilgili yalanlarlarsa. Yani Yahudiler yalanlayabilir burada, bir onlara atıf olabilir bu. Mekke’nin son yılında indiğini hatırlayalım. Ama yine dolaylı bir ilişki var Yahudilerle. Mekke müşrikleri Yahudilerden malzeme alıp, gelip Resulallah’a o malzeme ile karşı çıkmaya çalışıyorlar unutmayalım. Böyle bir ilişki var Mekke müşrik toplumu ile Yahudiler arasında. Onun için gelen ayetler ikisine birden cevap olarak geliyor bazen.
Yahudilerin yalanlaması nasıl olabilir? Onlar, işte bize şu, şu, şu yasak diyorlar. Oysaki aslında Allah onu haram kılmış değil. O özü itibarıyla yasak değil, ceza olarak yasak. Onu söylemiyorlar. Niye yasak dediğinizde saklıyorlar, ya da görmezden geliyorlar. Oysa ki o haram değil ve kendilerine yasak olan bu şeyi özü itibarıyla yasak zannedip, veya öyle tahrif edip başkalarına da diyorlar ki Allah bunu yasakladı. Hayır, bu size bir cezadır aslında yasak falan de yoktur.
Ama Mekke müşriklerinin yasakları daha beter. Onlar, hurafeye dayalı yasaklar koyuyorlar. Şu hayvan 5 batında doğum yaptı, bunu kutsal kabul et, aynen Hindistan’ın inekleri gibi sal gitsin. Allah’ın insanın yararı için yarattığı bir varlığı, insan yararından çıkar ve kutsa. Kutsallaştırdığınız zaman aynı zamanda ona Allah’ın olan sıfatlardan bazılarını da atfetmeye kalkıyorsunuz. Ve daha kötü bir şey yapıyorsunuz. Kutsalı belirleme görevinin kendinize ait olduğunu, böyle bir zehaba kapılıyorsunuz. Eşyaya kutsiyet verme gibi bir yetkiniz olduğunu düşünüyorsunuz. Oysa ki Kudüs olan siz değilsiniz. El Kudüs olan Allah’tır. Allah kutsarsa bir şey kutsal olur. Siz kutsarsanız hurafe olur.
Onun için onlar dinlerini böyle tahrif ettiler. Aslında Mekke’li lerin dini, İbrahim’in dini idi unutmayın. İbrahim’in getirdiği ilahi sistemini böyle ekstra yasaklar koyarak, onu bunu kutsayarak, ona buna kutsallık izafe ederek hurafeye dönüştürdüler. Unutmayın hurafe tahriftir, tahrif hurafedir.
ve la yüreddü be'sühu anil kavmil mücrimiyn; ama günaha gömülüp gitmiş insanları da cezalandırması kaçınılmazdır. Bu ama nın öncesini hatırlayalım, Allah rahmet sahibidir, çok geniş rahmeti vardır, ama günaha gömülüp gitmiş insanları da cezalandırması kaçınılmazdır. Onun bir devamı olarak okuduğunuzda Allah’ın aslında cezalandırmasının insanı terbiyeye yönelik olduğunu, esas olmadığını, esas olanın sınırsız rahmeti olduğunu görüyorsunuz ve bu rahmetin Allah’ın cezalandırmasının insanı terbiyeye yönelik olan tarihi bir örneğini de bir önceki 146. ayette görmedik mi. Yani ceza terbiye biçiminde geliyor. Yasak koyuyor, yasağı genişletiyor ki, Allah’ın cezalandırması insanı terbiyeye yönelik olsun. İnsanın Allah’a yaklaşmasını engellemez bir biçimde uygulansın.
148-) Seyekulülleziyne eşrekü lev şaAllahu ma eşrekna ve la abaüna ve la harremna min şey'i* kezâlike kezzebelleziyne min kablihim hatta zâku be'sena* kul hel ındeküm min ılmin fetuhricuhu lena* in tettebi'une illezzanne ve in entüm illâ tahrusun;
Şirk koşanlar: "Eğer Allâh dileseydi, biz de babalarımız da şirk koşmazdık... Hiçbir şeyi de haram kılmazdık" diyecekler... Onlardan öncekiler de azabımızı tadıncaya kadar işte böyle yalanladılar. De ki: "İndînizde bize açıklayacağınız bir ilim var mı? Siz ancak zanna tâbi oluyorsunuz... Siz ancak tahmin üzere konuşup saçmalıyorsunuz." (A.Hulusi)
148 - Müşrik olanlar diyecekler ki: Allah dilese idi ne biz müşrik olurduk ne atalarımız, ne de bir şey haram kılabilirdik, bunlardan evvelkiler de böyle tekzip etmişlerdi, nihayet azâbımızı tattılar, hiç de, ilim denecek bir şey'iniz var mı ki bize çıkarasınız? Siz sırf bir zan ardından gidiyorsunuz ve siz ancak atıyorsunuz. (Elmalı)
Seyekulülleziyne eşrekü lev şaAllahu ma eşrekna ve la abaüna ve la harremna min şey'i Allah’a ortak koşanlar derler ki; Eğer Allah dileseydi ne biz, ne de atalarımız O’ndan başkasına ilahlık yakıştırmazdık ve helallerinden hiçbir şeyi haram kılmazdık.
Gerekçeye bakınız sevgili Kur’an dostları, gerekçeyi duydunuz değil mi? Eğer Allah dileseydi diyorlar, biz O’nun haramlarını helal kılmazdık ve şirk koşmazdık.
Bu Allah’a atılmış en büyük iftiradır. Öncelikle bunu tespit edelim. Ama unutmayın daha önce tefsirini yaptığımız ayeti kerimelerde bunu işlemiştik. Onlar Allah’a şirk koşarken, Allah’ın sıfatlarını Allah dışında bazı varlıklara yakıştırırken bunu te’vil yolu ile yapıyorlardı. Onları doğrudan Allah’a ortak koşalım diye değil, onların aracı olduğunu düşünerek yapıyorlardı. Bu düşüncelerin temelindeki sakat mantıkta, uzak bir Allah inancı içindeydiler. Uzak olana yakın olmak için aracı kullanırsınız.
İşte onlar da Allah’ı kendilerinden çok uzak bildikleri için, Allah’a kendi taleplerini ulaştıracak, O’nun katında kendilerine yardım edecek, “Torpil geçeceğini” düşündükleri bir takım varlıklar icat ediyorlardı. Görüyorsunuz aslında çıkış noktaları Te’vile uygun. Ama vardıkları nokta Allah’a şirk. Onun için bu ayet işte o süreci, şirke doğru uzanan sürecin daha ilk halkasında insanı uyarıyor. Diyor ki bu sürece girmeyin. Eğer Allah’ın yasaklamadıklarını yasaklamak gibi bir çıkış noktasından çıkarsanız, varacağınız nokta Allah’ın sıfatlarını başkalarına yakıştırmak, yani şirk olacaktır.
Bu da nedir, ne diyorlar; Ne biz ne de atalarımız Allah dilemeseydi ne şirk koşar, ne de helalleri yasaklardık..!
İnsanın ahlaki sorumluluğunu reddetmek, büyük bir cinayet. İşte onu yapıyorlar. Hesapta kader inancını istismar ediyor müşrikler. Yani kadere inanır gibi görünüyorlar görüyorsunuz. Ama kader ne, yanlış tanımlıyorlar. İnsanın kaderini, insanın eylemlerinin kaderinin, insanın seçmesi olduğunu. Eylemleri sonucunda insanın fiilleri sonucunda oluşan sonuçlardan insanların sorumlu olduğunu, ahlaki sorumluluğun insana ait olduğunu göz ardı ediyorlar.
İşte bu noktada Kur’an, ahlaki sorumluluk reddini şirk olarak görüyor. Burada da o var ve buna da Allah’ı gerekçe kılıyorlar. Sahte kader inancı ile, akıl ve iradeye ihanetlerini mazur görmeye çalışıyorlar. Mazur göstermeye çalışıyorlar.
kezâlike kezzebelleziyne min kablihim hatta zâku be'sena Kur’an ise şiddetli bir biçimde reddediyor ve diyor ki; Onlardan öncekiler de hakikati işte bu mantıkla yalanladılar. En sonunda azabımızı tattılar. Yani bu sakat mantığın bir geleneği olduğunu, bir geçmişi olduğunu dile getiriyor Kur’an ve onlardan önce sapanların da sapmalarına böyle bir mazeret ileri sürdüklerini dile getiriyor ve sizden öncekilerin mazeretini kabul etmedik ki sizinkini kabul edelim dercesine.
kul hel ındeküm min ılmin fetuhricuhu lena ve onlara sor diyor Kur’an, De ki; Bize sunacağınız bilgiye dayalı herhangi bir belge var mı elinizde. Yani Allah’ın yasaklamadığı şeyleri, Allah yasakladı diyerek yasaklıyorsunuz. Yasak sınırlarını genişletiyorsunuz. İyi ve kötüyü, doğru ve yanlışı, helal ve haramı belirleme gücünü kendinizde görüyorsunuz madem, Üstelik bir de iftira edip onu Allah’a isnat ediyorsunuz, bir belge gösterin. Bir belge verin. Söyleyin, deyin ki Allah’ın gönderdiği şu vahiyde duydum yazıyor. Kendilerine kitap gelmedi ki, zaten biz ümmiyiz diyorlar böyle dediğinizde.
Peki ümmisiniz de nerede emretti Allah size bunu, bu yasağı nerede yasakladı? Çelişki ve Kur’an çelişkiyi ortaya koyuyor. Bu çelişkilerini görmezden gelerek ilginçtir, Kur’an onların bu çelişkilerini böyle çıplak bir biçimde ortaya koyarken yapmaya, onlarda uyandırmaya çalıştığı bilinç şu; Size daha önce elinizde bir kitap olmadığı için böyle saptınız. Şimdi Allah size de bir kitap gönderdi. Ama sapmanızda direnip kitabı reddediyorsunuz. Mesajı reddediyorsunuz. Siz; “Hem kelsiniz, hem fodulsunuz. Hem kitapsız olduğunuzu biliyor ve ümmiyim diyorsunuz, Kitap gelince de utanmazca, arsızca reddediyorsunuz.” Onları böyle Kur’an cürümü meşhut halinde, suçüstü yakalıyor yani.
in tettebi'une illezzanne ve in entüm illâ tahrusun; Daha önce de bu surenin, daha önce tefsir ettiğim ayetinde geçmişti hatırlayacaksınız, belki 116. ayet olabilir yanlış hatırlamıyorsam. Siz yalnızca hurafenin peşinden gidiyorsunuz ve siz sadece kitle psikolojisi ile hareket ediyorsunuz.
Tabii ben yeni terimlerle meallendiriyorum. Ayetteki zannı, hurafe olarak çevirdim size ve tahrusun, ha ra sa kökünden gelen bu kelimeyi de kitle psikolojisinin peşinden gitmek. Ki bu kelimenin kök anlamına baktığınızda tam da bu manayı doğruluyor. Yani yığınlarla hareket ediyorsunuz. Sizin bir tek deliliniz var, delil gösteremezsiniz yasağı genişletirken. Allah şunu yasakladı, bunu yasakladı derken bir delil gösteremezsiniz, göstereceğiniz iki delil var;
1 - zan, yani yalan, yani arzu, yani hurafe. Zan akide de olursa hurafe olur. Zan akaide ait olursa batıl inanca dönüşür. Akaide ilişkin zanlara batıl inanç denir, hurafe denir. Ve aynı zamanda siz kitle psikolojisinin arkasında sürükleniyorsunuz. Yani uydum kalabalığa diyorsunuz. Uydum vahye değil. Babalarınızın peşinden gidiyorsunuz ve gerekçe gösterirken de yığınları gösteriyorsunuz. Oysa
..ekseruhüm lâ ya'kılun; (Ankebut/63)
Onların çoğu akıl etmez Kur’an ın ifadeleri ile.
ekseren Nasi lâ yu'minun; (Hud/17)(Mümin/59)(Rad/1)..
ekseren nâsi lâ yeşkurûn Bakara/243)
Ekseren nasi la ya’kılun. (?) Kur’an 3 formda getirir. İnsanların çoğu ibaresini kullanırken, insanların çoğu akıl etmez. İnsanların çoğu akıl etmediği için şükretmez, şükretmediği için de sonucu imansızlığa varır, iman etmez. İnsanların çoğunun arkasına, kitlelerin arkasına, kalabalıkların arkasına, hakikati sayıda ararsanız ve takılırsanız, hakikati sayının çokluğunda ararsanız varacağınız nokta bu olur demeye getiriyor adeta Kur’an.
149-) Kul feLillahil huccetül baliğetü, felev şâe lehedaküm ecme'ıyn;
De ki: "Hüccetül'Baliğa (açık kesin delil) Allâh'ındır"... Eğer dileseydi, elbette hepinizi hidâyete erdirirdi. (A.Hulusi)
149 - İşte, de, hücceti baliğe ancak Allahın; evet, o dilese idi sizi hep birden hidayete erdirirdi. (Elmalı)
Kul feLillahil huccetül baliğe De ki; Yalnız Allah katındadır hakikatin en kesin delili, en keskin delili. İlahi mesajın, ilahi, bilgiye dayandığı vurgulanıyor burada. Hakikatin delili yalnız Allah katındadır. Ama hakikatin en kesin delili. Neden? Çünkü Allah’ın bilgisi saf bilgidir. Allah mutlak anlamda alimdir, Aliymdir. Onun için O’nun sonsuz ilmi içerisinde bulunan her bir şey hakikatin kesin delilidir. Onun içinde bununda hakikatin kendisi olduğunu bilin demek. Yani Allah’ın ilminden size gelen bu vahiy eğer bir şey söylüyorsa işte hakikatin kesin delilidir bu. Buna inanmak zorundasınız. Çünkü Aliym olanın ilminden geliyor bu vahiy size deniliyor burada.
felev şâe lehedaküm ecme'ıyn; ve o dileseydi hepinizi doğru yola yöneltirdi. Burada sosyal bir yasaya dikkat çekiliyor, ilahi yasaya. Nedir o; Dilemedi. Eğer dileseydi hepinizi doğru yola yöneltirdi, ama dilemedi. Çünkü iradeyi diledi. Onun dileği iradedir. Onun dileği akıldır. Aklı diledi insan için ve sonuçta ahlaki sorumluluğu diledi.
Ey insan, yer ve gök gibi hareket edemezsin. Yani şuurlusun, şuursuz hareket edemezsin. Onlar kayıtsız şartsız tabiidir. Onun için itaati ve cennet yok. Ey insan iradeli olduğun için itaatin cennetle ödüllendirildi.
Çok önemli. İrade olmasaydı itaat cennetle ödüllendirilmezdi. Aslında bana sorarsanız, cennet iradenin ödülüdür ve burada da söylenen budur. Ey insan ahlaki sorumluluğunu atma, ahlaki sorumluluğunu reddetme. Ahlaki sorumluluğunu reddedersen aklına ihanet etmiş olursun. Allah’ın verdiği özgürlük ve iradeye ihanet etmiş olursun. Eylemlerinden sorumlusun. Çünkü seçme yeteneğin var. Bu yeteneği reddetmek aklı, bu yeteneği reddetmek iradeyi reddetmektir. Yani ihanet etmektir.
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
50. videoyu toplu haldehttp://kurantefsir.wordpress.com/2011/07/28/islamoglu-tef-ders-en%E2%80%99am-145-16550/ bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder