A sayfasından devam.
13-) Ve keeyyin min karyetin hiye eşeddü
kuvveten min karyetikelletiy ahrecetke, ehleknahüm fela nasıre lehüm;
Seni şehrinden çıkartan kuvvetçe daha güçlü nice şehir (halk) vardı! Onları helâk ettik (düşünün?)! Onlara yardım eden yoktu. (A.Hulusi)
13 - Seni
çıkaran karyenden daha kuvvetli ne karyeler vardı ki biz onları helâk ettik de
onları kurtaran yok. (Elmalı)
Ve keeyyin min karyetin hiye eşeddü kuvveten
min karyetikelletiy ahrecetke, ehleknahüm fela nasıre lehüm ey
peygamber seni yurdundan çıkaran toplumundan çok daha güçlü, kuvvetli, ve çok
daha büyük olan nice yurtları helak etmişizdir de asla onlara yardımcı olan
kimse olmamıştır.
Burada hicrete bir atıf var.
Hatta bir rivayette eğer doğru ise bu sevr de inmiş bu ayet. Yani tam hicret
sırasında. ..fenzur
keyfe kâne akıbetül mücrimiyn. (A’raf/84)
Ya da biraz önce Efelem yesiyru fiyl Ardı feyenzuru keyfe
kâne akıbetülleziyne min kablihim. (10) ayetine bir atıf. Onlar yer yüzünde
gezmediler mi, öncekilerin nasıl helak olduğunu görmediler mi diyen ayete.
Sevr de geldiğini söyleyen
rivayet doğru ise Bittim noktasında gelmiş bu ayet. Bu ayetin geldiği ortamı
gözünüzün önünde canlandırabiliyor musunuz? Bittim noktası. Sevr dağı, sevr
mağarası, Resulallah’ın bittim dediği yer. Oradan ötesi yok, Varabileceği son
yer. Tırmanabileceği en yüksek tepe. Fiili ve fiziki olarak, coğrafi olarak ta
öyle, o bölgede ki en yüksek tepe.
Oraya çıkmadan orada gelen yardım
gelmez miydi? Soru bu. Yani Sevr’in tepesinde gelen yardım Sevr’in eteğinde
gelmez miydi? Gelmez di. İlahi sünnet bu, ilahi gelenek bu. Bittim ya rabbi
demeden yettim kulum yok. Bittiğinizi göreceksiniz. Acziyetinizi itiraf
edeceksiniz. Alemlere rahmet olsanız da itiraf edeceksiniz. Ki yettim kulum
diyecek. Ama bir şeyi hiç unutmayacaksınız ve zaten Alemlere rahmette O’nu hiç
unutmadı. Ebu Bekir yanında ki yer yüzünün ufku için telaşlanırken; “Korkma ya
Eba Bekir, Ey Ebu Bekir korkma diyordu. 3. sü Allah olan iki kişiye kim ne
yapabilir ki.”
İşte bu Allah’ın sünnetinin
farkında olmaktır. İşte bu güvendir, işte bu imanın ahlaki anlamda güvene
dönüştüğü yerdir. O kadar güveniyordu ki 3. sü Allah olan iki kişiye hiç kimse
bir şey yapamaz. Eğer buna iman etmişseniz sizi yer yüzünde bunaltacak hiçbir
güç yoktur. Hiçbir güç köşeye sıkıştıramaz. Hiçbir güç pes ettiremez. Eğer buna
iman ediyorsanız söylersiniz. Eğer güneş sağ elime ay sol elime konulsa vallahi
ben bu davadan vazgeçmem. (Hadis) İşte bu ancak böyle bir imanla söylenebilir.
14-) Efemen kâne alâ beyyinetin min Rabbihi
kemen züyyine lehu sûü amelihi vettebe'u ehvaehüm;
Rabbinden bir açık delil üzere olan; yaptığı yanlışlar kendisine süslendirilmiş (keyif verici algılatılmış) ve sonu boş heves ve arzularına tâbi olmuş kimseler gibi midir? (A.Hulusi)
14 - Şimdi
rabbinden bir beyyine üzerinde bulunan kimse hiç o kötü ameli kendine süslü
gösterilmiş de hevâ ve hevesleri ardına düşmüş kimselere benzer mi? (Elmalı)
Efemen kâne alâ beyyinetin min Rabbihi kemen
züyyine lehu sûü amelihi vettebe'u ehvaehüm. Hiç rabbinden gelen açık bir
delile dayanan kimseyle, kötü eylemleri kendisine güzel görünen ve keyfine göre
davranan kimse bir olur mu? Aynı sayılır bir tutulur mu?
Evet, ne dersiniz bu soruya?
Kalıcı güzelliğin üretildiği merkezi, yani cenneti hak eden insanla cehennemi
hak eden insan aynı hayatı yaşar mı? Allah’a kul olmak, kendini denetlemektir
dostlar. Açığı budur. Allah’a kulluk, kendini denetlemektir. Kendini
denetleyemeyen iç güdülerine, heva ve hevesine, keyfine kul olur. Bu ayetin
zımnen söylediği bu.
Allah’a kul olun derken Allah’ın
bundan hiçbir çıkarı yok. Kendinizi denetleyin, kendinize kul olmayın. Heva ve
hevesinize, iç güdülerinize kul olmayın, potansiyelinizi gerçekleştiremezsiniz,
büyüyemezsiniz, içinize kıvrılırsınız. Totolojinin iç dünyanızdaki karşılığı
olur bu. Yani kendi kendinizi referans gösteremezsiniz. Hakikate mutlaka kendi
dışınızda bir referans göstermeniz lazım. Bu bir şeyi oynatmak için destek
aldığınız yere benzer. Bir yerden destek almadan hiçbir şeyi oynatamazsınız.
Dolayısıyla Allah’tan destek almadan yaşayamazsınız. Onun içinde heva ve
hevesinize kul olmamak istiyorsanız, kul olacak kapıyı doğru seçin. Burada söylenen
bu.
15-) Meselül cennetilletiy vu'ıdel müttekun*
fiyha enharun min main ğayri asin* ve enharun min lebenin lem yeteğayyer
ta'müh* ve enharun min hamrin lezzetin liş şaribiyn* ve enharun min 'aselin
musaffâ* ve lehüm fiyha min küllis semerati ve mağfiretün min Rabbihim* kemen
huve halidün fiyn nari ve süku mâen hamiymen fekatta'a em'aehüm;
Korunanlara vaat olunan CENNETİN TEMSİL (misal - benzetme) yollu anlatımı şöyledir: Orada, bayatlamayan SU'dan nehirler, tadı bozulmayan SÜT'ten nehirler, içenlere lezzet veren ŞARAP'tan nehirler, süzme-saf BAL'dan nehirler vardır! Onlar için orada her çeşit MEYVE ve Rablerinden mağfiret (örtme) vardır! (Bu misal nimetlerle yaşayanlar) ateşte sonsuza dek yanarak yaşayacak, sıcak - kaynar su içirilmiş de bu yüzden onların bağırsaklarını parçalamış kimse gibi midir? (A.Hulusi)
15 - Korunanlara
vaad olunan Cennetin temsili: onda ırmaklar var bir sudan ki bozulması yok,
ırmaklar var bir sütten ki tadı değişmez, ırmaklar var bir şaraptan ki içenlere
lezzet, ırmaklar var bir baldan ki safi süzme, hem onlara semerelerini
(hasılâtın) her türlüsünden var, hem de Rablerinden bir mağfiret var, hiç
bunlar o ateşte muhalled olan ve kaynar bir mayi'den sulanıp da bağırsaklarını
parçalamakta bulunan kimselere benzer mi? (Elmalı)
Meselül cennetilletiy vu'ıdel müttekun
sorumluluk bilinci ile davrananlara vaad edilen cennetin örneği şudur. Hani
kalıcı güzelliğin merkezi diye tanımlamıştı ya Kur’an; Cennatü adn. İşte o
cennet insanın tahayyülünün çok ötesinde. Secde/17. ayetini tekrar
hatırlayalım;
Fela ta'lemü nefsün ma uhfiye lehüm min
kurreti a'yün. (İsra/17) hiç kimse, ama hiç kimse kendisini cennette
hangi sürprizlerin beklediğini asla tahayyül dahi edemez. Bilemez. Tasavvur
dahi edemez. İşte bu. Cennet hakkında söylenebilecek aslında en son söz bu.
Çünkü insanın tasavvur ve tahayyülü oraya ulaşmaz.
Peki nasıl bahsedilebilir
cennetten; Şu dünyada gördüğümüz kopya güzellikler üzerinden anlatılabilir. Bu
dünyada gördüğümüz güzellikler adeta cennette ki güzelliklerin birer kopyası. Yani geçici
olanı. Bu dünya geçici güzelliklerin üretildiği merkez. Cennet ise kalıcı
güzelliklerin üretildiği merkez. O güzelliklerden adeta bir koku, küçücük bir
koku yollanmış, işte o güzellikleri duyumsayalım diye. Bir nevi, bir nebze
küçükte olsa hissedelim diye. Adeta sanki küçük bir damla değdirilmiş, bunun
aslı orada dercesine. Aslını yakalamak istiyorsanız orayı hak edin dercesine.
Burada da o tarif ediliyor, yerini okuyalım;
fiyha enharun min main ğayri asin* ve enharun
min lebenin lem yeteğayyer ta'mühu içerisinde zamanla bozulmayan
sudan ırmaklar, tadı hiç değişmeyen sütten ırmaklar ve enharun min hamrin lezzetin liş şaribiyn*
ve enharun min 'aselin musaffâ içene doyumsuz bir lezzet veren
şaraptan ırmaklar, saf süzme baldan ırmaklar vardır.
Burada ki şarap aklınıza gelen
bildiğiniz şarap değil manasına min hamrin. Nekira gelmiş, belirsiz gelmiş.
Yani bilinen şarap değil anlamına. Sizin bildiğiniz şarap değil bu. Saffat/47
de zaten açılımı var bunun. Ne zahmet verir, ne de sarhoş eder diyor. Onun için
sizin bildiğiniz, aklınızın erdiği değil bu, bu bambaşka bir şey, aklınızın
ermeyeceği bir şey, bir şarap bu.
Neden böyle bir şey anılıyor?
Şunun için yeryüzünde Allah’ın size yasakladığı, sizin için zararlı bulduğu bir
takım keyif vericiler var ya, aslında onların zararsızını Allah ahirette,
cennette hazırladı. Eğer siz, size zararlı olan yer yüzünde kinden vaz
geçerseniz, size zararsız olan ahirettekini hak edersiniz. Verilen mesaj bu.
ve lehüm fiyha min küllis semerati ve
mağfiretün min Rabbihim yine içerisinde tadacakları güzel
davranışlarının tüm meyveleri, yaptıklarının meyveleri yani. Yaptıkları birer
tohumdu, onları dünyada ektiler, meyvesi ahirette çıktı dercesine. Meyveleri ve
rablerinden sınırsız bir bağış vardır.
kemen huve halidün fiyn nari ve süku mâen
hamiymen fekatta'a em'aehüm Evet, şimdi ikinci bölümüne geçti ayet
ve adeta cehennemden bir pencere açtı biraz önceki cennetten açtığı pencerenin
tam karşısına ve dedi ki; Hiç bu cenneti hak eden biri ateşi mesken tutan ve
yakıcı bir umutsuzluk içirilip de bağırsakları paramparça olan kimse gibi olur
mu? Evet, Yani hiç yukarıdaki cenneti hak edenle, kendisine yakıcı bir
umutsuzluk içirilen cehennemlik gibi olur mu?
Bu gibi den ne anlayacağız? İyi
ile kötü bir olmaz. Bunu söylüyor kısaca ayet. Fakat bunun altında şunu
söylüyor; Eğer iki akıbet varsa, iki ayrı hayat var demektir. İki ayrı son
varsa, iki ayrı ön vardır. Dolayısıyla ey mü’minler sizler kafirlerin yaşadığı
gibi yaşayıp mü’minlerin elde etmek istediği ahireti, akıbeti, cenneti
istemeyin. Siz mü’min gibi yaşayıp o akıbeti hak edin. Bu iki kişinin ağlayışı,
gülüşü, oturuşu, geliş, gidişi, yemesi içmesi, dünyaya bakışı, hayatı
algılayışı, yaşayışı nasıl bir olur. Yaşama tarzı nasıl bir olur. Onun için iki
ayrı akıbet varsa, iki ayrı hayat tarzı vardır. İşte Kur’an bunu veriyor. Hayat
tarzınız farklı olsun. Aynı hayat tarzından iki ayrı akıbet çıkmaz. Size özgü
hayat tarzı olsun ki cenneti halk etsin.
16-) Ve minhüm men yestemiu ileyk* hattâ izâ
harecu min ındike kalu lilleziyne utül ılme mazâ kale anifa* ülaikelleziyne
tabeAllâhu alâ kulubihim vettebeu ehvaehüm;
Onlardan kimi de (gelip) seni dinler... Nihayet senin yanından çıktıklarında kendilerine ilim verilmiş olanlara dediler ki: "Az önce ne dedi?" (Anlatılan, taşa yağmış yağmur misali akıp gitti. A.H.)... İşte bunlar Allâh'ın kalplerini tab'ettiği (şuurlarını örttüğü - bilinçlerini kilitlediği); sonu boş arzu ve heveslerine tâbi olmuş kimselerdir. (A.Hulusi)
16 - Onlardan
seni dinlemeğe gelen de var, hattâ yanından çıktıklarında kendilerine ilim
verilmiş olanlara derler ki: «o, demin ne söyledi?» Bunlar öyle kimselerdir ki
Allah kalplerini tab' etmiştir de hep hevaları ardına düşmektedirler. (Elmalı)
Ve minhüm men yestemiu ileyk Onların arasında sana kulak verir gibi yapanlar var.
Sana kulak verenler veya seni dinleyenler, belki literal lafzi anlamı bu. Ama
zımni anlamı sana kulak verirmiş gibi yapanlar ki sözü gelişinden bunu
anlıyoruz zaten.
hattâ izâ harecu min ındike kalu lilleziyne
utül ılme mazâ kale anifan nihayet senin yanından çıktıklarında
mesajı kavramış olanlara, mesajı yüreğiyle dinlemiş olanlara; sahi, bu demin ne
dedi diye sorarlar. Yani alay eder gibi, dalga geçer gibi. Hakikate omuz
vermediklerini belli ederler, kulak vermediklerini belli ederler. Dinlermiş
gibi yaparlar gerçeği ama aslında dinlemezler. Gerçekle bir ünsiyetleri yoktur.
Daha doğrusu gönülleri yoktur gerçeği dinlemeye. Çünkü gerçeği yaşamaya gönüllü
değillerdir, neden dinlesinler. Dertleri gerçeği aramak değildir ki onların.
Onların dertleri şu kısa vadeli verilen ilahi krediyi kısa vadeli hazlarla
tüketmek. Buna karşı olan şeyleri de dinlemezler.
ülaikelleziyne tabeAllâhu alâ kulubihim
vettebeu ehvaehüm işte Allah’ın kalplerini mühürlediği ve
keyiflerine göre davrananlardır bunlar.
Küfür ön yargıdır dostlar. Küfür
en kötü ön yargıdır. Sahibini kör, sağır ve dilsiz eder. Dinleyemez artık,
anlayamaz. Dolayısıyla şükredemez, ağlayamaz. Gözü, kulağı, kalbi mahveden bir
virüstür. Gören göz değildir, işiten kulak değildir. Yani gören şu fiziki göz
değil, işiten kulak kepçesi değildir. Yürektir. Yüreğin üstüne kalın bir perde
çektikten sonra artık duymaz ve görmez.
İman da ön bilgidir dostlar.
Küfrün aksine. Gözü, kulağı, kalbi açar. Onlara koordinat verir. Onlara açı
sunar o koordinattan bakınca görünür bazı gerçekler. Doğru koordinattan
bakmayanlar gerçeği göremezler. Onun için mü’minler dinlerler, sözü olana kulak
verirler. Elleziyne yestemi'unel kavle feyettebi'une ahseneh.
(Zümer/18) onlar ki, o mü’minler ki sözün tamamını dinlerler, en güzeline
uyarlar. Fakat Ön yargı olan küfre sahip olanlar, yani inkarcılar sözü
dinlemezler. Çünkü söze değer vermezler, kulak vermezler. Çünkü hakikati
aramazlar. Aramadığı bir şeyi de neden bulsun insan, veya bulunca neden
değerini bilsin onun içinde değer bilmezler. İşte bu ayette anlatılan o güruh
gibi değer bilmezler. Konuşan alemlere rahmettir, fakat onlara zahmet olur.
Kendilerine zahmet gibi gelir. İşte buradaki verilen örnek bu.
17-) Velleziynehtedev zadehüm hüden ve atahüm
takvahüm;
Hakikate erenleri ise, hakikati yaşamanın getirisinde genişletmiş ve kendilerine (hakikat yaşamına uymayan hâllerden) korunma özelliğini vermiştir. (A.Hulusi)
17 - Hidâyeti
kabul edenlere gelince Allah onların muvaffakıyetlerini artırmakta ve
kendilerine (takvalarını) korunmalıklarını vermektedir. (Elmalı)
Velleziynehtedev zadehüm hüden ve atahüm
takvahüm bu çok dikkat çekici bir ayet. Kur’an ın bir çok ayetini
açıklayan bir ayet. O doğru yola yönelenlerin hidayetini artırır ve onların
takvasını artırır. Daha doğrusu onlara korunma gücü bahşeder. Evet, doğru yola
yönelenlerin hidayetini artırır.
Kur’an da ki tüm yehdiy men yeşa’ dilediğini doğru yola
iletir ibarelerini bu ayet ışığında anlayacağız. Allah kimin doğru yola
yönelmesini diler sorusunun cevabı, Muhammed/17. ayetinde verdi Kur’an. Nedir
bu? Allah doğru yola yönelenin hidayetini artırır. Demek ki Allah’ın
hidayetinden söz edilen her yerde kulun iradesinden söz ediliyor. Öncelikle
süreci kulun iradesi başlatıyor. Velleziynehtedev zadehüm hüden kim ki hidayete
erme iradesi gösterdi Allah’ta onların hidayetini artırdı. Bu kadar kolay açık
ve net. Onun içinde bu ayet ışığında anlaşılmalıdır Allah’ın hidayet vermesi
Kur’an da.
İman ve hidayet iradeli bir
tercihe sunulmuş ilahi bir ikramdır. Süreci ilk başlatan bilinçli iradedir. Zadehüm hüden; o yolda yürüme
kapasitesini artırır manasına gelir. Ki hatırlayalım yeziydü fiyl
halkı ma yeşa' (Fatır/1) yarattıklarının içinden dilediklerinin
kapasitesini artırır. Dilediklerine ilave kapasite koyar.
Çok ilginç, Fatır/1
ayeti. Allah insanı yaratır, onda da bir kapasite yaratır. Buraya kadar
anlaşıldı. Fakat diyelim ki bu kapasiteyi kullandı. Yani doldurdu ne olur?
İlave kapasite ekler. Yani hafızası dolan bilgisayara rem eklemek gibi sonsuzca
rem ekleme imkanı vardır. Dolayısıyla insanın bir mükemmel noktası yoktur.
Ölünceye kadar yürüyüşü sürer. İnsanın kemali ölünceye kadar sürer. Onun için
insanı kamil, insanı mükemmel demek değildir. Toplu, tüm, bütün insan demektir.
Parçalanmamış, bölünmemiş, kendi cüzlerine ayrılmamış, kendi parçalarına
bölünmemiş insan. Bütünlüğünü koruyan insan. Yoksa mükemmel insan değildir.
Çünkü onun durduğu bir nokta hiç olmayacaktır. Va'bud Rabbeke hatta ye'tiyekel yekıyn
(Hicr/99) budur. Ölüm gelinceye kadar kulluğunu sürdür. Emri budur.
Devam ediyor
C sayfasına geçiniz.
160.
videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder