13 Ağustos 2013 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. MUHAMMED (13 - 17) (160-B)



A sayfasından devam.

13-) Ve keeyyin min karyetin hiye eşeddü kuvveten min karyetikelletiy ahrecetke, ehleknahüm fela nasıre lehüm;

        Seni şehrinden çıkartan kuvvetçe daha güçlü nice şehir (
halk) vardı! Onları helâk ettik (düşünün?)! Onlara yardım eden yoktu. (A.Hulusi)

13 - Seni çıkaran karyenden daha kuvvetli ne karyeler vardı ki biz onları helâk ettik de onları kurtaran yok. (Elmalı)


Ve keeyyin min karyetin hiye eşeddü kuvveten min karyetikelletiy ahrecetke, ehleknahüm fela nasıre lehüm ey peygamber seni yurdundan çıkaran toplumundan çok daha güçlü, kuvvetli, ve çok daha büyük olan nice yurtları helak etmişizdir de asla onlara yardımcı olan kimse olmamıştır.

Burada hicrete bir atıf var. Hatta bir rivayette eğer doğru ise bu sevr de inmiş bu ayet. Yani tam hicret sırasında. ..fenzur keyfe kâne akıbetül mücrimiyn. (A’raf/84)

Ya da biraz önce Efelem yesiyru fiyl Ardı feyenzuru keyfe kâne akıbetülleziyne min kablihim. (10) ayetine bir atıf. Onlar yer yüzünde gezmediler mi, öncekilerin nasıl helak olduğunu görmediler mi diyen ayete.

Sevr de geldiğini söyleyen rivayet doğru ise Bittim noktasında gelmiş bu ayet. Bu ayetin geldiği ortamı gözünüzün önünde canlandırabiliyor musunuz? Bittim noktası. Sevr dağı, sevr mağarası, Resulallah’ın bittim dediği yer. Oradan ötesi yok, Varabileceği son yer. Tırmanabileceği en yüksek tepe. Fiili ve fiziki olarak, coğrafi olarak ta öyle, o bölgede ki en yüksek tepe.

Oraya çıkmadan orada gelen yardım gelmez miydi? Soru bu. Yani Sevr’in tepesinde gelen yardım Sevr’in eteğinde gelmez miydi? Gelmez di. İlahi sünnet bu, ilahi gelenek bu. Bittim ya rabbi demeden yettim kulum yok. Bittiğinizi göreceksiniz. Acziyetinizi itiraf edeceksiniz. Alemlere rahmet olsanız da itiraf edeceksiniz. Ki yettim kulum diyecek. Ama bir şeyi hiç unutmayacaksınız ve zaten Alemlere rahmette O’nu hiç unutmadı. Ebu Bekir yanında ki yer yüzünün ufku için telaşlanırken; “Korkma ya Eba Bekir, Ey Ebu Bekir korkma diyordu. 3. sü Allah olan iki kişiye kim ne yapabilir ki.”

İşte bu Allah’ın sünnetinin farkında olmaktır. İşte bu güvendir, işte bu imanın ahlaki anlamda güvene dönüştüğü yerdir. O kadar güveniyordu ki 3. sü Allah olan iki kişiye hiç kimse bir şey yapamaz. Eğer buna iman etmişseniz sizi yer yüzünde bunaltacak hiçbir güç yoktur. Hiçbir güç köşeye sıkıştıramaz. Hiçbir güç pes ettiremez. Eğer buna iman ediyorsanız söylersiniz. Eğer güneş sağ elime ay sol elime konulsa vallahi ben bu davadan vazgeçmem. (Hadis) İşte bu ancak böyle bir imanla söylenebilir.


14-) Efemen kâne alâ beyyinetin min Rabbihi kemen züyyine lehu sûü amelihi vettebe'u ehvaehüm;

        Rabbinden bir açık delil üzere olan; yaptığı yanlışlar kendisine süslendirilmiş (
keyif verici algılatılmış) ve sonu boş heves ve arzularına tâbi olmuş kimseler gibi midir? (A.Hulusi)

14 - Şimdi rabbinden bir beyyine üzerinde bulunan kimse hiç o kötü ameli kendine süslü gösterilmiş de hevâ ve hevesleri ardına düşmüş kimselere benzer mi? (Elmalı)


Efemen kâne alâ beyyinetin min Rabbihi kemen züyyine lehu sûü amelihi vettebe'u ehvaehüm. Hiç rabbinden gelen açık bir delile dayanan kimseyle, kötü eylemleri kendisine güzel görünen ve keyfine göre davranan kimse bir olur mu? Aynı sayılır bir tutulur mu?

Evet, ne dersiniz bu soruya? Kalıcı güzelliğin üretildiği merkezi, yani cenneti hak eden insanla cehennemi hak eden insan aynı hayatı yaşar mı? Allah’a kul olmak, kendini denetlemektir dostlar. Açığı budur. Allah’a kulluk, kendini denetlemektir. Kendini denetleyemeyen iç güdülerine, heva ve hevesine, keyfine kul olur. Bu ayetin zımnen söylediği bu.

Allah’a kul olun derken Allah’ın bundan hiçbir çıkarı yok. Kendinizi denetleyin, kendinize kul olmayın. Heva ve hevesinize, iç güdülerinize kul olmayın, potansiyelinizi gerçekleştiremezsiniz, büyüyemezsiniz, içinize kıvrılırsınız. Totolojinin iç dünyanızdaki karşılığı olur bu. Yani kendi kendinizi referans gösteremezsiniz. Hakikate mutlaka kendi dışınızda bir referans göstermeniz lazım. Bu bir şeyi oynatmak için destek aldığınız yere benzer. Bir yerden destek almadan hiçbir şeyi oynatamazsınız. Dolayısıyla Allah’tan destek almadan yaşayamazsınız. Onun içinde heva ve hevesinize kul olmamak istiyorsanız, kul olacak kapıyı doğru seçin. Burada söylenen bu.


15-) Meselül cennetilletiy vu'ıdel müttekun* fiyha enharun min main ğayri asin* ve enharun min lebenin lem yeteğayyer ta'müh* ve enharun min hamrin lezzetin liş şaribiyn* ve enharun min 'aselin musaffâ* ve lehüm fiyha min küllis semerati ve mağfiretün min Rabbihim* kemen huve halidün fiyn nari ve süku mâen hamiymen fekatta'a em'aehüm;

        Korunanlara vaat olunan CENNETİN TEMSİL (
misal - benzetme) yollu anlatımı şöyledir: Orada, bayatlamayan SU'dan nehirler, tadı bozulmayan SÜT'ten nehirler, içenlere lezzet veren ŞARAP'tan nehirler, süzme-saf BAL'dan nehirler vardır! Onlar için orada her çeşit MEYVE ve Rablerinden mağfiret (örtme) vardır! (Bu misal nimetlerle yaşayanlar) ateşte sonsuza dek yanarak yaşayacak, sıcak - kaynar su içirilmiş de bu yüzden onların bağırsaklarını parçalamış kimse gibi midir? (A.Hulusi)

15 - Korunanlara vaad olunan Cennetin temsili: onda ırmaklar var bir sudan ki bozulması yok, ırmaklar var bir sütten ki tadı değişmez, ırmaklar var bir şaraptan ki içenlere lezzet, ırmaklar var bir baldan ki safi süzme, hem onlara semerelerini (hasılâtın) her türlüsünden var, hem de Rablerinden bir mağfiret var, hiç bunlar o ateşte muhalled olan ve kaynar bir mayi'den sulanıp da bağırsaklarını parçalamakta bulunan kimselere benzer mi? (Elmalı)


Meselül cennetilletiy vu'ıdel müttekun sorumluluk bilinci ile davrananlara vaad edilen cennetin örneği şudur. Hani kalıcı güzelliğin merkezi diye tanımlamıştı ya Kur’an; Cennatü adn. İşte o cennet insanın tahayyülünün çok ötesinde. Secde/17. ayetini tekrar hatırlayalım;

Fela ta'lemü nefsün ma uhfiye lehüm min kurreti a'yün. (İsra/17) hiç kimse, ama hiç kimse kendisini cennette hangi sürprizlerin beklediğini asla tahayyül dahi edemez. Bilemez. Tasavvur dahi edemez. İşte bu. Cennet hakkında söylenebilecek aslında en son söz bu. Çünkü insanın tasavvur ve tahayyülü oraya ulaşmaz.

Peki nasıl bahsedilebilir cennetten; Şu dünyada gördüğümüz kopya güzellikler üzerinden anlatılabilir. Bu dünyada gördüğümüz güzellikler adeta cennette ki  güzelliklerin birer kopyası. Yani geçici olanı. Bu dünya geçici güzelliklerin üretildiği merkez. Cennet ise kalıcı güzelliklerin üretildiği merkez. O güzelliklerden adeta bir koku, küçücük bir koku yollanmış, işte o güzellikleri duyumsayalım diye. Bir nevi, bir nebze küçükte olsa hissedelim diye. Adeta sanki küçük bir damla değdirilmiş, bunun aslı orada dercesine. Aslını yakalamak istiyorsanız orayı hak edin dercesine. Burada da o tarif ediliyor, yerini okuyalım;

fiyha enharun min main ğayri asin* ve enharun min lebenin lem yeteğayyer ta'mühu içerisinde zamanla bozulmayan sudan ırmaklar, tadı hiç değişmeyen sütten ırmaklar ve enharun min hamrin lezzetin liş şaribiyn* ve enharun min 'aselin musaffâ içene doyumsuz bir lezzet veren şaraptan ırmaklar, saf süzme baldan ırmaklar vardır.

Burada ki şarap aklınıza gelen bildiğiniz şarap değil manasına min hamrin. Nekira gelmiş, belirsiz gelmiş. Yani bilinen şarap değil anlamına. Sizin bildiğiniz şarap değil bu. Saffat/47 de zaten açılımı var bunun. Ne zahmet verir, ne de sarhoş eder diyor. Onun için sizin bildiğiniz, aklınızın erdiği değil bu, bu bambaşka bir şey, aklınızın ermeyeceği bir şey, bir şarap bu.

Neden böyle bir şey anılıyor? Şunun için yeryüzünde Allah’ın size yasakladığı, sizin için zararlı bulduğu bir takım keyif vericiler var ya, aslında onların zararsızını Allah ahirette, cennette hazırladı. Eğer siz, size zararlı olan yer yüzünde kinden vaz geçerseniz, size zararsız olan ahirettekini hak edersiniz. Verilen mesaj bu.

ve lehüm fiyha min küllis semerati ve mağfiretün min Rabbihim yine içerisinde tadacakları güzel davranışlarının tüm meyveleri, yaptıklarının meyveleri yani. Yaptıkları birer tohumdu, onları dünyada ektiler, meyvesi ahirette çıktı dercesine. Meyveleri ve rablerinden sınırsız bir bağış vardır.

kemen huve halidün fiyn nari ve süku mâen hamiymen fekatta'a em'aehüm Evet, şimdi ikinci bölümüne geçti ayet ve adeta cehennemden bir pencere açtı biraz önceki cennetten açtığı pencerenin tam karşısına ve dedi ki; Hiç bu cenneti hak eden biri ateşi mesken tutan ve yakıcı bir umutsuzluk içirilip de bağırsakları paramparça olan kimse gibi olur mu? Evet, Yani hiç yukarıdaki cenneti hak edenle, kendisine yakıcı bir umutsuzluk içirilen cehennemlik gibi olur mu?

Bu gibi den ne anlayacağız? İyi ile kötü bir olmaz. Bunu söylüyor kısaca ayet. Fakat bunun altında şunu söylüyor; Eğer iki akıbet varsa, iki ayrı hayat var demektir. İki ayrı son varsa, iki ayrı ön vardır. Dolayısıyla ey mü’minler sizler kafirlerin yaşadığı gibi yaşayıp mü’minlerin elde etmek istediği ahireti, akıbeti, cenneti istemeyin. Siz mü’min gibi yaşayıp o akıbeti hak edin. Bu iki kişinin ağlayışı, gülüşü, oturuşu, geliş, gidişi, yemesi içmesi, dünyaya bakışı, hayatı algılayışı, yaşayışı nasıl bir olur. Yaşama tarzı nasıl bir olur. Onun için iki ayrı akıbet varsa, iki ayrı hayat tarzı vardır. İşte Kur’an bunu veriyor. Hayat tarzınız farklı olsun. Aynı hayat tarzından iki ayrı akıbet çıkmaz. Size özgü hayat tarzı olsun ki cenneti halk etsin.


16-) Ve minhüm men yestemiu ileyk* hattâ izâ harecu min ındike kalu lilleziyne utül ılme mazâ kale anifa* ülaikelleziyne tabeAllâhu alâ kulubihim vettebeu ehvaehüm;

        Onlardan kimi de (
gelip) seni dinler... Nihayet senin yanından çıktıklarında kendilerine ilim verilmiş olanlara dediler ki: "Az önce ne dedi?" (Anlatılan, taşa yağmış yağmur misali akıp gitti. A.H.)... İşte bunlar Allâh'ın kalplerini tab'ettiği (şuurlarını örttüğü - bilinçlerini kilitlediği); sonu boş arzu ve heveslerine tâbi olmuş kimselerdir. (A.Hulusi)

16 - Onlardan seni dinlemeğe gelen de var, hattâ yanından çıktıklarında kendilerine ilim verilmiş olanlara derler ki: «o, demin ne söyledi?» Bunlar öyle kimselerdir ki Allah kalplerini tab' etmiştir de hep hevaları ardına düşmektedirler. (Elmalı)


Ve minhüm men yestemiu ileyk Onların arasında sana kulak verir gibi yapanlar var. Sana kulak verenler veya seni dinleyenler, belki literal lafzi anlamı bu. Ama zımni anlamı sana kulak verirmiş gibi yapanlar ki sözü gelişinden bunu anlıyoruz zaten.

hattâ izâ harecu min ındike kalu lilleziyne utül ılme mazâ kale anifan nihayet senin yanından çıktıklarında mesajı kavramış olanlara, mesajı yüreğiyle dinlemiş olanlara; sahi, bu demin ne dedi diye sorarlar. Yani alay eder gibi, dalga geçer gibi. Hakikate omuz vermediklerini belli ederler, kulak vermediklerini belli ederler. Dinlermiş gibi yaparlar gerçeği ama aslında dinlemezler. Gerçekle bir ünsiyetleri yoktur. Daha doğrusu gönülleri yoktur gerçeği dinlemeye. Çünkü gerçeği yaşamaya gönüllü değillerdir, neden dinlesinler. Dertleri gerçeği aramak değildir ki onların. Onların dertleri şu kısa vadeli verilen ilahi krediyi kısa vadeli hazlarla tüketmek. Buna karşı olan şeyleri de dinlemezler.

ülaikelleziyne tabeAllâhu alâ kulubihim vettebeu ehvaehüm işte Allah’ın kalplerini mühürlediği ve keyiflerine göre davrananlardır bunlar.

Küfür ön yargıdır dostlar. Küfür en kötü ön yargıdır. Sahibini kör, sağır ve dilsiz eder. Dinleyemez artık, anlayamaz. Dolayısıyla şükredemez, ağlayamaz. Gözü, kulağı, kalbi mahveden bir virüstür. Gören göz değildir, işiten kulak değildir. Yani gören şu fiziki göz değil, işiten kulak kepçesi değildir. Yürektir. Yüreğin üstüne kalın bir perde çektikten sonra artık duymaz ve görmez.

İman da ön bilgidir dostlar. Küfrün aksine. Gözü, kulağı, kalbi açar. Onlara koordinat verir. Onlara açı sunar o koordinattan bakınca görünür bazı gerçekler. Doğru koordinattan bakmayanlar gerçeği göremezler. Onun için mü’minler dinlerler, sözü olana kulak verirler. Elleziyne yestemi'unel kavle feyettebi'une ahseneh. (Zümer/18) onlar ki, o mü’minler ki sözün tamamını dinlerler, en güzeline uyarlar. Fakat Ön yargı olan küfre sahip olanlar, yani inkarcılar sözü dinlemezler. Çünkü söze değer vermezler, kulak vermezler. Çünkü hakikati aramazlar. Aramadığı bir şeyi de neden bulsun insan, veya bulunca neden değerini bilsin onun içinde değer bilmezler. İşte bu ayette anlatılan o güruh gibi değer bilmezler. Konuşan alemlere rahmettir, fakat onlara zahmet olur. Kendilerine zahmet gibi gelir. İşte buradaki verilen örnek bu.


17-) Velleziynehtedev zadehüm hüden ve atahüm takvahüm;

        Hakikate erenleri ise, hakikati yaşamanın getirisinde genişletmiş ve kendilerine (
hakikat yaşamına uymayan hâllerden) korunma özelliğini vermiştir. (A.Hulusi)

17 - Hidâyeti kabul edenlere gelince Allah onların muvaffakıyetlerini artırmakta ve kendilerine (takvalarını) korunmalıklarını vermektedir. (Elmalı)


Velleziynehtedev zadehüm hüden ve atahüm takvahüm bu çok dikkat çekici bir ayet. Kur’an ın bir çok ayetini açıklayan bir ayet. O doğru yola yönelenlerin hidayetini artırır ve onların takvasını artırır. Daha doğrusu onlara korunma gücü bahşeder. Evet, doğru yola yönelenlerin hidayetini artırır.

Kur’an da ki tüm yehdiy men yeşa’ dilediğini doğru yola iletir ibarelerini bu ayet ışığında anlayacağız. Allah kimin doğru yola yönelmesini diler sorusunun cevabı, Muhammed/17. ayetinde verdi Kur’an. Nedir bu? Allah doğru yola yönelenin hidayetini artırır. Demek ki Allah’ın hidayetinden söz edilen her yerde kulun iradesinden söz ediliyor. Öncelikle süreci kulun iradesi başlatıyor. Velleziynehtedev zadehüm hüden kim ki hidayete erme iradesi gösterdi Allah’ta onların hidayetini artırdı. Bu kadar kolay açık ve net. Onun içinde bu ayet ışığında anlaşılmalıdır Allah’ın hidayet vermesi Kur’an da.

İman ve hidayet iradeli bir tercihe sunulmuş ilahi bir ikramdır. Süreci ilk başlatan bilinçli iradedir. Zadehüm hüden; o yolda yürüme kapasitesini artırır manasına gelir. Ki hatırlayalım yeziydü fiyl halkı ma yeşa' (Fatır/1) yarattıklarının içinden dilediklerinin kapasitesini artırır. Dilediklerine ilave kapasite koyar.

Çok ilginç, Fatır/1 ayeti. Allah insanı yaratır, onda da bir kapasite yaratır. Buraya kadar anlaşıldı. Fakat diyelim ki bu kapasiteyi kullandı. Yani doldurdu ne olur? İlave kapasite ekler. Yani hafızası dolan bilgisayara rem eklemek gibi sonsuzca rem ekleme imkanı vardır. Dolayısıyla insanın bir mükemmel noktası yoktur. Ölünceye kadar yürüyüşü sürer. İnsanın kemali ölünceye kadar sürer. Onun için insanı kamil, insanı mükemmel demek değildir. Toplu, tüm, bütün insan demektir. Parçalanmamış, bölünmemiş, kendi cüzlerine ayrılmamış, kendi parçalarına bölünmemiş insan. Bütünlüğünü koruyan insan. Yoksa mükemmel insan değildir. Çünkü onun durduğu bir nokta hiç olmayacaktır. Va'bud Rabbeke hatta ye'tiyekel yekıyn (Hicr/99) budur. Ölüm gelinceye kadar kulluğunu sürdür. Emri budur.

Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
160. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder