21 Ağustos 2013 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. FETİH (01 -04) (161-C)



B sayfasından devam



1-) İnnâ fetahnâ leke fethan mubiynâ;



Kesinlikle sana öyle bir fetih (görüş açıklığı) verdik ki, (o) Feth-i Mubiyn'dir (apaçık açık hakikati sistemi müşahede)! (A.Hulusi)



01 – El hak biz sana bir fethi mübîn açtık. (Elmalı)





İnnâ fetahnâ leke fethan mubiynâ elbet sana tartışmasız bir fethin önünü açan biziz biz. Başkası değil, sadece biziz.



Mubiyn fetih, yani yalnız fetih değil. mubiyn fetih, yani yürek fethi. Tartışmasız fetih. Gönülleri açmak Fütuh-ül Büldan sahibi bir rivayet nakleder efendimizden. Beldeler savaşla alınırlar, Medine fethedilmiştir şeklinde bir rivayet. Beldeler savaşla alınmıştır, fakat Medine fethedilmiştir.



Bu gerçekten çok ilgimi çeken bir rivayet. Hz. peygamberin Hayber’in fethi öncesinde Hz. Ali’yi çağırarak ona yaptığı tembihi hatırlıyoruz. Ali Hayber’e komutan atandığında kahramanlık şiirler okuyarak atını bir sağa bir sola ordunun önünde sürüyordu. Resulallah çağırdı ve dedi ki “Yapma ya Ali. Vallahi senin elinle yer yüzünün alınıp ta bana teslim edilmesinden, bir kişinin hidayetine vesile olman çok daha hayırlıdır.”



Efendimizin derdinin ne olduğu anlaşılıyordu. Gerçekten de bu fetih anlayışıyla inşa edilen sahabe daha sonraları aynı anlayışı devam ettirdi. Böylesine üzücü ve acı bir sürecin içinde eğitilen Hz. Ömer halife olduğunda ‘Alâ El Hadrami onun komutanıydı. Bahreyn komutanıydı. İlk defa İslam ordusu Kisra’nın ülkesine Bahreyn tarafından yürüdü ve bir kısmını almıştı. Halifeye bu haber geldiğinde, yer yüzünün iki büyük imparatorluğundan birinin, bir kısım topraklarının fethedildiği haberi geldiğinde devlet başkanı ne yapar? Böyle bir fethi gerçekleştiren komutana madalya takar değil mi?



Hayır. Hz. Ömer, kendisini vahyin inşa ettiği Hz. Ömer Eyvah..! dedi ve ‘Alâ El Hadrami’yi komutanlıktan aldı. Neden aldığını biz bir başka olayda öğreniyoruz. Amr bin El As Filistin’de İslam orduları komutanıydı. Filistin’i aldıktan sonra Mısır üzerine yürüdü Hz. Ömer’in hilafeti döneminde. Fakat Mısır üzerine giderken halifeden de izin almak için bir mektup gönderdi. Mektubu verdiği şahsa; Bunu götür, halifeye ulaştır cevabı da bana getir dedi.



Hz. Ömer’in cevabı; Eğer bu mektubu aldığında  Mısır’a girmedinse geri dön. Şeklinde idi. Mektup Mısır’a girmeden ulaştı İslam ordusu komutanı Amr Bin El As a. Amr, adamını biliyordu. Hz. Ömer’in ne yazdığını tahmin ediyordu. Mektubu açmadı. Mısır’a girdi, Mısır’ı aldı ve mektubu ondan sonra açtı. Artık iş işten geçmişti tabii. Yani Mısır’ı aldıktan sonra girmişti. Peki, neydi derdi Hz. Ömer’in. Bir devlet başkanı, Yer yüzünün en güzel ülkelerinin kendisine kazandırılmasını istemez miydi. Hz. Ömer niye istemiyordu?



Resulallah nasıl bakıyorsa o da öyle bakıyordu. Eğer İslam ordusu Mısır’lıların gönlünü almadan topraklarını alırsa Mısır İslamlaşmaz, İslam Mısırlılaşır. Gerekçe buydu. İslam Mısırlılaşmasın, Mısır İslamlaşsın istiyordu. Gönül fethi olsun, yürek fethi olsun istiyordu. Onun için bu tepkiyi göstermişti.



Bu olayın ardından gelen yıllarda 20 yıllık dönemde ki insan kazanımının tam 3 katı insan kazanıldığını bira önce mukaddime de söylemiştim. Aslında barış ortamında söz güçlenir. Sözün güçlenmesi imana yarar. Gücün sözünü kullananlar, sözün güçlenmesini istemezler. Onun için Hudeybiye antlaşması sözün güçlenmesi anlamında bir fetihti. Barış ortamında insanlar söz dinlerlerdi. Kılıç şakırtılarının, silah takırtılarının, bomba seslerinin altında tebliğ olmazdı. Onun içinde savaş değil, barışı fetih olarak adlandırdı vahiy. Gücün sözü değil, sözün gücü geçsin diye.





2-) Liyağfire lekellahu mâ tekaddeme min zenbike ve mâ teahhare ve yütimme nı'meteHÛ 'aleyke ve yehdiyeke sıraten müstekıyma;



Bu yüzden Allâh, senin geçmiş ve (fethe rağmen oluşacak) gelecek tüm zenbini (bedenselliğinin doğal getirisi perdeliliklerini) mağfiret eder (örter) ve sana olan nimetini tamamlar; seni, hakikatini yaşama yolunda yürütür! (A.Hulusi)



02 - Ki Allah senin zenbinden geçmişini ve geleceğini mağfiret buyurup üzerindeki nimetini tamamlayacak ve seni dosdoğru bir caddeye çıkaracak. (Elmalı)





Liyağfire lekellahu mâ tekaddeme min zenbike ve mâ teahhar Bu sayede Allah senin geçmiş ve gelecek tüm hatalarını bağışlayacaktır. İnna azamet zamiri burada ona dönüştü. Ğayip zamirine dönüştü. Bir yoruma göre fetih sebeplere bağlanmıştır, sebeplerle olur. Fakat bağışla af doğrudan Allah’ın yaptığı bir şeydir. Onun için 1. ayette İnna, biz geldi, 2. ayette hüve, Hu geldi gizli zamir olarak ta olsa. Yani 1.cisinde fetih sebeplerle, sebeplere bağlı olarak yürüyen ilahi bir irade. 2. siz olan bağış ve rahmet ise Allah’ın doğrudan yaptığı bir müdahale idi.



Burada kastedilen liderliğe ve siyasal üsluba ilişkin teknik hatalardır. Yani senin geçmiş ve gelecek hatalarını bağışlayacak. Mesela Tevbe/43. ayeti ve Tevbe/108. ayetinde bunun iki örneğini görüyoruz; 'AfAllâhu 'ank* lime ezinte lehüm.(Tebbe/43) Allah seni affetti, ya da Allah seni affetsin, onlara niçin izin verdin. Ayetinde olduğu gibi. Yani taktik hatalar cümlesinden sayılabilir. Belki bunun son olarak söylediği şey şu; Hiç kimse hatadan münezzeh değildir Allah dışında. Bize bunu öğretiyordu.



ve yütimme nı'meteHÛ 'aleyk ve sana olan nimetini tamamlasın. Ya da tamama erdirecek. İtmam ve ikmal.



elyevme ekmeltü leküm diyneküm ve etmemtü aleyküm nı'metiy.. (Maide/3) artık bu gün size dininizi ikmal ettim. Fakat nimetimi itmam ettim. İkmal ve itmam arasında fark var. İkmal; Bir şeyin cevherinin ve arazının birlikte tamamlanması. İtmam ise bir şeyin cevherinin özünün tamamlandığı halde arazının, yani yan unsurlarının henüz tamamlanmamış olmasına denir Arap dilinde. Burada da biz bunu görüyoruz. Demek ki henüz itmam edilmemiş bir şey var. Peki bu itmam edilmemiş nimet nedir? Dindir. Çünkü onun daha sonradan ikmal edildiğini görüyoruz.



ve yehdiyeke sıraten müstekıyma ve seni, dosdoğru bir yola yöneltecektir.





3-) Ve yensurekellâhu nasren 'Aziyza;



Allâh seni benzersiz, karşı konulmaz bir zafere erdirir! (A.Hulusi)



03 - Ve nazîrsiz bir muzafferiyet ile seni Allah mansur ve muazzez kılacak. (Elmalı)





Ve yensurekellâhu nasren 'Aziyza Dahası Allah seni saygın ve müstesna bir zafere ulaştıracaktır.



Zafere zorbalarda ulaşır değil mi? Asıl olan saygın bir zafere ulaşmaktır, temiz bir zaferdir, övünülecek bir zaferdir. Yoksa dünyanın gelmiş geçmiş tüm zorbaları, zorbalıkla yenmişlerdir, galip gelmişlerdir. Yakmışlar, yıkmışlar, harap etmişler, kesmişler, asmışlar biçmişlerdir. Bu zafer mi? Tamam , zafer ama hiçte saygın bir zafer değil. İşte burada ki nasren 'Aziyza saygı değer bir zafer aziyz bir zaferden kasıt bu. Yani yakıp yıkmadan, vurup kesmeden saygın bir zafer işte bu.



Konunun en büyük otoritelerden Muhammed Hamidullah, merhum Hocamız; Resulallah’ın hayatı boyunca yaptığı tüm savaşlarda, her iki taraftan oluşan kayıpların tamamını 200. e yakın olarak verir. Ben-i Kureyza esirlerinin başına gelen o cezalandırma hariç. O zaten bir savaş durumu değil, o kendilerinin tercih ettiği, kendi hukuklarına göre bir cezalandırmaydı. Onun dışında tüm savaşlarda kayıp sayısını 200 olarak verir. Yer yüzünde böyle büyük bir inkılap olup ta böyle muhteşem bir iman hamlesi olup ta bu kadar az kayıpla neticelenmiş bir başka örnek var mı? Çok ilginç. Gerçekten üzerinde durulması gereken bir nokta.



[Ek bilgi; FETİH VE TASAVVUF  İlk 3 ayet



1. Kesinlikle sana öyle bir fetih (açıklık) verdik ki, (o) Fethi Mubiyn'dir (apaçık açıklık-hakikati müşahede)!

2. Bu yüzden Allâh senin geçmiş ve (fethe rağmen oluşacak) gelecek tüm zenbini (bedenselliğinin doğal getirisi perdeliliklerini) mağfiret eder (örter) ve sana olan nimetini tamamlar; seni, hakikatini yaşama yolunda yürütür!

3. Allâh seni benzersiz, karşı konulmaz bir zafere erdirir!

Nakletmiş olduğumuz bu üç âyeti kerîmenin zâhir, yani ilk anda anlaşılan mânâsı bütün tefsir ve meâllerde mevcut olduğu için burada bunun üzerinde durmayacağım... Allâhû Teâlâ'nın bize ihsan buyurduğu açıklık ve irfan nispetinde buradan anladığımız mânânın açıklayabileceğimiz kadarına gelince.

FETH, kapalı olan bir şeyin açılması, ya da kişinin elde edemediği bir şeyi elde etmesi anlamlarına gelir. Bu anlamlarladır ki, dünya hayatı içinde bir kişinin elde edebileceği en büyük FETH, âhiret âleminden bir bölüm olan Berzah âleminin FETH'idir. Ki bu FETH'de ancak "yaşarken ölmek" suretiyle gerçekleşir! FETH iki türlüdür;

A - Zâhir FETH.

B - Bâtın FETH.



Bâtın FETH dahi iki türlüdür.

a) FETH.

b) FETH-İ MUBİYN



FETH, esas itibarıyla yedi derecedir. Bu yedi derecenin birinci dereceden olanının gerçekleşmesiyle birlikte kişi FETH sahibi olmuş olur.



FETH kesinlikle kişinin çalışmasına bağlı, yani çalışmakla elde edilir bir şey değildir.



FETH nedir? Kişinin içinde bulunduğumuz şu boyutta, bu bedenle yaşarken; bir anda, beden bağımlılığından kurtularak, sanki ölmüş gibi, tamamıyla ruh beden yaşamına geçmesi ve ruhtaki özellikleriyle yaşamını bu Dünya'da sürdürmesi hâlidir.

"Ölmeden evvel ölmek" denilen hâlin Hakk-el yakîn yaşanmasıdır. Bize öğretilene göre, böyle kişilerin yeryüzünde sayıları kırkı bile bulmazmış, nûrânî FETH sahipleri olarak. Evet, FETH bu yönüyle de ikiye ayrılır:



1. FETH-i Zulmanî,

2. FETH-i Nûrânî.



FETH-i Zulmanî, Müslim ya da gayrı Müslim tüm insanlarda meydana gelebilir. Özellikle, Hindûlarda, Budist felsefe mensuplarında görülen ve FETH eseri olan bazı hâller hep bu FETH-i Zulmanî neticesidir ki, din terminolojisinde bu hâllere "istidraç" adı verilir.



FETH-i Zulmanî'nin iki büyük işareti vardır.

Birincisi bu tür FETH kendisinde meydana gelmiş kişi, Hazreti Resulallah AleyhisSelâm'ı kabul etmez.

İkincisi de, birimsellikten, yani kendini bir birim olarak görmek perdesinden kurtulamamıştır!

FETH-i Zulmanî sahipleri, kişinin tüm geçmişini bilebildiği gibi, aynı anda birkaç yerde bulunabilme, kabir ahvalini anlatabilme, CİN'lerle rahatlıkla iletişim kurabilme ve daha başka bazı akıl almaz davranışlar ortaya koyabilme özelliklerine sahiptirler.



FETH-i Nûrânî'de dahi benzer özellikler meydana gelir!.. Ancak bir farkla ki, bu zevât kısa sürede bu yaşama adapte olduktan sonra gelişmelerine devam ederler, FETH'in üçüncü derecesinde Hazreti Resulallah ile sair Nebi ve Evliya ile buluşurlar ve Berzah âleminin çeşitli sırlarını agâh olurlar... Bundan sonra da Ricali Gayb arasında yerlerini alırlar.

FETH-İ MUBİYN odur ki, gelen kişi, bu FETHİ kaldırabilir. (Devam ediyor)(A. Hulusi – Dua ve zikir)]





4-) "HU"velleziy enzeles sekiynete fiy kulûbil mu'miniyne liyezdâdû iymânen me'a iymânihim* ve lillâhi cünûdüs Semâvâti vel'Ard* ve kânAllâhu 'Aliymen Hakiyma;



İmanlarının kat kat artması için, iman edenlerin kalplerine sekine (sükûn, güven duygusu) inzâl eden "HÛ"dur! Semâlar ve arzın orduları Allâh içindir! Allâh Aliym'dir, Hakiym'dir. (A.Hulusi)



04 - O, odur ki mü'minlerin kalplerine o sekî neti indirdi, imanları üstüne iman artırsınlar diye. (Elmalı)





"HU"velleziy enzeles sekiynete fiy kulûbil mu'miniyne liyezdâdû iymânen me'a iymânihim imanlarına iman katsınlar diye, imanları artsın, eksilmesin diye mü’minlerin kalplerine güven ve  sükunet bahşeden O’dur.



Ayetteki sekinet, sükûnet aslında. Hatta bıçağa sikkiyn denir Arapçada. Bu da aynı kökten türetilmiştir kesip kopardığı için. Sükûnet insanı heyecanlandıran, insanı tedirgin eden şeylerin yok olması, ondan kesip koparılıp atılması anlamına gelir. Tevbe/40. ayetinde; feenzelAllâhu sekiynetehu aleyh.. (Tevbe/40) var ya, Allah onların üzerine sekinetini, sükûnetini indirmişti. Diyordu ya, İşte Allah’ın yardımı, görünmez ordularının yardımı, yüreğe direnç şeklinde nazil oluyordu.



Öyle bir nüzul ki bu, insanın tüm potansiyelini harekete geçiriyor, insanı bir orduya bedel kılıyordu. Çünkü bazı durumlar olur ki bunun tam tersi, sekinetin tam tersi olur. 50 kiloyu kaldıran İnsan, 50 gr. Mı kaldıramayacak kadar eli kolu dökülür. İnsan belki km. ler ce koşacak bir güce sahipken iki adım atacak gücü kendinde bulamaz. İşte onun tam tersi durumu düşünün, Allah’ın insanın yüreğine adeta vahy etmesi gibi, insanın tüm potansiyelini ortaya çıkaran ve kinetize eden bir müdahale olarak anlıyoruz biz sekineti, sükûneti.



ve lillâhi cünûdüs Semâvâti vel'Ard zira göklerin ve yerin bütün orduları Allah’a aittir. ve kânAllâhu 'Aliymen Hakiyma ve zaten Allah her şeyi bilmektedir, üstün hikmet sahibidir. Göklerin ve yerin orduları Allah’a aittir.



Ne anladık sevgili Kur’an dostları bundan? Nuh’a yardım eden kimdi, bulutlar değil miydi. Hz. Hud’a yardım eden kimdi? Rüzgarlar değil miydi. Hz. Nuh’a ve Hz. Hud’a aslında göklerin orduları yardım etmemiş miydi. Yine Hz. İbrahim’e yardım eden ateş, Hz. Musa’ya yardım eden su yerlerin orduları değil miydi? Göklerin ve yerin orduları Allah’a aitti ve şuurlu mü’minlerin başı sıkışınca, Allah’ın şuursuz kulları onların yardımına yetişirdi. Aslında Kur’an da anlatılan örnekler bu muhteşem yardımın güzel kıssaları değil miydi.



Biz böyle anlıyoruz. Eğer biz şuurlu mü’minlerin başı sıkışırsa, şuursuz din kardeşlerimiz yardımımıza koşar diyoruz. Çünkü biz kainata mensubuz ve biz bir aileyiz. Gökle, yerle, ayla, güneşle, gece ile gündüzle imanımız tanışıktır. Benim rabbim onlarında rabbidir, biz bir  bütünüz. Tevhit bu  bütünün içindeki parçanın yerini bilmesi haddini bilmesi değerini bilmesidir.





Devam ediyor D sayfasına geçiniz

161. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder