B sayfasından devam
1-) İnnâ fetahnâ leke fethan mubiynâ;
Kesinlikle
sana öyle bir fetih (görüş açıklığı) verdik ki, (o) Feth-i Mubiyn'dir (apaçık
açık hakikati sistemi müşahede)! (A.Hulusi)
01 – El
hak biz sana bir fethi mübîn açtık. (Elmalı)
İnnâ fetahnâ leke fethan mubiynâ
elbet sana tartışmasız bir fethin önünü açan biziz biz. Başkası değil, sadece
biziz.
Mubiyn fetih, yani yalnız fetih
değil. mubiyn fetih, yani yürek fethi. Tartışmasız fetih. Gönülleri açmak
Fütuh-ül Büldan sahibi bir rivayet nakleder efendimizden. Beldeler savaşla
alınırlar, Medine fethedilmiştir şeklinde bir rivayet. Beldeler savaşla
alınmıştır, fakat Medine fethedilmiştir.
Bu gerçekten çok ilgimi çeken bir
rivayet. Hz. peygamberin Hayber’in fethi öncesinde Hz. Ali’yi çağırarak ona
yaptığı tembihi hatırlıyoruz. Ali Hayber’e komutan atandığında kahramanlık
şiirler okuyarak atını bir sağa bir sola ordunun önünde sürüyordu. Resulallah
çağırdı ve dedi ki “Yapma ya Ali. Vallahi senin elinle yer yüzünün alınıp ta
bana teslim edilmesinden, bir kişinin hidayetine vesile olman çok daha
hayırlıdır.”
Efendimizin derdinin ne olduğu
anlaşılıyordu. Gerçekten de bu fetih anlayışıyla inşa edilen sahabe daha
sonraları aynı anlayışı devam ettirdi. Böylesine üzücü ve acı bir sürecin
içinde eğitilen Hz. Ömer halife olduğunda ‘Alâ El Hadrami onun komutanıydı.
Bahreyn komutanıydı. İlk defa İslam ordusu Kisra’nın ülkesine Bahreyn
tarafından yürüdü ve bir kısmını almıştı. Halifeye bu haber geldiğinde, yer
yüzünün iki büyük imparatorluğundan birinin, bir kısım topraklarının fethedildiği
haberi geldiğinde devlet başkanı ne yapar? Böyle bir fethi gerçekleştiren
komutana madalya takar değil mi?
Hayır. Hz. Ömer, kendisini vahyin
inşa ettiği Hz. Ömer Eyvah..! dedi ve ‘Alâ El Hadrami’yi komutanlıktan aldı.
Neden aldığını biz bir başka olayda öğreniyoruz. Amr bin El As Filistin’de
İslam orduları komutanıydı. Filistin’i aldıktan sonra Mısır üzerine yürüdü Hz.
Ömer’in hilafeti döneminde. Fakat Mısır üzerine giderken halifeden de izin
almak için bir mektup gönderdi. Mektubu verdiği şahsa; Bunu götür, halifeye
ulaştır cevabı da bana getir dedi.
Hz. Ömer’in cevabı; Eğer bu
mektubu aldığında Mısır’a girmedinse
geri dön. Şeklinde idi. Mektup Mısır’a girmeden ulaştı İslam ordusu komutanı
Amr Bin El As a. Amr, adamını biliyordu. Hz. Ömer’in ne yazdığını tahmin
ediyordu. Mektubu açmadı. Mısır’a girdi, Mısır’ı aldı ve mektubu ondan sonra
açtı. Artık iş işten geçmişti tabii. Yani Mısır’ı aldıktan sonra girmişti. Peki,
neydi derdi Hz. Ömer’in. Bir devlet başkanı, Yer yüzünün en güzel ülkelerinin
kendisine kazandırılmasını istemez miydi. Hz. Ömer niye istemiyordu?
Resulallah nasıl bakıyorsa o da
öyle bakıyordu. Eğer İslam ordusu Mısır’lıların gönlünü almadan topraklarını
alırsa Mısır İslamlaşmaz, İslam Mısırlılaşır. Gerekçe buydu. İslam
Mısırlılaşmasın, Mısır İslamlaşsın istiyordu. Gönül fethi olsun, yürek fethi
olsun istiyordu. Onun için bu tepkiyi göstermişti.
Bu olayın ardından gelen yıllarda
20 yıllık dönemde ki insan kazanımının tam 3 katı insan kazanıldığını bira önce
mukaddime de söylemiştim. Aslında barış ortamında söz güçlenir. Sözün
güçlenmesi imana yarar. Gücün sözünü kullananlar, sözün güçlenmesini
istemezler. Onun için Hudeybiye antlaşması sözün güçlenmesi anlamında bir
fetihti. Barış ortamında insanlar söz dinlerlerdi. Kılıç şakırtılarının, silah
takırtılarının, bomba seslerinin altında tebliğ olmazdı. Onun içinde savaş
değil, barışı fetih olarak adlandırdı vahiy. Gücün sözü değil, sözün gücü
geçsin diye.
2-) Liyağfire lekellahu mâ tekaddeme min
zenbike ve mâ teahhare ve yütimme nı'meteHÛ 'aleyke ve yehdiyeke sıraten
müstekıyma;
Bu
yüzden Allâh, senin geçmiş ve (fethe rağmen
oluşacak) gelecek tüm zenbini (bedenselliğinin doğal getirisi perdeliliklerini) mağfiret eder (örter) ve sana olan nimetini tamamlar; seni, hakikatini yaşama
yolunda yürütür! (A.Hulusi)
02 - Ki
Allah senin zenbinden geçmişini ve geleceğini mağfiret buyurup üzerindeki
nimetini tamamlayacak ve seni dosdoğru bir caddeye çıkaracak. (Elmalı)
Liyağfire lekellahu mâ tekaddeme min zenbike ve
mâ teahhar Bu sayede Allah senin geçmiş ve gelecek tüm hatalarını
bağışlayacaktır. İnna azamet zamiri
burada ona dönüştü. Ğayip zamirine
dönüştü. Bir yoruma göre fetih sebeplere bağlanmıştır, sebeplerle olur. Fakat
bağışla af doğrudan Allah’ın yaptığı bir şeydir. Onun için 1. ayette İnna, biz geldi, 2. ayette hüve, Hu geldi gizli zamir olarak ta
olsa. Yani 1.cisinde fetih sebeplerle, sebeplere bağlı olarak yürüyen ilahi bir
irade. 2. siz olan bağış ve rahmet ise Allah’ın doğrudan yaptığı bir müdahale
idi.
Burada kastedilen liderliğe ve siyasal
üsluba ilişkin teknik hatalardır. Yani senin geçmiş ve gelecek hatalarını
bağışlayacak. Mesela Tevbe/43. ayeti ve Tevbe/108. ayetinde bunun iki örneğini
görüyoruz; 'AfAllâhu
'ank* lime ezinte lehüm.(Tebbe/43) Allah seni affetti, ya da Allah
seni affetsin, onlara niçin izin verdin. Ayetinde olduğu gibi. Yani taktik
hatalar cümlesinden sayılabilir. Belki bunun son olarak söylediği şey şu; Hiç
kimse hatadan münezzeh değildir Allah dışında. Bize bunu öğretiyordu.
ve yütimme nı'meteHÛ 'aleyk ve sana
olan nimetini tamamlasın. Ya da tamama erdirecek. İtmam ve ikmal.
elyevme ekmeltü leküm diyneküm ve etmemtü
aleyküm nı'metiy.. (Maide/3) artık bu gün size dininizi ikmal ettim.
Fakat nimetimi itmam ettim. İkmal ve itmam arasında fark var. İkmal; Bir şeyin
cevherinin ve arazının birlikte tamamlanması. İtmam ise bir şeyin cevherinin
özünün tamamlandığı halde arazının, yani yan unsurlarının henüz tamamlanmamış
olmasına denir Arap dilinde. Burada da biz bunu görüyoruz. Demek ki henüz itmam
edilmemiş bir şey var. Peki bu itmam edilmemiş nimet nedir? Dindir. Çünkü onun
daha sonradan ikmal edildiğini görüyoruz.
ve yehdiyeke sıraten müstekıyma ve
seni, dosdoğru bir yola yöneltecektir.
3-) Ve yensurekellâhu nasren 'Aziyza;
Allâh
seni benzersiz, karşı konulmaz bir zafere erdirir! (A.Hulusi)
03 - Ve
nazîrsiz bir muzafferiyet ile seni Allah mansur ve muazzez kılacak. (Elmalı)
Ve yensurekellâhu nasren 'Aziyza
Dahası Allah seni saygın ve müstesna bir zafere ulaştıracaktır.
Zafere zorbalarda ulaşır değil
mi? Asıl olan saygın bir zafere ulaşmaktır, temiz bir zaferdir, övünülecek bir
zaferdir. Yoksa dünyanın gelmiş geçmiş tüm zorbaları, zorbalıkla yenmişlerdir,
galip gelmişlerdir. Yakmışlar, yıkmışlar, harap etmişler, kesmişler, asmışlar
biçmişlerdir. Bu zafer mi? Tamam , zafer ama hiçte saygın bir zafer değil. İşte
burada ki nasren 'Aziyza saygı değer
bir zafer aziyz bir zaferden kasıt bu. Yani yakıp yıkmadan, vurup kesmeden
saygın bir zafer işte bu.
Konunun en büyük otoritelerden
Muhammed Hamidullah, merhum Hocamız; Resulallah’ın hayatı boyunca yaptığı tüm
savaşlarda, her iki taraftan oluşan kayıpların tamamını 200. e yakın olarak
verir. Ben-i Kureyza esirlerinin başına gelen o cezalandırma hariç. O zaten bir
savaş durumu değil, o kendilerinin tercih ettiği, kendi hukuklarına göre bir
cezalandırmaydı. Onun dışında tüm savaşlarda kayıp sayısını 200 olarak verir.
Yer yüzünde böyle büyük bir inkılap olup ta böyle muhteşem bir iman hamlesi
olup ta bu kadar az kayıpla neticelenmiş bir başka örnek var mı? Çok ilginç.
Gerçekten üzerinde durulması gereken bir nokta.
[Ek bilgi; FETİH
VE TASAVVUF İlk 3 ayet
1. Kesinlikle sana öyle bir
fetih (açıklık) verdik ki, (o) Fethi Mubiyn'dir (apaçık açıklık-hakikati
müşahede)!
2. Bu yüzden Allâh senin
geçmiş ve (fethe rağmen oluşacak) gelecek tüm zenbini (bedenselliğinin doğal
getirisi perdeliliklerini) mağfiret eder (örter) ve sana olan nimetini
tamamlar; seni, hakikatini yaşama yolunda yürütür!
3. Allâh seni benzersiz, karşı
konulmaz bir zafere erdirir!
Nakletmiş olduğumuz bu üç
âyeti kerîmenin zâhir, yani ilk anda anlaşılan mânâsı bütün tefsir ve meâllerde
mevcut olduğu için burada bunun üzerinde durmayacağım... Allâhû Teâlâ'nın bize
ihsan buyurduğu açıklık ve irfan nispetinde buradan anladığımız mânânın
açıklayabileceğimiz kadarına gelince.
FETH, kapalı olan bir şeyin
açılması, ya da kişinin elde edemediği bir şeyi elde etmesi anlamlarına gelir.
Bu anlamlarladır ki, dünya hayatı içinde bir kişinin elde edebileceği en büyük
FETH, âhiret âleminden bir bölüm olan Berzah âleminin FETH'idir. Ki bu FETH'de
ancak "yaşarken ölmek" suretiyle gerçekleşir! FETH iki türlüdür;
A - Zâhir FETH.
B - Bâtın FETH.
Bâtın FETH dahi iki türlüdür.
a) FETH.
b) FETH-İ MUBİYN
FETH, esas itibarıyla yedi
derecedir. Bu yedi derecenin birinci dereceden olanının gerçekleşmesiyle
birlikte kişi FETH sahibi olmuş olur.
FETH kesinlikle kişinin
çalışmasına bağlı, yani çalışmakla elde edilir bir şey değildir.
FETH nedir? Kişinin içinde
bulunduğumuz şu boyutta, bu bedenle yaşarken; bir anda, beden bağımlılığından
kurtularak, sanki ölmüş gibi, tamamıyla ruh beden yaşamına geçmesi ve ruhtaki
özellikleriyle yaşamını bu Dünya'da sürdürmesi hâlidir.
"Ölmeden evvel ölmek" denilen hâlin Hakk-el
yakîn yaşanmasıdır. Bize öğretilene göre, böyle kişilerin yeryüzünde sayıları
kırkı bile bulmazmış, nûrânî FETH sahipleri olarak. Evet, FETH bu yönüyle de
ikiye ayrılır:
1. FETH-i Zulmanî,
2. FETH-i Nûrânî.
FETH-i Zulmanî, Müslim ya da
gayrı Müslim tüm insanlarda meydana gelebilir. Özellikle, Hindûlarda, Budist
felsefe mensuplarında görülen ve FETH eseri olan bazı hâller hep bu FETH-i
Zulmanî neticesidir ki, din terminolojisinde bu hâllere "istidraç"
adı verilir.
FETH-i Zulmanî'nin iki büyük
işareti vardır.
Birincisi bu tür FETH
kendisinde meydana gelmiş kişi, Hazreti Resulallah AleyhisSelâm'ı kabul etmez.
İkincisi de, birimsellikten,
yani kendini bir birim olarak görmek perdesinden kurtulamamıştır!
FETH-i Zulmanî sahipleri,
kişinin tüm geçmişini bilebildiği gibi, aynı anda birkaç yerde bulunabilme,
kabir ahvalini anlatabilme, CİN'lerle rahatlıkla iletişim kurabilme ve daha
başka bazı akıl almaz davranışlar ortaya koyabilme özelliklerine sahiptirler.
FETH-i Nûrânî'de dahi benzer
özellikler meydana gelir!.. Ancak bir farkla ki, bu zevât kısa sürede bu yaşama
adapte olduktan sonra gelişmelerine devam ederler, FETH'in üçüncü derecesinde
Hazreti Resulallah ile sair Nebi ve Evliya ile buluşurlar ve Berzah âleminin
çeşitli sırlarını agâh olurlar... Bundan sonra da Ricali Gayb arasında
yerlerini alırlar.
FETH-İ MUBİYN odur ki, gelen kişi, bu FETHİ kaldırabilir.
(Devam ediyor)(A. Hulusi – Dua
ve zikir)]
4-) "HU"velleziy enzeles sekiynete
fiy kulûbil mu'miniyne liyezdâdû iymânen me'a iymânihim* ve lillâhi cünûdüs
Semâvâti vel'Ard* ve kânAllâhu 'Aliymen Hakiyma;
İmanlarının
kat kat artması için, iman edenlerin kalplerine sekine (sükûn, güven duygusu) inzâl
eden "HÛ"dur! Semâlar ve arzın orduları Allâh içindir! Allâh
Aliym'dir, Hakiym'dir. (A.Hulusi)
04 - O,
odur ki mü'minlerin kalplerine o sekî neti indirdi, imanları üstüne iman
artırsınlar diye. (Elmalı)
"HU"velleziy enzeles sekiynete fiy
kulûbil mu'miniyne liyezdâdû iymânen me'a iymânihim imanlarına iman
katsınlar diye, imanları artsın, eksilmesin diye mü’minlerin kalplerine güven
ve sükunet bahşeden O’dur.
Ayetteki sekinet, sükûnet
aslında. Hatta bıçağa sikkiyn denir Arapçada. Bu da aynı kökten türetilmiştir
kesip kopardığı için. Sükûnet insanı heyecanlandıran, insanı tedirgin eden
şeylerin yok olması, ondan kesip koparılıp atılması anlamına gelir. Tevbe/40.
ayetinde; feenzelAllâhu sekiynetehu aleyh.. (Tevbe/40)
var ya, Allah onların üzerine sekinetini, sükûnetini indirmişti. Diyordu ya,
İşte Allah’ın yardımı, görünmez ordularının yardımı, yüreğe direnç şeklinde
nazil oluyordu.
Öyle bir
nüzul ki bu, insanın tüm potansiyelini harekete geçiriyor, insanı bir orduya
bedel kılıyordu. Çünkü bazı durumlar olur ki bunun tam tersi, sekinetin tam
tersi olur. 50 kiloyu kaldıran İnsan, 50 gr. Mı kaldıramayacak kadar eli kolu
dökülür. İnsan belki km. ler ce koşacak bir güce sahipken iki adım atacak gücü
kendinde bulamaz. İşte onun tam tersi durumu düşünün, Allah’ın insanın yüreğine
adeta vahy etmesi gibi, insanın tüm potansiyelini ortaya çıkaran ve kinetize
eden bir müdahale olarak anlıyoruz biz sekineti, sükûneti.
ve lillâhi cünûdüs Semâvâti vel'Ard
zira göklerin ve yerin bütün orduları Allah’a aittir. ve kânAllâhu 'Aliymen Hakiyma ve
zaten Allah her şeyi bilmektedir, üstün hikmet sahibidir. Göklerin ve yerin
orduları Allah’a aittir.
Ne anladık sevgili Kur’an
dostları bundan? Nuh’a yardım eden kimdi, bulutlar değil miydi. Hz. Hud’a
yardım eden kimdi? Rüzgarlar değil miydi. Hz. Nuh’a ve Hz. Hud’a aslında
göklerin orduları yardım etmemiş miydi. Yine Hz. İbrahim’e yardım eden ateş,
Hz. Musa’ya yardım eden su yerlerin orduları değil miydi? Göklerin ve yerin
orduları Allah’a aitti ve şuurlu mü’minlerin başı sıkışınca, Allah’ın şuursuz
kulları onların yardımına yetişirdi. Aslında Kur’an da anlatılan örnekler bu
muhteşem yardımın güzel kıssaları değil miydi.
Biz böyle anlıyoruz. Eğer biz
şuurlu mü’minlerin başı sıkışırsa, şuursuz din kardeşlerimiz yardımımıza koşar
diyoruz. Çünkü biz kainata mensubuz ve biz bir aileyiz. Gökle, yerle, ayla,
güneşle, gece ile gündüzle imanımız tanışıktır. Benim rabbim onlarında
rabbidir, biz bir bütünüz. Tevhit
bu bütünün içindeki parçanın yerini
bilmesi haddini bilmesi değerini bilmesidir.
Devam ediyor D sayfasına geçiniz
161. videoyu toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder